Diyanet ve Başkanı!
Ayasofya’da hutbede “lanet okuyunca” ve ertesi gün dışı magazin içi iktidar yandaşı gazeteye “Ben Atatürk’ü kast etmedim, Atatürk’e beddua değil dua okunur” diye demeç verince aklıma geldi.
Unutuyoruz.
Bu yılın ilk ayıydı.
Kış çetin.
Soğuk acımasızdı.
Çadırlar ısı tutmuyordu. Elazığ’da evleri depremle başlarına yıkılanlar, “sağ olsun devletimiz bize çadır verdi ama çoluk çocuk üşüyoruz, konteyner verseydi…” demişlerdi.
★★★
Bu çağda!
Deprem ve insan!
Soğuk ve çadır!
Elazığ depremi 24 ocak 2020 gecesi oldu. 24 Ocak’ta Diyanet İşleri Başkanlığı “4-6 Yaş Grubu Kuran Kursu Öğreticilerine Hizmet İçi Eğitim Semineri” yapmak için Antalya’da SPA’sı, saunası olan çok lüks ve pahalı otelleri seçmişti. Depremi ve artçı sarsıntıları izleyen günlerde Diyanet, yine Antalya’da aynı lüks ve pahalı otellerde gece yatmalı “Murakıplara ve Eğitim Görevlilerine Seminer” planlamış, oteller tutulmuştu.
Diyanetin Müdürleri!
Eğitim görevlileri!
Lüks otelde!
İstişare yapmışlardı.
★★★
Diyanet’in Ankara’da Eskişehir Yolu üzerindeki merkez binasında devasa konferans salonu var ama “istişare” için Antalya’daki pahalı oteller tercih edilmişti. Diyanet, yapılan tercihin ve harcamanın “harcırah kanuna uygun olduğuna” işaret ederek lüks otel sefasını savunmuştu. Lüks otelde seminere ayrılan parayla Elazığ’da kışın ayazında çadır cefasına mahkum olmuşların hepsine konteynerler alınabilir ve üste para bile artabilirdi.
Diyanetin Başkanı!
Hiç oralı olmadı.
★★★
Yine aklıma geldi.
Yine yılın ilk aylarıydı.
Diyanet İşleri Başkanlığı; geçim sıkıntısı çeken yoksul ailelere “pazara akşam vakti gidin, daha ucuz sebze ve meyve alabilirsiniz” öğüdünü vermişti.
Kendisi lüks içinde…
Halka “nefsini körelt”(!)
“Ucuzu ara” diyordu.
Elazığ’da derli toplu, eksiği gediği olmayan Harput Diyanet Eğitim Merkezi vardı. Onun yerine İslam Dünyası’nın en büyük dini külleyesini dikme projesi geliştirildi. Niçin en büyük?
Kimse sormadı?
Diyanetin Başkanı da en büyük külliyeyi yapmak hangi ihtiyaçtan doğuyor, açıklamadı.
Temel atıldı.
63 milyona bitecekti.
2018 geçti.
2019 da geçti.
76 milyon harcandı.
Külliye bitmedi.
2020’de ek 13.5 milyon TL ödenek ayırıldı. Böylece 63 milyon TL’ye bitmesi planlanarak temeli atılan Elazığ’da “Dünya’nın en büyük dini külliyesi” için harcanan para yaklaşık 90 milyon TL’ye geldi dayandı.
★★★
Dini temsil edene bak:
Hesapsızlık.
Bol harcama.
Kibir, azamet!
Diyanet’e 2020 yılı için 11.5 milyar TL, 2021 yılı için 12.3 milyar TL ve 2022 yılı için 13.1 milyar TL ödenek verilmesi öngörüldü. Böylece Diyanet’e üç yıl için yaklaşık 37 milyar TL ayrıldı. Diyanet, bütçe büyüklüğüne göre yapılan sıralamada, 16 bakanlıktan sekizinin bütçesini geride bıraktı. İçişleri Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, AB Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, bütçe büyüklükleri ile Diyanet’in gerisinde kaldılar. 2018’de 170 bin personeli bulunan ve 6.6 milyar TL personele harcayan Diyanet’in personel sayısı 179 bine yükseldi. 2020 yılında personele 9.4 milyar TL ödeme yapılması hedeflendi. Diyanet, dernek, vakıf gibi kurum ve kuruluşlara da 2020’de 39.3 milyon TL aktarmayı hedefine koydu.
Bol para!
Bol harcama!
Hutbe!
Kılıç!
Dua!
Beddua!
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/necati-dogru/diyanet-ve-baskani-5954219/
Hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek!
AKP, 2002 yılında demokratik değerlere, hukuk devletine, adalet ve özgürlüklere dayanarak iktidara gelmişti…
En önemli söylemlerinden biri de “yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla” mücadeleydi…
İşler baştan iyi gitti ama durum bugün öyle mi? Hayır! Her şey tersine dönmüş durumda…
Geçen yıllar AKP’deki tüm değerleri yıprattı, yok etti. Parti şimdi çağdaş olmayan fikirleri savunup, siyasette dini kullanarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Demokrasi ve özgürlüklerden uzaklaşıldı. Yönetim sertleşti ve otoriter hale geldi.
“Güç bende… Söz bende… Benim bakanım, benim valim, benim müdürüm… Para bende… Kudret bende… Ben ne istersem yaparım!”
Ee, böyle diye diye, haliyle parti gerisin geriye gitti, şimdi yıkılmamak için tutunacak dal arıyor!
İşte bu noktada CHP’nin yıldızı parlamaya başladı.
AKP’nin kaybettiği büyükşehir belediye başkanlıkları, ülkenin geleceğini aydınlatan işaret fişekleri gibi oldu.
★★★
CHP Kurultayı’nda açıklanan 13 maddelik bildiri, ülkenin kurtuluşu için neler gerektiğini özetliyor.
Demokrasi, hukuk, bağımsız yargı ve EKONOMİ bunların başında geliyor.
Kılıçdaroğlu’nun “Bu topraklarda hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek” sözleri, halkımızın içler acısı fukaralığının önleneceğini ifade ediyor.
CHP’nin hedefi ne?
– Partisiz Cumhurbaşkanı…
– Kuvvetler ayrılığı…
– Âdil ve bağımsız yargı…
– Güçlendirilmiş parlamenter sistem…
– Ülkeyi geren “Tek adam sistemi”ne son vermek!
★★★
“Cumhuriyet’in 100’üncü yılını idrak ederken, 2’nci yüzyılı planladık” diyen CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun sözlerinden bazı satırbaşları şöyle:
– Türkiye, tarihinin en ağır bunalımını yaşıyor.
– Hiçbir vatanseverin umutsuzluğa kapılma hakkı yok. CHP, ülkeyi bu buhrandan çıkaracaktır.
– Önümüzdeki seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız. Firavunların iktidarını yıkıp, halkın iktidarını kuracağız.
– Yeni anayasa ile güçlendirilmiş demokratik parlamenter sisteme dönüş mutlaka gerçekleşecek.
– Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü sağlanacak.
– Ülkede liyakat sistemi esas alınacak, güreşçiden banka yöneticisi, akademik hırsızdan rektör, rüşvetçiden büyükelçi olmayacak..
★★★
Hizmetin “yandaşa değil, vatandaşa” yapılacağı, seçim yasası değiştirilip “milletvekillerini parti başkanının değil milletin seçeceği” vurgulanan 37’nci Olağan Kurultay, CHP’nin iktidar hedefine kilitlendiği gösteriyor. Dilerim son derece bunalan milletimiz için hayırlı olur.
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/rahmi-turan/hicbir-cocuk-yataga-ac-girmeyecek-5954334/
Biz bu S-400’ü neden aldık?
S-400’ler Türk dış politikasındaki pek çok “kara delik” içinde, en en büyüğü olmaya aday.
Bir kere somut; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vergileriyle parası ödendi. Türkiye’ye de geldi.
Yani “Üç günde Şam’da namaz” gibi soyut ve sonradan inkar edilebilecek, insan ve toplum hafızasının unutma eğilimine bırakılabilecek bir şey değil.
Ya da Mavi Marmara gibi, hamaset üzerine hamaset yapıp, sonradan “Gazze’ye giderken bana mı sordunuz” diyerek çark edilebilecek gibi de değil.
S-400’ler Türkiye topraklarında -elbette aktive edilmeden- durmaya devam ettikçe, “niye aldınız” sorusu da son derece meşru bir soru olmaya devam ediyor.
Hatırlayın;
AKP’liler, yandaşlar, her milli hamaset propagandasında ucunu başını düşünmeden AKP’nin yanında duran ulusalcılar neler neler söylemişlerdi S-400’ler satın alındığında;
“Türkiye’nin bağımsızlığı için” dediler;
“Acil ihtiyaç” dediler;
“En gelişmiş silah sistemi, Türkiye’ye bu yakışır” dediler.
Hatta “ortak üretim yapacağız” balonunu bile uçurdular.
S-400’ler alındı, ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat vaadettiğinin aksine, “Nisan ayında” aktive edilmedi. Ortak üretim balonu ise, bizzat Rus yetkililerin kamuoyuna açık sözleriyle patladı gitti.
O zaman şimdi şu soruları sormak zamanı;
*Madem “acil” ihtiyaçtı, neden hala aktif değil?
* Şimdi S-400’leri aktive etmediğimiz için, bağımsızlığımız gitmiş olmuyor mu?
* En gelişmiş silah sistemini, kutusunda dursun diye mi aldık?
AKP’NİN DIŞ POLİTİKA HAMLELERİNDE ATEŞLEYİCİ ABD, SINIR KOYUCU RUSYA
Lafı dolaştırmaya gerek yok;
Vatandaş parasıyla milyarlarca dolara alınıp, aktive edilmeyen S-400’lerin asıl gösterdiği, AKP hükümetinin dış politikada bağımsız davranamaması, savrulmasıdır.
Suriye’deki iç savaştan, Libya’ya, AKP hükümetinin “büyük dış politika ataklarının” ateşleyicisi hep ABD, bu “atakları” sınırlandıran ise Rusya olmuştur.
Suriye’de iç savaşın ilk günlerinde, ABD’nin “ateşlediği”, AKP hükümetinin de balıklama atladığı “Eğit-donat” gibi ucube projeleri zihinden çıkarabilmek, unutma eğilimindeki insan hafızası için bile çok yakın tarihli.
Yine ABD’nin “gazıyla” 29 Ekim günü Türkiye topraklarından, PYD-YPG kontrolündeki Kobani’ye Peşmerge geçirtilmesi, bir de üzerine vatandaş vergileriyle lahmacun ısmarlanması da unutulur gibi değil.
ABD’nin o ateşlemeleri sayesinde Suriye -AKP hükümetinin de büyük katkısıyla- karıştı. Şimdi sınırımızda, Mehmetçiğin canını ortaya koyduğu sınırötesi operasyonlara rağmen, bir “PKK devletçiği” oluşmakta.
Sonradan ne yaptığını anlayan AKP hükümeti, yine Mehmetçiği kullanarak bunu engellemeye kalktığında ise bu kez karşısına “sınırlayıcı” olarak Rusya çıktı.
O kadar ki, İdlib’de 36 mehmetçik Rus uçaklarının saldırısında şehit olduğunda, AKP’liler ancak Moskova’ya gidip “İdlib anlaşması” imzalayıp döndüler. O anlaşma ile Rusya, İdlib’de Türk askerinin “ne yapıp ne yapamayacağını” kalın çizgilerle çizdi, üstüne bir de kontrol etmek için “ortak devriye” unsurunu geliştirdi.
LİBYA’DA DA RUSYA ÇİZGİYİ ÇİZDİ
Benzer bir durum şimdi de Libya’da yaşanıyor. Libya’da AKP hükümeti hem müteahhit alacaklarını tahsil etmek, hem AKP hükümetinin gözde sektörü inşaat için yeni alanlar yaratmak, hem de mümkünse Libya’nın zengin petrol rezervlerine oturabilmek hevesiyle Libya macerasına atıldı. Bu maceraya, özellikle ulusalcı grupların desteği için elbette bir kılıf bulunması gerekiyordu, o da “Mavi vatan” sloganı altında bulundu.
Libya’ya Rusya’nın da Suriye’den sonra yeni üsler için göz diktiğini gören ABD de elbette hemen AKP hükümetine gerekli “ateşlemeyi” yaptı. Washington’dan AKP’nin Libya söylemine destek üzerine destek gelmeye başladı. O gazla TSK’nın destek verdiği Trablus hükümeti kontrol ettiği toprakları biraz ilerletir gibi oldu. O özgüvenle gözler, Libya’nın asıl petrol zengini bölgesinin kavşağındaki Sirte’ye çevrilmişti ki, Rusya’dan “sınırlama” geldi.
Bakın 22 Temmuz’daki Libya konulu Türk-Rus Yüksek İstişare toplantısından ne karar çıktı;
* Libya’daki krizin askeri çözümü yoktur.
* Libya’da ateşkes için Libyalı tarafları teşvik edilmesi dahil, ortak çabaların sürdürülmelidir.
Bu diplomatik ifadeleri herkesin anlayacağı şekilde yazalım;
Öncelikle;
* AKP hükümetinin de onay verdiği bu bildiride yer alan, ateşkes için teşvik edilecek “Libyalı taraflar”dan biri elbette AKP’nin desteklediği Trablus hükümeti. Peki “öteki taraf” kim? Erdoğan’ın bizzat “darbeci” dediği, “terörist” olmakla suçladığı Hafter.
* “Libya’da krizin askeri çözümü yoktur” ifadesi ise, tam da AKP hükümetinin Sirte’ye operasyon için yığınak yapmakta olduğu bu günlerde özellikle manidar. Bir yandan “askeri çözüm olamaz” derken, Sirte’ye operasyon yapmak mümkün olabilir mi? Belli ki Rusya yine belirledi sınırları.
İşin en acısı da şu;
ABD’nin Suriye özel temsilcisi Jim Jeffrey’nin “Suriye’yi Rusya için bataklığa çevireceğiz” cümlesinden de mi hiçbir şey anlamadınız?
ABD’nin Suriye’den asker çektikten sonra, Rusya’yı oraya “neyle” bataklığa çevirmeyi planladığını idrak edemediniz mi?
Amerikalıların Suriye’deki “Rusya için bataklığa çevirme” taktiğini şimdi Libya için uyguladığını hiç mi görmüyorsunuz ?
Hadi şimdi bir daha soralım;
Neden aldınız S-400’leri?
Neden aktive etmediniz?
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/zeynep-gurcanli/biz-bu-s-400u-neden-aldik-5954380/