İnşallah dinliyorsunuzdur Kur’anın mealini

Meal başka, tefsir başkadır…
Tefsir; Kur’an-ı Kerim’i açıklayan ve anlamaya yarayan ilimken…
Meal, Kur’an-ı Kerim’in her yönü ile aynen çevirme iddiası olmaksızın, başka bir dile aktarılması demektir.

İnanın…
Allah inandırsın…
Elimden gelen her şeyi yapıyorum, tefsir için…
Güvenebileceğim, gönül rahatlığı ile tavsiye edebileceğim bir tefsiri tavsiye etmek için…
YETERSIZIM…
Yetersiz, din bilgim yetersiz, din bilgini değilim…
Öyle bir eser olmalı ki…
Okuduğunuzda veya dinlediğinizde…
Yüreklerinize ferahlık serpilsin, dertlerinizi bir an için bile olsa…
Alıp götürsün…
Allah’ın sözü zihinlerinizi, kalbinizi sarıp sarmalasın…
Allah ile aldatmak, kandırmak…
Din tüccarı, tellalı olmak ne demekmiş anlayın…
Anadilinizde öğrenin ki “tercümana”, hacıya – hocaya ihtiyaç duymayın…
Bilin, bildiğinizi anlayın, anladığınızdan emin olun.

Bu gerçekleştiği anda…
Değil Erdoğan gibi yaratıklara teveccüh göstermek…
Yüzüne tükürmeye bile tenezzül etmezsiniz, tükürüğünüze acırsınız!

Önder

Alaca karanlıkta gelir başa, ecel-i kaza

Her genç kızın başına gelen elbette bunlarında başına gelecekti…
Hergelenin biri gelip becerecekti…
Lambaya püf dedi…
Gitti bekaret, gitti ar gitti namus…
İnsanlık hali…
Hergelede biziz, kız oğlan kız da biziz(!)

Geldim…
2 saat kadar ara, gideceğim yine…
İki satır karalıyım dedim gitmeden önce.

Bizim namuslu, dindar, saf ve tertemiz kızımız yedi y…ı!
Tadına doymadı…
Doyumsuzdu…
Bunlar gibi işi fahişliğe vurdu, yok sokak orospuluğu sarmadı, köşe başı yetmedi…
Pezevengin gözü açtı, yeterince kazandırmadı…
Call girl’lik doyurmadı…
Sosyete orospusu olmak, uluslararası sahneye çıkmak ancak doyurdu(!)

Bilmiyorlar ne bir planları var ne bir vizyonları, görgü ve bilgileri…
El yordamıyla hareket ediyorlar, önlerini görmeden deneme – yanılma yöntemiyle öğreniyorlar…
Olan çocuklarımıza oluyor, insanlarımıza oluyor…
Vatan ve millet…
Ha bire kaybediyor.

Okuyalım Uğur Beyi, okuyalım ibreti âlem için…
Arayalım bir taş…
Bulalım bir duvar…
Vuralım başımızı, vuralım, vuralım!

Eğitimde kayıp yıllar ve paralar!..
7 Şubat 2018

Yıl 2012…
“Eğitimde Asrın Projesi” olarak sunulan ve kısa adı “FATİH” olan “Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi”nin uygulanmasına resmen başlandı.
İlk aşamada 81 ilde 100 bin tablet bilgisayarın dağıtımı gerçekleşti. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri, yıl sonuna kadar 675 bin tabletin öğrenci ve öğretmenlere ulaştırılacağını, 2014 sonuna kadar da 1 milyon 200 bin öğrenci ile 100 bin öğretmenin tablete kavuşturulmuş olacağını açıkladı.
* * *
Oysa dünyada bilgisayar denildiğinde akla gelen ilk isim olan Bill Gates, proje başlamadan çok önce klavyesiz bilgisayarla eğitimi ‘korkunç‘ sözcüğüyle değerlendirmiş ve tablette ısrar etmenin ürkütücü sonuçlar verdiğinin kanıtlandığını duyurmuştu.
Ona göre bilgisayarlı eğitimde klavye şarttı!..
* * *
“Asrın Projesi” adı altında sunulan “FATİH” için yandaş medyada övgüler düzülürken, bu satırların yazarı da SÖZCÜ’deki köşesinde, 4 Temmuz 2012 günü, yere göğe sığdırılamayan projenin beklenen sonucu vermeyeceğini dile getirerek halkın parasının yanı sıra, öğretmen ve öğrencilerin zamanlarıyla emeklerine yazık olmasını önlemeye çalışmıştı.
Yazısında Bill Gates’in tespitlerine yer vermişti.
Ama dinleyen kim?..
* * *
Aradan geçen yıllarda birçok ihale yapıldı ve yandaş firmalardan yüzlerce milyon liralık tablet alınarak öğretmen ve öğrencilere dağıtıldı.
* * *
Ancak “FATİH”, beklenen pırıltılı sonuçları bir türlü veremediği gibi, öğrencilerimizin uluslararası sınavlardaki notları sürekli geriledi.
* * *
Önceki gün Cumhuriyet’te, Ozan Çepni’nin imzasıyla yer alan haberden anlıyoruz ki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “yeni bir çağ açıyoruz” diyerek başlattığı ve 2016’dan itibaren 4 yıl süreyle 10.6 milyon tablet dağıtılacağı sözünü verdiği proje, hüsrana dönüşmüş!
Milli Eğitim Bakanlığı 1 milyon 437 bin tablet dağıttıktan sonra uygulamayı değiştirme kararı almış ve Bakan İsmet Yılmaz tablet yerine klavyeli bilgisayar verileceğini açıklamış.
* * *
Böylece Bakan, bir bakıma deneme tahtasına dönen eğitimdeki başarısızlığı resmen ilan etmiş.
Şimdi bilgi ve belge ile uyarı görevini yaparak başlangıç aşamasında yanlıştan dönülmesini sağlamaya çalışan bir gazeteci olarak soruyorum:
Bill Gates’in tespitleri ortadayken, yazık olmadı mı tabletlere harcanan ve yandaşların cebine giden paralara?..
En acısı da kaybolan yıllara

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/ugur-dundar/egitimde-kayip-yillar-ve-paralar-2207810/

İşte benim bildiğim, sevdiğim, tanıdığım Soner Yalçın. Teşekkür ederim Efendim.

Ara verdik, gazete okuma fırsatım oldu. Önce Soner Beyi, ardından Yılmaz Beyi okuyalım lütfen…

Monşer mi dediniz
7 Şubat 2018

Yıl, 1984…
Dışişleri Bakanı -diplomasi¬den gelen- Vahit Halefoğlu.
Bakanlığın, Siyasi İnceleme ve Değerlendirme Daire¬si Başkanı Onur Öymen.
Büyükelçi Öymen’in “Zor Rota” adlı kitabından öğren¬dim:
“Fransızlar, Ankara’ya Akkuyu’da yapılacak nükleer santral projesi önerisi sundu. Çok cazip bir teklif. En son teknolojiyi kullanacaklar. Çok uzun ödemesiz süre var…
Bu teklifi getirenlere Halefoğlu şöyle diyor:
‘Bu projeyi getirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Fa¬kat, siz bu odadan çıkınca ben bu projeyi, şurada görmüş olduğunuz çöp sepetine atacağım. Siz Ermeni teröristlere kol kanat gerdiğiniz sürece biz size hiçbir proje vermeyeceğiz. Bu teklifi bakanlar kuruluna bile götürmem.‘
İki hafta sonra…
Fransa Cumhurbaşkanı Mit¬terand, Galatasaray Lisesi eski hocalarından Etienne Manaque’ı Türkiye’ye gön¬deriyor. Manaque, şu mesajı getiriyor:
‘Biz bu konuda gerçekten hatalı bir politika izlediğimizin farkındayız. Bundan son¬ra daha dikkatli olaca¬ğız. Hiçbir Türk diplomatı Fransa’da bu teröristlerin saldırısına uğramayacak ve Fransa’da hiç kimse teröre arka çıkmayacaktır.‘
Fransa’da ASALA terör örgütünün bir çok eylemi ol¬muştu. Bazı Fransız siyasetçi¬ler Ermeni militanları kollar tutum içine girmişti. Terörist¬leri haklı gören açıklamalar yapmaları can sıkıcıydı.”
Sonuçta…
Mitterand’ın sözünden son¬ra Fransa’da ASALA terör eylemi olmadı!
Gelelim asıl konumuza…
DAHA NE YAZALIM
PKK/YPG mevzilerin¬den Kilis’e roket attı:
Camide namaz kılan Muzaf¬fer Aydemir ve Tarık Tabbak hayatını kaybetti.
PKK/YPG mevzilerin¬den Reyhanlı’ya roket attı:
Ölüm 17 yaşındaki lise öğrencisi Fatma Avlar’ı uyku¬sunda yakaladı.
Terör örgütü sadece sivil yerleşim yerlerine roket at¬madı.
Karakollara tanksavar¬la saldırdı.
Mehmetçik’i füzeyle vuru¬yor.
– Teröristlerin elinde roket var…
– Teröristlerin elinde füze var…
– Teröristin elinde her çeşit silah var…
Bunları kimin verdiği sır değil.
ABD, dünyanın gözü önün¬de teröristlere silah sevkiyatı yapıyor.
ABD Savunma Bakanlığı bütçesinde bile bunlar yazılı:
– 6 bin adet PKM (Bikisi),
– 3 bin 500 adet DShK (Doçka),
– 3 bin adet RPG-7,
– Bin adet AT4 ve SPG9,
– 80 adet 60mm havan,
– 80 adet 82mm havan,
– 75 adet 120mm havan,
– 150 adet AN/PVS gece görüş gözlüğü,
– 150 adet AN/PEQ 2…
Liste uzun…
Verilen silah-cephane 900 TIR’ı geçti.
Ki bunlar açıktan verilen¬ler; ya gizli teslim edilenler?
Yaz yaz bitmez…
Teröristlerin elinde ABD yapımı AT-4 ve TOW tank¬savar var!
PKK/YPG “envanterin¬de” binden fazla tanksa¬var olduğu tahmin ediliyor. Bu silahlar içinde Türkiye’ye satışı onaylanmayan tanksa¬var füzesi Javelin bile var!
Daha neyi yazıp-konu¬şuyoruz ki:
Türkiye’ye vermediklerini teröristlere veriyorlar?
GÜCÜNÜ GÖSTER
Ankara…
Mehmetçik’in PKK/YPG mağaralarından ele geçirdiği silahların listesini ABD’ye sunuyor.
Bunun üzerine ne yapıyor¬lar; dalga geçiyorlar:
– ABD Savunma Bakanlığı Ortadoğu Masası Sözcüsü Eric Pahon, “Türkiye’yi tehdit ede¬bilecek tüm silahları PYD’den geri alacağız” diyor!
– Pentagon Sözcüsü Rob Manning, “YPG’den söz aldık, hibe ettiğimiz silahları PKK’ye vermeyecekler” diyor!
Ardından…
Roketle siviller öldürülüyor.
Füzeyle Mehmetçik şehit ediliyor.
Hepsi dünyanın gözü önünde oluyor. ABD açıkça, Cenev¬re Konvansiyonu ve Silahlı Çatışma Kanunları vb. riayet etmiyor. Kime ne anlatacak¬sın; o yasalar sadece mazlum ülkeleri bağlıyor, emperyalistle¬ri değil…
Peki…
Biz vatandaşlar olarak ne yapacağız:
Sivil ölümleri seyredecek miyiz?
Mehmetçik’in şehit oluşunu seyredecek miyiz?
Afrin Harekatı’nın siyasi ayağı AKP Hükümeti “cep telefonculuk” oynuyor. Cephedeki komutanı bakan¬lar kuruluna bağlayıp medya gösterisi yapıyor! Yazık.
Savaşa bu derece mi yaban¬cılaştılar?
Başta ABD olmak üzere yedi düvele karşı savaştığımı¬zın farkında mı değiller?
İçlerinde Monşer Halefoğ¬lu direnci gösterecek bir ba¬kan bile yok mu? “Ne yapıyor¬sunuz arkadaşlar” demiyor mu?
Keza…
“İttihatçı” diye aşağıla¬dıkları gazeteciler dün neler yaptı? Avusturya-Macaris¬tan İmparatorluğu, Bosna Hersek’i ilhak edince gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) öne¬risiyle bu ülke malları protesto edildi. Sadece Osmanlı değil, Hindistan gibi dost ülkelerde de boykot etkili oldu.
Peki…
Hadi AKP Hükümeti Monşer Halefoğlu cesareti gösteremi¬yor!
Biz vatandaşlar benzeri boy¬kotu hayata geçiremez miyiz?
Zor değil arkadaş!
Hadi sahibi olduğundan söz etmek gerçekçi olmaz. Ama yenisini alacaksan, Ameri¬kan arabasını ya da ne bileyim cep telefonunu satın alma…
Parasını kullanma… Benzini¬ni-mazotunu alma… İçeceğini içme… Fast food’unu yeme… Filmine gitme… Sigarasını içme… Kıyafetini alma…
Evet arkadaş!
Sıcacık evinde Mehmetçik’i seyretmekle olmaz!
Şehitlere gözyaşı dökerek olmaz.
Artık…
Yurtsever olarak gücünü göster

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/monser-mi-dediniz-2207829/

Rutbetu’l-ilmi ale’r-ruteb
7 Şubat 2018

İsmi, Angelo Giuseppe Roncalli’ydi.
Bergamo’da doğdu, Roma’da okudu, rahip oldu, piskopos oldu, 1935’te papalık temsilcisi olarak İstanbul’a atandı.
10 yıl Türkiye’de yaşadı.
Şişli Harbiye’de Ölçek Sokak’ta oturdu.
“Din adamlarının dini kıyafetlerini sadece ibadet yerlerinde giymelerine” dair kanun çıkarılınca, devrim kanunlarına tereddütsüz saygı gösterdi, Türkiye’de sivil kıyafetle dolaşan ilk din adamı oldu.
Atatürk, kendi terzisi Kemal Milaslı eliyle iki takım elbise, bir pardesü, bir fötr şapka hediye etti.
Türkçe dersleri aldı, akıcı Türkçe öğrendi.
Beyoğlu St. Antuan Kilisesi’ndeki ayinlerinde “Tanrı mübarek olsun, Tanrı’nın aziz adı mübarek olsun” cümlelerini Türkçe kullanırdı.
Bizzat Murat Bardakçı’nın tanıklığıyla, Şişli’deki evinde Hazreti Ali’ye ait bir söz vardı, mihrabına asılıydı. “Rutbetu’l-ilmi ale’r-ruteb” yani “rütbelerin en yücesi, bilgin kişinin rütbesidir” yazıyordu. En şöhretli hattatlardan Kamil efendi tarafından yazılmıştı.
Türk dostuydu.
Diplomatlar, gazeteciler, yazarlar, tarihçiler, şairler ve ressamlardan yakın arkadaşlar edindi. Hiçbir kurumsal imtiyaz talebinde bulunmadı, hiçbir şahsi talepte bulunmadı.
Beşiktaş taraftarıydı, maçlara gidiyordu.
Ankara’ya İzmir’e Bursa’ya Adana’ya Konya’ya Mersin’e seyahatler yaptı, İznik’i Mudanya’yı Tarsus’u Bergama’yı gezdi.
Türkiye’ye hayrandı.
İstanbul’daki yaşamı sayesinde “Roma’nın dar görüşlülüğünden kurtulduğunu” söylüyordu.
Osmanlı padişahlarının hayatlarını okuyordu, Mimar Sinan’a “büyük Sinan” diyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deydi, soykırımdan kaçan Yahudilere yardım etti, ölümden kurtulmaları için sahte vaftiz belgeleri düzenledi, Yahudileri Nazilerin elinden alabilmek için Türk yetkililerle birlikte çalıştı.
Günlük tutuyordu, her gün için bir sayfa yazıyordu. Yıllar sonra kitaplaştırılan bu hatıralarına göre, Atatürk devrimlerini “çağdaş medeniyete ulaşma isteği” olarak görüyordu. “Burada yepyeni bir dünya var” ifadelerini kullanıyordu. Türkiye’de son derece rahat yaşadığını, kendisini rahat hissettiğini, ama, Hıristiyan din adamı olmasına rağmen Yunanistan’a girmekte güçlük çektiğini anlatıyordu.
Günlüğüne defalarca “Io amo i Turchi” yani “Türkleri seviyorum” yazmıştı.
Türkiye’den Fransa’ya atandı, Venedik kardinali oldu, 1953’te Papa oldu.
Türkiye sevgisi nedeniyle “Türk Papa” olarak anılmaya başlandı.
Çok kritik bir seçim olmuştu… Papalık için kuvvetli bir aday daha vardı, kardinal Agagianyan, Ermeni’ydi, Türkiye adına ciddi sorunlara yolaçabilirdi, neyse ki Ermeni papa seçilemedi, “Türk Papa” seçildi.
Vatikan’dayken daima Türkiye’den övgüyle bahsediyordu. “Hayatımın en güzel 10 yılını Türkiye’de geçirdim, beni bir tek kimse bile, bir tek gün bile kırmadı, sadece sıcak alaka, dostluk, samimiyet ve anlayış gördüm” diyordu.
Vatikan’da görüştüğü Türkiye dışişleri bakanı Feridun Cemal Erkin’e, İstanbul hasretini şöyle anlatmıştı: “Boğaz’ın çiçeklenmiş kıyılarını, orada gördüğümüz nezaket dolu konukseverliğin anılarını yaşatmak, barışçıl ve dingin buluşmaları hatırlamak anlamına geliyor.”
Türk Papa sayesinde Türkiye’yle Vatikan arasında diplomatik ilişki kuruldu.
Beş yıl papalık yaptı, 1963’te öldü.
2000 yılında “ermiş” ilan edildi.
2014 yılında “aziz” ilan edildi.
Ermiş ilan edilme törenine, Türkiye Cumhuriyeti adına kültür bakanı İstemihan Talay başkanlığında resmi heyet katıldı.
Aziz ilan edilmesi onuruna, 10 yıl yaşadığı Ölçek Sokağı’nın ismi Şişli Belediyesi tarafından Papa Roncalli Sokağı olarak değiştirildi.
*
Üçüncü cumhurbaşkanımız Celal Bayar tarafından 1959’da Vatikan’da ziyaret edilen tarihteki ilk papa, işte buydu.
*
Elbette farklı dinamikler de etkendi ama, diplomatik ilişkiyi başlatan ziyaretin bir numaralı sebebi, muhatabımızın “Türk Papa” olmasıydı.
*
E şimdiki ziyaretin muhatabı kim?
Türkiye’yi “soykırım”la suçlayan, 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu söyleyen, sadece Ermenileri değil, “Süryanileri Asurileri Keldanileri Rumları ve Ermenileri soykırdığımızı” söyleyen, “piskoposları rahipleri kadınları erkekleri yaşlıları, hatta savunmasız çocukları ve hatta hastaları bile yok ettiğimizi” söyleyen… Bunları söylediği için bizzat asrın liderimiz tarafından Vatikan Elçimizin geri çekilmesine sebep olan… Ermenistan’a giderek “Ermeni soykırımı yaptığımızı” tekrar eden… Tarihte üç soykırım yaşandığını “birini Stalin’in yaptığını, birini Hitler’in yaptığını, birini de biz Türklerin yaptığını” söyleyen… Türk düşmanı papa.
*
Ama işin orası hiç önemli değil.
Arakanlılara “kardeşimiz” diyor ya, Kudüs’ün başkent yapılmasına karşı çıkıyor ya, orası daha önemli!
*
Nasıl olsa “yerli” ve “milli” sayın ahalimiz hiç merak etmiyor…
Bayram değil seyran değil, soykırım borazanı papayı neden öptük?

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/rutbetul-ilmi-aler-ruteb-2207846/

Greenpeace, Die Grünen (Yeşiller), Vikipedi (Wikipedia), ASALA, PKK, Taliban, IŞID vesaire vesaire

En tehlikeli suikastçı kimdir biliyor musunuz?
Suikastçı olduğu bilmeyen, FARKINDA olmayandır!

Vatan doğduğun yer değil, doyduğun yerdir der atalar…
Özgürce yazıp – çiziyorsam, hiçbir zaman vatan(lar)ıma ihanet etmedim…
Ne doğduğum topraklara ne büyüdüğüme, yetiştiğime, ihtiyarladığıma…
Ve inşallah, zamanı gelince götürülüp gömüleceğim yere…
Kimi konulara üstü kapalı değinsem, ima etsem bile, zaman aşımına uğramış meselelere…
Ne toprağa ne insana ihanet etmedim!

Kadına…
Ya kardeşim onu da ihanetten sayma…
Tabiat kanunu, bu gibi konular, meseleler…
Yatar erkek olmanın doğasında!

Komplo teorisyeni değilim, hayalperest, kurgu – bilim fantezileri yaşamam…
Somut veriler, mantık, tarih ve gelecek, gerçeklerdir meselem…
Ezbercide değilim ki gerekir, çağrışım denileni ancak gerçek veriler eşliğinde dantel gibi örerim…
Evet…
“Başımıza taç” ettiğiniz oluşum ve ister Erdoğan de ister Kahpedoğan…
Bir suikastçı bir katildir…
Olduğunun farkında değildir, uyanır kimi zaman, akıl dediğin başa gelir…
Övgü dozajı çoğaltılır, maşa dinler ninnileri ve yine uyuya kalıverir.

Ancak ne Türkiye Cumhuriyeti ne dünyanın herhangi bir devleti…
Başkaları tarafından yönetilip – yönlendirilecek toplum ve istikbali…
Oyuncak…
Hele hele istihbarat örgütlerinin…
Onun bunun satranç tahtası, vekaleten savaş alanı değildir!

İzle kardeşim izle…
Almancan varsa izle…
Düşünnn…
Uzun uzunnn…
Düşün!