Kapitalizmin yeni jokeri; mikro milliyetçilik

Kapitalizm, emperyalist düşünce ve ilke…
Böl ve yönet…
Dincisi, kafatasçılığa varan Nazi’si, narsisimcisi…
Özsevici(!)

İspanya…
Katalanlar, İspanyol değillermiş…
Ayrılmak istiyorlar, kimi emperyalistler, uluslararası şirketler…
El, avuç ovuşturuyorlar. Yeni kurulan bir devlet, bebek gibi…
Abartarak yazıyorum…
Lazım da lazım, her şey lazım. Lazımlık bile lazım.

Kaşı mikro milliyetçiliği, ortak geçmişi, kederi ve sevinci…
Utancı ve kıvancı unuttur, fark yarat, farklılıkları bilinçaltından bilince yerleştir…
Sen…
Belki sağ, onlar selamet!

Yapma vatandaş, gelme oyuna…
Gör ve anla…
Sen bu toprakların evladı, sen Anadolu medeniyetin bir ürünü…
Uyma, inanma, aldanma gör ortak geçmişi, iste yaşa kardeşçe…
Ortak bir istikbali tehdit olarak görmek, umut vaat eden bir çarkıfelektir gelecek…
Kaderine, bahtına ne çıkarsa. UNUTMA, Allahtan…
Geleceğini bir noktaya kadar kendin tayin etmene izin var.

Mikro milliyetçiliği değil, bölük bölçük…
Bütünü gör, bütünü sev…
Tabiat ana mesela, onun sana ihtiyacı yok, insan olsa da olur olmasa da…
AMA senin ona ihtiyacın var, her türlü.

“Bilal’in anası, hırsızın avradı” meselesi

Facebok’ta yayınlanmış bugün, valide söyledi, baktım, gerçekdışı!

Ne kadar kızsam da iğrensem de bu insanlardan…
Aramızdaki fark…
Dürüstlük, mertlik olmalı…
İki kavramda benim için, benim hayatımda önemli…
Yetiştiren böyle yetiştirdi.

Emine Erdoğan…
Bir yatak odası…
Krallara laik, montaj…
İnternette, her gördüğüne, duyduğuna inanma, analitikci, forenzik uzmanı olman gerekmez…
Sağduyu, gören göz yeter…
Boyutlar, ebatlar birbirine uymalı, gör yeter…
Aldanma, kanma…
Gerçekleri gör yeter!

Kaynak Facebook Takunya, resim oradan alinmis, yukarki baslik atilmis olmali

Ooorospuuu çocukları, MUTLAKA OKU

Sayın Özdil yazdı, mutlaka okunmalı!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Wanted

20 Eylül 2017

Sene 1976…
Kıbrıs Barış Harekatı’nın ikinci yıldönümünü kutladığımız gün, MTA Sismik-1 Hora, petrol aramak üzere Ege’ye açıldı. Ve, tarihi rest çekildi: Yunanistan müdahale ederse vururuz!
*
1942 modeldi Hora, 55 metre boyunda, 9 metre enindeydi. Ama, uçak gemisi kadar etkiliydi. Bu küçücük sembolik tekne, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin devasa gücünü temsil ediyordu.
*
Kıbrıs’ta sopayı yiyen Atina kıvrım kıvrım kıvranıyor, gıkını çıkaramıyordu. Silah ambargosu tehdidi işe yaramıyordu. Çünkü, Kaddafi açık açık “Libya’ya ait Mirage savaş uçakları Türk Hava Kuvvetleri’nin emrindedir” diyordu.
*
Başbakan, Demirel’di. Ama, işin adresi belliydi. ABD başkanı Gerald Ford, başbakanı değil, Bülent Ecevit’i Beyaz Saray’a davet etti. Kıbrıs Fatihi’ni ikna etmeye çalışacak, Yunanistan’ı daha fazla hırpalamamamızı rica edecekti. Diplomatik mesajlar çoktan verilmişti zaten… “ABD yönetimi olarak Ege’ye çıkmanıza karışmayacağız, istediğiniz yerde petrol arayabilirsiniz.”
*
Ecevit daveti kabul etti, ilk durağı New York’tu, The Westbury oteline yerleşti, Türk işadamlarının yemeğine katılacak, sonra Washington’a geçecekti. Onuruna verilen yemek, Waldorf Astoria otelindeydi.
*
Geldi Waldorf Astoria’ya, lobiye girdi, işte o anda olanlar oldu… Stavros Psihopedrisdes isimli Kıbrıslı Rum, tabancasını çıkardı, toplu Smith Wesson’dı, geberrr diye bağırarak Ecevit’e doğrulttu. Ölüm salise kadar yakındı, hayat adeta film şeridi gibi donmuştu. Bernard Johnson hariç… Siyahi FBI ajanı Bernard, hiç tereddüt etmeden merminin üstüne atladı, tetiğe basamadan Stavros’u yere yıktı.
*
Şok üstüne şok yaşanıyordu, çünkü, Bernard yere yıktığında Stavros’un kolu koptu!
*
En azından herkes öyle sanmıştı. Aslında, EOKA militanıydı, barış harekatımız sırasında el bombası fırlatmaya çalışırken elinde patlamış, kolu kopmuştu, protez kol kullanıyordu.
*
(28 yaşındaydı Stavros… Soruşturma neticesinde, Yunan istihbarat teşkilatı’nın tetikçisi olduğu ortaya çıktı. Bir ay önce New York’a gelmiş, Park Lane otelinde kasiyer olarak işe başlamıştı. Güya yargılandı, Rum lobisi devreye girdi, bir sene bile yatmadan, 100 bin dolar kefaletle serbest bırakıldı, yırttı.)
*
(Bernard Johnson, ABD dışişleri bakanlığı güvenlik biriminde genç bir koruma ajanıydı. O gün, Frederick Locker ve George Mitchel isimli ajanlarla birlikte Ecevit’in çevresinde görevliydiler. Bernard yakın koruma konusunda özel eğitim aldığı için, nereye hamle yapacağını çok iyi biliyordu. Soğukkanlı şekilde tabancaya uzanmıştı, suikastçinin ateşlemek üzere olduğu tabancanın horozu başparmağını delmişti.)
*
Bülent Ecevit memlekete döner dönmez ilk iş, kendisi için göğsünü siper eden Bernard’ı davet etti. Bernard, o dönemin ABD dışişleri bakanı Kissinger’ın özel izniyle Türkiye’ye geldi, İstanbul’u gezdi, ardından başkente geçti. Ecevit, hayatını kurtaran FBI ajanının onuruna Marmara Oteli’nde yemek verdi, sarıldılar, sohbet ettiler, güzel güzel ağırlandı, uğurlandı.
*
23 sene sonra, 1999’da… Ecevit başbakan olarak gene New York’a gitti. Suikaste uğradığı Waldorf Astoria’da kalıyordu. Konferans vermek üzere Türkevi’ne gittiğinde, kendisini sürpriz bir konuk bekliyordu. Bernard oradaydı… Terfi etmiş, ABD dışişleri bakanlığının New York güvenlik başkanı olmuştu.
*
Kucaklaştılar, sohbet ettiler, korkunç hadiseyi kahkahalarla andılar, ayrıldılar. Elbette New York’a gelen her yabancı devlet adamı önemle korunuyordu
ama, Ecevit’in yeri bambaşkaydı.
O kocaman yürekli naif adam,
hem cesareti, hem zarafeti,
hem de Bernard’la dostluğa
varan ilişkisi nedeniyle ayrı yere sahipti. FBI’ın en seçkin ekipleri
koruyor, adeta ABD başkanı gibi muamele görüyordu.
*
Yedi sene sonra, 2006… Ecevit vefat etti. Rahşan hanıma gönderilen taziye mesajları arasında, emekliye ayrılmış olan Bernard Johnson’ın satırları vardı: “Büyük bir insanın ölümünü öğrenmekten dolayı derin üzüntü içindeyim, size ve Türk milletine başsağlığı dilerim.”
*
Ooff of.
*
Böyle adamlar tarafından yönetiliyordu Türkiye… Böyle adamlar sayesinde, kodu mu oturtan bir ordumuz vardı, Ege Denizi bizimdi, Kıbrıs yavru vatandı, Apo tıpış tıpış bize teslim edilmişti, PKK sıfırı tüketmişti, Barzani anca binbaşılarımızla muhatap olabiliyordu, Avrupa Birliği’yle ilişkimiz sağlıklıydı, İsrail-Filistin dengesini, İran-ABD dengesini gayet iyi koruyorduk, Mısır kardeşimizdi, Kaddafi fedaimizdi, Merve Kavakçı gibi tarikatçıların dizinin dibinde oturan Amerikan vatandaşları mecliste cirit atamıyordu, özel bankaların çoğu gırtlağına kadar kredi yolsuzluğuna bulaşmıştı ama, Halkbank gibi devlet bankaları gururumuzdu… ABD’nin “en sevmediği” başbakanımız Karaoğlan, namuslu, yurtsever çizgisiyle, sezarın hakkı sezara misali, Beyaz Saray’ın ve FBI’ın en saygı duyduğu başbakanımızdı. Kaderin cilvesi, ABD’nin en sevmediği başbakanımız, bizzat Amerikan ajanları tarafından ölümden korunuyordu.
*
E şimdi bakıyoruz… Ekonomi bakanımız hakkında ABD’de tutuklama kararı çıktı. FBI ajanları tarafından takip edilen Halkbank genel müdürü kara para yolsuzluğundan ABD’de sanık… Bileği bükülmeyen ordumuz, Akp döneminde kurşun sıkmadan imha edildi, Libya’nın Miragelarını boşverdik, kendi F16’larımızı uçuracak pilotumuz yok. Yunanistan adalarımıza oturdu, Akdeniz’de petrolü onlar çıkarıyor, biz yakında Ege denizine balık avlamaya bile çıkamayacağız. AKP desteğiyle “yes be annem” dedirttiler, Kıbrıs gitti, Rumlar AB’ye girdi, dört milyon Suriyeli bize girdi, Türkiye’nin AB’yle ilişkisi koptu, en yakın dostumuz Almanya’yla düşman olduk. Akp hükümeti Apo’yla masaya oturdu, Kandil’le müzakare yaptı, terör hortladı, Pentagon PKK’ya tırlarla silah veriyor, Akp’nin onur konuğu Barzani devlet ilan ediyor. Mısır’la bozuştuk, Kaddafi’yi linç ettirdik, papaz olmadığımız komşu kalmadı, bulaşmadığımız köktendinci terör örgütü kalmadı. Tarikatçının dizinin dibinde oturan Amerikan vatandaşı Merve Kavakçı, büyükelçi yapıldı. 80 milyonluk Türkiye, 300 bin nüfuslu Katar’a teslim olmuş, bedevi develerinin arkasına takıldı gidiyor.
*
Ve, hazindir…
Asrın liderimiz New York’ta.
Saygı görmesinden filan vazgeçtik.
Korumaları “wanted”
afişiyle aranıyor!

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/wanted-2017281/

Açım aç, kızıl aç

Kurt gibi açım, aç…
Ruhum, gözüm, gönlüm, beynim aç…
Beden aç…
Aşk ile doymalı, aşk ile dokunmalı, insan aşk ile, aşk ile sevmeli, aşk ile inanmalı…
Sonsuzluğa aşkı katmalı.

Öğleden sonra, bir gibi, kadın dört yüz dört sanki, yapıştı…
Kurtul kurtula bilirsen. Tutkal misali, Japon yapıştırıcısı…
Akşam akşam…
Kafaya, göze, ruha idman yaptırmalı:

Bu resme iyi bakın dostlar, ne görüyorsunuz bu resimde?
Sanatçı dostum, tam bir hanımefendi…
Kendisi müzisyen, ressam ve yazar…
İnce bir ruh, sanki bir nefes ipek gibi…
Ucube değil bu…
Çok ama çok derin manası, kırk sekiz sene önünde durup düşünsem…
Esrarına, anlamına, içinde barındırdığı gizemine vakıf olmam, olamam!

Size düşünmeye fırsat…
Gerisiyle yarına devam.

Önder

İmkânsız olanı gerçekleştirebilmek(!) bazen

Mümkün!
Yeter ki kendine güven, yeter ki yaptığının hakkini ver…
Kul görmese Allah görür…
Cyber güvenlik…
Normal şartlar altında Microsoft’tan davet almak oldukça güçtür…
Birde ücretsiz, neredeyse imkânsız. Binlerce Euro, binlerce…
Bilgi, birikim nakit para!
Türkiye’den dönebilirsem Münih mi Berlin mi?
Tercihim her zaman Münih benim!
Severim Bavyera’yı, insanlarını. Öğrenmeyi…
Öğretmeyi!

Acı patlıcanın kırağı çalmaz güllüsü

Sen “korkma”
Sağlığım…
Çatla, patla…
Allah ne yazdıysa O gelecek başa!

Ateşten korksak odun, kalas…
Pardon erkek olmazdık, çeyrekte olsak…
Neticede erkek diye geziniyoruz ortalık yerde…
Bin şahit gerekse bile…
Korkunun gülümmm, korkunun ecele faydası yok…
Korksam bile, eceli kaza, eceli müsemma…
Biliyorsun, rahmetli babamın sözü…
Evet, müsemma, biliyorum papatyam biliyorum, çağrıştırıyorum…
Allah’ıma sığındım, çıkmış oldum bir kez bu yola…
Kasımpaşalı ayı karşısında, hanım da korkuyor, ana da…
Anlaşılan sende ama…
Ölmek var dönmek yok bu yolda!

İtin kuyruğu it ile birlikte sallanır

Kim it, kim kuyruk karar sizin…
AKTÖ, FETÖ…
Yumurta ile tavuk meselesi gibi, kim önce geldi, kim sonra…
İkisi birden bal gibi irtica!

Okuyamıyorum artık dostlar okuyamıyorum!!!
Gözler mi?
Zihin mi, yoksa bedenin etkisi mi?
Bilmiyorum(!)

Çocuk, YOK bebekten farkım kalmadı yılardan beri…
Yedi miydi, sekiz mi uyuyup kalmışım, dün bir sinir krizinden ötekine…
Siyaseten artık dünya biliyor bu zibidinin, zihniyetinin ne MAL olduğunu, dünya tanıdı…
AMA…
Ekonomistler…
Ulan körler, ulan nankörler, nasıl hala aldanır, nasıl kanarsınız?

Bir çalışma başladım…
SOYUT…
Tayyip istatistiği değil, SOMUT veri…
Ekonomi…
Mesela Almanya,
>>> her şey kayıt, kuyut. Her şey yazılı ve imzalı <<< Mahkemelerde, hakim önünde > el sıkışarak < yapılan bir anlaşma sanki yazılı, imzalı gibi geçerli…
YAZILMAMIS bir hukuk kuralı, GÜVEN arkadaş güven…
Ekonomistler, çağdaş ekonomistler hayal satar, umut satar, spekülasyon…
Haliyle devlet bu, ciddi bir “müessese”. İstatistiklerine, verilerine güvenmeli…
Bilememişler, anlamamışlar Tayyipistanı. Kâğıt üzerindeki oyunları. Reel ekonomi…
Çok farklı, çok (…)

İtin kuyruğu it ile birlikte sallanır