Ara verdik, gazete okuma fırsatım oldu. Önce Soner Beyi, ardından Yılmaz Beyi okuyalım lütfen…
—
Monşer mi dediniz
7 Şubat 2018
Yıl, 1984…
Dışişleri Bakanı -diplomasi¬den gelen- Vahit Halefoğlu.
Bakanlığın, Siyasi İnceleme ve Değerlendirme Daire¬si Başkanı Onur Öymen.
Büyükelçi Öymen’in “Zor Rota” adlı kitabından öğren¬dim:
“Fransızlar, Ankara’ya Akkuyu’da yapılacak nükleer santral projesi önerisi sundu. Çok cazip bir teklif. En son teknolojiyi kullanacaklar. Çok uzun ödemesiz süre var…
Bu teklifi getirenlere Halefoğlu şöyle diyor:
‘Bu projeyi getirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Fa¬kat, siz bu odadan çıkınca ben bu projeyi, şurada görmüş olduğunuz çöp sepetine atacağım. Siz Ermeni teröristlere kol kanat gerdiğiniz sürece biz size hiçbir proje vermeyeceğiz. Bu teklifi bakanlar kuruluna bile götürmem.‘
İki hafta sonra…
Fransa Cumhurbaşkanı Mit¬terand, Galatasaray Lisesi eski hocalarından Etienne Manaque’ı Türkiye’ye gön¬deriyor. Manaque, şu mesajı getiriyor:
‘Biz bu konuda gerçekten hatalı bir politika izlediğimizin farkındayız. Bundan son¬ra daha dikkatli olaca¬ğız. Hiçbir Türk diplomatı Fransa’da bu teröristlerin saldırısına uğramayacak ve Fransa’da hiç kimse teröre arka çıkmayacaktır.‘
Fransa’da ASALA terör örgütünün bir çok eylemi ol¬muştu. Bazı Fransız siyasetçi¬ler Ermeni militanları kollar tutum içine girmişti. Terörist¬leri haklı gören açıklamalar yapmaları can sıkıcıydı.”
Sonuçta…
Mitterand’ın sözünden son¬ra Fransa’da ASALA terör eylemi olmadı!
Gelelim asıl konumuza…
DAHA NE YAZALIM
PKK/YPG mevzilerin¬den Kilis’e roket attı:
Camide namaz kılan Muzaf¬fer Aydemir ve Tarık Tabbak hayatını kaybetti.
PKK/YPG mevzilerin¬den Reyhanlı’ya roket attı:
Ölüm 17 yaşındaki lise öğrencisi Fatma Avlar’ı uyku¬sunda yakaladı.
Terör örgütü sadece sivil yerleşim yerlerine roket at¬madı.
Karakollara tanksavar¬la saldırdı.
Mehmetçik’i füzeyle vuru¬yor.
– Teröristlerin elinde roket var…
– Teröristlerin elinde füze var…
– Teröristin elinde her çeşit silah var…
Bunları kimin verdiği sır değil.
ABD, dünyanın gözü önün¬de teröristlere silah sevkiyatı yapıyor.
ABD Savunma Bakanlığı bütçesinde bile bunlar yazılı:
– 6 bin adet PKM (Bikisi),
– 3 bin 500 adet DShK (Doçka),
– 3 bin adet RPG-7,
– Bin adet AT4 ve SPG9,
– 80 adet 60mm havan,
– 80 adet 82mm havan,
– 75 adet 120mm havan,
– 150 adet AN/PVS gece görüş gözlüğü,
– 150 adet AN/PEQ 2…
Liste uzun…
Verilen silah-cephane 900 TIR’ı geçti.
Ki bunlar açıktan verilen¬ler; ya gizli teslim edilenler?
Yaz yaz bitmez…
Teröristlerin elinde ABD yapımı AT-4 ve TOW tank¬savar var!
PKK/YPG “envanterin¬de” binden fazla tanksa¬var olduğu tahmin ediliyor. Bu silahlar içinde Türkiye’ye satışı onaylanmayan tanksa¬var füzesi Javelin bile var!
Daha neyi yazıp-konu¬şuyoruz ki:
Türkiye’ye vermediklerini teröristlere veriyorlar?
GÜCÜNÜ GÖSTER
Ankara…
Mehmetçik’in PKK/YPG mağaralarından ele geçirdiği silahların listesini ABD’ye sunuyor.
Bunun üzerine ne yapıyor¬lar; dalga geçiyorlar:
– ABD Savunma Bakanlığı Ortadoğu Masası Sözcüsü Eric Pahon, “Türkiye’yi tehdit ede¬bilecek tüm silahları PYD’den geri alacağız” diyor!
– Pentagon Sözcüsü Rob Manning, “YPG’den söz aldık, hibe ettiğimiz silahları PKK’ye vermeyecekler” diyor!
Ardından…
Roketle siviller öldürülüyor.
Füzeyle Mehmetçik şehit ediliyor.
Hepsi dünyanın gözü önünde oluyor. ABD açıkça, Cenev¬re Konvansiyonu ve Silahlı Çatışma Kanunları vb. riayet etmiyor. Kime ne anlatacak¬sın; o yasalar sadece mazlum ülkeleri bağlıyor, emperyalistle¬ri değil…
Peki…
Biz vatandaşlar olarak ne yapacağız:
Sivil ölümleri seyredecek miyiz?
Mehmetçik’in şehit oluşunu seyredecek miyiz?
Afrin Harekatı’nın siyasi ayağı AKP Hükümeti “cep telefonculuk” oynuyor. Cephedeki komutanı bakan¬lar kuruluna bağlayıp medya gösterisi yapıyor! Yazık.
Savaşa bu derece mi yaban¬cılaştılar?
Başta ABD olmak üzere yedi düvele karşı savaştığımı¬zın farkında mı değiller?
İçlerinde Monşer Halefoğ¬lu direnci gösterecek bir ba¬kan bile yok mu? “Ne yapıyor¬sunuz arkadaşlar” demiyor mu?
Keza…
“İttihatçı” diye aşağıla¬dıkları gazeteciler dün neler yaptı? Avusturya-Macaris¬tan İmparatorluğu, Bosna Hersek’i ilhak edince gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) öne¬risiyle bu ülke malları protesto edildi. Sadece Osmanlı değil, Hindistan gibi dost ülkelerde de boykot etkili oldu.
Peki…
Hadi AKP Hükümeti Monşer Halefoğlu cesareti gösteremi¬yor!
Biz vatandaşlar benzeri boy¬kotu hayata geçiremez miyiz?
Zor değil arkadaş!
Hadi sahibi olduğundan söz etmek gerçekçi olmaz. Ama yenisini alacaksan, Ameri¬kan arabasını ya da ne bileyim cep telefonunu satın alma…
Parasını kullanma… Benzini¬ni-mazotunu alma… İçeceğini içme… Fast food’unu yeme… Filmine gitme… Sigarasını içme… Kıyafetini alma…
Evet arkadaş!
Sıcacık evinde Mehmetçik’i seyretmekle olmaz!
Şehitlere gözyaşı dökerek olmaz.
Artık…
Yurtsever olarak gücünü göster
http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/monser-mi-dediniz-2207829/
—
Rutbetu’l-ilmi ale’r-ruteb
7 Şubat 2018
İsmi, Angelo Giuseppe Roncalli’ydi.
Bergamo’da doğdu, Roma’da okudu, rahip oldu, piskopos oldu, 1935’te papalık temsilcisi olarak İstanbul’a atandı.
10 yıl Türkiye’de yaşadı.
Şişli Harbiye’de Ölçek Sokak’ta oturdu.
“Din adamlarının dini kıyafetlerini sadece ibadet yerlerinde giymelerine” dair kanun çıkarılınca, devrim kanunlarına tereddütsüz saygı gösterdi, Türkiye’de sivil kıyafetle dolaşan ilk din adamı oldu.
Atatürk, kendi terzisi Kemal Milaslı eliyle iki takım elbise, bir pardesü, bir fötr şapka hediye etti.
Türkçe dersleri aldı, akıcı Türkçe öğrendi.
Beyoğlu St. Antuan Kilisesi’ndeki ayinlerinde “Tanrı mübarek olsun, Tanrı’nın aziz adı mübarek olsun” cümlelerini Türkçe kullanırdı.
Bizzat Murat Bardakçı’nın tanıklığıyla, Şişli’deki evinde Hazreti Ali’ye ait bir söz vardı, mihrabına asılıydı. “Rutbetu’l-ilmi ale’r-ruteb” yani “rütbelerin en yücesi, bilgin kişinin rütbesidir” yazıyordu. En şöhretli hattatlardan Kamil efendi tarafından yazılmıştı.
Türk dostuydu.
Diplomatlar, gazeteciler, yazarlar, tarihçiler, şairler ve ressamlardan yakın arkadaşlar edindi. Hiçbir kurumsal imtiyaz talebinde bulunmadı, hiçbir şahsi talepte bulunmadı.
Beşiktaş taraftarıydı, maçlara gidiyordu.
Ankara’ya İzmir’e Bursa’ya Adana’ya Konya’ya Mersin’e seyahatler yaptı, İznik’i Mudanya’yı Tarsus’u Bergama’yı gezdi.
Türkiye’ye hayrandı.
İstanbul’daki yaşamı sayesinde “Roma’nın dar görüşlülüğünden kurtulduğunu” söylüyordu.
Osmanlı padişahlarının hayatlarını okuyordu, Mimar Sinan’a “büyük Sinan” diyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deydi, soykırımdan kaçan Yahudilere yardım etti, ölümden kurtulmaları için sahte vaftiz belgeleri düzenledi, Yahudileri Nazilerin elinden alabilmek için Türk yetkililerle birlikte çalıştı.
Günlük tutuyordu, her gün için bir sayfa yazıyordu. Yıllar sonra kitaplaştırılan bu hatıralarına göre, Atatürk devrimlerini “çağdaş medeniyete ulaşma isteği” olarak görüyordu. “Burada yepyeni bir dünya var” ifadelerini kullanıyordu. Türkiye’de son derece rahat yaşadığını, kendisini rahat hissettiğini, ama, Hıristiyan din adamı olmasına rağmen Yunanistan’a girmekte güçlük çektiğini anlatıyordu.
Günlüğüne defalarca “Io amo i Turchi” yani “Türkleri seviyorum” yazmıştı.
Türkiye’den Fransa’ya atandı, Venedik kardinali oldu, 1953’te Papa oldu.
Türkiye sevgisi nedeniyle “Türk Papa” olarak anılmaya başlandı.
Çok kritik bir seçim olmuştu… Papalık için kuvvetli bir aday daha vardı, kardinal Agagianyan, Ermeni’ydi, Türkiye adına ciddi sorunlara yolaçabilirdi, neyse ki Ermeni papa seçilemedi, “Türk Papa” seçildi.
Vatikan’dayken daima Türkiye’den övgüyle bahsediyordu. “Hayatımın en güzel 10 yılını Türkiye’de geçirdim, beni bir tek kimse bile, bir tek gün bile kırmadı, sadece sıcak alaka, dostluk, samimiyet ve anlayış gördüm” diyordu.
Vatikan’da görüştüğü Türkiye dışişleri bakanı Feridun Cemal Erkin’e, İstanbul hasretini şöyle anlatmıştı: “Boğaz’ın çiçeklenmiş kıyılarını, orada gördüğümüz nezaket dolu konukseverliğin anılarını yaşatmak, barışçıl ve dingin buluşmaları hatırlamak anlamına geliyor.”
Türk Papa sayesinde Türkiye’yle Vatikan arasında diplomatik ilişki kuruldu.
Beş yıl papalık yaptı, 1963’te öldü.
2000 yılında “ermiş” ilan edildi.
2014 yılında “aziz” ilan edildi.
Ermiş ilan edilme törenine, Türkiye Cumhuriyeti adına kültür bakanı İstemihan Talay başkanlığında resmi heyet katıldı.
Aziz ilan edilmesi onuruna, 10 yıl yaşadığı Ölçek Sokağı’nın ismi Şişli Belediyesi tarafından Papa Roncalli Sokağı olarak değiştirildi.
*
Üçüncü cumhurbaşkanımız Celal Bayar tarafından 1959’da Vatikan’da ziyaret edilen tarihteki ilk papa, işte buydu.
*
Elbette farklı dinamikler de etkendi ama, diplomatik ilişkiyi başlatan ziyaretin bir numaralı sebebi, muhatabımızın “Türk Papa” olmasıydı.
*
E şimdiki ziyaretin muhatabı kim?
Türkiye’yi “soykırım”la suçlayan, 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu söyleyen, sadece Ermenileri değil, “Süryanileri Asurileri Keldanileri Rumları ve Ermenileri soykırdığımızı” söyleyen, “piskoposları rahipleri kadınları erkekleri yaşlıları, hatta savunmasız çocukları ve hatta hastaları bile yok ettiğimizi” söyleyen… Bunları söylediği için bizzat asrın liderimiz tarafından Vatikan Elçimizin geri çekilmesine sebep olan… Ermenistan’a giderek “Ermeni soykırımı yaptığımızı” tekrar eden… Tarihte üç soykırım yaşandığını “birini Stalin’in yaptığını, birini Hitler’in yaptığını, birini de biz Türklerin yaptığını” söyleyen… Türk düşmanı papa.
*
Ama işin orası hiç önemli değil.
Arakanlılara “kardeşimiz” diyor ya, Kudüs’ün başkent yapılmasına karşı çıkıyor ya, orası daha önemli!
*
Nasıl olsa “yerli” ve “milli” sayın ahalimiz hiç merak etmiyor…
Bayram değil seyran değil, soykırım borazanı papayı neden öptük?
http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/rutbetul-ilmi-aler-ruteb-2207846/