Ne Harbiye ne Mehmetçik kaldı geriye

Biliyorsun değil mi?
Muhammed’in Türkçesi Mehmet…
Muhammed Arapçada „övgü“ kökü olan „hamd“ fiilinden türetilmiştir…
Hiçbir zaman dağılmadı Peygamber Ocağı…
Denilen Türk’ün ordusu bu kadar…
Hiçbir zaman…
Savunma Bakanı, bir zamanlar yavşak kadar general…
Hesap soracakmış bu kalıntıdan arda kalan generaller hakkında ileri geri konuşandan…
ULAN…
Ben bu ordunun şu anki başkumandanına…
Ağız dolusu…
Yürek dolusu anasına, avradına (…)
ANLA!

Memleket darmaduman, önüne gelen itip kakıyor bizi şamar oğlanı gibi…
Ordusu perişan…
Dincinin kalkmış bilmem nesi…
Türbanlı orospular, peçeli…
Açıyor orada burada bacak, becerttiriyor kendisini…
Ve sen bu ahvalde soruyorsun Harbiye’yi, Mehmetçiği!

Neyse bir buçuk saat kaldı. Anamdan emdiğim süz fitil fitil burnumdan geldi. Manyak orospu, ihtiyar bir bunak, dükkânda kıyametler kopuyor, acayip pahalı bir perde, verdim dışarıya (özel, Allah korusun, Allah cümlemizi korusun, evlatları. Yeni doğmuş bebek, ışığa karşı çok hassas, herif git tersten dik. Neyse kurtardık perdeyi, en azından bir beş yüz, bin kâğıt. O ara yani. Kocaman bir şeyler)
Gelmiş…
YEMINLE, efendice dedim biraz bekleyin lütfen “ölüm kalım meselesi var, şimdi ilgilenemeyiz sizinle”
G.t kadar dükkân zaten, çok şükür…
Hepimizi büyüttü, besledi…
Vay efendim sen misin bunu söyleyen, rica ettim, rica, gayet efendice, sakin bir ses ile…
Sert bir ses tonu olması IMKANSIZ…
Ağzımdan çıkanı kullağım duymuyor mu?
Neyse…
Geçiştirdik ama bende de sinirler gitti.

Yok ya, vallahi billahi…
Kimi insana selam bile vermeyeceksin, Allah’ın selamını…
Değmez!