Borsacı dostum telefon etti, yeni geldim…
Ancak temizleyebildim sistemleri…
TÜM ŞIFRELER değişmeli!
Pırlanta gibi insanlar, karı – koca, altın kalpli, tertemiz…
Ömür boyu çalışmışlar…
Maddi – manevi durumları yerinde, emekliler…
Yuvarlanıp giderler…
Ah şu dertler olmasa. Allah birini vermese ötekini veriyor…
Bunlarda evlattan çekiyor…
Sordum nasılsınız diye, eliyle sus işareti yaptı karısı duyar diye…
Anlaşılan değişen bir şey yok vaziyette!
Bu sabah alman haberlerinde konu ettiler…
Almanya’nın herhangi bir kentinde, bir metroda…
Yeraltı metrosu, adamın biri 60 yaşlarında biletçi gişelerinden birini kiralamış…
Cam kafeste, insanları yeni kitabi için izleyerek, izlenimlerini bu eserde toplamak istemiş…
AMA…
Neye niyet neye kısmet…
İnsanlar başlamış kafese dalmaya, dertlerini hiç tanımadıkları bir insana anlatmaya…
İnsani bir ihtiyaçtır içini dökmek, kesilirse umutlar sevdiklerinden bir yabancıya…
Yokkk…
Bir profesyonele bir psikoloğa değil, senin benim gibi birine…
VE YINE…
Allah’ın bir lütfudur, bir takdiri…
Dinleme kabiliyeti…
Hiç sesini çıkarmadan ki bir papaz bile bir imam…
Yardım amaçlı bile olsa kendi fikrini söylemekte…
Susarak dinlemek, sadece O AN O INSAN IÇIN VAR OLMAK…
Herkesin yapamayacağı bir lütuftur…
Birbirimiz için var olalım, dinleyelim birbirimizin dertlerini…
Birlikte çareler arayalım…
Allah’ın kulu, insan olmanın gereğini yerine getirelim!
Not: çok yoruldum, çok…
Günlerden beri bakmıyorum kendime, saç – sakal birbirinde…
Bir kokarcadan farkım kalmadı, doğru eve…
Cup banyoya, kendime gelmezsem doğru yatağa…
Biraz okumam ki benim uyku ilacım…
Oradan rüyalar âlemine.
Darısı…
G.t ve kıllarının, ABD’li kovboyların başına…
Sıra Terminatörde…
Aslında severdim filmlerini, bolca vurdu kırdilı…
Ancak…
Herkesin vakti saati geldiğinde(!)
Evet, gittikçe kirleniyor…
Geçenlerde Soner Beye yazmış, ondan rica etmiştim…
Neticede onun ve > ekibinin < benden çok farklı imkânları var. Tesadüfen rastladığım O habere…
Hani „yeni“ bulunan 14 petrol kuyusuna…
ARTK…
Neredeyse yüzde yüz eminim O haberin gerçek olduğuna.
Eğer evladına değer veriyor, düşünüyorsan…
Aman dikkat…
Bu GEÇ KALMIŞ Afrin operasyonu daha uzun bir süre devam ederse…
Çok tehlikeli gelişmeleri bekle!
Mehmetçik benim gözümün bebeği…
Kanı kanım, canı canım…
Harcatma, ziyan etme evtaları, ANLA başına getirdiğin hayvanları, gör gerçekleri!
Biliyorum yapmam gerekeni…
Bitirilmesi gerekenleri…
Gücüm yok anlamıyor musun, beni en son gördüğün halimden eser yok…
Beynimin içi Halaç pamuğu, darmadağınım, odama bomba düşmüş gibi…
“Yanımdaki”
Kadıncağız korkuyor odama girmeye, temizlemeye…
Biliyorsun beni, her şey yerli yerinde olmalı, düzenli. Eğilemiyorum bile, anında TÜM NEFESIM gidiyor, bir saniyeden diğerine tükeniyorum, sıfırı tüketiyorum. YAPAMIYORUM…
DONUYORUM…
Yakamıyorum kaloriferleri, ellerim buzla çivi…
Annem diyor “oğlum, kül fakiri miyiz? Yak kaloriferleri”
İyi de…
Sıcaktan nefes alamayınca o da bir işe yaramıyor, ısıtma şeklim, MECBURUM…
İçten camlar buz tutmayacağı kadar!
Hanim en sonunda buldu çareyi…
Dikti bana yârim gecelik…
Anlayacağın atletin bayağı bir uzunu, geceliğin kısası…
Önderiye oldum anlayacağın…
Bir gece saçlarımda bigudi, dudaklarımda ruj eksik…
Biliyorsun yatak, yorgan durmaz üzerimde, yastık ta odanın öte köşesinde…
Uyumuyorum…
Artık kiminle kavga ediyorsam…
Onu da bilmiyorum!
Anla beni kadın anla, düş yakamdan kendime faydam yok…
Kendi himmete muhtaç dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede!
Evlada gittim geldim. Bittim, tükendim…
Gazete okurken uyumuşum. Birkaç kilometre yol yapamaz hale geldim, çok bıktım kendimden…
Bu tür bir yaşamdan. Başladığımı bitireceğim, MUTLAKA, öncesinde kendimi toparlamam lazım.
Böyledir kardeşim, hayat dediğin böyle bir şeydir işte…
Kahpedoğan diyor:
“Arkasındaki destekler çekilince teröristleri tepelemek leblebi çekirdek kolaylığındadır”
Çok görmüşümdür hayatımda kendini dev aynasında görenleri…
Karşısındakini küçümseyip mücadeleyi kaybedenleri(!)
Hayatta genel anlamda iki tip insan vardır, s.ken…
Ve s.kilen…
Allahtan…
Nadiren ikinci tip olma şansızlığına düşmüşümdür, bu demek değildir ki s.kilmedim…
Hayattın bizzat kendisi, geçti arkama ve dayadı – döşedi(!)
Anlayacağınız…
Ağzım çok yandı, canım çok acıdı…
Dikkatim, özenenle yaklaşımım, karşımdakini iyi hesaplama gayretlerim bundandır…
Ders aldım, ben aldım AMA almayan, anlamayan o kadar çok ki!
— AKP’nin dış politika yanlışlarının bedeli: Türkiye, enerji yarışında devre dışı
19 Şubat 2018
“Tüm dünya bize karşı…”
Doğru aslında.
Uluslararası ilişkilerin kesin kuralıdır:
İyi yönetilmeyen, zayıf düşen, savrulan ülke sıkıştırılır. Tek değil, kendini birçok cephede birden mücadele eden halde bulur.
Türkiye’nin yaşadığı da işte tam olarak bu.
Kötü yönetimin yarattığı zayıflama ve bundan yararlanmak isteyen ülkelerin fırsatçılığı.
Türk Ordusu, AKP’nin yıllardır izlediği yanlış Suriye politikaları nedeniyle meşgul;
Şu anda Cerablus’ta “nöbette”, Afrin’de ise terör örgütleriyle bizzat sıcak çatışmanın içinde.
Mehmetçik çatışırken, Suriye’de enerji pazarları paylaşılıyor;
SURİYE VE IRAK ENERJİ PAZARINDA İRAN HAKİMİYETİ
Davutoğlu, AKP hükümetinin Başbakanıyken, “Maraş, Antep neyse Halep de odur” diyor, Halep’i “Gazi” ve “Kahraman” sıfatlarıyla anıyordu.
Şimdi o Halep’te, yine AKP’nin “düşman” ilan ettiği, “küstüğü” Esad rejimi, enerji ihaleleri dağıtıyor. Ve o ihaleleri Türkiye değil, İran alıyor.
İran, Halep’te beş doğalgaz santrali kurmanın ve işletmenin ihalesini aldı bile. Üstüne bir de tüm Suriye’nin elektrik altyapısını kurma ihalesini de kaptı.
AKP hükümeti Esad’a “düşman/terörist” diyedursun; Türkiye’nin burnunun dibindeki Lazkiye’deki enerji santralinin tamiri ve işletmesine ilişkin ihaleyi alan da elbette İran oldu.
Suriye’de Rus etkinliği zaten malum.
Ama Ankara’nın sadece Mehmetçik’le, savaşarak yer almaya çalıştığı Suriye’de, Çinliler yatırımla, ihalelerle devrede. Çin, Esad yönetimi ile daha geçenlerde 2 milyar dolarlık sanayi tesisi anlaşması yaptı.
AKP hükümeti Membiç’e yönelik tehdit dozunu artırırken, pek gündeme getirmediği Fırat’ın doğusunda PYD-YPG ile işbirliği içindeki ABD de, Suriye’nin en büyük su ve doğalgaz/petrol yataklarının üzerine oturmuş durumda.
Irak’ta da durum Ankara açısından pek parlak değil;
Bir ara Kuzey Irak’ta Kürtlerle kurulan enerji işbirliği, Barzani’nin “intihar” gibi bağımsızlık referandumu ile toptan rafa kalktı. Ve Kuzey Irak’ta Türkiye’nin yerini, Irak Başbakanı Ibadi’ye “Sen kimsin? Benim kıratımda değilsin” demeyen İran aldı. Kerkük petrolünün İran’a akıtılması için Bağdat ile Tahran arasında anlaşma imzalandı.
AKDENİZ’DE DE İŞLER KARIŞIK
Akdeniz’deki enerji mücadelesinde de işler AKP hükümeti açısından pek iyi gitmiyor.
Rumlar, Akdeniz’de kendilerinin olmayan kıta sahanlığında, Avrupalı, Amerikalı şirketlere birbiri ardına ihale dağıtıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Roma’ya gidip Papa ile görüşür, İtalya Cumhurbaşkanı ile öğle yemeği yerken, İtalyan ENİ şirketi Akdeniz’de Rumlar adına petrol/doğalgaz aramak için kolları sıvadı.
Üstelik ENİ’nin arama yaptığı bölge sadece KKTC’yi değil, Türkiye’yi de ilgilendiriyor; Antalya açıklarında, Türkiye’nin kıta sahanlığı bölgesinde yer alıyor.
İşin ilginci, Türk savaş gemileri Rumların Ankara’yı hiçe sayan bu nafile hamlelerini boşa çıkarırken, Ankara’ya karşı en sert tepki hiç beklenmedik bir yerden, Mısır’dan geldi. Erdoğan hükümetinin, Müslüman Kardeşler uğruna “düşman” ilan ettiği Mısır, Türk savaş gemilerinin Rum oyununu bozmasına sert bir açıklamayla karşılık verdi. Mısır’da Sisi yönetiminin Dışişleri Bakanı açıklama yapıp, Türkiye’yi yerden yere vurdu.
Bitmedi;
AKP’nin ‘Osmanlı tokadı‘ atacağı ABD de devreye girdi.
‘Tokadın‘ bir numaralı muhattabı, ABD Dışişleri Bakanı Tillerson, Ankara’da sarayda görüşürken, siyasete girmeden önce CEO’luğunu yaptığı dev petrol şirketi Exxon da Kıbrıs denklemine girdi.
Exxon, Kıbrıs açıklarına petrol aramak için iki gemi göndereceğini açıkladı.
İSRAİL’DEN “SADAT-HAMAS İLİŞKİSİ” İDDİALARI
Kıbrıs Adası açıklarında başlamış bu “enerji dalaşına” henüz doğrudan dahil olmayan İsrail’den ise, Ankara’ya yönelik çok ilginç bir hamle geldi geçen hafta:
İsrail, Türkiye’de de son dönemde çok tartışılan SADAT’ı hedefe aldı; İsrail Güvenlik Ajansı, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesine de koyulan bir açıklama ile, tutuklanıp, sorgulandıktan sonra sınırdışı edilen bir Türk vatandaşından yola çıkarak, SADAT’ı HAMAS’a destek vermekle suçladı. İsrail Güvenlik Ajansı’nın açıklamasında çok ciddi suçlamalar var Türkiye’ye karşı; kurulan bir şirket üzerinden, Hamas’ın kara paralarının aklandığı iddiaları yer alıyor açıklamada. -Bu iddiaların, tam da Türkiye, Zarrab’ın başına sardığı yaptırım ihlali ve kara para aklama suçlamalarıyla karşı karşıya olduğu dönemde gelmesine de dikkat çekmek lazım.-
İsrail, bir yandan Türkiye’yi Hamas’la ilişkilendirip Ankara’yı uluslararası alanda etkisizleştirmeye çalışırken, diğer yandan da kendi “enerji dalaşını” Lübnan’la yapıyor. Lübnan’da İran destekli Hizbullah ile İsrail hükümeti arasında bu ara, Akdeniz’deki enerji yatırımları konusunda kıyasıya bir “tehditler savaşı” yaşanıyor.
Tüm bunları alt alta koyduğunuzda tablo Ankara açısından hiç iyi değil.
Türkiye, Ortadoğu’da, Akdeniz’de enerji denkleminden gün be gün dışlanıyor.
Hükümetin “komşularla sıfır sorun” diye başlayıp, “tüm komşularla soruna” çevirdiği dış politikada iş yine Mehmetçik’e düşmüş durumda;
Türk Ordusu sahada bu yanlışları düzeltmeye çalışıyor;
Mehmetçik, Afrin’de, Türk Donanması’ndaki leventler ise Akdeniz’de (ki FETÖ örgütünün bir dönem açılan davalar ile TSK içindeki asıl hedefinin denizciler olduğunu da burada not etmek gerekir. Nedeni şimdi ortaya çıkıyor) yapılan yanlışları düzeltmek için çalışıyor.
“Kandırılmanın” bedeli bu ülke için giderek daha da ağır hale geliyor…
Hep kendime sordum neden diye, HEP!
Bir önceki yazımda yazmadım, ALTI SAAT, altı saat helikopter ile dolaşmış Kasımpaşa ayısı bizim köyün ve çevresinin üstünde. Bundan yıllar evvelsi, galiba o zamanlar daha belediye başkanı…
İnmiş, inmiş havalanmış(!)
FETÖ, damat palavra…
AL SANA NEDENI!
Balık…
Başından koyuyor kardeşim, başından!
—
İyilik perisini kim öldürdü?
19 Şubat 2018
Prof Dr. Hüseyin Kaptan vardı, 46 gün önce (4 Ocak) hayata gözlerini yumdu. Çok sayıda şehir plancı, mi¬mar, çevreci, solcu, sağcı, muhafazakar, laik, Atatürkçü “iyi bir hocayı ve iyi bir insanı yitirdik” diyerek ardından rahmet okudu. Yıldız Teknik Üniversitesi kampüsünde yapılan törenle cenazesi doğum yeri Ordu’ya gönderilirken ta¬butuna omuz verenler arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “istifaya zorlanan” eski Başkanı Kadir Top¬baş da vardı. Kadir Topbaş, Belediye Başkanı seçilince Prof. Hüseyin Kaptan ile “İstanbul’un rantını Ankara’nın şehvete dönüşen saldırısından kurtaracak mucize bir planı” birlikte düşündüler.
İMP’yi kurdular.
İMP, şehri koruyacaktı.
İstanbul’un çevresi, ağacı, yeşili, tarihi, toprağı, ormanı, kuşu, böceği, çiçeği havası Ankara’da iktidarı ele geçirmiş şehir rantı kurtlarının vahşi saldırısın¬dan korunacaktı. Prof. Hüseyin Kap¬tan, bizim Gaziantepli Fuat’ın Asmalı Mescit’deki 5 masalı küçük lokantasına sık sık gelirdi. Bir gün bana “Biz Kadir Topbaş ile İMP’yi İstanbul’un içine iyilik perilerini sokmak için kur¬duk. İMP, İstanbul’a iyilik perisi sokma projesiydi” demişti.
Nasıl diye sormuştum.
“Anadolu’da ağaçların içine or¬man perilerinin girdiğine inanılır” diye anlatmıştı.
* * *
Bir güzel ağaç var.
Her yıl yemiş veriyor.
Fakat bu yıl vermedi.
Gelecek yıl verir diye bekledik.
Yine vermedi.
Ne yapalım?
Anadolu’da ağacı kesmezler.
“Ağaç korkutma denilen bir ça¬reye” başvururlar. Biri eli baltalı diğeri eli boş iki kişi meyve vermeyen ağacın başına dikilir. Elinde baltası olan; “Ben bu ağacı keseceğim” der, baltasını kaldırır. Öbürü; “Onun canını bağışla, bu yıl vermediyse gelecek yıl çok verir” der. Sözde ağacın içine girmiş iyilik perile¬ri bu konuşmaları dinler, ertesi yıl bir veren ağaç bin verir. İşte İMP, (İstanbul Metropoliten Planlama Bürosu) İstan¬bul’u Ankara’daki merkezi hükümetin rant baltasından koruyacak iyilik perisini yaşatmak için kuruldu. Kadir Topbaş, İMP’nin kurulmasıyla şehir rantına vidalı sağcı belediyecilikte “bir devrim” ya¬pılmasına imza attı. İstanbul’un 1/100 binlik imar planı yapıldı. Şehir, bu plana göre büyüyecek. Kimse bu planı rant uğruna delmeye, değiştirmeye kalkama¬yacaktı. Bu plan, İstanbul’un anayasası olacaktı. İMP’de 530 profesör, doçent, akademisyen, uzman görev aldı. Başla¬rında Prof. Dr. Hüseyin Kaptan vardı. Belediye Başkanı Kadir Topbaş, gaze¬tecileri (içlerinde ben de vardım) İMP binasında toplamış, “Ben bu planı hiç kimseye deldirtmem” sözü vermişti.
* * *
Bu planda lastikli araçla Boğaz’ı tüp geçitle geçmek, üçüncü havaalanı yapmak, üçüncü köprüyü dikmek yoktu. İstanbul’un iki yakası Trakya ve Marma¬ra bölgesinin büyümesi de “rant cana¬varlığına kurban gitmesin” diye bu plana uygun olacaktı.
İMP, bu planı yaptı.
15 yılın her yılında biraz daha cana¬varlaşarak rant uğruna bu plan delindi. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde “Üçüncü köprü yapımı hiç konuşulmadı. Üçüncü havaalanının yapımı hiç konu¬şulmadı. Kanal İstanbul’un yapımı hiç konuşulmadı. Lastikli araçla Boğaz altı tüp geçiş tüneli yapmak da hiç konuşul¬madı” hepsi Ankara’dan dayatıldı.
* * *
Geçen hafta Ankara’da TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşme vardı. Komisyon üyesi İstanbul Milletvekili Garo Paylan (HDP) şunu anlattı: “Kadir Topbaş görevdeyken ona ‘Siz bu imar planlarını nasıl veriyorsunuz, bütün İstanbul size küfrediyor‘ demişim. Kadir Topbaş da bana ‘Onların hiçbirine ben imza atmıyorum. Hepsi Ankara’da, Özelleştirme İdaresi, TOKİ, Çevre Ba¬kanlığı tarafından imzalanıyor” dedi.
Şimdi soru şu:
İyilik perisini kim öldürdü?
Kasten mi öldürdü?
Ne için öldürdü?
Başlık için özür dilerim…
Ancak sözlerimin devamında neden bu başlığı attığımı anlayacağınızı umuyorum.
İnsan vardır…
Ağzından bal akar…
Yine insan vardır balıktan farksızdır…
Allahtan…
Azdırlar, yoksa bu dünya çekilmez olurdu. İnsanlar vardır ağızları keneften farksızdır…
Kızmıştım…
Hem de çok kızmıştım, tepem fena attı anlayacağınız. Bilimsel veriler ışığında bir makale olacaktı…
Evet, bir makale…
Sözlerime başladım ve Sildim!!!
Lütfen…
Gerçekten çok önemli…
Dedim ya en son bilimsel veriler, bu veriler ışığında varacağınız HÜKÜM çok önemli…
Özellikle sizler için çocuklar, özellikle sizler için çünkü doğrudan geleceğiniz ile ilgili!
Bilinçsiz ve bilgisiz, unutkan başın ceremesini bacaklar çekermiş misali…
Söz konusu mevzuda her ne kadar ayaklar baş olsa bile…
Sonuçlarına bizler olduğumuz kadar torunlarımızda katlanmak zorunda kalacak!
Maçka parkında yine ağaçlar kesiliyor, kesildi, sözde başka yere nakil edilecek…
Bize, evime çokta uzak sayılmaz. Yani bende doğrudan bu faciadan etkilenenlerdenim. Bir ağaçtan, bir düzine ağaçtan, küçük bir ormandan…
Ormandan ne olur deme! Sulak bir bölgede bir göl, gölet bile yerel iklimi etkileyebilmekte.
Anlatmıştım Humboldt’u, arşivlerim meydanda…
Yine çokça değinmişimdir su meselesine, bir o kadar tabiata…
Deprem kardeşim depreme…
Köstebek gibi deliyorlar yerin altını deprem bölgesinde!
Allah’ın öngördüğü bir denge…
Onun takdiri, takdiri ilahi…
Boğaziçi…
Kıyıları ulan kıyıları, madem çılgın bir projeydi…
Ne bok yemeye daraltıyorsun, dolduruyorsun doğal güzelliği?
İstanbullun “yedi tepesi”, yetmedi mi ulan yetmedi mi her bir tepesini s.k gibi kel bıraktığın…
Yetmedi mi?
Ne ağaç kaldı ne yeşil, özenti seni…
Görgüsüz ayı, diktin Osmanlı sarayının karşısına Camini…
Bir başka güzeldi, güzeldi Çamlıca’m, İstanbullun güzel bir tepesi…
İstanbul’a, bu kente ihanet eden yine kendisiydi…
O boğaza çaktırdığın her bir kazığı, her birini…
Sokmalı senin o kıllı g.tüne, yetmedi…
Emine’nin, kızının da ayrıca münasip yerlerine.
Ayrıca…
Kazıklı Voyvoda (Dracula) misali her bir Osmanlı özlemi çeken O piçleri…
Kazığa oturtmalı seni destekleyenleri…
Gerçekten…
Temizlemeli bu ülkeyi kökünden…
Kurutmalı iblislerin soyunu, kör cahiller soyu ve sopu!
Neyse geçelim, geçelim hayal kurmayı…
Kurutamayız köklerini, kurutamayız bu soysuzları. Birlikte yaşayacağız, kaderimiz bu…
Biz onlara, onlar bize katlanacak. Belki…
İçimde bir ümit, küçücükte olsa bir ışık, bir ses diyor ki…
Elbette gün gelecek ve maymun uyanacak!
Dönelim bilimin somut gerçeklerine…
Yaşam denilenin bizlere dayattıklarına…
Yine yağmur duasına çıkarlar mı bilemem…
Su…
Su kardeşim su ve toprak…
Ve nefes…
Ve sen ve ben ve bizler…
Barajlar kardeşim barajlar…
Bundan sonrasını dikkatli oku, anla…
Anla ve özümse. Çağrışım yapsın, çağrışımlar uyandırsın sende…
Kıyasla…
Bu böyleyse o zaman bu da böyle olabilir de…
Barajları anlatacağım AMA…
Gerisini SEN ANLA!
Dünyamız kaç yaşında?
4,5 milyar yıllık bir geçmişe bakmakta…
Tabii ki bir küre, tabakta değil, düzde değil, hele depremler inanının…
Vallahi billahi öküzün başını sallamasından meydana gelmiyor…
Eskiden ve hala, günümüzde bile insanların inanışına göre dünya yassıymış, bir öküzün iki boynuzları arasında, O başını salladıkça dünyada sallanırmış. Ah Galileo ah…
Ah Galileo Galilei…
Nereden baktın Jüpiter’e milletin kafasını karıştırdın?!
Peki…
Çağdaş insanın atası sayılan Cro-Magnon insanı ne zamandan beri var?
40 – 45 bin yıldır dünyada varlığını sürdürdüğüne inanılır(!)
En eski, günümüze kadar gelebilmiş Allah’ın insana seslenişi?
3000 yıllık bir maziye bakmakta…
Tevrat kardeşim Tevrat, Talmud…
Düşünen insan, bilen insan, bilinçli insan kurban olayım ben onlara…
Eski Yunana, eski Arap’a, Mısırlıya, Çin’e be Çin’e, kurdukları MEDENIYETE…
Hep bir şekilde tabiatla dengede…
Ne zaman ki insanoğlu 18. Yüzyıllı bitirdi on dokuza girdi…
Sanayileşme başladı, sanayi devrimi…
Hayvanda s.çtı, insanda, tabiatta, dünyada…
Orang demek insan demek, utan demek orman…
Yani orman insanı, Orangutan. Soyu tükenmekte, neler tüketmedik ki? Denizleri bile!
En başta açgözlü Avrupalı…
Hala doymak nedir bilmedi, dünyanın anasını s.kti…
Pismiş kelle gibi…
Dünyanın başına ahlak ve bilgi ve mantık ve sorumluluk, bilinç abidesi olarak dikildi…
Mesela nükleer enerji, atom ve hidrojen bombaları, lazer kardeşim lazer, yıldız savaşları…
OLMAZ DEDI…
Sen reşit değilsin dedi, sen bu güçleri kullanamazsın, aklın ermez dedi…
Yani kendinden başka herkese çocuk muamelesi yaptı, yapıyor…
AMA…
Eğri oturup doğru konuşalım…
Aynı Avrupalı yeri geldi biz ettik sizler etmeyin dedi, örnekledi, yol gösterdi…
Önayak olmak istedi…
Bizler yıktık, yaktık, ettik diyerek bilimin önderliğinde izah etmeye çalıştı…
Hani hatanın, yanlışın neresinden dönersen kârdır hesabı…
Olmadı!!!
Olmayacak çünkü menfaat girerse araya, bencillik…
Sen yaptıysan benim senden nerem eksik kıyası…
İşte o zaman onlarda kaybedecek, bizlerde.
Tabiatta her şey bir dengede…
Etobur varsa otlayanda var…
Kuraklık varsa…
Sulağı çok fazla arama o da var…
Bak kardeşim dünyamızın çapı, yani Ekvatorda yaklaşık 40 bin kilometre…
Yarıçapı demek, “ortası” 20 bin kilometre derinlikte…
Neydi?
Erimiş demir ve dünya dönmekte…
Dünyayı koruyan mekanizma, Jeomanyetizma…
Bu erimiş ve sürekli devridaim eden kütle yaklaşık 6942 Kilometre çapında…
Ayaklarının bastığı toprak kalınlığı 5 ile 70 kilometre arası değişmekte…
Dünyamızın “manto” kalınlığı 35 ile 2900 KM arası…
Bilmem bilir misin, bizim buralarda bir deyim vardır, Schweizer Käse…
İsviçre peyniri, delik deşiktir…
İşte dünyamızda buna benzer, kocaman kocaman delikler vardır…
Florida da milletin anası ağlıyor bu deliklerden, ha bire bir yerler çökmekte…
Anlatmaya çalıştığım, gözün gördüğüne kanma, görmediğin ayağının altında ne tuzaklar var ne kayaklar bilemezsin!
İşte toprak etüdü dedikleri bu yüzden var…
Zemin etüdü de denir…
Bilim ispatladı kardeşim bilim ispatladı…
Galiba Alman bilim adamlarıydı…
Ağaç ve kökleri, hele orman…
Bu deneyde “küçük” bir orman denek olarak kullanılarak >>> şaşmaz <<< Tartışılmaz veriler elde edildi, suni bir deprem ile ağaçların ve etrafının depremden etkilenmesi incelendi. Öncesinde tüm ağaçlara yerleştirilen ve toprağa konan detektörlerin verileri gösterdi ki ağaçlar depremi “emmekte”. Kökünden başlayarak zirvesine kadar sismik dalgaları ta zirvesine çıkarıyor böylece depremin etrafındaki etkisini >>> azaltıyormuş <<<
Ya ağaç köklerinin toprak erozyonuna karşı önemli bir etken olduğu gerçeğini ve toprağı bir arada tutmasına ne demeli?
Neyse geçelim çok fazla derilere dalarak boğulmayalım, boğmak istemem sizleri…
Görüntülerden de öğreniyoruz ki dünyamız, en azından kara olarak bildiklerimiz…
Dikkat…
Rakam hafızam, sayıda yanılıyor da olabilirim, doğru hatırlıyorsam 7 levhadan oluşmakta(!)
Kıtalar ise yine bu levhalar üstünde yüzmekte!
Gelelim konun bamteline…
Bakın burasını anlamanız çok önemli…
Mesela büyük dere, nehir yatakları, göller, denizler falan yerin, ZEMININ bu gibi doğal birikimlerin, >>> ağırlıkların <<< oluşmasına müsait olduğu için bu nehirler, göller, denizler oluşabilmekte. Biliyoruz ki… Mesela İstanbullun Rumeli tarafı farklı Anadolu yakası çok farklı bir zemine sahip. Anadolu tarafı daha kayalık. Kayalık olması >>> taşıma kapasitesini <<< artırmakta!!!
Hepimiz dere yataklarına, dağ eteklerine…
Gelişigüzel sit alanı falan demeden yapılaşmaları ve sonuçlarını biliyoruz, öyle değil mi?
Genelde ölümle sonuçlanan neticeleri. İnsan olsun hayvan olsun, doğa…
Mecbur muyuz buna, mahkûm muyuz böyle bir yapılaşmaya?
Kentlerimizin durumu meydanda…
Değiliz, mecbur olmadığımızı sizlerde biliyorsunuz!
Barajlar…
İnsanoğlu için yaşamsal önemde, biliyoruz ki medeniyetler su ile gelişmekte…
Bugün var yârin yok olabilen bir madde, önlem almak lazım, kit günlere…
Hem yaşamsal öneme sahip su hem enerji üretimi için gerekli…
Pekiii…
>>> Yanlış yere <<< yapılan bir barajın, O YÜKÜN…
DIKKAT
Sakin unutma, altındaki toprak magma üzerinde yüzen birer kütle, fay hatları tetiklenebilmekte…
Baraj bölgesinde depremlere neden olduğunu biliyor muydunuz?
Olabilir demedim, olduğunu söylüyorum…
Evet, genelde ufak ufak depremlere en büyüğü doğru hatırlıyorsam beşe kadar…
Genelde 2,3 en yüksek şiddet 4 derecelerinde.
Bakın arkadaşlar burası önemli…
Türk…
Ve Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün ve arkadaşlarının kurduğu çağdaş hukuka, bilime, insan olma gereklerine, insan onuruna bağlı bir düzeniken…
Geçti TÜRKIYELILERIN eline…
Umurunda mı dünya, umurunda mı Türk, umurunda mı Türk’ün evladı, tabiatı…
UMURUNDA MI???
Lütfen…
Lütfen bu sorumun cevabini hem aklınla hem yüreğinle ver…
Kendilerinden başkası bunların umurunda mı?
BOP eş başkanı öğren de gel evladım öğren de gel…
Sen kim, “dünya lideri” olmak kim?
Burnunun ucunu göremiyor, hesaplayamıyorsun. Iran – Israil…
Iran – Suudi Arabistan, AB(D) – Rusya…
Ve hesaplanamayan faktörler Israil ve Çin, Allah cümlemizi korusun…
Barut fıçısıydı, iyice sular kaynadı!