Cogito, ergo sum
„Sene sonunda ayaklanma, kargaşa beklemiyoruz“
Ne desem bilmem ki?
Göreceğiz.
Veee NATO…
Bugün YINE Antarktika…
Amına koyduğmunun çocukları, gözüm…
Üzerinizde.
“50 sene”
Ve üzeri, böyle gelmiş böyle gider dersiniz ama…
Hani sığırlar…
Öküzler…
Çağ değişti, Önder ve Önder gibileri var…
Bunu unutma.
*
Ne kadar gizlemeye çalışa da bir yerlerden ışıldıyor işte…
Horozların gözü…
Baba Arslanların evlat sevgisi.
İnsan doğanın bir parçası…
İnkâr edemez ki.
Dün…
Tengri…
Unutmuştum, gözümün önüne neler neler geldi.
>>> Çocuklar, gençler O var. INANIN VAR, AK Pezevenklerde var AMA inşallah yaşıyordur dedeleriniz, nineleriniz … sohbet ediniz <<<
„Tengricilik de yükselişte
09 Nisan Pazartesi 2018 20:22
Türkiye bir süredir deizmi tartışıyor. Siyasette, eğitimde, ticarette dinsel / İslamî referansların ölçüsüz bir biçimde arttığı ve dinin neredeyse tam bir baskı aracına dönüştüğü bir ortamda kitlelerin bu baskıdan kurtuluş için deizme yöneldiği iddiası her geçen gün güç kazanıyor.
Evet, gerçek şu ki, deist yönelişler dinci baskıya karşı bir çığlık, bir itiraz ve bir var olma mücadelesi olarak yadsınamaz bir biçimde artık gündemimizde…
TÜRKİYE’DE TENGRİCİ YÖNELİŞ VAR
Ama henüz tam anlamıyla görülmeyen, teşhis edilmeyen ve belki de farkında olunmayan bir başka inançsal, toplumsal, kültürel itiraz dalgası daha var. Bu dalga aslında genel manada deist yönelişin bir parçası olmakla birlikte özgün özelliklere sahip bir sosyolojik realite…
Bahsetttiğim realite Tengricilik’tir.
Bazıları abarttığımızı düşünecek ama durum hiç de öyle değil. Kaldı ki yine o bazılarınca deist yöneliş iddiası da bir abartıdan ibaret. Hayır, kesinlikle abartmıyoruz.
Evet, Türkiye’de bir Tengrici yöneliş gerçeği var.
Her gün bir yenisi yapılan camilere rağmen, her gün bir yenisi açılan imam hatip okullarına rağmen, bunca tarikat ve cemaate, bunca dinsel yayına rağmen özellikle gençliğin arasında deist yönelişin özel bir alanı olarak Tengricilik akımı da gitgide güç kazanıyor.
Kelime anlamı itibariyle deizm; Allahçılık, Tanrıcılık / Tengricilik demektir. Tanrı ve Tengri sözü aynı sözcüğün ayrı çağlardaki söyleniş farklılığından başka bir şey olmasa da Tengri sözü daha eski, daha köklü bir bir tutumu yansıtıyor.
TÜRK DEİZMİ OLARAK TENGRİCİLİK
Allahçılık / Tanrıcılık demek olan deizmin bir versiyonu olarak niteleyebileceğimiz Tengricilik akımı, sadece Türkiye’de değil Türkî topluluklar arasında da gençlik düzeyinde inanamayacağınız bir hızla yayılıyor.
Bilindiği üzere Tengri sözü, Kök Türk Yazıtlarında, Divan–ı Lügat’it- Türk’te ve başka pek çok Türkçe kaynakta geçiyor. Allah anlamına gelen bu sözcükten türeme Tengricilik tabiri ise, eski Türk inançlarının güncel bir ifadesi ve hatta güncel bir formu olarak deizme denk düşüyor. Bu bağlamda Tengriciliği bir nevi “Türk Deizmi” olarak adlandırabiliriz.
Eski Türk inançları denildiğinde ilk akla gelen şamanizm, aslında Türklerin milli bir inancı yahut dini değildir. Şamanizm aslında bütün dünyada daha ziyade ilkel kabilelerde etkisi görülen büyü merkezli bir inançtır. Türklere özgü yahut Türklere ait değildir. Evet, şamanizmin Türkler arasında da bir nevi şifacılık, büyücülük, kötü ruhları kovma ritüelleri olarak yayıldığı tarihsel ve hatta güncel bir gerçektir. Zira bugün dahi Orta Asya Türk topluluklarında bu inanç varlığını belli ölçüde sürdürmektedir. Ancak şamanizm yahut kamcılık sistemli bir dinsel yapı olma vasfından çok uzaktır. Üstelik gitgide de etkisini yitirmeye başlamıştır.
Türk tarihi çok dinli, çok mezhepli bir tarihtir. Türkî topluluklar arasında son yüzyılda dahi çeşitli dinsel akımlar ortaya çıkmıştır. Hatta son olarak İslam’ın en katı ve Arapçı dozajı en yüksek versiyonu olan Vahhabiliğin bile bugün etkili olduğu bölgeler vardır. Söz gelimi Özbekistan’ın Fergana bölgesi ve Doğu Türkistan’ın bazı bölgeleri bu noktada dikkat çekmektedir. Buna bir de Fethullahçı Nurculuk hareketini ilave edebiliriz. Fethullahçılık bir terörist örgüt haline dönüşmüş olarak Türk dünyasında bugün hala belli ölçüde etkisini sürdürmektedir. Ancak İslam’la ilgisi olmayan dinsel hareketler de söz konusudur. Altay Türkleri arasında Yüzyılın başında çok etkili olan AK DİN HAREKETİ / AK CANG, bu konuda en önemli örnektir.
BİNLERCE TENGRİCİ GENÇ BULUNUYOR
Türk dünyasında ve Türkiye’de bütün dinlerden, mezhep, cemaat ve tarikatlardan bağımsız olarak, kökü çok derinlerde olmakla birlikte yeni bir inançsal akım olan Tengricilik gerçeği hala kamuoyunun farkında olmadığı bir konudur. Bu farkındalığı meydana getirmek adına Tengriciliğin ne demek olduğunu izah edeceğiz. Ancak öncelikle şunu bilelim ki, bugün özellikle milliyetçi gençlerin bir bölümü arasında Tengricilik, İslamcı ve Osmanlıcı sözde millilik söylemlerine karşı “Türkçü bir karşı çıkış” olarak frekansını yükseltmeye devam etmektedir. Tengricilerin sosyal medyadaki hesapları, sayfaları ve paylaşımlarına gösterilen ilgiden bu hareketin ne denli güçlü bir sosyal tabanının olduğunu anlamak mümkündür. Bahsettiğim sosyal medya hesaplarının ve sayfalarının yüz binlerce üyesi vardır. Ayrıca açıkça ifade edilmese de pek çok milliyetçi dernek, vakıf, siyasi parti ve sosyal platform içerisinde binlerce Tengrici genç bulunuyor.
Bu arada Tengriciliğin, dinsel motiflerle örülü milliyetçiliğe karşı laik milliyetçiliğin bir uzantısı olduğunu belirtmeliyim. Tengriciler milliyetçi hareketler içindeki dinî söylemlere itibar etmezler. Hatta içten içe tepki duyarlar.
Gelelim Tengriciliğin temel ilkeler bağlamında ne demek olduğuna…
DEİZM BİR İNANÇTIR
Bunu iyi anlayabilmek için öncelikle deizmin temel özelliklerini bilmek gerekiyor. Bu nedenle evvelce deizme ilişkin yazdığım yazıda yer alan o 14 maddeyi buraya taşımak istiyorum:
1- Öncelikle ifade edelim ki, deizm kesinlikle bir inançtır. Deizmi bir inançsızlık türü olarak nitelemek gerçeği kabullenemeyen dinci çevrelerin bir mücadele argümanıdır. Deizm bir inanç olduğundan ötürü deistleri de doğal olarak “inançlı” kimseler olarak görmek durumundayız. Dinci çevreler kendileri gibi inanmayan herkesi inançsızlıkla suçladıkları için deistleri de bu şekilde tanımlama yoluna başvuruyorlar. Böylece muhtemel deist adaylarını engelleyebileceklerini sanıyorlar. Oysa bu mümkün değildir.
2- Deizm, felsefî literatürde Türkçeye “yaradancılık” olarak çevrilmektedir. Bu da deizmde bir yaratılma inancının varlığını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.
3- Deizmde temel işlevi yaratmak olan bir Tanrı inancı vardır. Zaten deizm sözü de Latince Tanrı / Allah anlamına gelen Deus sözünden türemedir. Buna Türkçe olarak bir nevi Tanrıcılık / Allahçılık / Tengricilik diyebiliriz.
4- Deizme göre bütün varlıkları var eden / yaratan bir Tanrı vardır. Kişi bu Tanrıyı kendi aklıyla keşfedebilir.
5- Deizmde tek Tanrı inancı vardır. Deizme göre Allah / Tanrı / Tengri birdir.
6- Deizme göre Tanrı / Allah bütün varlıkları var etmiş ve evrenin işleyiş kurallarını belirlemiştir. Evren Tanrı’nın koyduğu işleyiş kuralları çerçevesinde işlemektedir. Tanrı’nın evrene sürekli müdahale etmesi diye bir şey söz konusu değildir. Oysa deizm karşıtı teizmde Allah evrene sürekli müdahale etmektedir. Teizm kategorisinde; Musevilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm gibi dinler vardır.
7- Deizme göre din yoktur. Tanrı; peygamber yahut kutsal kitap göndermiş değildir. Tanrı’nın peygamber, kutsal kitap ve din gönderdiğine inanmak akıl dışıdır. Zira insan, zaten Tanrı’nın verdiği akılla neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayabilir, bilebilir. Bunun için vahye, peygambere, kutsal kitaba, dine gerek yoktur.
8- Deizme göre insan, ahlaki kurallara uymakla yükümlüdür. İnsan yükümlü olduğu ahlaki kuralları aklıyla keşfedebilir.
9- Deizmde ölüm sonrasına ilişkin düşünce net değildir. İyilik ve kötülüğün neden sonuç ilişkisi çerçevesinde sonuçlarını zaten dünya yaşamında herkes görmektedir. Bu nedenle, ölüm sonrası başka bir yaşam ve o yaşamda ödül ve cezanın olacağı şeklindeki düşünce genel olarak reddedilmektedir. Ancak deist olduğu halde ölüm sonrası yeniden dirilişi ve ödül – ceza inancını savunanlar da vardır. Hatta reenkarnasyona inanan deistler de vardır.
10- Deizmde keramet, mucize, cennet, cehennem, cin, melek, büyü, şeytan, sevap, günah, ibadet, kader gibi kavramların yeri yoktur.
11- Deizmde iyi insan olmak esastır. Günah ve sevap yahut haram ve helal değil iyilik ve kötülük vardır. Her insan iyilik yapmak ve iyi insan olmakla yükümlüdür. İyilik yapan, karşılığını iyilik olarak görür.
12- Deizme göre evrim olabilir de olmayabilir de… Deizme göre insan, Allah’ın / Tanrı’nın oluşturduğu kurallar çerçevesinde, daha ilkel canlıların evrimleşmesi sonucu oluşmuş olabilir. Bir var ediciye / yaratıcıya inanmak, o yaratıcının, insanı aşama geçirmeksizin bir anda yarattığı düşüncesine inanmayı gerekli kılmaz.
13- Deizmde yaratıcıya ilişkin Yüce Varlık, Evrenin Büyük Mimarı, Doğanın Tanrısı gibi nitelemeler yapılır.
14- Tarihte pek çok deist düşünür; filozof, sosyolog, bilim insanı olsa da deizmin bir lideri, kurumsal bir yapısı, merkezi, örgütü yoktur. Deizm insanların bireysel olarak keşfettikleri doğal bir inanıştır. Hatta deizm için mevcut bütün dinleri ve din mefhumunu reddeden akıl ve doğa dini diyebiliriz.
İşte yukarıdaki maddeler düzleminde şimdi, Türk Deizmi dediğimiz Tengriciliği izah edelim:
TÜRKLER ÖZÜNE DÖNMELİ
Tengricilik, İslam’ı bir Emevi Abbasi Arap kültür emperyalizmi olarak gören gençler arasında yayılmaktadır. Bu cümleden olarak Tengriciliğe göre İslam bir Arap dinidir. İslam nedeniyle milli adlarımızı bırakıp Arap adları aldık. Milli yazımızı bırakıp Arap alfabesi kullanmaya başladık. Türkçeye binlerce Arapça kelimenin girmesi ve Türkçenin gelişmesine engel oluşturması da İslam yüzünden olmuştur. İslam, Türkleri ümmet adı altında Araplaştıran Türklük karşıtı ve Türklüğe düşman bir dindir. İşte bu nedenle Türkler özlerine dönmeli ve öncelikle Arap dini olan İslam’ı bırakmalıdır.
Evet, Tengriciler özetle böyle düşünüyor.
O halde Tenriciliği şimdi bir de maddeler halinde açıklayalım:
1- Tengricilik bir din değil inançtır.
2- Tengriciliğe göre evreni / varlıkları, Tengri var etmiştir / yaratmıştır.
3- Deistlerin yaratıcıya, Yüce Varlık, Evrenin Büyük Mimarı, Doğanın Tanrısı demeleri gibi Tengriciler de Tengriye, Yüce Allah anlamına gelmek üzere “Kök Tengri” / “Gök Tanrı” derler. Gök, bildiğimiz manada sadece gökyüzü değil de ulu, yüce gibi anlamlara da gelmektedir.
4- Tengricilere göre, Tengri evreni yaratmakla kalmayıp işleyiş kurallarını da belirlemiş olduğundan sonrasında onun evrene müdahalesi diye bir şey söz konusu değildir.
5- Tengricilere göre, Tengri peygamber, vahiy, kutsal kitap ve din göndermemiştir. Böyle bir şeyi düşünmek akla aykırıdır.
6- Tengricilere göre insan, aklıyla iyiyi ve doğruyu bulabilir. Bir peygambere veya dine gerek yoktur. Dinler akıl dışıdır.
7- Tengricilere göre herkes iyi olmak ve iyilik yapmakla yükümlüdür. Herkes bu dünyada iyiliğinin de kötülüğünün de karşılığını görecektir.
8- Tengricilere göre iyiler öldüklerinde Tengri katına yani uçmak’a giderler.
9- Tengricilere göre kötüler öldüklerinde tamu’ya yani yedi kat yerin dibine giderler.
10- Tengricilikte ibadet yoktur ama doğaya saygı bir nevi ibadet olarak görülür. Bu nedenle, su, denizler, dağlar, ormanlar, tüm bitkiler ve hayvanlar kutsal kabul edilir.
11- Tengricilikte atalar anısına saygı esastır. Bu nedenle insanlara ve insanlığa büyük iyiliği dokunan herkes yaşarken de öldüğünde de saygıyla anılır.
12- Tengricilere göre insanlar Tengri’nin çocuklarıdır. Tengri, çocukları arasından birilerini seçip de onlarla fısıldaşarak konuşmaz. Tengri zaten çocuklarına akıl vermiştir. Akılla ahlak keşfedilir. Akıl inancın da temelidir.
13- Tengricilikte ibadet olmadığı için tapınak / ibadet merkezi de yoktur. Tengriciliğe göre bütün yeryüzü ve doğa kutsaldır.
14- Tengricilikte dinsel lider yoktur. Zira Tengricilik bir din değildir.
TENGRİCİLERDE ATATÜRK SEVGİSİ ÇOK YÜKSEKTİR
Tengriciliğin yayıldığının göstergesi olması bakımından birkaç örnekten daha bahsedebiliriz.
Özellikle gençler arasında Osmanlıcılığa karşı Gök Türkçülük (Gök Türk Devleti Hayranlığı) milliyetçi bir refleks olarak taraftar bulmaktadır. Zira böylesi gençlere göre Osmanlı, yoğun Arap ve Fars kültür unsurları barındıran ve Türk kimliğine zarar vermiş olan bir devlettir.
Tengricilerde Atatürk sevgisi ve hayranlığı inanılmaz derecede yüksektir. Atatürk’ün laiklik ve milliyetçilik prensibi Tengrici gençleri çok etkilemektedir.
Tengrici gençler, kendi aralarında ve pek çok yerde Gök Türk harflerini kullanmayı önemserler. Gök Türk harfleriyle “Türk” yazısının büyük bir salgın gibi her yere yayılması Tengrici bir yönelişin de göstergeleri arasındadır.
İLAHİYAT ÖĞRENCİLERİ ARASINDA BİLE TARAFTARI MEVCUT
Tengrici gençler birbirlerine öz Türkçe adlar takarlar. Ailelerinin verdiği Arapça adlara ilişkin bir üzüntü taşırlar. Hatta bazı Tengrici gençler, Arapça adlarını değiştirmek için mahkemelere bile başvurmaktalar. Bu bağlamda ifade edebilirim ki bizzat tanıdığım kişiler var.
Tengricilik tıpkı genel anlamdaki deist yöneliş gibi imam hatip okullarındaki gençler arasında da ciddi sayıda taraftar buluyor. Tengriciliğin ilahiyat fakültesi öğrencileri arasında bile taraftarları mevcut.
Buna karşın Tengricilerin büyük bir çoğunluğu aşırı dinci baskı nedeniyle hala kendilerini gizleme yolunu tercih etmekteler.
Eski Kültür Bakanlarımızdan, devlet ve siyaset adamı Sayın Namık Kemal Zeybek’in bir süre önce yayınlanan TÜRK İNANCI adlı kitabına gösterilen yoğun ilgi de Tengrici yönelişin göstergelerinden biridir. Sayın Zeybek’in anılan kitapta; Türklerin dini yoktur, inancı vardır, mealinde sözler etmesi de Tengriciliği anlatması bakımından dikkat çekicidir.
Yazımızın sonunda her vesileyle ifade ettiğimiz üzere tekrar belirtelim ki Türkiye’de gerek deizmin gerekse onun Türk versiyonu diyebileceğimiz Tengriciliğin bu denli hızla yayılmasının en büyük nedeni dinciliktir. Dinciliğin siyasal ümmetçilik olarak Türkiye’de yaşamın her alanında egemenlik kurmaya çalışması karşısında, doğal bir refleks olarak gelişen deizmin ve Tengriciliğin dinciliğe karşı ciddi bir alternatif olması, sosyolojik açıdan bakıldığında tez antitez ilişkisinin kaçınılmaz bir sonucudur. Her tez mutlaka antitezini üretir. İslamcılık da antitezini kendi üretmiştir.
Evet, Türkiye’de İslam’ın değil ama İslamcılığın, dinci baskının, Emevi Müslümanlığının antitezi deizm ve Tengriciliktir. Ama üçüncü bir yol daha var ki o da İslam’ın Arapçı, Emevici özelliklerinden arındırılarak Muhammedî bir çizgide modern yaşamın gereklerine uyumlulaştırılması, tecdid edilerek yani güncellenerek yeniden inşa edilmesidir. Bu satırların yazarı üçüncü yolda ısrarcıdır.
Görelim mevla neyler, neylerse güzel eyler…
Cemil Kılıç
Odatv.com“
https://www.odatv4.com/guncel/tengricilik-de-yukseliste-09041815-136547
*
„DEİZM
Tanrı’nın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde nübüvveti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adı.
Deizm Latince’de “Tanrı” anlamına gelen deus kelimesinden türetilmiş olup Grekçe’de yine “Tanrı” anlamındaki theostan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Ancak XVI. yüzyıldan itibaren hıristiyan dünyasında başlayan felsefî ve teolojik tartışmalarla birlikte teizm terimi Ortodoks inançları savunan kesim için, deizm ise geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya başlanmıştır. Deizm kelimesinin ilk kullanılışlarından birine, Calvinci bir ilâhiyatçı olan Pierre Viret’nin Instruction chrestienne (Cenova 1564) adlı eserinde rastlanmaktadır. Viret bu eserinde, kendilerini ateistlerden ayırmak için deist ismini alan bir grup filozof ve edipten bahsetmiş, kimliklerini vermediği bu kişileri, Allah’a ve O’nun âlemi yarattığına inanmakla birlikte Îsâ Mesîh’i ve Hıristiyanlık doktrinlerini inkâr eden ateistler olarak suçlamıştır. Pierre Bayle tarafından hazırlanan Dictionnaire historique et critique (1697; İng. trc. 1710) adlı eserin “Viret” maddesinde onun deizmi yorumu vurgulanmış ve terim bu şekilde yaygınlaşma imkânı bulmuştur. Kelimenin az bilinen daha önceki bir kullanımına da Burton’un Anatomy of Melancholy (1621) adlı eserinde rastlanmakta, bu eserde ateistlerle aynı kategoride değerlendirilen deistlerden söz edilmektedir.
Öfkeli reddiyelerle önceleri ateizm ile özdeşleştirilen deizmin günümüzde kazandığı anlamı ile tarifi, Dryden’in 1682 tarihli Religio Laici adlı şiirine yazdığı sunuş ile Samuel Johnson’un 1755’te neşrettiği Dictionary’de görülmektedir. Bu metinlerde deizmin, herhangi bir vahyedilmiş dine bağlı olmaksızın Tanrı’nın varlığını kabul etmek, bununla birlikte O’nun ilim ve irade gibi sıfatlarını reddetmek, böyle bir varlığın âlemde tesirleri gözlenen veya tezahür eden hikmet ve inâyetinin bulunmadığına inanmak, âhireti inkâr, hususi bir dine ait -Tanrı’nın varlığı dışındaki- bütün itikad esaslarını reddetmek anlamına geldiği belirtilmiştir.
Deizmin Avrupa’da en çok yaygın olduğu ülke İngiltere idi. İngiliz deizminin babası olarak kabul edilen Cherburyli Lord Herbert (ö. 1648), Tanrı’ya ve âhiret hayatına inanmakla birlikte kutsal metinlerin doğruluğu konusunda ciddi kuşkular beslemiş, din adamlığı kurumunu şiddetle eleştirmiş, ayrıca evrensel gerçekleri kavramaya aklın yeteceğini savunmuştur. Onun takipçisi Charles Blount (ö. 1693), bir deist olduğunu açıkça beyan eden ilk düşünürdür ve intihar ettikten sonra yayımlanan Summary Account of the Deist’s Religion (1693) adlı eseri deist fikirlerin yayılmasında hayli etkili olmuştur. Daha sonra John Toland (ö. 1722) Christianity Not Mysterious (1696) ve Matthew Tindal (ö. 1733), “deistlerin mukaddes kitabı” olarak anılan Christianity as Old as the Creation (1730) adlı eserinde deist fikirleri açmışlar ve yaygınlaştırmışlardır. Bunlarda ve devamı olan eserlerde vurgulanan ve az çok farklılıklar gösteren çeşitli deist tavırlar arasında, mûcizenin inkârına varan bir aklîleştirme çabasıyla Hıristiyanlığı tabii din anlayışına yaklaştırma, kutsal metinlerin doğruluğu konusunda ciddi endişe ve yoğun eleştiriler, din adamlarının ruhanî otoritesinin reddi, aklın deney öncesi yapısı ile Tanrı fikrine ulaşabileceği, varlığını ispat edebileceği ve kurtuluşu sağlayan ahlâk kaidelerini koyabileceği iddiası en tipik olanlarıdır. Ayrıca “hıristiyan deistler” olarak anılan William Wollaston (ö. 1724), Thomas Woolston (ö. 1731), Thomas Chubb (ö. 1746) ve Thomas Morgan (ö. 1743) gibi kişiler, Hıristiyanlığa inanmakla birlikte aklın da aynı gerçeklere ulaşabileceği, bir tabii din kurabileceği ve nihayet Hıristiyanlık ile akıl arasında hiçbir çatışma olmadığı şeklinde daha ılımlı tezler ileri sürmüşlerdir. Bu yönüyle deist akımı, Hıristiyanlığın akla aykırı ve hurafî olduğu düşünülen unsurlardan arındırılması istikametindeki bir dinî eleştiri hareketi olarak nitelendirilebilir. Bu akım içinden, inancın temelinin tarih boyunca tahrifata uğramış kutsal metinler değil akıl olması gerektiği tezi ortaya atılmış, bu metinleri yorumlama yetkisine sahip din adamları hiyerarşisi reddedilerek aklın herkeste ortak olan evrensel bir ölçü olduğu ve bu ölçü ile gerçek Hıristiyanlığın bulunabileceği iddia edilmiştir.
Kutsal metinleri şaşmaz bir kılavuz olarak gören Newton’un ortaya koyduğu yeni fizik ve onun pekiştirdiği tabiat kanunu fikrinin İngiltere’de deizm lehine sonuçlar doğurduğu söylenemez. Tam tersine yeni fizik Hıristiyanlığı koruyan bir siper olarak düşünülmüş ve deist çevrelerce heyecanla karşılanmıştır. Halbuki aynı durumu Kıta Avrupası, özellikle Fransa için söylemek güçtür. Fransız deistleri içindeki en önemli ve tanınmış sima olan Voltaire, Newton fiziği ve tabiat kanunu fikrini esas alan bir tabii din anlayışını savunmuştur. Evrensel çekim kanunundan hareketle Newton fiziğini mübalağalı mekanist terimlerle yorumlayan Voltaire, Tanrı’nın sürekli yaratıcılığı inancı ile âlemdeki tabii süreklilik fikri çeliştiği için deizme ulaşmıştır. Onda en çok göze çarpan deist özellik, Hıristiyanlığa ait kutsal metin ve dinî yapılanmaları istihzacı bir eleştiri üslûbuyla daima alaya almasıdır. Rousseau ise Voltaire’in akılcı deizmini romantik bir anlayışla sürdürmüştür. Filozofa göre insanda doğuştan mevcut olan iyilik ve adalet duygusu sonradan kötülüğe ve eşitsizliğe dönüşebilmekte, ancak insanın tabiatında var olan ışık ona yeniden yol gösterebilmektedir. Bu görüşler Hıristiyanlığın doğuştan günahkâr insan anlayışına ve dolayısıyla Hz. Îsâ’nın kurtarıcılığı inancına aykırıdır; ayrıca kilisenin yol gösterici rolünün ve ruhanî otoritesinin yerine aklî aydınlanmayı koymaktadır. Bu iki büyük Fransız deistinin aksine, aynı felsefî iklimi paylaşan D’Alembert, Diderot, Baron d’Holbach, La Mettrie, Condillac ve Condorcet gibi filozoflar ya açıkça ateist olan yahut da ateizme sevkeden fikirler ileri sürmüşlerdir. Fransa’daki bu felsefî cüretkârlığın temelinde eski rejimin bütün değerlerine kökten saldırı psikolojisi yatmaktadır.
Newton fiziğinin Almanya’da oluşturduğu deist etki ise Kant’ın felsefesinde kendisini göstermiştir. David Hume’un şüpheci görüşlerinden hayli etkilenen Kant, Tanrı’nın varlığının teorik akılla ispatlanamayacağını savunurken aslında deizmin temellerini Hume’dan sonra bir defa daha sarsmıştır; ancak ödev, özgürlük, ölümsüzlük, Tanrı ve ahlâk gibi mânevî konulara pratik akıl kavramıyla yaklaşan Kant, yine yalnızca aklın sınırları içindeki tabii bir din anlayışına ulaşmıştır. Onu hem bir hıristiyan hem de bir deist kılan şey, bir yandan dinî inançların teorik akılla temellendirilemeyeceğini iddia ederek akıl ve inancın sahalarını ayırması, öte yandan yer yer özgür irade ve vicdan kavramıyla özdeşleşen pratik aklı dinî ve ahlâkî tecrübeye temel yapmış olmasıdır.
Günümüzde deizmin geçmişteki saf ve cüretli şekliyle varlığını sürdürdüğü söylenemez. Deizmin, David Hume’un şüpheciliği sayesinde modern zamanlara “din felsefesi” disiplinini kazandırmış olmasına karşılık günümüzde din hakkındaki felsefî tartışmalar daha ziyade teizm-ateizm kutuplaşması şeklinde cereyan etmektedir. Ancak bu tartışmaların belli bir dinî teolojiyi esas almadan akla ve hür düşünceye dayalı, dolayısıyla dinî-hiyerarşik imtiyazlara sahip otoritelerden bağımsız tarzda yürütülüyor olması deizmin mirasıdır.
Tamamen Ortaçağ’ın fikir ve inanç ikliminden Yeniçağ’a girerken Hıristiyanlığın yaşadığı teolojik buhranın ve Batı medeniyetine has tarihî şartların bir ürünü olan deizmin, bir ekol ve akım olarak İslâm Ortaçağı’ndaki muadilinden söz edebilmek zordur. Tanrı’ya, O’nun âlemi yarattığına (aslında yaptığına) inanan, ancak eldeki tarihî verilere göre peygamberliği inkâr edip aklı esas alan felsefî bir yaşama tarzını benimseyen Ebû Bekir er-Râzî’nin bir deist olduğu söylenebilirse de bu görüşlerin felsefî bir ekol haline gelmediği de bilinmektedir.
İslâm düşüncesinin temel yönelişi Allah, âlem ve insan münasebetlerini asla koparmamak veya zayıflatmamak doğrultusunda olmuştur. Esasen İslâm inanç ilkelerine göre yaratıcı faaliyeti, ilmi, hikmeti ve lutfuyla Allah âleme her an müdahale eden yüce bir varlıktır. Bu yüce varlık gerektiğinde âlemdeki kanunîliği mûcizeler yaratmak yönünde yeniden şekillendirebilir. Allah belli zamanlarda seçtiği peygamberler aracılığıyla insanlara mesajlar göndermiştir. İnsan da bunun karşısında takındığı tavra göre değer kazanır. Yine insanlar bu yüce varlığa dua ile isteklerde bulunup lutuf ve yardımını talep edebilir ve Allah’a iletmek istedikleri her mesaj mutlaka yerini bulur. Allah ve insan arasında nübüvvet ve ibadet yollarıyla belirli bir iletişimin olduğuna inanma İslâm’ın temel umdelerindendir. Ayrıca İslâm dininin kutsal metni olan Kur’an’ın lafız ve mâna bakımından mûcize olduğu, ilâhî koruma altında bulunduğu ve tarihen de bilindiği gibi asla tahrif edilmemiş ve edilemeyecek olduğu hususu müslümanların ortak inancıdır. Her ne kadar İbn Teymiyye, Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi bazı İslâm filozoflarının Kur’an’ın lafız ve mânasının Tanrı ile ilişkisine dair görüşlerine, vahiy meleğini “faal akıl” olarak anlamalarına, peygamberler dışındaki bazı seçkin insanların da bu akılla ittisâl kurabilecekleri şeklindeki iddialarına işaret ederek böyle bir anlayışı vahye dayalı din için tehlikeli bulmuş, bu anlayışa göre vahyin dinde belirlenmiş olan yerini, özellikle normatif özelliğini kaybedeceğini, peygamberliğe duyulan ihtiyacı ortadan kaldıracağını söylemiş ve böylece onların görüşlerinden bir tür deizm sonucu çıkarmışsa da (Derʾü teʿârużi’l-ʿaḳl ve’n-naḳl, X, 210-211, 214-217; a.mlf., Mecmûʿu fetâvâ, XII, 21-23) Batı’daki deist filozofların yahudi-hıristiyan kutsal metinleri karşısındaki kuşkuları İslâm düşünürleri bakımından vârit olmamıştır. Vahyin sıhhati konusunda Batı’da beslenen bu kuşku ve inkâr tavrı akla mutlak güven psikolojisini doğururken İslâm düşünürleri ya ilâhî vahiyle sağlıklı aklın tam anlamıyla uyuştuğunu yahut daha fazla olarak vahyin akıl ötesi boyutlara da sahip olduğunu vurgulamışlardır. Yine İslâm’a göre âlemdeki kanunîlik Allah’ın isterse değiştirebileceği “meşîet”inden ibaret olduğu için gerek mikro gerekse makro planda mutlak olarak Allah’ın yaratıcı gücüne bağımlıdır. Dolayısıyla Allah ile âlem arasındaki yaratan-yaratılan ilişkisi, deizmin bir defa olup bitmiş ve artık söz konusu edilmemesi gereken bir yaratan-yaratılan ilişkisi değildir. Allah’ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir aşkınlık anlayışına sahip deist iddianın aksine Allah “yerin ve göklerin nurudur” (en-Nûr 24/35) ve insana “şah damarından daha yakındır” (Kāf 50/16).
BİBLİYOGRAFYA
A. Lalande, Vocabulaire technique et critique de la philosophie, Paris 1926, I, 151.
Süleyman Hayri Bolay, Felsefî Doktrinler Sözlüğü, Ankara 1987, s. 55.
Takıyyüddin İbn Teymiyye, Derʾü teʿârużi’l-ʿaḳl ve’n-naḳl, Riyad 1402/1982, X, 210-211, 214-217.
a.mlf., Mecmûʿu fetâvâ, XII, 2123.
Voltaire, Feylesofça Konuşmalar ve Fıkralar (trc. Fehmi Baldaş), Ankara 1947-48, I, 208.
H. Arvon, L’Athéisme, Paris 1970, s. 39-40.
D. Hume, Din Üstüne (trc. Mete Tunçay), Ankara 1979, s. 45-46.
a.mlf., İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma (trc. Selmin Evrim), İstanbul 1986, s. 174-179, 184.
Mehmet S. Aydın, Kant’ta ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde Tanrı-Ahlâk İlişkisi, Ankara 1981, s. 28-32, 159.
a.mlf., Din Felsefesi, İzmir 1987, s. 141-144.
J. H. Randall – J. Buchler, Felsefeye Giriş (trc. Ahmet Arslan), İzmir 1982, s. 116-117.
Hüsameddin Erdem, Bir Tanrı-Âlem Münasebeti Olarak Panteizm ve Vahdet-i Vücûd, Ankara 1990, s. 2.
Encyclopedia of Philosophy (ed. P. Edwards), New York 1976, II, 326-336.
Allen W. Wood, “Deism”, ER, IV, 262-264.
G. C. Joyce, “Deism”, ERE, IV, 533-543.“
https://islamansiklopedisi.org.tr/deizm
O…
VAR!
Ama bir sürü namussuz…
Soysuzda VAR.
Anlatmışımdır geçmişte, ILK DEFA Türklerden bahis edenler Çinliler…
Ve EVET…
Dün…
Türklerde KADIN erkeğinin HEP YANINDAYDI, arkasında değil…
Eşti…
Eş…
Ama kadında KADINDI o zamanlar. Yine Şamanizm…
Neden Tengriye hiç önem vermedim?
Bunu da anlattım ASLINDA…
Ayrılmıştık boylara…
Düştük yollara…
Geldik teee buralara.
Girdik kılıktan kılığa…
En son halimiz…
90 sene aradan sonra…
MEYDANDA!
Harbiye Askeri Müzesi…
Tavsiye ederim, MUTLAKA…
Gördüm…
ATTI TEPEM…
8000 sene ha?
Vayyy anasına, acilen gittim SORUMLU subayın yanına…
Efendim bu ne, bana izahat verebilir misiniz?
VEREMEDI…
Sonradan bende TATMIN edici bir izahat BULAMADIM…
Türklerin tarihi…
“8000 sene” ha???
İddia…
İspat ister…
Ben VERILERDEN yola çıkarım, SOMUT VERILERDEN…
İspatlanabilir…
Bilimsel…
Lafebesi, kulaktan dolma “bilgiler” ile yetinmem!
Bildiğim…
İspatlanabilir bilgi, Çin arşivleri…
2000 sene.
NOKTA