Yorumsuz

Can Allah’ın mülk padişahın

Mihrişah Sultan…
1745 doğumluydu.
Gürcü asıllıydı.
Asıl ismi bilinmiyor.
Çok güzel, çok zarif bir kızdı, Osmanlı sarayına getirildiğinde “güneş gibi ışık saçan şah, güneşlerin şahı” manasında Mihrişah ismi verildi.
III. Mustafa’nın eşlerinden biri oldu.
III. Selim’i doğurdu.
Oğlu tahta çıkınca, valide sultan oldu.
Mevleviydi, devlet işlerine karışmadı, hayırişleriyle uğraştı, camiler çeşmeler okullar yaptırdı.
Vakıf kurdu.
Oğlu kendisine çok düşkündü.
Annesinin vakfına milyonlarca dönüm toprak bağışladı, Mihrişah Sultan da bu toprakların bir bölümünü kiraya vererek, gelir elde etti.
Böylece, devletin parasını harcamak yerine, Mihrişah Valide Sultan Vakfı’yla gelir sağlayarak, hayırişlerine kaynak yaratmış oldu.
1805 yılında, hayırla anılan bir kadın olarak, oğlunun saltanatı sırasında Topkapı Sarayı’nda vefat etti, Eyüpsultan’da toprağa verildi.

Aradan 150 yıl geçti.

Osmanlı tarih oldu.
Cumhuriyet kuruldu.

1948 yılında…
Mihrişah Valide Sultan Vakfı’ndan tee 150 yıl önce arazi kiralayanların varisleri ortaya çıktı, o kiraladıkları toprakların kendilerine ait olduğunu öne sürerek, mahkemeye başvurdular.

Nereleri istiyorlardı?
Sıkı durun…
Marmaris Hisarönü yarımadasını ve Gökova’yı istiyorlardı!
Bu bölgede yer alan ormanları, dağları, tarlaları, bağları, kumsalları, turistik tesisleri, yazlık siteleri, Karacasöğüt, Hisarönü, Çamlı, Çetibeli ve Yeşilbelde köylerini istiyorlardı.
Aralarında cumhurbaşkanlığının yazlık sarayının da bulunduğu Okluk koyu dahil, 475 milyon metrekarelik araziyi istiyorlardı.

Bu arazi üzerinde yaşayan ve ellerinde Cumhuriyet tapusu bulunan insanların derhal tahliye edilmesini, Cumhuriyet tapularının iptal
edilmesini istiyorlardı.

Osmanlı vakfı’yla Cumhuriyet tapusu davası 72 yıl önce işte böyle başladı.

Talep edilen bölgeye, kabaca 40 milyar dolar değer biçiliyor!

Cumhuriyet tapusu iptal edilmek istenen 3 bin 700 konut sahibi aile var, 10 binden fazla köylü var.

72 yıl boyunca yüzlerce duruşma yapıldı.
Tapuları iptal edilmek istenen vatandaşlar, mahkemelere koşturmaktan, hakimlere dert anlatmaktan, avukatlara para ödemekten, adliyelere harç ve bilirkişi masrafı yatırmaktan bıktı usandı.

Arapsaçına dönen davada, 2001 yılında nihayet karar verildi.
Cumhuriyet tapusu olanlar haklı bulundu.
Osmanlı vakfından medet umanların talepleri reddedildi.
Ancak, köylülerin çilesi henüz bitmemişti.
Çünkü, Mihrişah Valide Sultan Vakfı’nın varisi olduklarını iddia edenler, yeni bir hamlede bulundular, Türkiye’nin şöhretli arazi yatırımcılarından biriyle ortak oldular.
Şöhretli arazi yatırımcısının gayrimenkul şirketi vardı, onlarca kişilik avukat ordusu vardı, yeniden davalar açtılar, bir tanesini kazandılar, hadi bakalım işler iyice karman çorman oldu.

Üstelik… Mihrişah Valide Sultan Vakfı’nın varisi olduklarını iddia edenler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu, “yargılamanın adil ve makul sürede tamamlanmadığı” gerekçesiyle, Türkiye’yi mahkum ettirdi.

72 yıllık dava tam bu aşamadayken…
Ayasofya müzesi, cami yapıldı.

Cumhuriyet’in müze kararı iptal edildi.
Osmanlı’nın vakıf kararı uygulandı.

Tarihimizde ilk kez…
Cumhuriyet hukuku yerine, Osmanlı hukuku geçerli kabul edildi.
Osmanlı hukuku, Danıştay tarafından içtihat haline getirildi.

Ve böylece…
Mihrişah Valide Sultan Vakfı, hukuki açıdan, tıpkı Ayasofya kararına dayanak oluşturan Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı gibi oldu.

Biri, padişahın vakfı.
Öbürü, padişah annesinin vakfı.

E noolacak şimdi?
Mihrişah Valide Sultan Vakfı’nın varisi olduğunu iddia edenler, Danıştay’ın Ayasofya kararını mahkemeye sunmayacak mı?
Emsal göstermeyecek mi?

Şimdi daha sıkı durun…

Osmanlı vakıflarıyla Cumhuriyet tapularını karşı karşıya getiren davalar, sadece Marmaris’le sınırla değil.
İzmir’de tıpkı böyle bir dava var, Karaburun’da.
Edirne’de var.
Aydın’da var.
Muğla’da var.
İstanbul’da Beşiktaş’ta var, Şişli’de var, Ortaköy’de var, Bakırköy’de var, Kağıthane’de var, Beykoz’da var.

Abdülhamid’in varisleri mesela, davalar açtılar…
Talep ettikleri yerler için, iki binden fazla Osmanlı tapusunu mahkemelere sundular.

Ellerindeki Osmanlı tapusuyla Üsküdar’da hak talep eden şehzade torunları var.

Osmanlı tapusunu belge olarak göstererek, İstanbul Boğazı’nda 113 dönüm arazi talep eden Osmanlı paşası torunları var.

Osmanlı tapusuyla Antalya’da 300 bin dönüm araziyi isteyen, Serik’i Aksu’yu isteyenler var.

Ayasofya cami oldu diye sevinen arkadaşlar, bunların hepsini vermeyi “hukuken” kabul etmiş oldu.

Danıştay’ın Ayasofya kararıyla, Türkiye’de onbinlerce vatandaşın Cumhuriyet tapusu riske girdi.
Türkiye Cumhuriyeti devleti milyar dolarlar boyutunda tazminat ödeme riskiyle karşı karşıya bırakıldı.

Emeği geçenleri tebrik ederim, Ayasofya’da hayırlı namazlar dilerim.

https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/can-allahin-mulk-padisahin-2-5933672/

*
Önderin notu…
Kırk milyar büyük para…
Kırışırlar!
*

Hesap hatası

Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz, diğerleri de yanlış gider.
AKP’nin epeydir izlediği politikalar da böyle. “İlk yanlış iliklenen düğme” Suriye oldu. Ardından da gerisi geldi;
* Rus uçağının düşürülmesi, bunu telafi etmek için Putin’e verilen nükleer enerji, boru hattı tavizleri, parası ödenip de kullanılamayan S-400’ler..
* ABD ile “ver Papazı, al papazı” ile başlatılan gerilim, ardından üst üste gelen Amerikan yaptırımları, Türkiye’nin o kadar para harcadığı F-35 projesinden atılması, Halkbank davası, PYD-YPG’nin Amerikan eliyle “devletleştirilmesi”. Üstelik Türkiye’deki “papaz” verilirken, ABD’deki “papazın” hala konfor içinde orada yaşamaya devam etmesi.
* Şimdilerde ulusalcılara da hoş gelen “mavi vatan” sloganı eşliğinde Libya’da girişilen askeri macera.
* Son olarak da, dış politikadaki yanlışların artık iç politikaya doğru da genişlemesi; düşünülmeden alınan, sonuçları çok vahim olabilecek Ayasofya kararı.
YARIM KALAN “HAMLELER”…
AKP hükümetinin özellikle son dönemde attığı her adım, “Türk tipi Başkanlık” adı altında getirilen yeni sistemin dayattığı yüzde 50’lik Cumhurbaşkanı seçilme barajına yönelik.
AKP oy kaybettikçe, mevcut hükümet gerek dış politikada, gerek iç politikada attığı adımlarla seçmen kitlesinin ayrışmasını, dağılmasını önlemeyi hedefliyor.
Bu nedenle de büyük hamasi nutuklarla başlatılan hemen her iş, bitirmeden bırakılıyor -ya da bırakılmak zorunda kalınıyor.-
* “Beka” adı altında başlatılan, “Türkiye-Suriye sınırı boyunca terörden arındırılmış koridor” hedefi konulan sınırötesi operasyonlar mesela;
Uluslararası dengeler hiç hesaplanmadan başlatıldılar ve hedefe varamadan akamete uğradılar. Elde kaldı birkaç cep ile, cihatçı teröristlerin kol gezdiği İdlib.
* Türkiye’ye sığınan 4 milyona yakın sığınmacı üzerinden oynanan politik oyun da hesap hatasına kurban gitmedi mi ? Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa’ya her kızdığında çıkıp yüksek perdeden “açarım kapıları, gönderirim mültecileri” dedi. Sonunda bunu yaptı da; Mülteciler Edirne’ye yığıldı, bekledi, bekledi. Sınırda insan onurunu zedeleyen pekçok manzara ortaya çıktı. Ve sonuçta o yaklaşık haftalık bekleyişin ardından, sessiz sedasız yeniden Türkiye’de yaşadıkları şehirlere geri döndüler. Yunanistan’a, oradan da Avrupa’ya geçmeyi başarabilenlerin sayısı yüzlerle bile ifade edilmiyor. Böylece sığınmacılar üzerinden yapılan hamaset de, bunun siyaset haline getirilmesi de, AKP hanesine “hesap hatası” olarak yazıldı.
* Ya da şimdilerde “mavi vatan” şemsiyesi altına yerleştirilmeye çalışılan denizaşırı Libya operasyonu;
“BM’nin tanıdığı meşru Sarraç hükümetine destek oluyoruz” diye başlatılan operasyon, yine hesap hatasına kurban olmak üzere. Türkiye Sarraç’ın karargahı Trablus’un etrafını temizleyebilmiş olsa da, Libya’nın asıl petrol zenginliğinin olduğu bölgeler hala karşıt güçlerin elinde. Üstelik bu karşıt güçler de şimdi yeni bir “meşruiyet” kartıyla çıkıyorlar Ankara’nın karşısına. Fransa’nın, Rusya’nın, Mısır’ın uzun süre desteklediği Hafter, kendisine biçilen kılıfı aşıp, “hükümdarlığını” ilan etmeye kalkınca, kenara koyuluverdi. Ve meşruiyeti olmayan Hafter’in yerine, en az Sarraç hükümeti kadar meşru -çünkü hem Sarraç hükümetini, hem de Tobruk’taki parlamento BM’nin tanıdığı aynı anlaşma tarafından görevlendirilmişti.- Tobruk Parlamentosunun Başkanı Agila Salih sahneye çıkarıldı. Sarraç’ın Türkiye’den destek istemesi gibi, Salih de Libya’nın doğusundaki petrol bölgelerine açılan Sirte kentinin korunması için Mısır’dan destek istiyor. Sirte’ye gelmesi artık an meselesi olan Mısır askerinin yanısıra, Sirte’nin hemen altındaki Jufra üssündeki Rus savaş uçakları ve lejyonerleri ile, Akdeniz’de devriye gezen Fransız gemileri de işin cabası. Libya’da “zafer” artık AKP hükümetinin tarif ettiği kadar kolay değil.
Tıpkı Suriye’deki -Libya’yla kıyaslanmayacak kadar küçük ölçekli- petrol kuyularının başına Amerikan askerlerinin oturması gibi, Libya’da kuyular Rus-Fransa-BAE destekli Mısır’a emanet edilmek üzere.
AYASOFYA “FATİH’İN MİRASI” DA, YA ATATÜRK’ÜN MİRASLARI..
Benzer bir “hesap hatası” iç politika hedefli olduğu besbelli Ayasofya kararında da çıkıyor ortaya;
AKP ve yandaşların “iktidarın en güçlü dönemi” imajı çizmeye çalıştığı bu günlerde, Ayasofya ile, peşinden gelebilecek olası İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme adımları ile, partinin içinden iki yeni siyasi parti çıktığı gerçeği gölgelenmeye çalışılıyor.
Özellikle Ali Babacan’ın liderliğindeki Deva Partisi kendisini siyasi yelpazenin merkez sağına oturttukça, AKP çağreyi sağın sağına kaymakta arıyor. Böylece AKP’nin geleneksel tutucu/muhafazakar seçmen kitlesinin konsolide edilmesi amaçlanıyor.
Ancak ne yazık ki, oy hesabı ile atıldığı besbelli (Erdoğan’ın sadece bir yıl önceki Ayasofya’yı ibadete açmanın sakıncalarını anlattığı konuşmasını unutmayın) Ayasofya adımı, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki çok büyük bir hukuk garabeti yaratmaya aday.
Üstelik Danıştay aracılığıyla yaratılan hukuk kaosu, AKP’nin daha önce attığı ve atmayı planladığı adımları da zora düşürecek nitelikte.
Bunun en iyi örneği, AKP döneminde yok sayılan Atatürk’ün mirası;
ATatürk’ün en önemli miraslarından biri olan Atatürk Orman Çiftliği arazileri, kimi zaman kiralanarak, kimi zaman satılarak, kimi zaman el konularak dağıtıldı. Atatürk’ün tarım için kullanılmasını vasiyet ettiği A.O.Ç arazilerinin büyük kısmı şimdilerde Saray’ın kullanımına ayrılmış durumda. Bitmedi; ABD’nin yeni Büyükelçilik binası da AKP hükümetinin Amerika’ya sattığı A.O.Ç. arazisinin üzerine inşa ediliyor.
Bir de tabi Erdoğan’ın sürekli gündeme getirdiği İş Bankası hisselerinin Hazine’ye devri konusu var. Fatih’in “mirasını” dikkate alıp, Osmanlı hukukunu Türkiye Cumhuriyeti hukuk sisteminin üzerinde tutarak Ayasofya’nın cami haline getirilmesi kararını alan Danıştay, Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı İş Bankası hisselerinin Hazine’ye devrine nasıl karar verecek? Fatih’inki miras da, Atatürk’ünkü değil mi?
Fatih dışındaki diğer Osmanlı Padişahlarının mal-mülk konusu da sırada; Danıştay Fatih’in mirasını haklı bulunca, daha birkaç yıl önce “yasal miras hakkımız” diye mahkeme mahkeme dolaşıp, Kabataş Meydanı’nı, Galatasaray Adası’nı, Veliefendi’yi isteyen Abdülhamit’in torunlarına “gün doğmadı” mı?
Osmanlı hukukunu, Cumhuriyet hukukuna üstün kılmanın, Osmanlı döneminde azınlıklara ait olup da, sonradan el konulan, vakıflara devredilen, kimi zaman kiralanıp, satılan mal-mülkleri ne olacak onu hiç sormuyorum bile.
AKP’nin hesap hatası çok büyük, çok maliyetli.
Hata AKP’ye ait, bedeli hepimiz ödeyeceğiz ne yazık ki.

https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/zeynep-gurcanli/hesap-hatasi-5933665/