Veee aklıma HARP gelir

Askeriyenin hayaliydi…
Doğayı silah olarak kullanmak, HARP…
Yazmışımdır evvelsi bu konuda, arşivlerim meydanda…
Bundan yıllar öncesiydi, galiba Obama yönetimi sıralarında…
Amerika’yı kasırga vurdu, ama ne vurmak…
Rivayete göre Çin ve HARP bu felaketin sorumlusuydu, radyo dalgalarıyla çalışan bir “silah”
Muhteliftir söylentiler, bu silah var – yok, çalışıyor…
Çalışmıyor(!)

Recep Tayyip Erdoğan, deli p.zevengin teki…
Şuursuz…
Kör cahil ama aptal değil. Zararı ülkemize, gidebildiği, varabildiği, elinin en fazla uzanabildiği…
Bazı komşularımız ve Türkiye Cumhuriyeti…
Trump…
Bir başka deli, p.zevenk mi değil mi kararsızım, en azından ülkesini satıyor görünümünde değil…
Ancak…
Etkisi dünya çapında(!)

Haberler bir öyle bir böyle…
Çin ile ticari savaş kapıda…
Aslında…
Haktır böyle herifleri, kovboyları çıktıkları yere geri sokmak…
Ders vermek…
Ama…
Aması var işte korkarım evlatlar için, Erdoğan gibileri…
Trump misali kendini beğenmişleri gebertmeli…
Bir köpek gibi sadece gebertmeli böyle şuursuzları!

Söyleyene bak hizaya gel

Dalkavuk…
Dal y…k kuklası(!)

Sosyal medya “dilini” eleştiriyor, Türkçemiz, dilimiz, iletişim aracımız…
Ortak bir değerimiz yozlaşmamalı buraya kadar doğru AMA…
Ya bizi biz yapan diğer değerler?
Nesilden nesille özenle bugünlere kadar gelenler ve son on – on beş yılda yitirdiklerimiz…
Onlar ne olacak?

Bu değerleri yitirmemizin yüzde yüz sorumluları kendileriyken…
Ya bunlar nasıl yaratıklar, nasıl mahluklar, nasıl herifler?
Ve…
Bunları insan yerine koyup seçenler, bu yaratıklar bunun bedelini nasıl ödeyecek, söyle nasıl?

Kötü haber tez gelirmiş

Yine öyle oldu…
Allah…
Taksiratını af etsin, mekânın cennet olsun.

Seniha teyze…
Annem anlatıyor şimdi, küçükken onunla kızma birader oynar hep kavga edermişim…
Hayal mayal hatırlıyorum, yıllar oldu görmeyeli, ölüm haberi geldi…
Eşi telefonla aradı bizi, kırkı okunacakmış Cumartesi.

Nedendir bilmem…
Ölümü en az hak edenler en erken gidiyorlar…
Dönüşü olmayan o yolculuğa çıkıyorlar…
Arkadaş, şu üç günlük dünyada…
Yapma, yapma, yapma…
Marazdan, küslükten, kavgadan, fitne – fesattan, kötülükten kime ne fayda?

Başörtülü bir kadıncağızdı, türbanlı değil…
Orucu, namazı…
Dua dilinden eksik olmazdı, güler yüzlü bir insandı.

Çok değil, ne insanlar tanıdım sözde namazında, orucunda…
İnandım, aldandım, kandım…
Yanalın bini bir para…
Yürek temiz olmadıktan sonra, beden, ruh, eller ve dil kir – pas içinde, başına, kıçına sardığın bir damla paçavrayla ne insan olunur ne Müslüman. Zamanında uzanan bir el, bir tatlı söz, bir tebessüm, teselli edici bir iki cümle, sımsıcak, yürekten bir sarılma…
Seninleyim bu acı gününde, seninle…
Dualarım seninle, acında ve sevincinde seninleyim seninle…
Ama nerede?
Arada bul insanı, ara dur insan evladını!

Öyleydi, aynen böyle, insandı, insan evladıydı…
Allah…
Taksiratını af etsin, mekânın cennet olsun…
Seniha teyze.

Kan şekeri üzerine

Yedi yüzdü, yani 700 mg/dl veya 38,9 mmol/l…
Koma!

Düşmedim şeker komasına…
Neden?
Bilmem, tıpkı benimle ilk defa tanışıp raporlarımı okuyan doktorların “sen neden hala yaşıyorsun, neden ölmedin” sorusu gibi bir şey buda(!)

Birkaç ay öncesi…
> Ağır < ilaç tedavisiyle şeker yediye, yani 130 mg/dl’ye indi…
Annem geleli bir hafta falan oldu, kadın indiriyor bindiriyor “Önder çok zayıfladın” deyip duruyor…
Bence zayıflamadım ama O öyle diyor. Sinsi bir hastalıktır şeker, sinsi, kanser gibi içten içe yer bitirir insani…
Körlükten felce her şey mümkün, dikkat etmezsen öyle. Beni en çok etkileyen halsizlik, baş dönmesi, bayılmalar. Çok şükür bayılma yok bu ara ama bayılmaya çok yakınım, geçenlerde karşıdan karşıya geçerken, trafik vızır vızır, ramak kaldı, tamamen şans bir anda kendimi dükkân önünde buldum (…)
Veya araba…
Tüm gün direksiyon başındayım, zırt oraya zırt buraya. Kalp, şeker, tansiyon…
Kısmen kalıtsal…
Ne beslenmeme dikkat ediyorum ne ilaçlarımı düzenli içiyorum…
Kimin için ve neden?

İlginç olan…
Aylar var ağzıma içki sürmüyorum, konyaklar, viskiler, rakılar beni bekler!

Aklım gider iğneden, nefret ediyorum ya, nefret…
Dün…
18 suları…
Sabahtan doktora gitmiş kan vermiştim. Birkaç hafta öncesi verdiğim kan “donmuş” Diabetes mellitus…
Tek o olsa, mellitus, yunanca bal gibi tatlı demek…
Kanımdaki yağ, çok güldüm doktora. Alınan kan tüpte bir süre sonra aşağıya çökermiş, üstünde “su gibi” bir sıvı kalırmış, sarı ama “saydam”, yani öteki tarafı görüyormuşsun. Bende > koyu sarı <. Öyle sarı ki öte tarafı görmen mümkün değilmiş. Motordaki hortumlar…
Yani kalbimdeki kılcal damarlar selam söyler(!)

Doktor diyor; “IMKANSIZ!!! imkânsız o ilaçlarının hala sende olması, çoktan bitmiş olması lazımdı” Şeker iğnesinden bir öncesi verilen > ağır < bir ilaç, O ve bir tane daha ona benzer “ağır” bir hap…
Ta Şubat ayında vermiş en son, şimdi Ağustos ayındayız…
Unutuyorum, canim içmek istemiyor falan filan…
Dedim ya neden ve kimin için(!)
Saadete gelmek gerekirse, dün 18 sularıydı annem bir telaşla girdi odama “Önder, doktor!”

“ >>> Hemen <<< gelebilir misin?”
Sesimden anlamış olmalı, bir şeylerle uğraşıyordum, hiç zamanı değildi…
“On, on beş dakika sonrada olabilir AMA mutlaka gelmen lazım”
Hayda!!!

Annemin beti – benzi atmıştı…
Atladım arabaya doğru doktora, yolda…
Aklımdan ne senaryolar geçti, oğlan, Allah korusun…
Annem, hanım, Oma falan korktum…
Yeminle…
Hayatımdan öyle bezdim ki kendimi düşünmedim. Ama sevdiklerim, kalbimde olanlar…
Çok korktum. Doktorda…
Sabah alınan kan yine donmuş, analiz edilemiyormuş…
O kadar koyu yani, şeker fırlamış yine 11 üzerine…
Tamam komaya uzak ama kanımdaki yağ tek kelimeyle feci!

Peki, neden anlattım bunları size?
Neden durup dururken bir önceki yazımda paraya değindim?
Beni bilen bilir, sebepsiz ne bir şey söylerim, yaparım veya yazarım…
MUTLAKA vardır bir sebebi…
Önce parayla başlayıp kan şekerine geçelim…
Bundan iki gece öncesi Alman televizyonunda Dubai ile ilgili çok güzel bir belgesel vardı…
Konu Dubai’ydi, genelde bu emirlikti ama özelde Arap anlatılıyordu…
Ben bu insanlardan boşuna tiksinmiyorum, “çağdaş” Arap’tan boşuna iğrenmiyorum…
Müslümanlar ya…
Lanet olsun onlara…
Gerçi “eski” Arap, ataları da deve ve insan tüccarıydılar…
Pek bir şey değişmedi yani…
Bedevi…
Bak Persler, yani Iranlalar çok başka!

Peygamber Efendimizin “ümmeti”
Peygamber Efendimizin hak, adalet anlayışı…
Peygamber Efendimizin yaratılana olan sevgi ve saygısı, taş – toprak, insan, hayvan hiç fark etmez…
Hele kadına bakışı…
Çok farklı…
Yakışmadı ümmetine, yakışmıyor, yakışmadı!

Gurbetçi bir ailenin evladıyım…
İki lokma ekmek, bir avuç para için gelmiş ailem buralara…
Allah razı olsun, hani Hristiyan diyeceğim ama “değil”, Alman insan, verdi hem ekmek hem para…
Ha canımızı çıkardı mi? Çıkardı! Ama verdi > hak < olanı…
Bilirim gurbet eli, bilirim parasızlığı, bilirim açlığı…
Ve biliyorum mesela Dubai…
Arap…
Çalıştı da mı yaptı? El emeği, göz nuru harcadı da mı kazandı onca parayı?
Yoooo…
Dişinden, tırnağından arttırıp da mı servet sahibi oldu?
Kafayı mi çalıştırdı? Ne yaptı ne yaptı da servet sahibi oldu?
Allah verdi, yiyor hayvan, yiyor düşünmeden…
Hindistan’dan geliyor işçiler, Afrika’dan…
Müslüman ya, Müslüman!???
300 dolara çalıştırıyor koca bir ay 40 – 50 derece sıcakta…
Söyle…
Bunların neresi Müslüman, neresi Peygamber Efendimizin ümmeti?
Nasıl ki şeker, kanser gibi sinsi hastalıklar bir insanı içten içe kemiriyor, bitiriyor, tüketiyorsa…
Toplumu zararlı akımlar…
İnsanı…
Cehalet, düşüncesizlik, vurdum duymazlık gibi durumlar etkisiz ve tepkisiz kılıyor.

Remember time is money

Türkçesi; vakit nakittir…
Benjamin Franklin’in sözü. İktisadi, yani ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olmaz ilkesinden yola çıkan Atatürk bir kez daha uzak görüşlülüğünü kanıtlamıştır.
Bak ülkenin haline, gör işsizliği. Yaşıyorsun borç batağını, harcıyorsun karşılığı olmayan paracıkları(!)

Napolyon ne diyordu?
“Para, para, para!”

Para…
Kadın gibidir, işin gücün yoksa peşinden koştur dur!?
Sonunda…
İkisine de sahip olduğunda, doymazsın…
Ne kadına ne paraya, oldukça olsun istersin…
Halbuki ikisine de ölçü ile sahip olursan tevazuunun sukutu, iç huzurun mutluluğuna erersin.