Bir orospu karı kıyama kavurması yapmışım, yiyen bir, yemeyen bin pişman

😊
Sonra…
Evet, sonra Önder ağa başladı aramaya…
Önder arar ve aradığı internette mevcutsa bulmaz mı hiç!?

Sapık olsam ve…
İğrenmesem senden…
Midem bulanmasa…
Gerinden bir şeyler yapardım sana!

Recep’im civanım, yağız delikanlım…
Allah büyük, inşallah hesap vereceğin günleri göreceğiz!

Önce Sayın Çölaşan’ı okuyalım, Soner Beyde yazmış konuyla ilgili ama…
Yok, en azından bu seferlik geç yazdıklarını!

Sonraaa…
İndir O kitabi, başla 73. Sayfadan itibaren okumaya…
Kadın sözüm sana, dikkatli oku ve beni hatırla…
89. sayfada…
Canlarım, ciğerlerim…
Neyse, kendiniz okuyun öğrenenin!

Bu da Recep Bey’in gazetecisi!

Sevgili okurlarım, yazdığı her şey bir gazetecinin onurudur. Gazetecinin yalan yazma hakkı yoktur.
Bu kavram makale, köşe yazısı, söyleşi, kitap vesaire, akla gelen her şeyi kapsar.
Gazeteci sonradan kıvırtma hakkına da sahip değildir.
Bir şeyi yazarsın ve sonrasında sonuçlarına katlanırsın.
Eleştiriler gelir, hakaretler gelir, hatta hakkında davalar açılır.
Bütün bu sorunlarla baş etmeyi bileceksin.
* * *
Konuyu tahmin etmişsinizdir. Bu iktidar tarafından 2013 yılında TRT Haber Dairesi Başkanı yapılan Nasuhi Güngör isimli “Gazeteci (!)”
Geçmişte “Yenilikçi Hareket” isimli bir kitap yazıyor…Ve kitabına sağdan soldan birkaç eleştiri geliyor. Bu arkadaş o eleştirilere sosyal medya hesaplarından üç ayrı yanıt veriyor:
– “Hayatım boyunca yazdığım her satırın arkasında durdum. Bunlar üzerinden konuşmak yakışık alıyor mu sence?”
– “Arkadaşlar kimse kimseyi okumak beğenmek zorunda değil. Ben ne yazdıysam arkasındayım. Birbirimize saygı duyalım yeter.”
– “Yenilikçi Hareket kitabımda ve geçmişte yazdığım her şeyin de arkasındayım.”
* * *
Buraya kadar olanlar çok güzel!.. Demek ki bu gazeteci arkadaş, TRT Haber Dairesi Başkanı olmayı başarmış, ilkeli ve ne yazdıysa arkasında durmayı bilen kişilik sahibi bir gazeteci!
Yani dün kara dediğine bugün ak diyen korkak döneklerden değil!
Yazdığı kitabın adı AKP’nin kuruluş döneminde geliyor.
Anımsayacaksınız, o dönemde partinin adı henüz belli değildi ve kuruculardan kamuoyunda “Yenilikçiler” diye söz edilirdi.
Bu vatandaş da onlara yakın biri olduğundan, partinin nasıl kurulduğunu, o dönemde sıradan bir vatandaş olan Recep Bey’in neler yaptığını, kimlerle konuştuğunu falan anlatıyor.
* * *
Kitabında ilginç bir bölüm var. Muharrem Bey bu konuyu miting meydanlarında gündeme getirdiğinde öğrenmiş olduk.
Recep Bey partisini kurarken Pensilvanya’ya gidip Fetullah’tan görüş aldı mı, hatta iznini aldı mı?
Muharrem İnce bu konuyu gündeme getirdi ve “Evet aldı. Seçimden sonra kanıtlayacağım” dedi.
Ama bizim Recep Bey kül yutmaz…
Hemen inkâr etti, böyle bir durum olmadığını söyledi!
Ancak Muharrem İnce, kendisine bizim gazeteci Nasuhi’nin kitabıyla yanıt verdi.
* * *
AKP uzmanımız kitabında aynen şöyle yazmıştı:
“Erdoğan 2000 yılı mayıs ayında (parti henüz kuruluş aşamasında iken) ABD’ye yaptığı gezide uzun süredir orada yaşayan Fetullah Gülen ile de bir araya geldi.
Erdoğan, Gülen görüşmesi muhtevasından (görüşülen konulardan, kapsamından) çok, uzun yıllardır birbirlerine hayli mesafeli olan iki farklı ekolün bir araya gelmesi açısından hayli dikkat çekiciydi.”
Muharrem Bey kitabın bu bölümünü kürsüden okuyunca Recep Bey yine çok sinirlendi…
Zira böyle bir görüşme olmadığını, Fetullah’ı Pensilvanya’da hiçbir zaman ziyaret etmediğini iddia ediyordu.
* * *
Şimdi bu durumda bizim “Gazeteci (!)”, AKP tarafından TRT Haber Dairesi Başkanı yapılan Nasuhi ne yapmalıydı…
Bir tarafta Muharrem İnce bu ziyaretin yapıldığını savunuyor, öbür yanda ise patronu olan Recep Bey, İnce’nin iddialarını reddediyordu…
Ve kitap Kırşehir mitinginde ortaya çıktı…
Nasuhi şimdi iki arada bir derede sıkışıp kalmıştı!
Bunu yazan öyle sıradan biri değildi ki!..
Koskoca, anlı şanlı bir gazeteci idi!
* * *
Şimdi, filmin sonunu görmeden önce bir parantez açalım başka bir belgeye daha bakalım. Bu belge dün oda tv internet sitesinde yayınlandı.
Fetullah Gülen’in en yakınlarından biri olan Osman Şimşek isimli ilahiyatçı, 15 yıldan beri Pensilvanya’da onunla birlikte yaşıyor ve aynı evde kalıyor.
Şimşek 2014 yılında yazdığı “İnkisar” isimli kitabında aynen şöyle diyor:
“2000’li yılların başında, AKP’nin kuruluş aşamasında Recep Tayyip Erdoğan Pensilvanya’ya gelmiş, yaşadığımız yeri görmüş ve kahvemizi içmişti.
Hatta o gün musluklarımız bozuktu, bizimle beraber bahçedeki hortumdan abdest almıştı.
Yine aynı dönemde (AKP’nin kurucularından ve ilk başbakanı olan) Abdullah Gül de teşrif etmiş, evimizde yaşantımıza şahit olmuş, bizimle aynı safta namaza durmuştu.”
Demek ki ikisi de Pensilvanya’ya gitmiş…
Sevgili okurlarım, şimdi parantezi kapayalım ve yine dönelim Nasuhi Güngör’ün neler yaptığına!..
* * *
Kitabında yazdıkları ortaya çıkınca zor durumda kalan Nasuhi bu durumda ne yapmalıydı. Karşısında iki seçenek vardı. Ya o zaman yazdıklarının arkasında aslanlar gibi duracak, ya da kıvırtacaktı.
O, ikinci yolu tercih etti ve bu kez şöyle dedi:
“Kitaptaki iddialar (kendi kitabında kendi yazdıkları) ne yazık ki somut bir bilgiye ve belgeye değil, tamamen o dönemdeki bazı dedikodulara dayanmaktadır. Bizzat kendi yazdığım bu iddiaların kamuoyuna bilgi veya belge gibi sunulacak hiçbir yanı yok. Ne gazeteciliğim, ne de bugüne kadar yaptığım herhangi bir görev, bu kitaptaki iddiaları doğru kılmaz…
Nerede ve hangi konumda olursam olayım, benim yıllar önce yazdığım mesnetsiz (dayanaksız) bir iddianın FETÖ ile mücadeleye ve Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konudaki tavizsiz duruşuna zarar getirmesine asla razı olamam!”
Aferin sana be!..
Kitabı yazarken şakır şakır döşenmişsin, şimdi zor durumda kalınca kıvırtıyorsun!
Önceleri kitabını savunuyordun, “Ne yazdıysam arkasındayım” diyordun, şimdi sıkışınca 180 derece çark ediyorsun.
İşte size kısacık bir “Gazeteci, onurlu insan” portresi!
* * *
Sevgili okurlarım, size bir itirafta bulunayım. Muharrem İnce, Recep Bey’in Pensilvanya’da Fetullah’ı ziyaret ettiğini söylediğinde, doğrusunu isterseniz pek inanmamıştım. Gazeteci arkadaşlara da “Bu sefer galiba biraz abartıyor” demiştim.
Ama şimdi inanıyorum.
Hele dün oda tv’de yer bulan Osman Şimşek’in kitabı sonrasında inancım kesinleşti.
Recep Bey’in bundan sonra ne diyeceğini merakla bekliyorum.
Hani Fetullah’la Belediye Başkanlığı döneminde sadece iki veya üç defa karşılaştığını söylüyor, Pensilvanya olayını yalanlıyordu ya, o konuda neler diyeceğini şimdi gerçekten merak ediyorum.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/bu-da-recep-beyin-gazetecisi-2442424/

DIKKAT
Orijinal baskı, el yazmalı notlar ile

indir VE OKU


+

Dolar 4,59
Euro 5,35

Tüm bunların bedelini torunun, torunu daha ödemeye çalışacak!
Eyyy Allah’in bir garip öküz ve inekleri…
Allah, lilah edebiyatı yapanlar…
Salt ülkemizde değil ki coğrafyamızda taaa…
Afrika kıtasına kadar marifetlerini gösterdi…
Oraların ahalisi iyi kötü anladı…
SEN…
Hala anlamamak için direniyorsun!

Güneş ve dua

Güneş giren eve, doktor girmez der atalar…
Yazmışımdır, kendi kendimi ayıplamış, kınamışımdır…
Savunmuşumdur kendimi avukat gibi…
Dedim ya çaresizliğin ifadesi…
Ettiğim küfür, kâfir…
Tekrar, en yürekten, teee içimden gelerek özür dilerim sizlerden…
Ettiğim, savurduğum küfürler yüzünden.

Gençler…
Belki bilmeyebilir, esas olan çekirdek aile değildir…
Türk’ün örf ve adetlerine de terstir…
Büyük aile, birkaç nesil bir arada…
İhtiyarlar evin betti, bereketidir.

“Gençler” kendilerine çeki düzen verirler…
İhtiyar, yaşına hürmeten saygıyı gerektirir, ağzım çok bozuldu rahmetli pederi kaybetti, kaybedeli…
Duayı…
Özellikle ihtiyarlar dillerinden düşürmez, kutsal kitapları, mesela Kur’an-ı Kerim’i…
Karınca duası bereketi…
Bir eve…
Güneş giriyorsa, ihtiyar ihtiyarsa, gümbür gümbür dua okunuyorsa…
O evden korkma!

“Nereye gidiyniz bakeeem”
“Kuş kadar canımı sığdıramadınız bir yere”
NASIL ÖZLEDIM!

Çok şükür Allah’ıma güneşte girer evlerimize…
Eksik olmaz ezanda, duada…
Bir tek kaybettiklerim, eksikliklerini çok his ederim, özlerim.

Yerden göğe haklısın İzmirlim AMA

Biliyor musun?
Bizim buralarda, yayın bölgesine Metropol FM diye bir Türk radyo istasyonu var…
Yok ne reklam yapıyorum ne kötülemek, aşağılamak istiyorum…
Kendine göre bir istasyon işte…
Yokluk içinde varlık(!)

Var mı? Var!
Çok şükür, varla yok arası varlık işte(!)
Tabii O da bizim oğlan gibi müşteri / dinleyici profiline uymak zorunda, bu açıdan kınamıyorum…
Ancak…
Temiz Türkçe talebinde ısrar ediyorum!

Çokkk nadir dinlerim, az sayıda yayını bana hitap ediyor, tesadüfen açtım demin…
Bir kızcağızı çıkarmışlar moderatör, spiker diye…
Anlayacağın sunucu yani…
Sohbet ediyorlar birisiyle, Ramazan sohbetiymiş işte…
Kızcağız ben İzmirliyim demez mi!???
İstanbullu gibi…
Hiç İzmirli bilmesem, tanımasam, çocuk yaştan beri ellerinde büyüdüm desem yalan olmaz…
Adanalılar arasında büyüdüğüm gibi…
Bizim kaderimiz, hayatimiz böyle. Birinci nesil ve ikinci neslin sefilliği…
Gerçi…
Üç, dört, beş…
Bitmez bizim sefilliğimiz, sefaletimiz, bitmez…
Kandıracak yani, bir şive, öfff…
Telaffuz…
Nerede kaldı temiz Türkçe?

İzmirliyim, İzmirli…
İstanbullu gibi…
Temelden yoksun, kökten!

Diyorsun ya dem vuruyorsun damardan…
İzmirlim be…
Bilirsin…
Bilgi gerekli, görgü, çekirdekten esas, öz…
Sanki bilmiyorsun değil mi Kasımpaşa görgüsü, Kasımpaşa terbiyesi hâkim memlekete…
Sen hangi ar damarından bahis ediyorsun Allah aşkına?
Bunu bilen nesil ya ihtiyarladı senin benim gibi ya Hak yanında…
Çocuklar…
Kendi kendini eğitti, anladıkları kadar neredeyse hepsi isyanda…
Güzel Türkçemiz sakız…
İnek çok, öküz çok geviş getirir…
Buzağına ne öğretebilir?

Ar, namus, şeref, haysiyet gibi kavramlar, terbiye…
Te çocuk yaştan itibaren öğretilir, insan eğitilir!

Ar damarı

Muharrem İnce miting kürsüsüne çıktı, asrın liderimizin yakın arkadaşı olan gazeteci Nasuhi Güngör’ün kitabını gösterdi. O kitapta asrın liderimizin Akp’yi kurmadan önce Pensilvanya’ya gidip feto’yla görüştüğü yazıyordu. Şak… Nasuhi Güngör derhal çıktı, kendi kendini yalanladı, kendi yazdığı kitabın “mesnetsiz” olduğunu söyledi, kendi yazdığı kitabın “uydurma” olduğunu, “asılsız” olduğunu söyledi.
*
Aslında buna şükür…
“O kitabı ben yazmadım, Muharrem İnce yazdı” diyebilirdi.
*
Hatta biraz daha sıkıştır Nasuhi’yi… “Benim adım Nasuhi değil, Nasuhi diye birini tanımıyorum” bile diyebilir.
*
Çünkü, Akp döneminin bu memlekete en büyük kötülüğü ne fabrikaların limanların satılmasıdır, ne hortlatılan terördür, ne çökertilen diplomasidir, ne de imha edilen yargıdır…
Akp döneminin en büyük kötülüğü “ar damarı çatlaması”dır.
*
Utanma, sıkılma, ayıp gibi kavramların tedavülden kalkmasıdır.
*
Dindar nesiller ayağıyla yaratılan “günah işleme özgürlüğü”nün kaçınılmaz neticesidir.
*
Bankaların madenlerin barajların elinden çıksın, olsun, gün gelir yerine koyarsın, toprak bile kaybedebilirsin, devran döner, geri kazanırsın. İstibdatı kaldırırsın, yargıyı, diplomasiyi düzeltirsin. Terörü çözmüştük daha önce, vatan şuuruyla hareket edersin, gene çözersin.
Ancak… Ar damarı çatlamışsa kardeşim, o millet ilelebet kazanabileceği ne varsa kaybetmiş demektir.
*
Şah damarı hayati zannedilir.
Halbuki, zamanında müdahale edersen yırtılan şah damarına bile çare vardır, çatlayan ar damarının tamiri yoktur.Allah aşkına elini vicdanına koy, şöyle bir etrafına bak… İşyerinde yalaka, dalkavuk, çarşıda fırıldak, pervane, yanardöner, sohbette dibek dövücünün hınnk deyicisi, yağdanlık, eyyamcı, mitingte şakşakçı, okulda yaltakçı, cenazede bile sırıtık, yılışık, daha bismillah “merhaba” de mesela, anında sırnaşık, vıcık vıcık, goygoycu, arkadaşlıkta riyakar, kaypak, kişiliksiz, dönek, medyada yavşak, yüzsüz, omurgasız, eğilen, bükülen, el pençe divancı, kıç yalayıcı, suratına tükürdüğünde yarabbi şükürcü, şaklaban, güvercin taklacısı, siyasette saray soytarısı… Böyle bir millet miydik biz?
*
Bu soruya cevap bulabilmek için, muhalefet partilerinin seçim beyannamelerini okuyorum.
Siyasi, hukuki, ekonomik, diplomatik vaatlerin elbette hepsi çok değerli ama, eksik…
Bence hepsinin birinci maddesine “ar damarı” yazılmalı.
*
Çünkü millet ittifakı iktidara geldiğinde hepimiz göreceğiz ki, karşısına dikilen en büyük sorun “ar damarı çatlaması” olacak.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/ar-damari-2-2442455/

Gıybet üzerine

Giyabet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, dedikodu yani…
İster inan ister inanma…
En korktuğum şey ekmektir!

Ekmek ile uğraşmak, birisinin rızkına göz dikmek…
Ekmek ile uğraşılmaz kardeşim, rızık ile, Allah herkesin rızkını versin, gönlüne göre versin…
Azı…
Çok eden Rabbim, bereketlendirendir Allah herkesin evladını…
Ailesini, sevdiklerini doyursun ve korusun…
Cümlemizi…
Müslümanı, Hristiyan’ı, Musevi’yi…
İnsanı ve insan evladı olanı!

Konuya geçmeden önce bir anımı anlatmak isterim size…
Hani Dada kaza yaptı ya, bak yalanım varsa Allah belamı versin, akşama çıkarmasın beni…
Anlatıyorum ki…
Sonrasını anlaman açısından önemli…
Çocuk cankurtaranda önde, ben arkasında arabada…
Annem çocukla birlikte, babası polisle meşgul, kardeş Frankfurt’ta…
Tabii onlar çoktan yola çıkmışlardı ben biraz sonra arkalarından hastane yolunda…
Geldim hastaneye park ettim nefes nefese…
Önce çocuk hastanesine gittim sandım oraya götürdüler, meğer doğrudan acile götürmüşler…
İşte koşar adım diyorum anla…
Benim koşturmam ne kadar olursa, dede, nine misali ama bana çok bile…
Yeminle bak, Allah beni akşama değil, bir saat sonrasına çıkarmasın yalanım varsa…
Merdivenler var, “tırmanmadan” soluklanayım dedim, iki kadın, belli bizlerden ne Türk ne Müslüman demek istiyorum, diyemem. Duyuyorum aralarında konuşuyorlar…
“Biliyor musun buraya kadar beleşe geldim!”
Çocuk arabalı, türbanlı ağzı açık ayran budalası gibi diğerini dinliyor…
İkisi de “kapalı” pardösüler yerlere kadar…
Diğerinin çok hoşuna gitti…
“hiii, hiii, hiii!”
Anlayacağınız otobüse para vermemiş yani!

Başkalarının konuşmalarına kulak vermek en basit kelimelerle ayıptır, ayıp…
Kardeşim…
Bırak hırsızlık yapma(larını)* bir tarafa, beğenilmesini, sanki ormanda…
O kadar yüksek sesle konuşuyorlar ki duymamak, anlamamak mümkün değil…
Hangi mağaradan çıktılarsa?

Hafta sonu alışverişi…
Çarşamba’dan yapmıştım, kardeşten. Kimi şeyleri satmıyor, müşteri rağbet göstermiyor…
Şehrin göbeği, park yeri bulmak Allah’a kalmış. Anlatırım bazen Yxx Gxxx’ü…
Hani FETÖ’cü diye adı çıkmış…
Bana ne???
Ha AKTÖ ha FETÖ…
Önünde kocam park yeri var, fiyat ve kalite uygun…
Ben bakarım keseme!

İki tane kocaman şubesi vardı, Bosna mallıda çok satıyordu…
Severim Bosna salam, sucuğunu, Yunan beyaz peynirini, Bulgar kaşarpeynirini…
Özellikle Bulgar ama kim kaybetti ki ben bulayım, bu da Yunan…
Müşterileri alıyor, onlarda satıyor…
Arz, talep meselesi. Bizim oğlanın müşteri profili bu gibi ürünlere açık değil maalesef.

Uzatmayalım…
Adama dükkânları satırdılar…
İçeride çalışanlar tanır, sever beni, sordum kim aldı…
“Ağabey, milliyetçi(!)”
Allah bilir kimin, neyin milliyetçisi?

Anlaşılan…
FETÖ’cü olmasında kim ve ne olursa olsun!

Kısadan hisse…
Ekmekle oynama!

„Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?“

Hucurat, 49/12

Dedikodu…
Bilen bilir beni, yanımda KIMSE dedikodu yapamaz…
Kara Mediha’m bile!

Kadınlar için dedikoducu derler…
“Bizim” erkekler…
Müsveddeleri…
Kadına taş çıkarırlar!

Aslı, astarı ispatlanmadan…
Masumiyet karinesi esastır arkadaşlar, esas…
İnsan olarak da bir Müslüman olarak da!

* Evet, otobüsün parasını vermemek, başkalarının hakkını yemek demektir, hırsızlıktır, adiliktir

Dedim ya demokrasilerin savunma, öz koruma refleksi

Daha sizlerden sonra gelecek nesiller vuracaklar başlarını duvara…
Beddua edecekler atalarına…
Kıl ve göt bir olursa…
Demokraside eğilir önlerinde, dinde…
Bir tek insan, bilgili ve özgüven sahibi eğilmez bu gibilerin önünde…

oku

Hitler ile kıyaslasa ne olur eloğlu, takunyalı Führer dese bu toprakların yazarı…
Gerçeği, gerçekleri göremez, görmek istemezse yurdum insanı…
Ne desen ne anlatsan nafile!


izle

Neden yalan söylüyorsun, NEDEN?

Babam değildi her halde belediye başkanı olarak Beyaz Saray’da karşılanan ki…
Bildiğim kadarıyla bir ilkti…
Sen değil misin Beyaz Saray icazeti ile bu ülkenin başına bela getirilen?
Sen avaz avaz bağırmadın mi orada burada ben Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım diye?
Ulan “orospunun” dölü…
Söyle…
KIMDI???


izle

Dolar 4,61…
Euro 5,39 Tayyip Lirası!
Dur bakalım kapanış nasıl olacak?

Ha F. Güllen icazeti ile ha AB(D)‘nin…
Ne fark eder?
Değil mi ki “gökten zembil ile iner gibi” bindin bu milletin tepesine…
Bir hükümlü…
Onun bunun çocuğu ve uşağı…
Söyleee…
Ne fark eder?

hata üzerine hata yapiyorum, parmaklarim…
cok beterim kadin, cok beter…
AKP’liler okuyorsa…
🙂
Daha beter ol insallah diye dua ediyordur…
Köpegin duasi Kabul olsaymis, gökten kemik yagirmis.

Çok ağrılarım var kadın, çok ağrılar, inanılmaz ağrılar…
Dua ediyorum, duacıyım bitsin diye, kapansın bu gözler, kapansın…
Çok bıktım!


dinle

Hocaaa abartma

Geçmişte…
Bu ve benzeri davranışlar bugünleri getirdi!

Demokrasi…
Kendini korumasını bilmeli!!!

Yine şehit, hep şehit…
G.t kıllı “şehidi” değil, gerçek şehit…
Seçim günü yaklaştıkça…
Bombalı saldırı bekle…
Ses getirecek, oy getirecek cenaze bekle…
Demek istediğimi anla!

Demokrasilerin…
Koruma refleksi olmazsa, ileri demokrasiler gelir başa!