Acı kahve!
Millet ağır sıkıntılar içinde… Ekonomimiz dar boğazda ve Cumhuriyet değerleri saldırı altında…
Ee… Böyle bir “ahval ve şerait içinde” liderlerimiz ne yapıyor?
Kayıkçı kavgası yapıyorlar!
Nedir kayıkçı kavgası?
Göstermelik kavgalara ve sonuç alınamadan sürüp giden bıktırıcı tartışmalara “Kayıkçı kavgası” deniliyor.
Cumhur İttifakı’nın liderleri, “Sepeti koluna, herkes yoluna” dediler.
Şimdi AKP-MHP ittifakının bittiğini söyleyenler var. Fakat…
Bana öyle gelmiyor. Dikkat ederseniz Erdoğan da, Bahçeli de “Belediye seçimleri” için ittifakın bittiğini söylüyor, “Cumhur İttifakı”na toz kondurmuyorlar. Çünkü ikisi de birbirine muhtaç!
AKP’nin desteği olmazsa Bahçeli’nin koltuğu tehlikeye girer. MHP’nin desteği olmazsa, Meclis’te azınlıkta olan AKP zor duruma düşer. Muhtemel bir seçimde Erdoğan’ın oyları da yüzde 50’nin altına iner!
Bahçeli’nin “İşin tadı kaçtı” sözü doğrudur ama “acı kahveyi” içmeye de mecburdur.
İki lider de ortaklığı bitirmeye cesaret edemiyor “Cumhur İttifakı devam ediyor” diyor. Ancak… Bu ittifakın ağır yara aldığı da bir gerçek!
AKP iktidarının, Danıştay’ın “Andımız” için verdiği serbestlik kararını dinlemeyeceği anlaşılıyor.
Peki, hukuk nerede?
AKP için, işine geldiği vakit hukuk vardır, işine gelmediği vakit hukuk, Danıştay, Yüksek yargı, Anayasa-babayasa yoktur!
“Adalet mülkün temelidir” sözü sadece bir lâf… İktidarın hukuka saygısı, kendi çıkarlarıyla orantılı!
★★★
“Andımız” 1933 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından hazırlatıldı, 1972 yılında bazı cümleleri değiştirildi, 1997 yılında son şeklini aldı, fakat ne yazık ki, 2013 yılında AKP iktidarı tarafından kaldırıldı!
Danıştay’ın verdiği kararla şimdi “Andımız”ın geri gelmesi gerekiyor. Fakat AKP iktidarının bunu uygulamaya niyeti yok!
Nasıl bir hukuk devletiyiz Allah aşkına?
“Andımız”daki “Türküm, doğruyum, çalışkanım” sözleri iktidarı rahatsız ediyor. Fakat “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim” sözleri onlar için daha büyük bir rahatsızlık nedeni…
★★★
Celâl Bayar, Türkiye’nin 3’üncü Cumhurbaşkanı’dır. İlahiyatçı yazar Nazif Ay, Celâl Bayar’ın “Atatürk’ü sevmek milli bir ibadettir” sözünü hatırlatarak şöyle diyor:
“Bize biz olma şansını veren yüce Atatürk’ü sevmek, onun ilke ve hedeflerine sahip çıkmak, tıpkı dinin emri, gibi mukaddes bir görevdir. Aksi halde “küfran-ı nimet” edilmiş olur. Yani yüce Allah’ın bize bahşettiği Atatürk adlı nimete nankörlük edilmiş olur.
Çanakkale savaşlarında bir güneş gibi doğan Mustafa Kemal, Türklere karşı düzenlenen son ‘Haçlı Seferi’nin muzaffer komutanı, Selahattin Eyyubi gibi en büyük haçlı ordularını dağıtan şanlı bir liderdir.
Hintli lider Gandhi’nin deyimiyle “O, İngilizleri yenene kadar biz İngilizleri tanrı sanırdık.” ifadesindeki ‘O‘ zamirinin şerefli muhatabı, Mehmet Akif’in ‘Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi‘ diye tasvir ettiği Çanakkale’nin kanlı sahasından zafer çıkaran bir ‘Peygamber naibi‘ idi.”
★★★
Atatürk’ün ve Türk ulusunun değerini haykırmak üzere yazılmış milli bir deklarasyon olan ‘Andımız’ı okutmak, her anlamda kutsal bir ibadettir. Irkçılık söylemiyle ilgisi yoktur ve abartıya dayalı hiçbir vurguya sahip değildir.
Türk adını ağzına alamayan ve içerisinde hem Türk, hem de Türklüğün asil evlâdı olan Atatürk’ün adı geçtiği için ‘Andımız’a muhalefet edip düşmanlık besleyenlerden değil ‘millî ve yerli‘ olmak, gerçek anlamda bir Müslüman bile olamaz!”
ŞÜPHELİ ASKER ÖLÜMLERİ!
CHP Burdur Milletvekili Dr. Mehmet Göker, önemli bir yaraya parmak bastı.
Göker, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a:
“Askerlik görevlerini ifa ederken ölen ve ölümleri şüpheli sayılan askerlerimizin sayısı neden her geçen gün artıyor?” diye sordu.
Milli Savunma Bakanı’nın cevap vermesi istemiyle Meclis Başkanlığı’na yazılı bir soru önergesi veren Mehmet Göker:
“Askerlerimizin şüpheli ölümlerinin artması ve davaların uzayarak bir türlü sonuçlanmaması, halkımızın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne olan güvenini zedeliyor. Askerlerimizin psikolojilerini bozarak intihara sürüklenmelerine sebep olan kişilerin bir an önce bulunarak cezalandırılması yerinde bir davranış olacaktır” diyor ve soruyor:
“Askeri birliklerimizde yaşanan ölümlerin nedenlerinin araştırılarak ortaya çıkarılması ve bu ölümlerin önlenerek başka ailelerin evlat acısı yaşamamaları için ne gibi tedbirler düşünülüyor?”
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/rahmi-turan/aci-kahve-2700279/
*
Sorun bacak araları
Sosyal medyada yılın esprisini gazeteci Nevşin Mengü yaptı!
Şöyle oldu:
Prof. Şengül Hablemitoğlu twitter adresinden, “Günaydın mutlu hafta sonlarıııııı yine ülkemde mükemmel bir güne uyandım, şöyle bir soru sordum kendime; kadın değil miyim la ben? Hayır çünkü acayip iyi araba kullanırım, park edemeyeceğim yer yoktur. Gözüm cetvel gibidir, hacim de hesaplarım gözümle hem de sevgiler” yazdı…
Bu aslında… Ekranda “Kadınlar hesap yapmasını beceremediği için mekanlarda aşçı olamıyor” diyen Prof. Sinan Canan’a göndermeydi!
Prof. Hablemitoğlu’na çeşitli yanıtlar verildi:
–“Nedir bu kadınlardaki ‘ben her şeyi beceririm evelallah, erkekten farkım yok‘ kompleksi?..
@SinanCanan hocamızın kadın-erkek yaradılış farklarıyla ilgili ne anlattığını derinine anlamadan kavramadan, bilim ve fıtratı algılayamayan klasik ezik kadın psikolojisi yine dellendi!”
–“Gelmiş geçmiş dünya da bir tane kadın mucit gösterin siz haklısınız diyeyim Şengül Hanım.”
Uzatmayayım. Topuna yanıt Nevşin Mengü’den geldi:
-”Adam, bilim pipiyle yapılır sanıyor herhalde!”
Bu cevapla “pazar” karıştı!
Bugün çoğunuzun gülümsediği “pipi-bilim” ilişkisi dünün üniversitelerinin ana konusu idi. Şöyle…
REGL/ADET ENGELİ
Edward H. Clarke (1820-1877) Harvard Üniversitesi tıp profesörüydü. 1873’de yazdığı “A Fair Chance for Girls” (Eğitimde Cinsiyet veya Kızlar İçin Adil Fırsat) kitabı ABD’de büyük tartışma yarattı. Dedi ki:
-Adetliyken insanın kendini zorlaması tehlikelidir.
-Bu yüzden de kadınları eğitmek tehlikelidir.
-Bir kadın kendi güvenliği için yüksek eğitim peşinde koşmamalıdır.
-Söz konusu olan rahimdir.
Prof. Clarke iddiasını güçlendirmek için kitabında gözlemlerini sıraladı:
-Üniversitede okuyup uzmanlığa sahip kadınların evlendiklerinde kısır oldukları ortaya çıktı.
-Üniversitelerdeki kız öğrenciler verem, anemi gibi hastalıklara yakalanıyor.
-Üniversitedeki kızların yüzleri hep soluk.
“Çünkü” diyordu; “üreme organları gelişmiyor. Vücut sistemi asla aynı anda iki şeyi birden yapamaz. Kaslar ve beyin aynı anda en iyi biçimde işlev göremez!”
Prof. Clarke yalnız değildi. Jinekolog Thomas A. Emmet ve nörolog S. Weir Mitchell gibi doktorlar da kadınların erkeklerle aynı zorlu eğitimden geçmesine karşıydı!
Edgar Allan Poe gibi klasik Amerikan yazarlarının kitaplarını basan, “Putnam” adlı edebiyat, sanat, bilim dergisini çıkaran, tanınmış yayıncı George Palmer Putnam da aynı görüşteydi.
Kızı Mary, üniversiteye gitmek istediğini söyleyince karşı çıktı; üniversite ücretini önüne koydu, “isteğinden vazgeçersen bu para senin” dedi!
Mary Putnam geri adım atmadı; adını bilim tarihine yazdırdı!
YAZIN SEVİŞİN!
Mary Corinna Putnam (1842-1906)…
New York’ta eczacılık, New England’ta tıp okudu. Yeterli bulmadı. Paris’te -tıp fakültesi- Ecole de Medecine’ye ilk kabul edilen kadın oldu. Hiç kolay olmadı. Erkek öğrencilerle aynı kapıyı kullanmama gibi zorlukların üstesinden geldi.
Paris’te 5 yıl okudu, ülkesine döndü. İlk araştırmasını Prof. Clarke’e yanıt için yaptı:
Deneklerini adet/regl öncesi, sırası ve sonrasında kas gücü testlerine tabi tuttu. Kadınları adet ağrıları, adet süreleri, günlük faaliyetleri, eğitimleri ve nabız, rektal ısı, idrar örnekleri gibi fizyolojik tabloların bulunduğu 232 sayfalık rapor yazdı.
Dedi ki:
-Adet görmenin doğasında dinlenme zorunluluğu hatta arzusuna işaret eden hiçbir şey yoktur.
-Kadınları verem ve anemi gibi hastalıklarının sebebi çok çalışma değildir.
Putnam bu çalışmasıyla önyargılı bir hekim ile verilere dayalı bir hekim arasındaki farkı ortaya koydu. Harvard Üniversitesi özür diledi; Boylston Ödülü verildi! ABD Tıp Akademisi’ne kabul edilen ilk kadın oldu. Ve…
“Amerikan pediatrinin babası” denen Prof. Abraham Jacobi ile evlendi. Mary Putnam’ın çok çalışması kısırlığa sebep olmadı! Üç çocuk dünyaya getirdi…
Aradan yıllar geçti…
Ekrana çıkarılan “profesör” hala “pipi-bilim” ilişkisini konuşuyor! Aristo kafası bu! Erkek bebek isteyenlere filozof şu öneride bulundu: “Yazın sevişin! Döllenme sırasında ne kadar sıcak olursa, bebeğin erkek olması o kadar kesindir!” Gülmeyin. Çevresel etmenlerin bebeğin cinsiyetine etki yaptığına 20’nci yüzyıla kadar inanıldı.
“Ne sıcaklık ne diyet ne de yatağın hangi tarafından kalktığınız değil, bebeğin cinsiyetini kromozomlar belirler” diyen ilk bilim insanı bir kadındı: Nettie Stevens…
DNA yapısını ilk keşfeden de bir kadındı: Rosalind Franklin…
“Kadınlar hesap yapamaz” diyorlar! Adam olan; M. Agnesi, A. Lovelace, S. Kowalevski, E. Noether, M. Cartwright, G. Hopper gibi dahi matematikçi kadınlardan utanır!
Aslında…
Kadını “bacak arasıyla” tanımlayanları Dr. Haydar Dümen’e havale etmek gerekiyor; sorunları kendi bacak aralarıdır belki…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/sorun-bacak-aralari-2700361/