Güneşin gölgesinde yaşayanlar

Öteden beri bu böyle…
Güneş…
Ve gölgesi, kimine nasip eder Yaradan güneş yüzü görmeyi…
Çoğunluk ise yaşar gölgede…
Yaşam mücadelesi, bulursa bir lokma ekmek…
Kendine…
Çoluk çocuğuna yedirmek için şükür eder haline…
TANRI…
Keşif edilmedi güneşi…
Ayırsın gölgesinden diye…
Bir bütündür güneş gölgesi ile…
YIKIN…
Duvarları, tenteleri…
GÖRSÜN her insan her bebe güneşi!

İnsan…
İnsan olan…
Eylemleri ve sözleri ile bir olan!

Dinci barbarlar, kurtlar ve Vandallar

Ne güzel dünya…
Ne kolay…
Ol sözde dindar, bürün dinci kılıfına…
KIMSE…
Hiç kimse bilmiyor, anlamıyor tertibin nasıl yürüdüğünü ama…
Bırak…
Karmaşa, belirsizlik hükmüm sürsün, SEN kazan para!

Öyle ya…
Olmaz hep bana, hep bana…
Ver birazda onlara…
Et ortak hırsızlığa!

Öylede yapar hırsız, dinci…
Vandal’ın kendisi…
Vandal dedik de, doğru bildiğimiz yanlışlar…
Önceleri gerçekten Vandal’dılar, yakıp yıktılar…
Girmeleriyle Roma’ya, rahat hayata alıştılar…
Değiştirdiler kendilerini oldular Romalılardan Romalı…
Bizim pezevengin, yandaş – yoldaşın yaptığı gibi!

Değişir insan, değişir…
Rahat, lüks gevşetir…
Akla gelir bir dua:

Euzu bid-tavşan eti, vel-kuzu,ved deve.
Ekmek elleziii çorbahum, tatlı lezii baklava.
Ya Rabbena, hep bana, gönder rena.
Zira açlık çok fena.
Allahümme inni erudi vel kaz eti vel kuzu eti.
El helva vel baklava
Kebabellezine dolmahüma
Allah’ım ver bana
Zira açlık çok fena
*.“

Prof. Dr. Arslantürk bu duayı etti!

Hiç izlediniz, gözlemlediniz mi bu olguyu?
Dikkat edin bundan sonra maymuna, hayvana…
Yok kardeşim gerçek hayvandan bahis ediyorum, dört ayaklı türünden…
Ver onlara yiyeceği…
Terbiyeli terbiyeli alır maymun tek, tek besini…
Hayvan ihtiyacı kadar olanı…
İki ayaklısı kardeşim iki ayaklısı…
DOYMAZ GÖZÜ!

Evet…
Asaleti, köklü görgüyü insanda istersen öze dönüş gibi algıla!

Tevazu…
Yetinme, paylaşma…
PAYLAŞMA…
Türk’ü, rivayetlerini, öykülerini, destanlarını hangi hayvan süsler…
Doldurur hayatımızı?

KURT!

Düşmanı kimdi?
Ayı…
Anlamazsın sen Önderi…
Alfa (zooloji) kurt…
DIKKAT lider yani diğer birçok hayvana nazaran…
Paylaşır yemini…
Önce O yemez lop eti…
>>> sürünün en zayıf bireyi ile <
Paylaşır yemeğini…
ÖNCE sürü sonra O çünkü hayat mücadelesi…
Bilir…
Sürü sağlıklıysa, doyduysa karnı…
Karşılanırsa her türlü ihtiyaçları…
O…
Onların arasında korur liderliğini…
Sen…
Anlamazsın Önderi!

* Ne bu, biliyor musunuz? Türk erkeklerinin cinsel gücünün artırması için ettikleri duamış.

Yıllın esprisi

Pezevenk iyice gerçeklerden uzaklaştı, tamamen hayal âlemimde yaşamaya başladı…
Ayakları…
Yerden kesildi, uçuyor…
Uçuyor!

Doğrudur…
Konunun, meselenin özünde S400’ler yatmıyor…
Dedim değil mi, yazdım kaç zaman evvel…
Efendisine karşı geldi, Graham Fuller’e bile ki kendini yaratan kişiyi hapse attırmak istiyor…
Tutuklama kararı çıkardı…
Köpek…
Kendisini besleyen eli ısırdı!

Çok olmadı, hatırlarsınız mutlaka…
Asker yığdı sınıra…
Höt, zöt…
Zaaart, zurt falan, bir gece ansızın geliriz dedi…
İcazet alamadı ne Rus’tan ne Amerikalıdan.

İddia ediyor şimdi…
Mesele S400’ler değil, Türkiye coğrafyamızda kendi doğrultusunda ilerliyor falan gibi laflar etti…
“Kıskanıyor, çekemiyorlar tabii”
Halliyle mahalle edebiyatı, mahalle karısı…
Kasımpaşa ayısı…
Aklı sıra espri yaptı…
Ulan sen > müsaade almadan < tuvalete bile gidemezsin…
Kimi kandırıyor, kandırmaya çalışıyorsun?

Boş ver değmez, anlatacaktım insanların anlayışsızlığını…
Sen ne derse de, ne yaparsan yap insan anlamak istediğini anlıyor…
DÜN…
Aslında Türkçe tam karşılığı yok, Almanca çok daha farklı bir anlam taşır…
Aşılayıcı olabileceği gibi belirsizliği, güvensizliği, özgüven eksikliği gibi anlamlarda taşıyabilir.

Duvar yanında ateş ederim…
Beni en öne koydular, dedim niye buraya…
“Du bist unsicher, wir müssen dich kontrolieren”
Haydaaa…
Ulan Önder geberemedin gitti, geberemedin bir türü böyle laflar ettiriyorsun kendine…
Bana…
Silahı öğretecekler, bana!

Onlar…
Spor atıcıları, ben (…)
Tabii ki hak veriyorum, çocuk oyuncağı değil bu. Telafisi mümkün olmayan şeyler olur…
Olabilir, can bu can…
Mesele nedir biliyor musun?
Onların durduğu gibi duramıyorum, kol kaskatı, dümdüz…
Duruş bir farkı…
Çok farklı, imkânı yok anlıyor musun imkânı yok, canim çok acıyor…
Ya bıçak, … yarası neler yaşamışım SONRA çocuk muyum ben, bilmiyor muyum güvenliğin önemini AMA onlar gibi olmam isteniyor, söylüyorum, anlatıyorum…
Ha, ha birkaç gün sonra yine aynisi…
Dün atışlarımı yaptım, Pazartesi ve Cuma özel olarak üçüncü uyuşturucuyu içiyorum ki ayakta durayım. 50 atış, tabii yoruldum…
Onlar devam etmek istedi dedim bana müsaade, hani ihtiyarlar vardı çok beğeniyordum kari – koca…
Birdenbire bana karşı tavırlarını değiştirdiler…
Nefes alamıyorum ya, ses geçirmez oda, SES…
Havalandırma var ama bana yetersiz…
Oksijen bitiyor bir süre sonra içeride…
İster inan ister inanma, oksijen detektörü gibi bir şey oldum, hemen anlıyorum azaldı mı…
HALIYLE…
Kimseyi rahatsız etmeye hakkim yok, zaten azami dikkat göstererek dışarı çıkıyor, biraz nefes aldıktan sonra dönüyordum. Rahatsız oldular anlaşılan(!)
Dün O ihtiyar yetkiliydi, imza yetkilisi, kontrol eden…
Dedim ben gideyim, imza atar mısın?
ATMAM!
Niye?
„herkes bitsin öyle!“

Beynimden aşağı kaynar sular indi…
Engelliyim, yoruldum, ağrılar başladı, başlayacak…
Hiç sesimi çıkarmadan çıktım atış odasından, arkamdan onun astı geldi…
Bilmen gereken > her zaman < bir ast, bir üst ve atıcılar vardır…
Zaten ast beni kontrol edecekti, açtım ağzımı yumdum gözümü, imzaladı defterimi, önemli…
Belgelemen gerekiyor silaha ihtiyacın olduğunu…
Yoksa ruhsat vermiyorlar. ANLA…
İnsan ne görmek ne anlamak istiyorsa onu görüyor, onu anlıyor!

Bak unuttum, ast…
“Atışlarına bir diyecek yok ama silahı tutuşun, ayakta duruşun”
Ayakta duramıyorum, ayakta AMAAA
INAN…
Silah her an kontrolüm altında!

Sağlıklı bir insan için 1,5 – 2 kilo hiçbir şey ifade etmeyebilir AMA benim için her şey demek!

Allah kalbine göre versin, Allah ne muradı varsa versin. Çok güzel olmaya başladı, ahşap. Hayırlı işler, bereketli kazançlar nasip etsin. ÖLDÜM, bu kadar yorulacağımı tahmin etmedim, yarına devam

Gözlerimin önünde şimşekler çakıyor…
Oluyor bazen…
Çok yorulduğum zaman. YINE “bir ton” gazete birikti…
Kimi zaman iyi oluyor okudun mu gecikmeli…
Pek değerli gazeteci hanım ve beylerin, bilgi düzeyini, öngörülerini okuyor, anlıyorsunuz…
Biliyor musunuz?
Nasıl ki gerçeklerin bir huyu vardır, genelde ilk anda sırdır gizemleri…
İnsanoğlunun, toplumun…
Kısacası insanlığında garip bir huyu vardır, ile son anda toplar kendini!

Hani yılan var bana, sana dokunmayan…
HAH…
İşte o yılan seni sokacağından çok kısa bir an evvel, çoğu zaman son anda…
Eğer…
Çoktan geç kalmadıysa…
İnsan, toplum toplar kendini(!)

Bu ise tarihsel bir gerçek, çok örneği vardır…
Dümeni son anda döndürüp, kurtulanların olduğu gibi…
Yok olup gidenlerde bir o kadar çoktur.

Okuyalım lütfen bu makaleyi, gecikmeli gecikmeli…
Eğer çoktan okumadıysanız, okuyalım…
Hep derim, biliyorsunuz doğruya doğru, yanlışa yanlış ve bu yazılanlar kısmen doğru…
Tüm görüşlerini paylaşmamakla birlikte, içinde var değerli bilgi…
Zaten girişi bu yüzden yazdım, yazdığım gibi…
Kiminiz belki anlayacaktır nedenini!

Erdoğan’ın kampanyası
6 Mart 2019

Kılıçdaroğlu, gazetecileri toplayıp, “sağ-sol 18’inci yüzyılda kaldı” dedi..
“Tarihin sonu geldi; ideolojiler dönemi bitti” diyen siyaset bilimci Francis Fukuyama bile sonradan özür diledi. Demek Kılıçdaroğlu neoliberalizm etkisinden çıkabilmiş değil! Ya da “31 Mart seçimi için propaganda yapıyor” deyip geçeyim…
İngiltere’de Christopher Hitchens ile Peter Hitchens kardeşler vardı; taban tabana her konuda zıt görüşlüydü. Televizyonda tanrının varlığını, eşcinselliği, esrar içmeyi bile tartıştılar.
Bizde bunlar olabilir mi? Çok renksiz-kısır siyasi hayatımız var. Farklı olana bir kulp takıp cezaevine atıyoruz. Bu nedenle hep vasata teslim oluyoruz. Neyse.
Kılıçdaroğlu’nun sözü aklıma Peter Hitchens’in yazdığı “The Broken Compass” (Kırık Pusula) kitabını getirdi!
Hitchens, 2009’da yazdığı kitabında, İngiltere siyasetinin nasıl pusulasını kaybettiğini anlattı. Sağ-sol tartışması bitirilerek, büyük partilerin içlerinin nasıl boşaltıldığını yazdı.
Girişi uzattım. Başlıktaki asıl konumuza gelirsek; Peter Hitchens kitabında dedi ki:
“Anketler aslında kamuoyunu etkilemek için araçtır!”
Siyasi yönelimlerde/oy vermede “brandwagon” tepkisi vardır:
Kişinin, daha çok insanın kabullendiği partilere-adaylara yönelmesi. Yani, seçmenin grup etkisiyle hareket etmesi; çoğunluğa uyma arzusu göstermesi!
Özellikle -seçimlerin son döneminde- başta kararsızlar olmak üzere seçmenleri etkilemek için, anketler politik taktiğinin parçası haline getiriliyor. Amaç, kazanana oy verdirmek!
Bu tür anketlerin bir diğer hedefi de, rakip oyların sandığa gitmemesini sağlamaktır: Kaybedişe ortak olmama duygusu!
İyi de Erdoğan niye bunun tersi konuşuyor?
Önemli ayrıntı
Erdoğan kampanyasını iki ayaklı yürütüyor:
İlk ayağı; anketlere güvenmediğini açıklamak oldu! Tamam, güvenmeyebilir de kamuoyuna niye söylüyor? Devreye ikinci taktiği sokmak için!
Stratejinin ikinci ayağı, seçmeni HDP-PKK ile korkutmak!
Böylece seçmenin bilinç altına mesaj gönderiyor:
“Anketlerde muhalefet önde gözüküyor; eğer bize oy vermezseniz HDP-PKK kazanacak!”
Şimdi siz diyebilirsiniz ki:
– “PKK açılımı yapan kendisi değil mi; halk bunu yutar mı?”
Benzer örnekler verebilirsiniz. Ve fakat, bu strateji bilinçli seçmenin oyunu alma üzerine kurulu değil ki? Kaçırdığınız hep bu önemli ayrıntı!
İnsan; anlama, algılama, sorgulama, eleştirel düşünme, akıl yürütme, neden-sonuç ilişkisi kurabilme, tarihten ders alabilme gibi akılcı yeteneklerle kendini geliştirmemiş ise, duygusal dürtüleriyle hareket eder. Bunun ilk adımı, korkudur!
“Balık bellek” sözünü aklınızda çıkarmayınız. Korkutarak oyu alınan kitlenin beyin korteksi gelişmemiştir; hafızası güçlü değildir; içgüdüsel hareket eder.
Hele “bu kez yutmaz” demeyiniz, hep yutarlar.
Ayrıca:
Erdoğan, AKP ve MHP tabanını da korkutarak, sarsmak-kenetlemek-harekete geçirmek istiyor! Kendilerine kızıp muhalefete oy verecekler ve, sandığa gitmeme eğiliminde olan seçmenleri olduğunu biliyor. HDP-PKK korkusuyla bu oyları da almak istiyor.
Başarır mı?
Bu taktik başta 1 Kasım 2015 genel seçimi olmak üzere Erdoğan’a hep kazandırdı.
Ancak…
İnce hata
Şöyle bir ayrıntı var:
1 Kasım 2015 seçiminde Erdoğan’ın “korkutma stratejisinin” başarılı olmasının sebebi, büyük şehirlerde patlayan canlı bombalardı. Bugün terörsüz bir ortamda sandığı gidiliyor.
Bu sebeple…
CHP’nin kardeşliği-barışı öne çıkaran “otobüs reklamına” karşı Erdoğan’ın söylediği “HDP ile otobüse bindiler” sözünün kendisine oy getirip getirmeyeceğinden emin değilim! Çünkü…
Siyasette “bandwagon” etkisi gibi bir de “underdog” vardır:
Ezileni- güçsüzü destekleme güdüsü.
Erdoğan, HDP’ye ağır sözler söylemeye devam ederse, AKP’li Kürt seçmen “underdog” etkisiyle muhalefete oy verebilir!
Ama… Erdoğan’ın kampanya yapacak başka yolu kalmadı; mega projeler vb. işe yaramıyor ve hayat pahalılığı var gündemde! İşte…
Bu sebeple de Erdoğan korkutma stratejisinden vazgeçemiyor. Keza. Gündemi değiştirmek istiyor!
İşin garip yanı muhalefet oyuna gelip, HDP-PKK ile ittifak yapmadığını açıklayıp duruyor!
Oysa.
Erdoğan’ın en çekindiği, pahalılık gerçeğinin konuşulması; ama bunun önüne geçmeyi başarmış görünüyor… Zamlar bir ay öncesine kadar gündemdeki ağırlığını kaybetti. Son 24 günde ne derece konuşulacağı seçim sonucuna büyük etki yapacaktır.
Diyorum ki:
Muhalefetin seçmeni etkileyecek -üstelik gerçek olan- elinde tek ana taktiği var. Seçmene şunu kabul ettirmek:
-“AKP iktidarını sandıkta uyarmazsan pahalılık daha da artacak!”
Son 24 gün kararsız seçmeni etkileme dönemidir. Yoksa…
Muharrem İnce’nin inatla yaptığı gibi salt kendi tabanının duygularına yönelik kampanyanın kararsızlar üzerinde hiç etkisi olmaz. Bedava kekli millet kıraathanesine karşı çıkması en büyük hatasıydı zaten. Halkla alay etmenin sandıkta cezası büyük olur.
Sonuçta:
Seçim duygusal kampanyayla kazanılır.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/soner-yalcin/erdoganin-kampanyasi-3796295/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

İnsan!!! Ya yaşayacak ya çekecek AMA illa kendisi, kendi üzerinde tecrübe edecek

Dönüş yolunda halamlar aklıma geldi…
Rahmetli…
Ne anlar ne kabul ederdi…
Bırak halamın anlayışsızlığını bir tarafa, kuzenlerim anlamaz kabul etmezlerdi…
Davranışlarımı, beni…
Hıh…
Kendi kanımdan kan, kendi canımdan can…
Yıllarca bir yastığa baş koyduğum insan beni anlamadıktan sonra bir başkasından anlayış beklemek oldukça çocukça!

Neymiş efendim, kızınca oluyormuşum bir canavar…
Ne ağrılarım kalıyormuş ne bir şey…
Adrenalin, testosteron nedir bilir misin?

Yani…
Her şeyim numara, numaradan, iş olsun diye veriyor doktorlar bana uyuşturucu…
Bin bir çeşit çok ağır, ağrı kesici…
Yetmiyor çünkü uyuşturucu!

Halbuki bu > çeyrek < nedensiz, sebepsiz hiç bir şey yapmaz…
Gece yolculuğu olmadıktan sonra, ki en geç ertesi günü, sabahın bir körü başlarındaydım…
Kırmızı biberimin, sarı pipimin yanında…
Yıllar sonra peder yattı boylu boyunca yanlarına.

Çukuru açmışlardı…
Bekliyorlardı geleyim diye, en başta, sevdamın yanında…
Dolduramadı bu it çukuru, ANLA!

Dün…
Beynimden aşağı kaynar sular indi, akşam akşam…
Yüce Mevla’m neden almaz bu canı, neden reva görür bana yaşananları…
Bir türlü ne anlarım ne bilirim nedenini…

Devam edecek, öğleye doğru. İlaç vakti…
Kardeş…
Ahır, şimdiki ofisi. Çok eski çınar ağaçlarından kolonlar…
Cila bekler, Önderin elinden öper!

Teveccühün, yüreğinin güzelliği. Teşekkür ederim 😊 Evet, kendi kendini telkin etmek, içine, en derinlerine nüfuz edebilmek, çok önemli.

Dün hem güldüm hem üzüldüm kendime…
Boyum 1,76 cm’e kısalmış…
Kazadan 2-3 cm kaybetmiştim, yaşlılıkta bir iki götürdü…
Toplamda öyle görünüyor ki 4 cm kadar.

6 kilo vermişim…
AMA…
Saat, tabii nerdeyse bir oyuncak, 20 puan nabzı daha az gösteriyormuş…
Hani yüzlerden bahis ediyorum ya, iki yüze doğu. Dün nabzım 110 çıktı…
Normalinde benim için çok ama çok, çok yüksek…
Normal nabzım nerdeyse yok gibi…
Anla, inme riski…
Beyin, kızım beyin…
Olmayan 2,5 gram, benim her şeyim!