Hep birileri suçlu, hep bir başka sorumlu

Bugün öğreniyoruz haberlerden…
Bir kilo soğan Findikzade pazarında 5 Tayyip Lirası!

Yağmur yağır Allahtan…
Deprem olur, insan ölür…
Allahtan kardeşim Allahtan, çirkin yazgı, kader…
İşçi ölür, asker ölür fıtrattır…
Kaza olur…
Otobüs, minibüs ON NUMARALI yağ…
İnsanlar pattır pattır ölür, tren en son örnek…
Döviz yükselir, elem, dış güçler…
Veya millet kıskanır…
Soğuk oldu, sıcak oldu…
Kar yağdı, yağmur yağdı…
Seralara dolu, taş çarptı…
Hep bir başkası, hep bir bahane…
Onlar hep mağdur, hep mağdur(!)

Cepleri…
Kasaları, para sayma makineleri…
Ak Sarayları ve ayakkabı kutuları…
Mağdurları!

Önderi bilmem, O sizi s.kemese bile…
Elbette…
Bir başkası çıkacak ve s.kecek sizi…
AK P.zevenkler, dal y.raklar!

23:20

Yeminle…
İnsanlık her yerde delirdi. Demin bir müşteri geldi, ağladı ağlayacak…
Öğle gelmişti, hanım yetiştirememiş, kızdı, akşama gelirim dedi…
Tek tabanca…
Yok kardeşim yok, çalışacak insan yok…
Kadın ne yapsın?
Acıdım adama, neredeyse ağlayacak. Orta, küçük ölçekli bir iş yeri sahibi…
Var 30-40 çalışanı…
Anlatıyor:
“Gece 23:20 müşteri aradı. Sorgu, sual. Ya ben bu saate hiç başka birisini rahatsız eder miyim? Bu nasıl bir şey böyle?!”

İnsanlık…
Zıvanadan çıktı, şuurunu kaybetti!

Veee SONUNDA


+

Serbest tüketici…
Ucuz elektrik…
Yeter ki millet galeyana gelmesin, biliyorlar başlarına gelecekleri…
Çok fazla güvenme yiğidim, çok fazla güvenme…
Bir baba bakarsa çocuğunun aç gözlerinin içine…
Ödeyemeyecek duruma gelirse faturaları…
O baba…
Babaysa…
SIKER SENI!

### Çok önemli ###

Tren yolcusu muyuz kobay mı?

Adının başında Devlet olan demiryolu işletmesi sorumluluğundaki Ankara-Konya Yüksek Hızlı Treni’ne (YHT) binen 9 kişi artık yaşamıyor.
Ailelerin acısını yalnızca kendileri biliyor.
Devrilen vagonlarda ezilerek düşerek yaralanan onlarca yolcu hastanelerde tedavi görüyor. Belki bir bölümü yaşamları boyunca kazanın iziyle yaşayacak. Psikolojik travmalardan başka.
Anayasal ve yasal haklarını aramaya kalkanların “terörist” diye yaftalandığı. Bu yaftayı yapıştırmaya hazır bir parti medyasının her daim tetikte durduğu bu siyasi iklimde, iktidarın yurttaşlardan beklediği, boynunu büküp kaderine razı olması.
Oysa unutmayalım: Sinyalizasyon sistemi tam olsaydı, kaza görünümlü bu ihmal cinayeti meydana gelmeyecekti. Hal böyleyken tam da beklendiği üzere, hareket memuru, makasçı üç demiryolu çalışanı apar topar tutuklandı.
Peki, yüksek hızla giden bir trenin olmazsa olmazı sistemi kurmayanlar?
Dün savcılık soruşturmasının kamu görevlilerini de içine alacak biçimde genişletildiğini öğrendik.
Fakat ne tuhaftır ki aynı saatlerde bir başka haber daha geldi. TCDD yeni kurallar getirmiş, günün ilk saatlerinde demiryolunda bir sorun aksaklık var mı diye yola çıkan, işi bu olan kılavuz trenler kalkmıştı.
Peki sinyalizasyon sistemi de olmadığına göre kim yapacaktı bu görevi?
İlk sefere çıkan YHT …
İnanılır gibi değil ama öyle. Peki nasıl yapacaktı? Ankara’dan çıkan tren sinyalizasyonun olmadığı Sincan’a kadarki 25 km’lik hatta 50 km ile giderek.
Yani YHT makinisti bakacak ki Sincan’a kadar bir tehlike yok, o 25 km’yi kazasız gitti, hızını 160 km/saat’e çıkarabilecek.
Adının başında devlet olan, varoluş, kuruluş sebebi, vatandaşına ulaşım hizmeti götürmek olan bir kurumun yolcusuna denek muamelesi yapması değilse nedir bu?
★★★
Nitekim, dün ortak basın açıklaması yapan Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası ve TMMOB-İKK (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği- İl Koordinasyon Kurulu) da benzer saptamayı kamuoyuyla paylaştı.
İki kurumun temscilcileri sinyalizasyonsuz hatlarda YHT işletmenin risklerini teyit etmek anlamına geldiğini vurguladılar. Yeni kazalara davetiye çıkarıldığını uzman olmayanların bile anlayacağı bu aymazlıktaki kuralların nasıl olup da getirildiğini akıl mantık almıyor.
Ama neden bu halde olduğumuz büsbütün nedensiz değil.
★★★
2019 bütçe görüşmeleri Meclis Genel Kurulu’nda sürüyor. Kimileri heyecanlı, iz bırakan pek çok kürsü performansı da izliyoruz. Peki, bunların sonuca bir etkisi var mı? Hayır tabii ki. Hiçbir etkisi yok. Bu tartışmalar, TBMM çalışıyormuş izlenimi verip her şeye tek kişinin karar verdiği sistemi meşrulaştırmaktan başka bir anlam üretmiyor.
Böyle olmasa Yüksek Hızlı Tren’e kılavuz tren görevi verilemezdi.
“Ne ilgisi var?” diyorsanız, Sayıştay denetimlerinin ve raporlarının nasıl etkisizleştirildiğini hatırlatalım.
Anayasa’ya göre bütçe uygulama sonuçlarını denetim görevi, TBMM adına Sayıştay’ın. Ancak hesap ve işlemlerin incelenerek sorumlulara yaptırım uygulanması gibi bir yol fiilen işlemiyor. Sayıştay’ın yaptığı denetimler, yargıya aksaklıkları giderecek ölçekte yansımıyor.
Sizi bizi etkileyen bütçe konuşmalarına biraz da bu gerçeğin penceresinden bakalım.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/cigdem-toker/tren-yolcusu-muyuz-kobay-mi-2808666/

Abiiiiiiiiiiiiiiiiii

Hay ben senin ağabeyinin ağzına, yüzüne … emi!

Evet, pederin şarkısı…
Oğlunun kaderi oldu…
Metih falan değil, kendi kendini övme…
Ne ayıp!

Yok sadece yalın gerçek…
Benden bildiğim, benim olana ki fark etmez ölüsü, dirisi…
Sahip çıkarım, himayeme alırım…
Bana emanettirler VE ben emanete ihanet etmem!

Gene yamuldum, yağmur, ağrılar…
Kemikler, tonlarca ağırlık sanki…
Telefon etti…
“Ağabey, arabamın yağ lambası yanıyor. Korkuyorum yanlış yağı alacağım diye birlikte gidelim mi?”
Ne diyebilirim?
Elim mahkûm, sanki kocası benim!

Kendisi yetmiyor…
Çocukları, iti…
Prototipi bitti; yırtılsın falan, yenisi…
İyisi…
Artık biliyorum nelere dikkat etmem gerektiğini.

HEPIMIZ TIMARHANELIKIZ
Hepimiz ama hepimiz…
Son yirmi – otuz sene içinde başımıza gelenler…
Bitirdi bizi…
Bir iki saat öncesi, bir ciyaklama, annemin sesi…
Odamdan duydum, koştum öne, heyecan ile…
Sanki canını alıyorlar kadının “ne oldu ne oldu? Araba…”
Tek duyduğum bunlar girdiğimde içeri…
Zannettim kaza oldu, gene birisi…
ALLAH KORUSUN
Ya anlamadan etmeden, götürecek beni…
Kalp krizi…
Kardeşin sesi, “ağabey arabadayım. Gelir misin dışarıya?”
Haydaaa…
Neyse, aklım gitti…
Delirmiş ya vallahi billahi deli, nasıl korktum, kendisi de tabii…

Her an, her şeyde FELAKETTEN başka bir şey düşünemez olduk ikimizde!

Geçenlerde hanım, elinde bir zarf…
“Önder, şuna bakar mısın?”
Aklım gitti ya aklım gitti.

Çıktım dışarıya, yağ almış koymuş…
Sordum nereden aldın?
“Benzinciden!”
Senin paran çok galiba, sinirlendim. Ee koymuşsun yağ benden ne istiyorsun?
“Ağabey lamba sönmüyor”
Ver arabanın anahtarlarını, aldım girdim içeriye…
Kapıyı açtı bakıyor öyle alık alık yüzüme. Kış, tepem attı…
Kapa arabanın kapısını …
Yok soğuktan değil, akü!

Ver kitabini…
Tutturdu elime koca bir kitap, açtım endeks sayfasını kontrol lambası arıyorum…
Yok…
Kafayı yiyeceğim, yok, yok…
Bir baktım kitabin kapağına, radyo, Bluetooth…
ULAN BEN SENIN…
Gelmişini geçmişini, ver doğru kitabi…
Bak sen şu işe…
Okumak ne güzel bir şey, okuyup, okuduğunu anlamak…
Sormak, sorgulamak, bakmak!

AMA HAYIR…
Abiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii…
Daha kolay!

50 ile 100 kilometre kadar git diyor kitapta…
Lamba sönecek!

Yeminle…
Vur elim yoktur…
Ancak zıvanadan çıkmam lazım, bağırıp çağırmak…
Tamam ama vur elim yoktur…
Bu gidişle…
Olacak!

Ancak vaktim müsait olduğunda okuyabiliyorum gazeteleri, o kadar yoğunum ki!

Hulusi beyin arkadaşları…
20 Aralık 2018

Çetin Altan öldü.
Hulusi bey genelkurmay başkanıydı.
Derhal taziye mesajı hazırlattı.
Asrın iftirasını manşet yapan, bu memleketin Atatürkçü yurtsever subaylarını “cami bombalayan, dinsiz katiller sürüsü, fuhuşçu casuslar” şeklinde sunan Taraf gazetesinin kurucusu, genel yayın yönetmeni, başyazarı Ahmet Altan’a gönderdi.
“Duyduğunuz acıyı yürekten paylaşıyor, size sabır ve başsağlığı diliyorum” dedi.

Aradan az geçti…
Hasan Karakaya öldü.
Genelkurmay başkanlarına “gizli yahudi” diyen, Atatürk’e kin kusan karşıdevrimci gazetenin yayın yönetmeniydi, başyazarıydı.
Akp politikalarına karşı çıkanlara “ulan pezevenkler, kaltaklar, orospular, köpek oğlu köpekler, embesiller, kitapsızlar” diyordu.
Akp’nin akil’iydi.
Hulusi bey, Atatürk düşmanı gazeteye derhal taziye telefonu açtırdı.
“Haksızlığa karşı en zor zamanlarda konuşmasını bilmiş ve dik duruşundan asla taviz vermemiştir, Türk gazeteciliği açısından yeri doldurulmayacak bir boşluk oluşmuştur” denildi, “genelkurmay başkanlığı adına başsağlığı” dilendi.

Aradan az geçti…
Nuri Pakdil hastalandı.
Atatürk’e “firavun” diyen, 29 Ekim 1923’ü, yani cumhuriyet ilan edilmesini “değerlerimizden kopma dönemi” olarak nitelendiren, sanki biz Türkler budistmişiz gibi “ne mutlu Türküm diyene” demeyip “ne mutlu müslümanım diyene” diyen, Türk kimliğiyle müslüman kimliğini karşıt kavramlarmış gibi gösteren dinci yazardı.
Hulusi bey koşa koşa evine ziyarete gitti.
Nuri Pakdil’i çocukluğundan beri okuduğunu filan anlattı.

Kısa süre önce de, Atatürk’e ve Atatürkçülere kin kusan karşıdevrimci gazetenin kadın yazarını hastanede ziyaret etmişti.
Hulusi bey geçmiş olsun ziyareti yaparken, bu kadın yazar “Atatürk’ün kız çocuklarına nargile ve alkol içirdiğini, ırzına geçtiğini” yazıyordu, “Atatürk’ün kendi manevi kızıyla yattığını” yazıyordu.
Aynı kadın yazar, Fethullah Gülen’i eleştirenlerin “psikopatik düşmanlar” olduğunu yazıyordu, kumpas tetikçisi bavulcu gazeteci Mehmet Baransu’nun “ruhu iyi adam” olduğunu yazıyordu.
Hulusi beyin kendisini ziyaret etmesini eleştirenler hakkında ise, şunları yazdı: “Kuyruğuna bastıklarım, rögar fareleri, kurbağalar gibi vıraklıyorlar, kuçu kuçular, enik ciyaklaması, tasmalılar.”

Ve şimdi bakıyoruz…
Hulusi bey, mecliste kendisini eleştiren CHP milletvekillerine “dinleyin!” diye emrederek “arkadaşlarını ziyaret etmeyen alçaktır” diye bağırdı.

E haklı.
Arkadaşlarını ziyaret etme şerefi kendisine ait hakikaten.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/hulusi-beyin-arkadaslari-2806035/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Sürekli uzun farları yakalım!
20 Aralık 2018

Eksiksiz, yanlışsız görebilmek için uzun farları sürekli açmaya ve bol ışıkla bakmaya mecburuz.
Suriye sınırı!
“Dalya yüz” dür.
100 yılını bitirdi.
1918-2018.
100 yıl öncesinde Birinci Dünya Savaşı’nın o karanlık günlerinde İngiltere, Fransa, ABD ve Rusya Suriye sınırına cetvel tutmuşlardı. 100 yıl sonra bugün; İngiltere, Fransa, ABD ve Rusya farklı rollerde yine Suriye sınırında birbirlerine cetvel gösteriyorlar. Altında petrolü de olan Suriye toprakları şimdi ipleri süperlerin elinde “üç ayrı butik devlete” bölünme günlerine itiliyor.
100 yıl önce:
Almanya, dedemiz Osmanlı’ya “Suriye’yi daha iyi koruma akılları” vermiş, bu arada Osmanlı ordusunu, kaldıramayacağı kadar ağır yüklerin altına sokmuştu.
100 yıl sonra:
ABD aynısını yapıtı.
Ankara’ya “Suriye sınırını daha iyi koruma akılları” verdi ve çok yakın tarih 2015 yılında “her 3 metreye bir asker dikilmesini” bile önerebildi. ABD sözüm ona Ankara’nın yanında duruyor. Son laf: Trump ile konuşup olumlu cevap aldık. Tarihimiz yandaş duruşların gözyaşlarıyla doludur. Dedemiz Osmanlı da Fransa, İngiltere, Almanya ve bazen de Rusya’ya çok güvenmiş, savaşlara girmişti.
★★★
“Mülteci bekçiliği” önerdiler ve başardılar. Büyük külfet. Yüksek maliyet. 3.5 milyon Suriyeli, 40 milyar dolar harcama. Türkiye’yi AB’ye almayıp “mülteci bekçisi” yapanların oyaladığı ülke olduk. Bu yüzden diyorum ki, “uzun farları sürekli yakalım” ve bakalım ne oldu:
ABD zaten yığmıştı.
Rusya da batarya yığdı.
İkisi birden IŞİD’i bahane edip Suriye topraklarında ve sınırımıza yapışık 400-500 yıldır yaşayan Türkmen, Arap, Yezidi, Süryanileri vurup öldürüyor, ölmeyenler de “mülteci olup” denizlerde kucaklarında bebek yaşta çocuklarıyla çırpınarak boğulmaya itildiler, itiliyorlar.
Suriye’nin bütünlüğü gitti.
Geceler, bizim için de belaya gebe kaldı. Soru “ABD’nin, Fransa’nın, İngiltere’nin ve de Rusya’nın Suriye’de ne işi var?” olmalıydı.
Olmadı.
Bu soruyu kendi kendimize sorma gücümüz var ama onlara da “çekilip gidin sınırlarımızdan” diyebilme gücümüz yok. Ordumuz görevini yapıyor. Anladığım kadarıyla “Mavi Kuşak” düşünüyor. Misak-ı Milli sınırına kadar olan bölgeyi korumayı ve mavi kuşak tutturmayı hedefledi. Politikacı ise ordunun hedefini seçimde oya dönüştürmenin hesabı içinde… Mavi Kuşak hedefi; “yaklaşan seçimin oy hesabına” ziyan olup gitmesin.
★★★
Yıllar aktı gitti.
Suriye’de Misak-ı Milli sınırımızda kendi öz topraklarında yaşamakta olan Türkmen, Kürt, Arap, Suryani, Ermeni, Keldani, Ezidi tümüyle birlikte “Türkiye ile dost çemberi” kuramadık. Kurulabilmiş olsaydık. Bugün ABD, sınırımızda oynadığı kötü niyetli oyunu göze alamazdı.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/surekli-uzun-farlari-yakalim-2805910/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger


Papaz ’da olsa doğruya doğru!

Adsız bir millet miyiz?
20 Aralık 2018

Sürekli olarak “Benim milletim” diyor…
Senin milletin kim?
Adı yok mu milletinin?
Neden “Türk milleti” demiyorsun?
Bu ifade şahsen benim çok gücüme gidiyor? Adsız bir millet miyiz biz?
İktidarın yerel seçimlerden büyük kuşkusu var ki, hakaretler, tehditler, gözdağı vermeler havada uçuşuyor, ortalık geriliyor!
Gerginlikten, aşırı sert ve kırıcı sözlerden siyasi çıkar umanlar var. Oysa bu tutum ülkeye zarar veriyor, halkı kutuplaştırıyor, insanlarımızı düşman kardeşlere dönüştürüyor!
Muhalif olan herkes hakarete uğruyor, küçük görülüyor, aşağılanıyor!
Talimat verilir gibi “Zaten yargı bunlara gereken cevabı verecektir”, “Bunun bedelini ağır öderler” gibi sözler sarf ediliyor.
Bir bedel varsa buna yargı karar verir. Daha soruşturma bile açılmadan “Bedelini ağır öderler” demek yargısız infaz anlamına gelmiyor mu?
Bu tür sözlerle hem muhaliflere, hem de halka gözdağı verilmek isteniyor.
Böyle bir ortamda 31 Mart Yerel Seçimleri’ne gidiyoruz. Hiçbir belediye seçimi bu kadar kritik olmamış, böylesine önem kazanmamıştı. İktidar endişe içinde!

Ekonomi hayatımızın bir parçası…
Türk basınında ilk ekonomi sayfalarını 1970’li yıllarda yöneticisi olduğum efsane Günaydın Gazetesi’nde biz yapmıştık.
Bugün SÖZCÜ yazarları arasında olan ve yazıları ilgiyle okunan Necati Doğru, o tarihte ekonomi servisi şefimizdi.
Günaydın’ın sayfaları büyük ilgi görünce, bütün gazeteler ekonomiye önem vermek zorunda kaldı. Türk basınına ekonomi Günaydın’ın öncülüğünde girdi.
Artık televizyonlar da ekonomi haberlerine büyük önem veriyor ve programlar düzenliyor.
Dikkatle izliyorum… TV’lerin tamamına yakını iktidar yanlısı yayın yaparak ekonomimizi tozpembe göstermeye çalışıyor. Patronlarının devletle olan işlerini kolaylaştırmak istiyor ve izleyicilerini yanıltıyorlar!
★★★
Sevgili okurlar… Bugün, TV dünyasında “bağımsız tek ekonomi programı” var.
Halk TV’de salı geceleri saat 21’den itibaren yayınlanan “Eko Parazit” programı.
Programı SÖZCÜ’nün sevilen ekonomi yazarı Murat Muratoğlu ile arkadaşı Erkin Şahinöz hazırlıyor. İkisi de beğeniliyor.
Herkesin kolayca anladığı, memleket gerçeklerini dile getiren, hiç kimseye yağcılık-yalakalık yapmadan doğruları anlatan güler yüzlü programı ben ilgiyle izliyorum.
★★★
Salı gecesi Murat Muratoğlu ile Erkin Şahinöz’ü her zamanki gibi dikkatle dinledim.
Mutluluk endeksinde Türkiye’nin yüzde 75’i mutlu çıkıyor.
Murat Muratoğlu tebessüm ederek “İnsanlarının dörtte üçü mutlu olan ülkenin hali böyle olur mu?” diyor.
Araştırmalar emir-komuta ile yapıldığı için maalesef yanıltıcı!
Erkin Şahinöz “Diğer kanallar gerçekleri açıklamıyor. Türkiye’nin bağımsız tek ekonomi programını biz yapıyoruz” diyor. Haklı.
Uzun süren programdan sadece birkaç satırbaşı nakledeceğim:
– Uçurumun yanında gözü kapalı yürüyor gibiyiz.
– İşsiz sayımız 3 milyon 330 bine yükseldi.
– İnşaat sektörü felâket durumda…
– Sanayide 32 bin iş kaybı var.
– Ülkede korkudan doğru rapor yazılamıyor. Doğruyu söyleyenler derhal kovuluyor.
– Vergi affı, imar barışı, bedelli askerlik dediler, milyarlarca lira para topladılar. Fakat buna rağmen hâlâ 54 milyar lira bütçe açığı var. Paraları nereye harcadılar?
Sevgili okurlar… Ekonomide neler oluyor? Gerçekleri öğrenmek istiyorsanız her salı gecesi “Eko Parazit” programını izlemelisiniz. Diğer programlar lâfı güzaf!
AVM’LER NEDEN DOLUYOR?
Murat Muratoğlu ile Erkin Şahinöz’ün Halk TV’de hazırladığı “Eko-Parazit” programında öğrendim.
Dünyada AVM (Alışveriş Merkezi) en çok olan ülkelerden biriyiz. Avrupa’da birinciyiz.
İstanbul’da 118 tane AVM var.
Türkiye’deki toplam AVM’lerin sayısı 411.
Batı ülkelerinde AVM’ler şehir dışında inşa edilir. Bizde ise hepsi şehir içinde…
Büyük ekonomik sıkıntılara rağmen İstanbul’da özellikle hafta sonları AVM’ler dolup taşıyor. Neden?
Programda Murat Muratoğlu bunu şöyle açıkladı:
“Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul’da yeşil kalmadı. 16 yılda yeşil düşmanı bir kent yaratıldı! Halkın gidecek yeri yok! Nerede gezecek, nerede dolaşacaklar? Bu yüzden AVM’leri dolduruyorlar. Alışveriş yapan çok az. Halkta para kalmadı ki… Sadece ucuz yemek bölümleri iş yapıyor. AVM’ler doluyor ama kazanamıyor!”

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/rahmi-turan/adsiz-bir-millet-miyiz-2805878/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger