Kader… Bana bir borcun var, Katalanlar

Aklıma gelir gelir ayı ??? gelir…
Yok…
Bu ayı Kasımpaşa ayısı değil!

Gençliğimde…
Rahmetliyle henüz evlenmiştik, bir aile dostumuzun lakabı ayı ??? idi…
İri yarı, uzun boylu olduğu için ona bu lakabı takmışlardı…
Gençlik işte, ailece çok güzel vakit geçirmişizdir…
28 sene sonra bu guruptan boşanmadan kalan, arta kalan…
Sadece iki aile. Biri benim diğeri yine yakın bir dostum olan ama köfte yüzünden kızıp, mecbur kalmadıkça konuşmadığım bir insan. Benim kitabımda boşanmak yazmaz!!!

Kader…
Kader aldı sevdiğimi, sevdamı elimden, alın yazısı. Kader denilen o ne olduğu belirsiz…
Bana…
Borçu kaldı!

Ödememek için ısrarcı, çıkardı karşıma nice 90 – 60 – 90’ı
Yataklıkları…
Yüreğimi ısıtacak, döşeğimi dolduracak, ruhumu ve aklımı doyuracak olanı…
Bana borçlu kaldı!

Kazadan seneler sonra…
Duyduk, ayı ??? ile ??? boşanacak, ayının kız kardeşi hanımın çok yakın arkadaşı…
Gerçekten çok üzüldük, her ne kadar ayı ile eşi eski dost bile olsalar, yeniden evlendikten sonra git – gelimiz olmamıştı.

Düşündük hanım ile birlikte…
Ne yapabiliriz ne yapabiliriz?
Gidip konuşalım dedik.

Katalanlar…
Bilmem haberlerde izlediniz, konuşmayı dinlediniz mi?
İnattın kimseye faydası yok…
Götürüsü çok, getirisi az bir lüks…
Avrupa…
İkinci Dünya Savaşı sonrası >>> bir <<< olmanın, birlik olmanın arayışında…
Bir yerde bu arayışı uzun seneler sonrasında neticelendirmiş görünüyorlardı…
Ah şu insan, ah şu menfaat, şu bencillik denilen illetler olmasa…
Kendine gelince iğneyi, çuvaldızı başkasına batıran Avrupa!
Göbek adi riya olan, iki ayrı ölçüt ile ortalıkta dolaşan, tek dişi kalmış kaplan.

Gittik konuşmaya…
Allah’ım keşke gitmez olaydım, yerin yedi kat dibine geçtim…
Yıllardır tanıdığım bir kadın, arkadaşımın eşi…
Tekrar hatırlatmak isterim, toplumu oluşturan birey, insan…
İnsanda da toplumlarda da…
An gelir…
Sözün bittiği noktadır!

Anlatmaya başladı mahremini…
Kocasının kimi cinsel tercihlerini, utancımdan ölmek istedim O an…
Dinlemedim, dinleyemedim…
Söyleyecek, yapılacak hiçbir şey yoktu!

Ne diyor Katalan başkan?
İspanya ile diyalog…
İlan etmedi bağımsızlığı, konuşalım dedi, konuşmak, konuşmayı istemek…
Uzlaşıya bir zemin hazırlamaktır…
Bir şekilde yine birlikte yola devam etmenin azminde olmak…
Evet, konuşmalı, anlaşmalıdır insan, en azından anlaşmaya, orta yolu bulmaya çalışmalıdır…
Olmadı…
Nasıl ki Allah’ın emriyle insanlar birleşiyorsa, öylede yollarını ayırabilir…
AMA…
Önce uzaklaşmaya, ortak geleceğe konuşarak, anlaşarak bir şans vermelidir.

Not: aslında uzun bir yazı olacaktı, kestim attım…
Feci, facia kelimeleri kifayetsiz kalır, öyleyim bugün…
Avrupa…
Arabuluculuğu teklifinde bulundu…
Kendine gelince böyle, başkasına gelince menfaatleri doğrultusunda…
Hayat dediğin, insan dediğin böyle bir şey işte!

Deniz Baykal örneğinden yola çıkarak

Öncellikle hayat…
Hemen ardından ömrüm boyunca mücadele etmek zorunda kaldıklarım bana bir şeyi öğretti…
Rakibini sakın ola ki hafife alma!

Önlem alman gerektiği takdirde…
Gereğinin bir…
Belki iki, üç fazlası önlem al, hüsrana uğrama!

Tesadüf denilen faktörü daima hesapla!

Hesaplayamadığın…
Tüm olasılıkları düşünemeyeceğin, öngöremeyeceğin ve gerekli tedbirleri alamayacağın riske girme…
Rakibinin, içine sızarak, en güvendiğin, sırtını dayadığın dağın içini oyabileceğini, onu dinamitleyebileceğini, lağımcılar misali…
Ayağının sağlam bastığı toprağı bile kaydırabileceğini unutma…
Bildiğin yetmez, bilmediğini bilmeli, bildiğinden emin olmalısın.

Herkesin yürüdüğü patikadan, yoldan yürüdüğün sürece kendini emniyette, güvende his edebilirsin…
Sürü psikolojisine aldanma…
Aklını kullanmayı ihmal etme, içindeki duyulara kulak ver…
Güven yetmez…
Sonsuz güvendiğine danış, konuş, akıl al. Akıl akıldan üstündür der atalar…
Ser ver…
Ama sakın sır verme!

Deniz Baykal örneğinden yola çıkarak diyebiliriz ki…
Üst akıl ve akılsızlığın, tecrübesizlik ve bilgisizliğin iş birliği ile edildi koca memleket esir…
Deniz Baykal ve O malum görüntüleri…
Benim gibilerin midesini bulandırmış olmalı…
Bulandırdı da arşivlerim meydanda…
Üst akıl ile öncellikle Gülleni kast ediyorum, AB(D) sonraki planda…
Akılsızın, Kasımpaşa ayısının akıl hocasının hocası onlar, onları şimdilik karıştırma, kurcalama…
Profesyonellikten uzak, semi profesyonel çıktılar yola. Yolda, beraber yürüdükleri yolda öğrendiler…
Kullandıkları donanımdan, görüntü kalitesinden ve mesela kamera yerleştirme ve kullanılan açısından belliydi. Demem o ki…
Geçenlerde de yazmıştım F. Güllen ve ekibi ne kadar entelektüellere, mürekkep yalamışlara meyilliyse, öteki bir o kadar çer – çöpe.

Dolayısıyla akılsız kaldı p.ç gibi meydanda…
AMA…
“Akılısı” bile böyle bir “bilgi” ve donanımla çıkıyorsa yola, anla…
Gerçi aradan yıllar geçti, muhtemelen akıl kendini geliştirdi…
YAZAMAM TABII, ISIM…
Açık veremem, ANCAK uyarabilirim…
Hazırlıklarım neredeyse tamam, çok sürmez, resimli gerektiğinde görüntülü yayına geçeceğim…
İster 128 Bit, ister 256 Bitlik BitLocker şifrelemiş ol…
Gizlediğin, gizlemeye çalıştığın meydanda!

Yok, Microsoft’un desteğine bile gerek yok…
Zaten hali hazırda en azından Amerikan devletine karşı, büyük tehlike(ler)…
Farklı önlemler gerektirir!

Ben söylemiş olayım da sonradan kimse demesin neden söylemedin!

Ortalama ve / veya zorlama

İstatistiki veriler gerekli…
İnsana bir yol gösterici…
Bir pusula, bir kılavuz bir nevi.

Haliyle bilişimde, benim ilgi ve etki alanımda, kenarından köşesinden bile olsa…
İlgilenmem, bilmem gereken bir meseleydi…
Orta…
Kendimi en emniyete, en güvende his ettiğim yer…
Ortalama…
İstatistiki verilerde dört çeşit ortalama vardır, betimlemesi…
Aritmetik ortalama…
Geometrik ortalama…
Harmonik ortalama ve karekök ortalaması.

Kardeşim sen ne atlatıyorsun bana deme…
Bekle kardeşim bekle…
Hem öğretiyorum hem anlatıyorum anlasana…
Aslında…
Herkes kendini özel sansa bile, yaradan…
Bilgeliği ile kimi özelliklerimizi ortak yaratmış, erkekleri mesela erkek, kadını kadın yaratırken…
Hepsine vermiş ortak ve ortalama derdi, çileyi, sevinci, kimi dış özelliklerini VE YINE iki ayrı cins bile olsa, bu iki ayrı canlı türüne yine ortalama, ortak iki göz…
On parmak…
İki kulak bir yürek ve benzeri özellikleri.

Anlayacağın…
Her ne kadar birbirimizden farklıymışız gibi görünsek de o kadar ortak yanlarımız var ki…
O kadar ortalamayız ki…
Aklın hayalin durur, k.çın tavana vurur(!)

Kendim için hep derim…
Beni öyle kolay kolay bir çekmeceye sığdıramazsın…
Bir noktaya kadar doğrudur, gerisi…
Herkesin ortalaması.

İnançlar kardeşim, bir insanın inandıkları…
Yetiştiği ortam, çevresi, görgüsü…
Darphanede basılan bozuk para misali insani şekillendirir…
Görüş ve karakterini oluşturur, dış etkenlerin üzerinde tahmin ettiğinin ötesinde bir etkisi olur.

Aradan yıllar geçti…
Koca bir “imparatorluk” yıkıldı, devrim oldu, eşitliğin, insanlığın sözde öne çıkacağı bir devrim…
Kuramda…
Ne kadar güzel ne kadar hoş…
Genelmesinde öyle, özelde…
Eşitler arasında eşit olanın daha eşit olduğu, insandan…
İnsana farklılıkların olduğu, ZORLA…
ZORLAMAYLA bile insanın içinde beslediği inançlarını yok edemeyeceğin anlaşıldı.

Evet, Rusya güzel bir örnektir hepimize…
Anlayana, anlayabilene…
Gazi Paşa…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bunu biliyordu…
Ve yine biliyordu ki…
Din namına, inançlar uğuruna nice insan heba oldu…
Niceleri kandırıldı, soyulup – soğana çevrildi…
Aldatıldı, sömürüldü…
En temel, en insani duygular ve ihtiyaçlar namına…
İnsan…
Yine insan tarafından sömürüldü.

Atatürk bunları görmüştü, biliyordu…
Ve Türk’ü…
Karakterini, özünde yatan O cevher ve gücün, O karşı konmaz duygunun farkındaydı…
Türk…
Özgürdü, hür…
Hür doğmuş, elbette Türk hür ölecektir.

İstiklal marşımızda bile bu cevherin, bu dayanılmaz dürtünün özelliklerini görmüyor muyuz?

Evet kardeşim…
Ortalamalar arasında siyasi ve yaşam tarzı, inançları açısından Türk toplumuna baktığında…
Enteli, danteli, liberali…
Her ne kadar harmonik ortalama gibi gözükse bile…
Muhafazakârlar gibi geometrik bir ortalamadır…
Kıstasları…
Kati çizgiler ile, çerçeveleri çizilidir…
Sesiz çoğunluk aritmetik ortalama ise…
İstatistiki açıdan dinci…
Karekök ortalamasıdır.

Demem o dur ki…
İnsan neyse…
Odur…
Ortalama ve / veya zorlama ile değişmek istemeyen insanı değiştiremezsin!

Kanatlarım olsa uçacağım, hanım diyor şımarma

Şeker…
Hiç ciddiye almadığım bir şeydi. Bunca gerçekten çok ciddi rahatsızlık yanında, şekerin sözü mü olur?
Geçen Cuma, doktorda…
Kadının bir ağzıma … kaldı!!!

Kazadan sonra, tüm hastanelerden çıktıktan sonra…
Allah gani gani rahmet eylesin, Dr. Preißler, doktorların doktoru…
Bana…
Affedersiniz kadın dahil, kahve, içki…
Her şeyi AMA her şeyi yasak etmişti. Uçmayı bile, senelerce uçağa binemedim…
Onun benzeri, şimdiki doktorum…
YASAK!!!

Preißler’e de sormuştum, ben niye yaşıyorum daha?
Buna da sordum. Ya kadın etme eyleme. YOK…
Kadın Nuh diyor peygamber demiyor!

Allaha çok şükür, yuvarlanıp gidiyoruz. Namerde muhtaç olmadan…
Rahmetli eniştem gelir aklıma…
“Namerde muhtaç olacağıma, c.kümü keser yerim!”
O hesap. Dolaplarım giyecek dolu, özellikle takım elbise, gömlek, kravat…
Ameliyat sonrası sadece eşofman giyebiliyorum, nadiren, çok nadiren başka bir şey, o da ZORLA!

Geçenlerde dolapta bir kot pantolon çarptı gözüme, yepyeni, gıcır gıcır…
Oluyor bir belki iki ay falan. Giydim, dar geldi, önü kapanmıyor…
Hanım hemen zafer kazanmış gibi “şişko seni, koca göbek!”
Şuna bak ya vicdanız Sabuha…
Allah – Allah, kadına bak!

Kızdım…
Gittim anneme sordun, anne bu kotu hiç hatırlamıyorum ne zaman aldık?
Yalanım varsa akşama çıkmayayım…
Ameliyat öncesi, hiç giymemişim, belli ne daralma ne genişletme. 38 beden…
Yani 2012 öncesi…
Ben…
Kendime alışveriş etmem, sevmem çarşı – pazarı, ya annem veya hanım alır alınılması gerekeni…
Gittim eve, bıcı bıcı yapmaya, aklıma kot geldi, giydim oldu, önü de kapandı…
Hanım…
Şımarma!

Şaka bir yana…
Kanatlarım olsa uçacağım, cuma günü doktor dedi…
Halsizliğimde şeker yüzünden, kanda şeker ve yağ…
Yulaf yiyecekmiş, SADECE yulaf…
Beygir sandı beni herhalde, hanımda koyuyor önüme yeşili, otu…
Yakında ya kişneyeceğim veya mööö, mööö diye ortalıkta gezeceğim.

😊

Güvercinlerde, atmacalarda, kartallarda

Artık kanat çırpmaktan vazgeçmeli…
Ateş çemberi…
Alev alev yanan, yürekleri kor eden, O gömlek, O mintan insan üzerinden çıkarılıp atılmalı!

Günlerden beri yazacağım, yazamadım…
Birleşmiş Milletler açıkladı geçenlerde…
2016 senesinde…
Sadece Afganistan’da 3500 olmak üzere, dünya çapında 8000 bebe…
Benim için hiç fark etmiyor, benim için hepsi bebe, benim pezevenk bile…
26 yaşında…
Koynuna karı soksam, “yarın” dede olurum, O bile hala “bebe”
Kafa, akıl…
Çocuk kadar, suç bende her şeyden uzak tutum…
Tüm pisliklerden, dertlerden. 8 bin bebe, tecavüze uğradı, öldürüldü, sakat bırakıldı…
Nedir bu, neyin çılgınlığı?

Eyyy insan…
Rahat, huzur g.tüne mi battı?
Güvercinlerde, atmacalarda, kartallarda artık kanat çırpmaktan vazgeçmeli…
Üç günlük dünyada…
Bir dam, dört duvar, sıcak bir hırka ve bir lokmadan öte neye ihtiyacın var?

Ben yalansam, sen gerçek misin?

Masumiyet…
Hani bebek uyur ya yatağında mışıl mışıl…
Ona bakanı, aurası sarıp sarmalar ya insanı…
O görünmez ama his edilebilen alanı…
His eder ya insan en derininde masumiyetin huzurunu…
Hani genç bir kız…
Masumiyetini kaybetmeden bir evvelsi, titreşimi…
His eder ya erkek, bakışlardaki o heyecanı, o korkuyu…
Masumiyeti kaybetmenin bir öncesi.

Mevla’m yaratmış bir aslı bir astı…
Kutupları…
Düşüncelerin, duyguların, dürtülerin ve eylemlerin zıttını…
Ben yalansam, sen gerçek misin?

Sen doğru ol, razıyım, olayım ben eğri…
Yeter ki kaybetmeyelim masumiyetimizi…
Kirledi bu dünya, çok kirlendi…
İnsanın bencili, menfaatperesti…
Bu dünyayı çok kirletti!

Sapıttı insan, Almanya’da ki dünyanın her yerinde oluyor, olabiliyor böylesi…
Dört yaşında bir bebeğe, masumiyete hayvan tecavüz etti…
Söyle kardeş söyle, ben yalansam sen gerçek misin?
Her birimiz kaybettik masumiyetimizi…
Yalan oldu gerçek, eğri oldu doğru, kutuplar eridi…
Karıştı birbirine, insan denilen yaratık hiç bu kadar kirlenmiş miydi?