Zeynep Hanımı ### MUTLAKA ### okuyun MUTLAKA. Yavaş, yavaş ve ANLAYARAK

İsrail’in ‘Afrin’ fırsatçılığı
5 Şubat 2018

Suriye’de her gelen gün, yeni dengeleri de beraberinde getiriyor.
Türkiye’nin Afrin’deki PKK terör örgütü uzantısı PYD-YPG’ye yönelik başlattığı Zeytin Dalç Operasyonu, Suriye’deki “dehşet dengesini” değiştirdi.
Ve değişen dengeler, “fırsatçılığı” da beraberinde getirdi.
İsrail’in de, Suriye’nin güneyinde, TSK’nın kuzeyde başlattığına benzer bir operasyona hazırlandığı bilgisi kamuoyuna sızdı.
AKP hükümeti, Zeytin Dalı Operasyonu ile Suriye’de sınırdan 30 km. kadar bir “terörden arındırılmış bölge” oluşturulacağını açıklamıştı.
İsrail’in ise, 40 km. derinliğe varan benzer bir “güvenli bölge” oluşturmayı amaçladığına ilişkin haberler belirmeye başladı.
TSK, Zeytin Dalı Operasyonu’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kuvvayı Milliye”ye benzettiği -ki bu benzetmeye katılmak elbette mümkün değil- Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte hareket ediyor.
İsrail’in ise bölgedeki Dürzi milislerle birlikte hareket etmeyi planladığı haberlere yansıdı. Türkiye’nin hedef aldığı PYD-YPG’ye karşı, İsrail’in hedefinde ise Suriye’de Esad ordusuyla birlikte savaşan Lübnan Hizbulllah’ı ve İran destekli Şii güçler bulunuyor.
TSK’nın Zeytin Dalı Operasyonu’na ABD’den gelen tepkiler, “operasyonun sınırlı tutulması, bir an önce bitirilmesi” yönündeydi. Amerikalı yetkililer hemen her açıklamalarında, Suriye’de “IŞİD’le mücadele bitmeden, yeni cepheler açılmaması” mesajları da verdiler.
Bakalım İsrail, Suriye’nin güneyinde benzer bir operasyona giriştiğinde, ABD aynı “telkinleri” Tel Aviv hükümetine de yapacak mı? Yoksa sessiz mi kalacak?
Tahmini olan?
AFRİN SORULARI
Afrin’deki Zeytin Dalı Operasyonu, Türkiye’nin bekasını ilgilendirdiğinden, hem iç politika, hem de dış politika açısından bir numaralı gündem maddesi.
Mehmetçik’in, kendisine verilen hedeflere en kısa sürede ulaşacağından şüphe yok.
Ancak bu süreçte, gerek Ankara’dan yapılan açıklamalarda, gerekse alanda çok dikkatli bir dil ve hareket tarzı da gerekiyor;
Mesela; operasyonun ilk gününden itibaren, AKP hükümeti Zeytin Dalı’nın bölgedeki PKK-PYD-YPG unsurları ile IŞİD’e karşı olduğunu açıkladı. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan da söyledi, Başbakan Yıldırım da AKP’li diğer bakanlar da…
IŞİD vurgusu özellikle yapıldı.
Ancak Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın son açıklaması kafaları karıştırdı; Kalın, Suriye’de “IŞİD’le (DEAŞ’la) mücadelenin bittiğini” vurgulayarak, ABD’nin hâlâ PYD-YPG’ye askeri yardıma devam etmesini eleştirdi.
IŞİD konusundaki bu çelişkinin, ileride uluslararası alanda Türkiye’yi ciddi şekilde sıkıntıya düşürme potansiyeli mevcut.
Benzer bir sıkıntı, Zeytin Dalı Operasyonu’nu yürüten TSK askerlerinin üniformalarında ÖSO çıkartmaları ile görev yapmaları konusunda ortaya çıkabilir.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan, ÖSO’ya övgüler de düzse, bu oluşumun birbirinden çok farklı, pek çoğu cihatçı onlarca örgütten oluştuğunu unutmamak gerekiyor. Ve ÖSO’yu oluşturan bu örgütlerden bazıları, yakın geçmişte işkenceden vahşete pek çok insan hakkı ihlaliyle birlikte anıldı. ÖSO içinde, sadece aylar önce öldürdüğü düşmanının “ciğerini yiyen”, kadınları kafeslere kapatıp satmaya kalkan, eşcinselleri apartmanların çatılarından atan radikal örgütlenmelerin de temsilcileri bulunuyor.
Türkiye’nin gözbebeği olan TSK’nın, bir “örgütler koalisyonu” olan ÖSO’nun işaretlerini kullanması, ileride büyük sıkıntı yaratabilir. Kontrol edilmeyen ÖSO militanlarının yaptıkları ya da yapacakları, çatışma kurallarına uymayan hareketler, TSK’ya mal edilebilir.
Bir başka sorun ise, Soçi toplantısındaki “temsiliyet” sorunu;
Yine Zeytin Dalı Operasyonu çerçevesinde Ankara, defalarca “Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlılığını” ifade etti.
Ancak Soçi toplantılarında, AKP hükümetinin desteklediği, Suriyeli cihatçı gruplar, Rusya’ya kadar gidip, ortaya çıkan “bayrak krizi” nedeniyle toplantıya katılmayı reddedince, bunların temsilini Soçi’deki TC resmi heyetinin üstlendiği açıklandı.
Açıklamayı da bizzat Rusya Dışişleri Bakanı Andrey Lavrov yaptı. Lavrov, “İstanbul merkezli muhalif grup Soçi’ye geldi ancak çözümle hiçbir alakası bulunmayan gerekçelerle kongreye katılmayı reddederek İstanbul’a döndü” dedi.
Söz konusu muhaliflerin yetkilerini “Türk Dışişleri bakan yardımcısına” verdiğini belirten Lavrov, “Bakan yardımcısı, kongrede başından sonuna kadar bulunarak İstanbul merkezli muhaliflerin temsili bakımından kongrenin kapsayıcı olma özelliğini temin etti” ifadesini kullandı.
Böylece Türkiye, Suriye’de “temsiliyet” açısından Suriye’deki iç savaşta resmen “taraf” haline getirildi.
Soçi’deki toplantıda İran da, Rusya da resmi heyetlerle temsil edildiler. Ancak her iki ülke de, Suriye’de destekledikleri pek çok grup olmasına rağmen, Soçi’de bunlardan hiçbirinin “temsiliyetini” üstlenmediler.
AKP hükümetinin, -kendisinin kurup destekledikleri bile olsa- Suriye’deki grupların temsiliyetlerini üstlenmesi, ileride uluslararası hukuk açısından Türkiye’ye büyük sorumluluklar getirebilir.
Bu soruların hepsi – doğru yanıtlanmazlarsa- Mehmetçiğin zaferinin, diplomasi masasında ve uluslararası hukukta “mağlubiyetle” sonuçlanmasına yol açabilecek kadar ciddi sorular.…
“EYY RUSYA” GELECEK Mİ?
Soçi toplantısından sonra dünyanın gözü Ankara’ya döndü.
Terör örgütü PYD-YPG’ye verilen destek nedeniyle ABD’ye -haklı olarak- tepki gösteren AKP hükümetinin önüne, bu kez “Rusya’nın teröre desteği” çıktı.
PYD’nin Moskova’da hâlâ açık ve işler durumdaki “resmi ofisi” bir tarafa;
Ruslar, Reyhanlı katliamının sorumlusu terör örgütünün elebaşı, Mihraç Ural’ın Soçi’deki “Suriye’nin geleceği” toplantısına katılmasına göz yumdular.
Moskova’dan açıklama isteyen Ankara’ya verilen ilk yanıt, Ural’ın “farklı bir isimle” Rusya’ya gelmiş olabileceği şeklinde gerçekleşti.
-Hadi, dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinden birine sahip Rusya’nın Mihraç Ural gibi tanınmış bir teröristin ülkeye sahte isimle girmesini gözden kaçırdığını varsayalım-; Sonuçta bu kişi Rusya topraklarına resmen girmiş oldu. Acaba Türkiye’ye iade edilecek mi?
Cumhurbaşkanı ya da AKP yetkililerinden “eyy Rusya” çıkışı gelecek mi?

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/zeynep-gurcanli/israilin-afrin-firsatciligi-2203773/

Cehennem dediklerinin derinliğini, yerini bileniniz var mı?

Haber şimdi geldi…
Çok sevdiğim, değer verdiğim bir büyüğüm…
Canımdan can, kanımdan kan olan…
Bir hastaneden ötekine sevk edilmekte, en son Çorlu…
Devlet eğitim ve araştırma hastanesineydi yolculuğu.

Düşünebiliyor musunuz bu insan hasta, hastanelere yatacak…
Eğitim ve araştırma hastanelerinde muayene olacak kadar hasta bir insan…
Allahtan, “sadece” astım…
Bilirim nefes alamamayı, boğulacak gibi olmayı…
Bıçak altına, kalbimi ameliyat etmelerine izin vermemin nedeni…
Sadece bu yüzden…
Ölüp ölüp diriliyordum.

Muayene ediyorlar ki nasıl bir muayeneyse, nasıl bir araştırma…
Beni en son DKD denilen yerde muayene ettiklerine tam bir hafta sürmüştü…
Bir hafta, sabahtan akşama…
Bir günde bitirmişler muayeneyi, araştırmayı…
Git yârin gel sonuçlarını al demişler…
Tekrar bu insan hasta, hasta, hasta…
Ya parası olmasa?
Otelde geceleyip yarına alacak sonuçları(!)

“Beyefendi” götünü Roma’da gezdirsin…
Maksat dostlar alışverişte görsün, Kudüs’ü konuşacakmış mış…
Memleket yangın yeri…
İnsanlar işsiz, insanlar hasta, insanlar sefil…
Mehmetçik ölüyor alemin topraklarında…
Yok ya, YOK…
Ne milisi ne yerlisi, kimdi Mehmetçiği kışlalarına hapis eden…
Açılan ve saçılan kimdi?

Ah sağlık…
Ah gençlik ah…
Yoksa ben bilirdim ne yapmam gerektiğini!

Sorumun cevabı nettir aslında…
Anlayana!

Kleopatra

Sezar, Antonius ve Cicero, Nero ve Seneca, Büyük İskender ve Aristoteles, Fatih Sultan Mehmet ve
Akşemseddin, Osmangazi ve Şeyh Edebali üzerine…
Atatürk ve silah arkadaşlarını, sofrasını hiç konuya dahil etmiyorum…
Onun, onların yeri de önemi de apayrı zaten…
Tarih yazmış büyük insanlardan bir seçmedir yukarıda sıraladıklarım…
Bu insanlar VE danışmanları, öğretmenleri, (akıl) hocaları…
Akıl yaşta değil baştadır derler ya…
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az örneğinde olduğu gibi bir meseledir, bir sorundur bu.

Düşmez kalkmaz, yanılmaz bir Allah…
Âdemoğlu ve Hava kızı…
Ne çok yanılırlar, aldanırlar…
Ah şu algılar…
Bilgi olmadan fikir yürütmeler yok mu, ah yok mu bu gerçekler…
Evi, yuvayı, ocağı – barkı yıktıran, bir ülkeyi, bir toplumu yerle bir edip tarihin karanlık sayfalarına gömen, içeriksiz, mesnetsiz eylem ve fikirler?

Kendi tarihimizden de biliyoruz…
Dost, komşu, yabancı ülkelerin tarihlerinden de öğreniyoruz…
Bilgi, sağduyu dünde önemliydi bugünde…
Hele hele bilgiler ve somut veriler ışığında etraflıca düşünüp, ölçüp – tartıp alınan kararların değerini,
TARIH…
Hep gözümüze soktu, olmasa şu at gözlükleri, olmasa sabit ve yanlış düşünceler ve fikirler…
Olmasa…
İnsan denilen varlığın çokbilmişliği, ben biliyorum, benden başkası bilmiyor havaları!

Komşu, komşunun külüne muhtaçtır der atalar…
Ateş bacayı sardı mi, alevler çatıdan çatıya atladı mı…
Kırk sekiz senelik düşman komşular el ele verirler!

Yoktur ki birbirimizden farkımız, sadece aciz birer insanız.

Ne çok severim Cicero’yu, Seneca’yi, Aristo’yu…
Akşemseddin, Şeyh Edebali’yi, öğütlerini, tecrübelerine, fikirlerine ne çok değer veririm…
Nazarımda değerleri tarifsizdir Mevlana’nın, O olmasa Şems olur mu, tersi Şems olmasaydı acaba bugün tanıdığımız Mevlâna olur muydu?
Olmasa Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Köroğlu…
Olmasa Aşık Ömer, olmasa Kuloğlu, olmasa Dertli…
Karamanlıcacılar ki ayriyeten, kendi başına bir makale söz konusu…
Anadolu medeniyeti, hoşgörüsü filizlenir, büyür ve gelişir miydi?
Olmasa…
Düşünürler, alimler…
Hükümdarlara öncülük edenler olmasaydı bu insanlar tanıdığımız, bildiğimiz halleriyle bugün hafızalarda, zihinlerde olur muydu?

Ya Hacı Bektaşi Veli, sahi onu nerelere koyup ne etmeli?

Kul…
Kendi başına yetersizdir arkadaşlar, yetersiz ve aciz…
Her şeyi bilmesi, doğru değerlendirmesi imkânsız…
Başladım ya dün akşam bir yazıya…

Hanımların ama aynı zamanda beylerinde dikkatine

Diye, onu da bu bağlamda bu yazımla birlikte tamamlamış olayım…
Allah, Yüce Mevla’m…
Bilmişte yaratmış, kadını da erkeği de…
Tamamlasınlar birbirlerini diye…
Evet…
İnsan neden evlenir? Salt üremek için, düzenli bir cinsel hayat için değil elbette…
Gün gelecek…
O sana, sen ona destek olacaksın, icabında eli – ayağı, gözü kulağı olacaksın…
Allah çift çift yaratmış, bir iki istisna, iki göz, iki kulak, iki el, iki ayak, bacak derken…
Bİr dilimiz, bir burnumuz, bir ağzımız ve bir kalbimiz var…
Sadece bir…
Muhtacız arkadaşlar, muhtaç!

İşte bugünleri de düşünerek çok zorlamayacaksın karşındakini…
Gün gelir düşersen eline, mecbur ve muhtaç kalırsan O da sana bir köpeğe verdiği değeri vermez…
Seni meletirse anlarsın ne demek istediğimi, gördüm, duydum, “yaşadım”
Ve çok üzüldüm, tarifi mümkün değil üzülmemin…
Belki her şeyi fazlasıyla, ziyadesiyle içerliyorum ondan da olabilir…
Ancak yapım böyle, doğam, hassasiyetim.

Biliyorsunuz daimî bir konumdur kadın…
Her yönden ya her yönden çünkü kadın senden – benden önemlidir…
Değerlidir, sadece ocak ayı içeresinde 28’i ayrıldı aramızdan…
Aile içi şiddetten. Yine tecrübelerle sabittir, hep erkekleri suçlamamak lazım…
Kadın denilen varlık insanı çileden de dinden de imandan da çıkarabilir!

Neyse…
Hayat müşterektir…
El eli yıkıyorsa, ellerde yüzü yıkıyor dedikten sonra…
Biz yine konumuza dönelim…
Evet, Kleopatra…
Dünyanın en güçlü kadınlarından biriydi…
Gün geldi…
Sezar’a muhtaç oldu. Sezar, “sende mi Brütüs” dedikten sonra…
Kadıncağız halvete girdi…
Allahtan…
Antonius yetişti, cup yatağa…
Yoksa kadıncağız maazallah bunalıma girecekti.

Evet arkadaşlar…
Siyaset her türlü gücü ve güçlüğü aşar…
Yeter ki siyasetçi, hüküm edenler ve hükümdarlar kendilerini pazarlamasınlar…
İktidarda kalmak, koltuklarını korumak namına fahişelik yapmasınlar.

Bu tür insanlara akıl hocalığı yapanlar, danışmanlar yeter ki bilgi ve fikir sahibi olsunlar…
Doğru yönlendirsinler…
Yürekle doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilsinler.

Bu gerçek…
Salt kadın yöneticilere yönelik anlatılmış değildir…
Hep derim, hatırlı okuyucularım bilir…
Erkeğinde orospusu vardır ve ansiklopedik tarife numune olacak bir yaratıkta AK Saraylarda, külliyesinde, minaresiyle birlikte g.tüne giresice bu ülkeye musallat olmuş durumdadır.

Ne yazık ki…
İnsan denilen, toplum denilen ve toplumsal hafızasıyla birlikte zayıf bir varlıktır. Son bir örnekle sözlerimi tamamlamak istiyorum.

Biliyorsunuz Almanya’da hükümet kurulamamakta…
Sosyal Demokratların oy oranı, halk arasında rağbeti hiç görülmemiş bir şekilde yerlerde…
Onları sorumlu tutuyorlar ki kısmen doğrudur bu…
Halkın unuttuğu, asıl sorumlu, Almanya’nın bu duruma düşmesinin sebebi…
Liberaller çekilmişti görüşmelerden, Liberaller (FDP)…
Siyaset kardeşim…
Kahve köşelerinde, camilerde, zaviye ve tekkelerde tartışılamayacak kadar önemli bir konudur…
Bilgi ister…
Bilinç ister…
Dikkat ister, dikkat…
Sorumluluk, mesuliyet ister.

Üye girişlerini kapamak zorundayım

Dedim ya…
Bakma benim sesimi çıkarmadığıma, görürüm, bilirim…
Tepemi attırma…
Sitem üzerinden biraz fazla oldu email trafiği…
Girip – çıktığınız yerler, göndermeye çalıştığınız elektronik postalar.

İnsan gibi yazıp – çizmeye, derdimi anlatmaya çalıştım…
BIRLIKTE, elbirliği ile ülkemizi işgal eden yurtiçi ve yurtdışı güçlere karşı durabileceğimizi…
Kadın, erkek, çoluk – çocuk demeden tüm sorunlara göğüs gerip üstesinden gelebileceğimizi anlatmaya çalıştım. NAFILE…

İyi niyetin suiistimali…
Elime çok değerli bir kaynak geçti, 12 ciltlik, çok değerli bir bilgi kaynağı…
OPENSOURCE…
“Düşmüş”, yaptıklarınızı gördükten sonra paylaşmaya bile değmez düşüncesindeyim…
Yani sizleri bilgilendirmek için suç işlediğimin bilincinde olmama rağmen…
Özellikle gençleri…
Üzgünüm, ben yokum bunca riya karşısında…
Daha yazıp yazmayacağımı da bilmiyorum, çok kızdım…
Kendime yönelik olduğu gibi…
Sizlere yönelik umutlarımı da tükettim.

Önder

Not: şimdilik üyeleri silmeyeceğim…
Bakalım…
Bu yola çıktığımda tek başımaydım ve yeminle, birazcık olsun sağlık olsa, birazcık ya birazcık…
Bu zihniyete, bu zibidilere karşı dağa bile çıkarım…
Askeri…
Bilgilere sahip olduğum gibi, gece görüş cihazı dahil donanıma da sahibim. Uzun süre hayatta kalabilir bu zibidilere direnebilirim. Yok ne Mehmetçik ne güvenlik kuvvetlerine karşı…
Ama…
Bunları analarından çıktıklarına pişman edebilirim, doğrudan sorumlulara karşı eylem…
Allah yazdıysa, gerekli donanımla, bilgiyle VE KARARLILIKLA…
Ne on beş binlik koruma ordusu koruyabilir ne kendine bağladığı bilmem kaç istihbarat örgütü…
Evet…
Bu özgüvene, gerekli bilgilere ve donanıma sahibim. Her şey yaşanabilir bir Türkiye Cumhuriyeti için….
Bilgili, bilinçli, çağdaş, eşit fırsatlar altında ve sağlıklı yetişen gençler için, evlatlar, evlatlarımız için…
DIRENECEKSIN, PES ETMEYECEKSIN!!!

Var efem var, benim bir değil birkaç sorum var. Deve ve altın kafes meselesi

Deveye sormuşlar “boynun neden eğri?”
“Nerem doğru ki” demiş(!)

O misal bizimki…
Hiç şaşırmadım, gazeteci diye geçinen bir taraftar, herifin bir tek eğilip…
Yok, çok özür dileyerek yazıyorum…
Salt g.tünü değil, bir tek t.şanlarını yalamadığı kalıyor. Aman ne övgü…
Ne övgü ne övgü…
Medeniyetler çatışmasından tutun İslami fobiye kadar görüşülecek tartışılacakmış Papa ile…
Şaşırmadım onunda Roma ziyaretine dahil edildiğine, bunca övgüden sonra el üstünde tutarlar yalamayı. İşte anlatıyor da anlatıyor, metih üzerine metih, karşısındakilere sonunda soruyor…
“Var mı daha bir sorunuz?”

Onların yoktu ama benim olacak, sonra…
Bahis ettiğim bu gazetecinin bir cifti var, biraz daha ılımlı, olumlu, gerçekçi…
Anlatıyor bir yeni projeyi, hayal ürünü muhtemel olanı…
Altın kafes isimli hava savunma sistemini(!?)

Böyledir kardeşim böyle…
İnsan, toplum eşek olmaya görsün. Semer vuran çok olur, her halde Kasımpaşa adetlerindendir…
Karşı cinsin köküne kibrit suyu ektiler ya, soyları tükendi, eşeği s.ken de çok olur.

Sahi ne oldu “bizim”
“Babacığım”, çalıp da kaçırdığı paracıklar, gemiciklerin sahibi…
Kuyumcular, hastane ortaklıkları, hani bir Bosna – Hersek vardı toplanan…
VE…
Gizemli bir şekilde kaybolan yârdim paracıkları, Man adası, allaman mahkemeleri hala belge ve bilgi bekliyor Tayyipistandan. Tüm bunlar ve daha fazlası ne oldu?

Günaydın Tayyipistan, günaydın ülkemin güzel ve saftirik insanları…
Ulan hadi ben aptalım, mazeretim var…
Saf – salağım, ya sizler benden de aptal çıktınız be ya…
Sizleri ne etmeli bilemedim!?