Altına dikkat ediyor musunuz altına, yazdığımda alsaydın, tabii imkânın olsaydı ne kâr etmiştin

Halbuki dünya piyasaları, Almanya çok farklı…
Bazen bana öyle geliyor ki, bilemem tabii…
Sanki bademlerin kendisi, birileri, içeriden oynuyor, vuruyor milyonları…
Ancak sen, sen…
Dur…
Daha bekle…
Göreceksin bak, bir dilim ekmeği zor bulacaksın!

Benim kim olduğumu ne edeceksin?
Ne merak edersin?
Bilmez misin, çok merakın sonuçları ölümcül olabilir?

Varla yok arasıyım, Araf’ta…
Ne ölüyüm ne diri, nefes alıyorum sadece…
Gör bak…
Trump deli etti dünyayı, bir kahpe…
Ülkemizi…
Müneccim boku da yemedim…
Sadece düşünen, düşünmeye çalışan birisiyim.

Fransa’dan didiklersin beni…
Attırma tepemi…
Kapatırım, kilitlerim seni!

Demin p.çin biri defalarca telefon etti…
Zart, zurt, pıssst gibi bir şeyler geveledi…
O kadar halsizim ki, o kadar kötü…
Ettim küfrü…
Manyaklarla uğraşacak halim mi var benim, ben kimim?
Bir çeyrek…
Delinin, aptalın teki, sadece bir özürlü!

Allah razı olsun paşamdan

Sürekli telefon, görüntülü…
İle gösterecek…
Halbuki bildiğim yerler, okuduğum…
Yok şahsen gitmedim, belgesel ve kitap…
Gençlik ne güzel bir nimettir ne güzel…
Yaşa…
Erkek, kız fark etmez ana – baba evinde yaşayın yaşayabilirseniz…
Sonra…
Şansın varsa!

Hele kilise…
incele
Gir dedim içine, dua et oğlum…
Allah…
Her yerde!

Dün yayınladığım kitabi, kitabimizi bugün ona da yolladım…
Darda kalınca…
OKU, oku ve düşün üzerine, düşün!

Heves

Biliyor musun…
Bir heves, hani belki insanların ilgisini çekerim diyerek…
Düşünmeye teşvik ederim hevesi…
Bildiklerimi, bildiğimi, emin olduğumu bile teyit ederek, yani otokontrol yolu ile…
Anlatmaya çalışıyorum, yeter ki gerçekleri anlatayım…
Duymak, öğrenmek isteyen yok ki…
Ya sağlığım el vermiyor, sizler, başımdaki manyaklar veya hevesim kırılıyor, bak Türkçülük…
VAYA daha da önemli partili cumhurbaşkanlığı…
HEVESIM…
Gırtlağıma tıkılıyor, canim bile istemiyor ve biliyorsun zorla bugüne kadar kimse bana bir şey yaptıramamış.

Elim varmıyor anlıyor musun, elim varmıyor…
Canim istemiyor.

Kendi kendimi zorluyorum, olmuyor…
Kıçlarını öpsen, bırak ellerini ayaklarını…
Kıçlarını bile öpsen faydası yok…
Kaşınan, illa kaşınacak. Yok, yok illa acıyı yaşayacak!

Sen…
İstediğin kadar dil dök, faydası yok!

Düşürüyor işte şeytanın sol bacakları insanı, Ademi tuzağa

Benim…
Hiç evlenmemem gerekirdi, hiç…
Nerede akşam orada sabah…
Kadın, çocuk…
Hareket ve harekât kabiliyetini bütünüyle sınırlandırıyor…
Felç ediyor adamı.

Kalbini verdiysen emanete…
Emanetteyse…
Kendini ölmüş bil, yaralı. Her an savunmasızsın, savunmasız.

Tamam…
Yuvan, kalen…
Hele içeridekiler gerçekten sendense…
Ama hayatin gerçekleri çok farklı şeyler öğretiyor bize…
Atalar bile der, yastık düşmanı, yastık. Var mı ötesi? Söyle!

Evlat telefon etti İspanya’dan…
Mutlu, neşeli. Üç arkadaş gitmişler, sordum kızları…
😊
Ah oğlum bakıyorum gözünün içine evlen diye, torun…
AMA…
Galiba vur patlasın, çal oynasın daha iyi galiba.

Bekârlık sultanlıkmış, bilemedim, anlayamadım…
Ben ne ettim…
Ben ettim, sen etme!

Geçenlerde PKK geldi…
Ne zamandan beri gelmiyordu, girmesiyle, YEMINLE…
Seninle öyle fena kavga edeceğim ki!!! Dedim…
Öyle şaşırdı ki, afalladı…
“Ben sana ne yaptım?” diyebildi sadece…
Sert bir şekilde…
Nerede BENIM sarı pipim, özledimmm?

Ağzı…
Yayıldı, bir gülümseme. Görülmeye değerdi…
Dedi kavga ediyoruz, gelip kaçırdılar çocuğu…
Alman…
Dede, anneanne…
Böyledir torun, böyledir bebe…
Sen…
Yine de evlenme!

Gerçi Soner Beyin bu yazısındaki kimi olgulara, verilere karşı ciddi itirazlarım var ama

Halim yok yazmaya, bir…
İkincisi…
Genel görünüm itibarıyla yazdıklarındaki haklılık payı yadsınamaz!

Övündüğüne bak

Yeni seçim sürecine girdik…
Erdoğan’ın ağzından “Kılıçdaroğlu” sözü yine düşmez oldu! Geçen cuma günü…
“İkinci 100 Günlük İcraat Programı”nı açıklarken eleştirilerinin odağına CHP liderini koydu.
Kılıçdaroğlu’nu hizmete girecek yeni şehir hastanelerinin açılışına davet eden Erdoğan, “Bay Kemal, açılışta beraber olalım. İnan mutluluk duyarım. Bu hastanelerin ne kadar muhteşem, güzel olduğunu gör. Gör de yalandan kurtul” dedi.
17 yıldır sadece inşaatla övünen iktidara sahibiz!
Yeni gurur duydukları icraat, Batı’nın terk ettiği şehir hastaneleri!
Bakınız: ABD’de…
1873 yılında 173 hastane vardı.
1909’da hastane sayısı 4 bin 300 sayısına ulaştı.
1946 yılında 6 bine, 1970’te 7 bin 200’e kadar yükseldi.
Bu sayı bugün 5 bin 7’ye kadar düştü.
Çünkü hastane sistemi Batı’da farklı ilerliyor…
Nedir bu farklılık?
Teknolojinin gösterdiği çok büyük gelişim, 21. yüzyılda sağlıkta olağanüstü dönüşüme neden oluyor. Geleceğin hastaneleri entegre dijital yapıya kavuşuyor. Hastanelerde akıllı bina uygulaması rutinleşiyor…
Sağlık sektöründe çalışan pek çok beyaz yakalı çalışanın -hatta doktor ve hemşirenin- işlevini görebilecek yapay zekalar yaygınlaşıyor…
Erdoğan ise, büyük binaya yatırım yapıyor! Oysa…
Sağlık dünyasında yaşanan transformasyon/dönüşüm, sisteme yeni oyuncuların girmesine sebep oluyor. Mobil sağlık kuruluşları bunlardan biri…
KÖKTEN DEĞİŞİYOR
Eric Jeffrey Topol (d. 1954) Amerikalı kardiyo¬log, genetikçi ve dijital tıp araştırmacısı. (Dünya onu, ağrı kesici “vioxx” ilacının kalp krizi ve inme gibi yan etkileri sebebiyle piyasadan toplattırma mücadelesinden tanıyor! Bu nedenle -sözüm ona kâr amacı gütmeyen- Amerika’daki Cleveland Clinic’teki işinden bile oldu! Neyse, konumuz başka…)
Bir gün…
Profesör Topol, yeni gö¬rev yeri Scripps Health’e gitmek için Washington’dan San Diego’ya uçarken, pilo¬tun “uçakta doktor var mı” anonsuyla, hemen hastanın yanına gitti. iPhone’u¬nu, AliveCor EKG ciha-zına tutturarak hastanın EKG’sini çekti. Kalp krizi geçirmekte olduğunu anlayıp, uçağın acil iniş yapmasını sağlayıp hastayı kurtardı. Yani…
Akıllı telefonlar, gelece¬ğin tıbbının seyyar tanı cihazlarla nereye gideceği¬nin somut göstergesi!
iPhone ve iPad’e bağlana¬rak ilk kan şekerini ölçen iB¬Gstar gibi (ki DNA kopya¬layarak sayısız hastalığa tanı koyanların olduğu) küçük seyyar cihazlar, evleri hızla klinik laboratuvara dönüştürüyor!
Anımsatırım: Sadece iPhone/iPad kullanımda 18 bin üzerinde sağlık uygu¬laması var. Tıp, binaya değil teknolojiye yatırım yapıyor!
Sekiz ülkeden 13 partner kuruluşu kapsayan “çip üze¬rinde laboratuvar” projesi olan “Labonfoil”e AB, 5.3 milyar dolarlık fon verdi.
ABD-Dallas’taki Wal¬nut Hill Tıp Merkezi’ne, tasarımı ve inovatif/yenilikçi niteliğinden ötürü “Apple Deneme Hastanesi” de-niyor! Bunların sayısı hızla artıyor…
Erdoğan ise, “dünyanın en büyük hastane binası¬nı yapmakla” övünüyor! Bu sağlık sistemi anlayışı 1960’larda-1970’lerde kaldı. Sağlık hizmetlerinde devrim oluyor…
OY KAZANMA İCRAATI
Altı yıl önce…
Teknoloji ve sağlığın geleceği üzerine araştırma programları yürüten Gelecek İçin Enstitüsü (IFTF) adlı düşünce kuruluşu, 9 Ocak 2013’ten başlayarak beş kıtadan 600 aşkın kişinin 4500 fikir ürettiği toplantılar yaptı.
Aynı yıl…
Teknoloji şirketi Intel Corporation “sağlık inovasyon barometresini” açıkladı.
Her ikisinde de altı yıl önce ortaya çıkan sonuç şu oldu:
İnsanların yüzde 57’si geleneksel hastanelerin gelecekte geçeriz olacağını düşünüyor. Bu sayı bugün daha da arttı kuşkusuz…
Erdoğan ise, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana pek az değişiklik yapılan demode hastane odalarının çokluğuyla övünüyor! Oysa…
Hastane ve doktor odaklı sağlık sisteminin birey odaklı hale geleceği ve “kişiselleşeceği” artık yaygın görüş. Örneğin…
Kronik hastalıklarla baş etmenin önemli bir yolu, hastaları evde ve iş yerlerinde kontrol altında tutarak yaşam kalitelerini artırmak, hem de işgücü kayıplarını azaltmak!
Erdoğan ise, şehir hastanelerine doluluk oranı garantisi veriyor!
Ne diyeyim:
Yakında transparan holografik hasta görüntüleri kullanılmaya başlanacak ve sanal ortamlarda doktorlar bu üç boyutlu görüntüler üzerinden teşhis koyup, uzak mesafedeki meslektaşlarıyla hastanın durumunu tartışabilecek!
Tıp nereye gidiyor, AKP nereye savruluyor? Hâlâ… Batı’nın 30 yıl önceki bitmiş tükenmiş şehir hastaneleri projesini hayata geçirmekle övünüyorlar. Ne diyeyim…
Seçim kazanmayı amaç edinen siyasal görüş ülke gelirlerini, göze sokulamayan teknolojiye yatırmıyor! Sadece şehir hastanesi değil söz konusu olan…
Oy odaklı anlayış her yerde karşımıza çıkıyor:
Göze gözükmeyecek, yani oy getirmeyecek sinyalizasyona para harcamıyorlar!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/ovundugune-bak-2801773/

Unutmayalım lütfen…
Yandaş, yoldaş müttehitleri ayakta tutabilmek için…
YANI…
Daire alımlarında ciddi sorunlar yaşanıyor…
Tüzel yani özel bankalar basta olmak üzere…
CIDDI baskı altındalar, kredi versinler diye…
>>> DEVLETIN BANKALARINI BILE <<< bu uğurda devreye sokmaktan geri kalmıyor!

Nereden biliyorum?
Dedim ya neredeyse her şeyin içindeyim…
Bir şekilde…
Ailemde, müteahhitlik yapan kalmadı, yapan çoktan emekli oldu…
Ama emlakçılar var, birinci eldendir bilgiler yani, Real Ekonomi…
Sonra…
Devlet bankaların esas işlevi, devletin kendi ekonomik hesapları…
Örneğin Ziraat’a destek, sanayiye vesaire…
Özele…
Daire kredisi, tüketici kredisi sağlamak değil ki…
Zaten ekonomisi iyi giden bir toplumda böyle bir şeye ihtiyatta yoktur, bilgilerinize!

Yok…
Sosyal konut başka, O bambaşka bir konu…
Biz burada doğrudan genel ev, alım – satımları konuşuyoruz!

Son zamanlar ne kadar iyiymişim şimdi anlıyorum

Gerçekten, ağrılar çok büyük çapta kontrol altında…
Halsizlikle birleşince, bugün perişanları oynuyorum, uykusuzluk…
Her neyse, bilin bakalım bu ne???

Önder işi, Önder
😊

Ehlîleştirilmiş hayvan, gerçi kim hayvan kim insan belli değil ya…
Köpek…
İnsanın en eski dostlarından biri. Evcilse…
Senin, benim gibi…
Karşı koyamaz tabiat koşullarına, karnını bile doyurmaktan aciz…
Kimi, çok önemli içgüdüsünü yitirmiş.

Jack…
Jack’in mantosu, yağmurluğu…
Acıdım hayvana, bir tel tüyü var. Soğuk…
Yağmur…
Gittim alayım diye bir şeyler, ulan bu ne 50€ ve üzeri…
Hadi git işine…
Gördüğünüzün toplam maliyeti, taş çatlasın 2,5€
Aynı işlevi görüyor VE…
Takım elbise misali, tam onun ölçülerine göre!

Önder işi kardeşim, Önder işi…
Yap da göreyim seni!

😊

Elini uzat…
Gücün varsa, yapabiliyorsan hem insana hem hayvana…
Canlıya, cansıza.

###
Tüm bedenini sarıyor, göbeği, möbegi…
Baş ve kıç açık tabi…
Havalandırma kardeşim, havalandirma…
Klima…
Aklınızda olsun, O bir av köpeği, onun tam havası nispi bir soğuk…
Ama genel olarak köpeklerin terleme bezleri yoktur…
Ve sen insan olarak bilemesin onlara ne zaman soğuk ne zaman sıcak…
Köpek…
Dilini dışarıya çıkarıyorsa, anla ona çok sıcak…
Öyle koruyor vücut kendi.
###

Affedersiniz, bilmem nesini bilmem ne ettiğiminim çocukları. İlahî adalet elbette gün gelecek yerini bulacak!

Hakediş

Murat…
1965 doğumluydu.
Tokat Zileli’ydi.
Dar gelirli bir ailenin çocuğuydu.
Henüz 14 yaşındayken Heybeliada’daki Deniz Lisesi’nin kapısından içeri girdi.
Deniz Harp Akademisi’ni birincilikte bitirdi.
Gökova fırkateyniyle harp filosunun en iyi gemisi ödülünü aldı.
Libya içsavaşında orada sıkışan vatandaşlarımızı kurtarma operasyonunu yönetti.
Kurmay albaydı.
Birinci sıradan amiral olmasına kesin gözüyle bakılıyordu.
İyi bir insan, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir komutandı.
30 Ağustos’a gün sayıyordu.
22 Ağustos’ta tutukladılar!

Asrın iftirasına uğrayan seçkin subaylarımızdandı.
Maltepe’den arkadaşımdı.
16 sene yapıştırdılar.

Eşi ve çocuklarına yakın olabilmek için Mamak’a transferini istedi.
Her hafta açık görüş için yol yapmasınlar, maddi manevi perişan oluyorlar, bari ben oraya gideyim demişti.

Bu değişiklik biraz merhem olmuştu.
Taa ki 23 Nisan’a kadar…
Hergün zaten fenaydı ama, o gün daha fenaydı.
Çocuk Bayramı’nda çocuklarına sarılamıyordu.
Anca 26’sında açık görüş vardı.
Üç gün, üç asır gibi geçti.
Hep güleryüzlü, hep iyimserdi ama, o üç gün farklıydı, adeta içine kapanmıştı, kimseyle konuşmaz olmuştu.
26’sı sabahı, nihayet…
Koştu kucakladı hasretle, kızını, oğlunu, eşini, annesini.
Çocukların gözleri dolu doluydu.
Hissettiklerini belli etmemeye çalışıyorlardı, dudaklarını ısırıyorlardı.
Bir baba için daha çaresiz nasıl bir durum olabilir ki?
“Gel” dedi kızına.
Güya neşelendirecekti, “gel biraz top oynayalım” dedi.

Haysiyetsiz basınımız ertesi sabah “ayağı kaydı, başını taşa çarptı” diye yazdı… Elbette yalandı.
Maalesef buraya kadar dayanabilmişti.
Beyin kanaması geçirmiş, dünyanın kahrını taşımaktan yorulan asırlık ağaç misali devrilmişti.

Balyoz şehidiydi.

Tıpkı Murat gibi, kendi devleti tarafından esir tutulan arkadaşları, Mamak askeri cezaevinde askeri tören yaptı.
Beyin kanaması geçirdiği yere, masaları birleştirip musalla taşı kurdular.
Etrafına U şeklinde dizildiler.
35 senelik arkadaşı, deniz kurmay albay Sinan konuşma yaptı.
“Batu ile Duru, şimdi hepimizin çocukları. Sema, bizler son nefesimizi verene kadar, kardeşlerimizden daha kardeş. Mekanın cennet olsun. Bir gün yanına gelmek kısmet olsun” dedi.
Selam verdiler.
Tören mangasına dokundurmadılar, Murat’ı omuzladılar.

Sahte delil bavuluyla girdi, ay-yıldızlı tabutla çıktı.
Kumpasla girdi, arkadaşlarının omuzlarında çıktı.

Vefat ettiği için, dosyası kapatıldı.

Yoook öyle!

Murat’ın avukatı, Anayasa Mahkemesi önünde Adalet Nöbeti başlatan, yeniden yargılama kararı çıkana kadar gece-gündüz orada bekleyen, anıt kadın, avukat Şule Nazlıoğlu’ydu.

Mahkemeye dilekçe verdi.
“Murat Özenalp şerefli bir subaydı, öldü bitti denilemez, Murat Özenalp’in şerefli hatırasının, Balyoz davasındaki arkadaşlarıyla birlikte yeniden yargılanmasını talep ediyoruz” dedi.

Mahkeme inceledi, talebi kabul etti.
Murat’ın eşi Sema, yeniden yargılama davasında, asrın iftirasına uğrayan albay, general, amirallerle birlikte sanık sandalyesine oturdu.

Tarihte ilk kez…
Şehit yargılandı.

Beraat etti.

Balyoz iftirasına uğrayan diğer kahramanlarımızla birlikte aklandı.
İftiraya uğradıkları tescil edildi.
İtibarı iade edildi.

Tarihte ilk kez…
Mahşere bırakılmamıştı.

Bilahare, sıra tazminata geldi.
Kumpas mağduru olan kahramanlarımız, tazminat davaları açtı.
Avukat Şule Nazlıoğlu, Murat adına, eşi ve çocuklarını temsilen tazminat davası açtı.
600 bin liraya hükmedildi.
300 bin lira eşine, 300 bin lira çocuklarına verilecekti.

Gel gör ki…
Sayın devletimiz “bu para fazla” dedi!
İtiraz etti, temyiz etti.

Dosya, Yargıtay’a gitti.
Sayın Yargıtayımız inceledi.

Şimdi sıkı durun…

Sayın Yargıtayımız ne karar verdi biliyor musunuz?
Kelime kelime aktarıyorum…
“Dava açma hakkı zarar görene aittir, bu hak ancak zarar görenin ölmeden önce dava açması veya dava açma iradesini açıkça izhar etmesi durumunda mirasçılarına intikal edebilir, dava açmadan ve bu yönde iradesini açıkça izhar etmeden ölen Murat Özenalp’in mirasçılarının davası kanuna aykırıdır, sayın devletimizin itirazı yerindedir, söz konusu tazminat kararının bozulmasına oybirliğiyle karar verildi.”

Yani, sayın Yargıtayımıza göre…
Murat geç kalmıştı!

Henüz tutukluyken, kendisine verilen 16 yıl hapis cezası onanmışken, “ben beraat ettim” diye tazminat davası açmalıydı!
Veya, henüz yaşıyorken, askeri cezaevine noter çağırıp, “ben ölünce tazminat davası açacağım haberiniz olsun” diye vasiyetname yazmalıydı!

Yabancılara tiko para 159 milyar dolar faiz ödeyen, yandaş müteahhitlerin cebine 200 milyar dolar koyan, “hakediş” ayağıyla geçilmeyen köprüler girilmeyen tüneller uçulmayan havalimanları için 20 yıl, 30 yıl ödeme garantisi veren sayın hükümetimizin sayın Yargıtay’ı, sayın devletimizin kuruşunu işte böyle koruyor.

Aman sakın Murat’ın “hakediş”ini ödemeyin ha…
Çarçur etmeyin.
Mazallah devletimiz iflas eder sonra.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/hakedis-2801799/

Tıbbi ve sosyolojik bakış açısıyla, KURBAN

İnsan vardır bu dünyada…
Kurban rolü cuk diye oturur üstüne…
O kadar mükemmel doldurur ki bu rolü, o kadar yakışır, yoktur onun üstüne!

Bu bir gerçek mi?
EVET…
Hem bilimsel açıdan araştırılmış, ispatlanmıştır hem neredeyse hepimiz gündelik hayatımızdan biliriz böyle tipleri!

TCDD…
Tren kazasi…
Üç “kurban” tespit edildi…
9 kişinin hayatından mesul tutuluyor…
Ya onların yöneticileri, amirleri…
Taaa…
AK Sarayında bilmem ne kebabı yapana varana kadar…
Her biri sorumlu, her biri suçlu…
Ama onlar DAIMA kurban rolünde, mağdur…
Hz. Ömer ne büyük bir insanmış ne mükemmel bir yönetici.

„Kenar-ı Diclede bir kurt kapsa koyunu, Gelir de adl-i ilâhi Ömer’den sorar onu!“

Ne zaman açacaksınız gözlerinizi ne zaman göreceksiniz gerçekleri?