Sehr geehrte Damen und Herrn,
Ich bin der letzte Mensch der hinter Erdogans Politik stehen würde. Ich riskiere sowohl Leib und Leben meiner Person als auch die der meiner Familie um gegen Ihn und seine Mitstreiter zu opponieren.
Ich bin Familienbedingt öfters in Tayyipistan und um uns herum gibt es mehr als genug fanatische Anhänger. Was mich nicht davon abhält alles in meiner macht stehende zu tun, um ihn mit legalen Mitteln abwählen zu lassen.
Wobei ich mir sicher bin das, dass nicht möglich sein wird denn er hat mit ernsthaften Konsequenzen seines Handelns zu rechen. Er und seine Anhänger. Aber das ist nicht der Grund meines Schreibens.
Ich möchte sie höflich an ihre journalistisch – etischen Grundsätze erinnern.
Wenn auch sehr verspätet handelt die Türkei, ich spreche nicht von Erdogan der diese Operation mit Sicherheit für seine Wiederwahl ausschlachten wird, ich spreche von den Türkischen Interessen als Staat und aber auch von den Interessen des Volkes…
Und dabei spreche ich auch von den Kurdisch stämmigen Menschen. Bitte vergessen sie nicht das auch ein Großteil der Wehrpflichtigen kurdisch stämmige sind. Insbesondere die PKK terrorisiert auch die Zivilbevölkerung. Unabhängig von ihrer Abstammung. Einerseits die ANGST vor Erdogan andererseits die PKK…
Die YPG hat willkürlich mit Raketen türkische Städte angegriffen. Was sollte die Türkei tun?
Sich einfach weiterhin beschießen lassen?
Bitte meine Damen und Herrn, im Namen der Gerechtigkeit achten sie auf ihre Wortwahl…
Was heißt Angriff?
Seit wann ist Selbstverteidigung ein Angriff?

Mit freundlichen Grüßen
Önder Gürbüz
onder@gurbuz.de
01714213566
https://www.msn.com/de-de/nachrichten/welt/syrien-erdogan-zentrum-von-kurden-hochburg-afrin-„vollständig“-unter-kontrolle/ar-BBKmsXq?ocid=spartanntp
Mail an Berliner Kurier

Meskûn mahal çatışmasından “kurtulduk”

Doğruymuş daaa…
YPG…
Açıklama yaptı gerilla savaşı…
Rahmetli Levent Kırca geldi aklıma:
Ne olacak şimdi?
PKK’nin ardından YPG ve muhtemelen Tayyipistan içlerinde de eylemleri olacaktır!

Amannn çeyrek sende…
Milletin derdi seni mi gerdi?
En iyisi takma kafaya tokadan başka bir şey değil mi?


izle

Anlayana

Hannibal ante portas
Latince…
Romalıların Hannibal’a atfen bir deyişi:
“Hannibal, kapımızda”

Kendisi Roma kapı önlerine kadar gelmesine karşın Roma’yı zapt etmemesi üzerine kendi subaylarından biri yine kendisine şu cümleyi söylemiştir:
“Hannibal…
Zafer kazanmasını biliyorsun ama kazandığın zaferlerden gereken sonuçları çıkarmasını, almasını, zaferinden yararlanmasını bilmiyorsun”

Çok şükür, korktuğum olmayacak gibi

Gerçi…
Uluslararası basın tarafından teyit edilmedikten sonra bu zibidiler…
Allah birdir deseler inanmam…
Afrin şehir merkezindeymiş ÖSO…
Mehmetçik diyemeyeceğim çünkü benim televizyonlardan gördüğüm…
Sadece çapulculardı, resmi üniformalı Mehmetçik görmedim, ben görmedim…
Siz gördüyseniz bilemem. Askerlerimiz, Mehmetçik canından olmasında varsın böyle olsun…
Keşke böyle olmuş olsa!

İzmirlim, Sayın Doğru ve Sayın Çoksun…

Onu sona bıraktım ki çok dikkatli okuyun, çok dikkatli bakalım ayni sonuca varacak mısınız?


Çiftlikbank
17 Mart 2018
Yazarlar
Cumhurbaşkanı seçildi.
Cumhurbaşkanlığı sarayında oturmadı.
Evi yok.
Eşine ait köy evinde oturuyordu.
Suyu kuyudan çekiyordu.
Maaşının yüzde 90’ını yoksullara bağışlıyor, yüzde 10’uyla geçiniyordu.
Makam uçağı kullanmadı.
87 model vosvos’u var, ona bindi.
Şoförü yoktu.
Meclise Vespa’yla geldi.
Koruması yoktu.
Banka hesabı yoktu.
Kredi kartı yoktu.
Üç bacaklı, topal köpeği vardı.
“Siyaset, para biriktirmek için değildir, halk olmaktır” diyordu.
Birleşmiş Milletler’de konuşma yaptı, “kalıcı olan aşk, dostluk, dayanışma ve ailedir, belirleyici olan hayat olmalıdır, tüketim değil” dedi.
Cumhurbaşkanlığı süresi bitti, illa gene seçileyim, koltuğa yapışayım, kazık çakayım, oyları çalayım filan demedi, emekli oldu.
*
Uruguay cumhurbaşkanı’ydı Jose Mujica.
*
Peki, Uruguay halkı evi olmadığı için, suyu kuyudan çektiği için, vosvosa bindiği için mi cumhurbaşkanı seçti onu?
Hayır.
*
Cumhurbaşkanı seçilmeden önce “tarım” bakanıydı.
*
Akılcı ve halkçı politikalarıyla beş yıl gibi kısa sürede Uruguay topraklarının yüzde 90’ını tarım yapılabilir hale getirdi.
Ülkesini buğday, pirinç, mısır, arpa, yulaf deposu haline getirdi.
Canlı hayvan varlığını, sığır, koyun, domuz, kümes, toplam 45 milyona çıkardı.
Ülkesindeki canlı hayvan nüfusunu, ülkesindeki insan nüfusunun 13 katına çıkardı.
Süt ürünleri sektörünü, beş katına büyüttü.
Topraktan elde edilen kazancın bir kısmını denize döktü, balıkçılık patladı, üç katına çıkardı.
Tarım ve hayvancılık sayesinde işsizliği azalttı, kişi başına düşen geliri arttırdı, maaşları yükseltti, köyden kente göçü durdurdu.
*
Hırsızlık yapmaması, paraya tamah etmemesi, sarayda oturmaması, vosvos’a binmesi, hayat felsefesi, elbette örnek alınması gereken davranışlardı ama… Cumhurbaşkanı seçilmesinin sebebi, tarım’dı.
*
Biz ise, dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik.
Cumhurbaşkanımız kendine bin yüz küsur odalı saray yaptırdı.
Emrinde yedi tane filan uçak var.
Örtülü ödenekle yılda iki milyar liradan fazla kafasına göre harcama yapıyor, nereye harcadığını sorman bile yasak.
Şimdi yukarıdaki Uruguay’dan inek ithal ediyoruz.
Saman ithal ediyoruz.
Herifin biri internette “çiftlikbank” kurdu, beğendiğiniz ineğin üstünü tıklayıp, şahsi banka hesabıma parayı yatırın, ineğin etinden sütünden size kar payı ödeyeyim dedi, saman ithal eden ülkenin insanları bu teklifi çok mantıklı buldu, herifin şahsi hesabına tiko para 500 milyon lira yatırdılar, paraları balyaladı, Uruguay’a kaçtı.
*
Uruguay’da elçiliğimiz yok.
Suçluların geri iadesi antlaşmamız yok.
*
Uruguay’dan inek alabiliyoruz.
Çiftlikbank’ın sahibini alamıyoruz.
*
Tarımdaki muhteşem başarılarını takdir ederek Akp’yi 16 senedir iktidarda tutan sayın ahalimizi tebrik ediyorum, Çiftlikbank’ın imam hatipli sahibine 500 milyon lira ödeyen sayın ahalimizi en kalbi duygularımla kucaklıyorum.
*
Gerizekalı Uruguaylılar gibi en az üç inek yapmayalım.
İlerizekalılar olarak en az üç çocuk yapmaya devam edelim.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/ciftlikbank-2293246/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Tıfıl tombul oğlan!
Uyanık, 80 bin kişinin 500 milyon lirasını çarptı, Uruguay’a kaçtı. Buldular bu tıfıl tombul oğlanı “Vay ahlaksız… Vay soysuz… Vay yalancı… Allah’tan korkmaz, Hz. Peygamberden utanmaz…” diye kızıp, eşini de sorguda konuşturarak öfke boşaltıyorlar. Bu tıfıl tombul oğlan, büyüklerinden neyi gördüyse onu yapmış. İktidar büyükleri, “memleketin tümünü çiftlik bank” yaptılar. Oğlan da büyüklerinden gördüğünü modelledi.
Milyon tane örnek var.
İşte bir güncel örnek.
Memleket büyüğü!
Memleketin en büyüğü!
Meclis Başkanı!
Meclis’i “Çiftlik Bank” yapmış. Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın iyi eğitimli polis korumaları var. Korumalar, Meclis Başkanı, 1 milyon 100 bin TL devlet parası sayılıp alınmış, yabancı ülkelerde üretilmiş Audi A8 lüks makam otomobiline arka koltukta oturmuş giderken onu dışarıdan gelecek her saldırıdan koruyacaklar.
Tamam korusunlar!
* * *
Fakat 80 milyon nüfuslu memleket Meclis Başkanı için bir “Çiftlik Bank” yapılmış. Korumalarına, yaklaşık 3 milyon TL devlet parası sayılarak yine yabancı bir ülkede üretilmiş her biri devlete 590 bin TL’ye mal olan 5 adet Toyota Land Cruiser Prado cip alındı. Türkiye’deki otomobil fabrikalarında Türk işçisinin ürettiği ciplerle Türk Meclis Başkanı korunamıyor!
5 tane 590 bin TL.
5 tane ithal cip.
Ne olacak?
Meclis Başkanı korunacak.
Meclis çiftlik bank olmuş!
İşte başka bir güncel örnek daha: Yüzde 99 hissesi devlete ait TÜBİTAK Marmara Teknokent’in genel müdürü ayda 32 bin TL maaş alıyor. Sayıştay müfettişlerinin tespitine göre, bu devlet müdürü bu kadar yağlı maaş almasına rağmen 23 bin TL kredi kartı harcamasını da devlete ödetti.
Devlet çiftlik bank olmuş!
İşte bir diğer güncel örnek daha: Hükümet bu yılın sadece 2 aylık döneminde örtülü ödenekten 334,5 milyon TL harcama yaptı. Kısa şubat ayında bile bütçe açığı 1.9 milyar TL oldu.
Bütçe, çiftlik bank olmuş.
Diyorum ya!
Yüzlerce örnek var.
Say say bitmez.
İşte bir örnek daha: 8 yıl önce (2010’da) 2.6 milyar TL olan Diyanet İşleri Başkanlığı Bütçesi, yıllar içinde katlanarak arttı ve 2017 yılında 6.8 milyar TL’ye ulaştı. Diyanet’in kasasına, 8 yılda Bütçe Kanunu ile harcasın diye 38.8 milyar lira devlet parası konuldu. Diyanet her yıl, daha fazla ödenek istedi.
Din, diyanet çiftlik olmuş.
Başka bir örnek: Başbakanlık makam uçağı havuzunda bulunan VIP uçaklara bir yılda 529 milyon TL devlet parası harcandı.
Milletin parası çiftlik olmuş.
* * *
Tıfıl tombul oğlan da Bursa’da bir lokantada bulaşıkçılık yaparken “olana-bitene bakıp, kendine örnekler” alarak; kimi zaman mehter marşı çaldırıp, kimi zaman “Allah yolunda, Rabbim hepimizi korusun…” diyerek kendine bir “Çiftlik Bank” yarattı. Sadece 27 yaşındaydı. Projelerimiz yüzde 30 devlet teşviklidir diye ilan etti. Adını “çiftlik bank” koydu ama aslı eski denenmiş, sonuçları görülmüş “keriz silkeleme” yöntemidir. Uyanık geçinen kimi insanoğlunun içindeki “avantadan zengin olmak, kimsenin yapamadığını yapıp büyük avı yakalamak” kurnazlık fıtratından faydalandı. Ava gidenleri avladı. Tavuklara, danalara, Konya’da arazilere yüksek paralar verme ve “1 koyanın 50 alacağını” vaat etme sürecini başlattı. Aynı politikacı büyükleri gibi…
Başardı!
80 bin kişinin 500 milyonunu çarptı.
Uruguay’a kaçtı.
Büyüklerine kaçış yolu açtı!
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/tifil-tombul-oglan-2293202/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

İstiklal Marşı’nı Orhan Gencebay yapsın…
17 Mart 2018
“Güfte var, beste yok” dedi…
Böylece İstiklal Marşı’mızın da yarısı gitti mi?..
*
Cumhuriyetimizin 10’uncu yılıydı…
Görülmemiş bir zaferle kurulan cumhuriyet dünyada bir yıldız gibi parlıyordu… Çocuklarını, evini-barkını, ambarındaki buğdayını vererek, aç kalarak destan yazmış millet 10’uncu yılı gururla kutluyordu…
Evlerde şenlik, sokaklarda bayram vardı…
10’uncu yıl için bir marş lazımdı, bir yarışma açıldı… Cemal Reşit Rey, güftesini Behçet Kemal Çağlar ile Faruk Nafiz Çamlıbel’den alarak bir marş hazırlamıştı… Eserini alıp yarışmanın yapıldığı Milli Eğitim Bakanlığı’na geldi, piyano eşliğinde seçici kurula çaldı…
Çok beğenildi…
Ama seçicilerden birisi “Bu marş bize uymaz” dedi…
“Niçin?” dediler…
“Çünkü tam ‘cumhuriyet‘ derken majörden minöre geçiliyor… Minör küçük demek… Yani şimdi cumhuriyet küçük mü?..”
Ona müzikte minörün ne anlama geldiğini anlattılar, 10. Yıl Marşı birinci seçildi…
Biz ülkemize kara düşüncenin çöktüğü bu günlerde, her moralimiz bozulduğunda, o marşı söyleyerek direniriz…
*
Şimdi sıra geldi İstiklal Marşı’mıza…
Cumhuriyet’in tüm anılarını yıkanlar, bu kez de İstiklal Marşı’nda kusur buldular…
İstiklal Marşı; sadece sözleri ile değil, bestesi ile de mesaj içerir… Batı formatında, dünyanın her yerinde, müsabakalardan resmi-özel törenlere kadar, yabancı orkestraların da icra edebileceği kalıpta bestelenmiştir…
Yeter ki hisset…
Biz onu dinlediğimizde, hele yabancı bir ülkede duyduğumuzda, çocuklar gibi ağlarız…
*
Bir tek kelimesi anlaşılmayan Arapça dini eserleri elletmeyenler, iki hecesi yarım okunduğu için mi İstiklal Marşı okunurken oturdular…
Ve ayağa kalkanlara “Sap gibi” dediler?..
*
İyisi mi sen kendin için Orhan Gencebay’a bir marş yaptır…
İstiklal Marşı’mıza dokunma…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/istiklal-marsini-orhan-gencebay-yapsin-2293209/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Tepemi attırdılar yine

Çok önemli, Sözcü gazetesinden tesadüfen okuyan varsa yetkililere iletilmek üzere

Arkadaşlar, sevgili yazarlar, değerli insanlar…
Sizlerden bir ricam olacak…
Lütfen, mümkünse hani hepiniz aynı gün aynı gündemle kaleme sarılmayın. Pazar günleri Avrupa’da yayın yok, gazete çıkmıyor. Bir ayıptır bence bir ayıp. Ancak sizlerde hâklisiniz ayıbın büyüğü bizde çünkü okumuyoruz ki!

Okuyanlarınızın hatırına…
Görüş farklılıkları olsa bile sıkıcı oluyor dostlar, çok sıkıcı…
Kimse kurusa bakmasın…
Bence İstiklal Marşı konusunu Sayın Çölaşan, Çiftlik Bank konusunu Sayın Doğru birincilikle, İzmirlim ikincilikle bitirdi.

AMA…
Sayın Coşkun onca kelime içinde bir cümlesiyle turnayı gözünden vurdu…
Tabii dikkat edip anlayana…
Evet, evet ANLAYANA…
O da İstiklal meselesini yazmış, birisi itiraz etmiş…
Yazısından anlıyoruz ki…
Anlatmışlar…
Anlamış ve marşımız geçmiş.

Artık anlatsan bile, ağzınla kuş tutsan fayda yok…
Faydası yok, faydasız ha duvara anlatmışın meramını ha “insana”

Hiç dikkatimi çekmemişti, O kadar işlemiş ki içime, o kadar olağan ki benim için…
Tam TÜRKIYELI…
Ancak öyle olması gerekli, 1982 Anayasası 66 Maddede tarif edilen Türk vatandaşlığı niteliği gibi:

I. Türk vatandaşlığı
MADDE 66.– Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür. (Son cümle mülga: 3.10.2001-4709/23 md.)
Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.
Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.
Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.

http://www.anayasa.gen.tr/1982ay.htm

LÜTFEN…
RICA EDIYORUM LÜTFEN
Önce İstiklal Marşımızı DIKKATLI okuyalım, sonrasında Sayın Çölaşan’ı…
Yürek isidir yürek işi, duygu ve düşüncelerin temizliği…
Bizler…
Bir ulusuz, ulus, bir millet, gelmişiz “dünyanın dört tarafından” yurt edinmişiz Anadolu’yu…
Bizler bir milletiz, bir ulus.

İstiklal Marşı
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‚Medeniyet!‘ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettigi günler hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ‚toprak!‘ diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Mehmet Akif Ersoy

İstiklal Marşımız üzerine
17 Mart 2018
Sevgili okurlarım, Türkiye ilginç bir ülke oldu! Dünya liderimiz her konuda konuşuyor, görüşlerini dile getiriyor.
Hükümetin karar vermesi gereken ne varsa öncelik alıp fikirlerini beyan ediyor ve bunlar anında yerine getiriliyor!
Böyle bir yönetim biçimini hiç görmemiş ve duymamıştık.
Dünya liderimizin kürsülerde haykırdığı konuşma metinleri, danışmanları tarafından hazırlanıyor ve ona da okumak düşüyor.
Anladığım kadarıyla bu danışmanlar sarayda kafa kafaya verip tartışıyor:
“Yarın ne söyletelim ki olay yaratalım, manşetlerde yerimizi alalım!..”
Dünya liderimiz de onların hazırladığı metinleri okuyup her gün, her saat ve her dakika karşımıza çıkıyor!
* * *
Son olarak iki şey söyledi:
– İstiklal Marşı’nın bestesi iyi değildir, değiştirilsin!
– Afrin için marş düzenlensin!
O beste gerçekten iyi değildir ama çok uzun yıllardan beri ezberlemişiz, okuyoruz. (Osman Zeki Üngör’ün 1930 yılında kabul edilen bestesi.) Şimdi yeni beste yapılırsa bunu 80 milyon insanımıza nasıl öğretecek, nasıl okutacaksınız?
Afrin için marş, ya da türkü düzenlenmesine gelince, Orhan Gencebay vesaire gibiler bu işe zaten soyunmuş, yeni eserimiz yakında piyasaya sunulacakmış! Ama şunu iyi bilsinler, her marş tutmaz. Hele özel siparişle hazırlanan zorlama marşlar hiç tutmaz. Yakın geçmişimizde bunun nice örnekleri var.
* * *
İstiklal Marşımız birkaç gün önce gündeme yeniden gelince, yani fırsat bulmuşken, size bu olayın öyküsünü kısaca anlatayım dedim.
Şimdi biraz gerilere, 1921 yılına dönelim. 23 Nisan 1920 günü Meclis açılmış, İstiklal Harbi başlamış. Ordularımız, Anadolu’yu işgal edenlerle savaşıyor. Yunan ordusu Ankara yakınlarına kadar ilerlemiş. Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa.
Meclis bu duyarlı ortamda, yeni kurulan Türk Devleti için bir İstiklal Marşı hazırlatmak istiyor. 1920 yılı sonlarında bu amaçla bir şiir yarışması açılıyor ve katılımcılara 6 ay süre veriliyor.
Yarışmaya bu süre içerisinde tam 724 şiir gönderiliyor. O zamanki adı Maarif Vekaleti olan Milli Eğitim Bakanlığı, bu şiirleri değerlendirmek için komisyon kuruyor.
O dönemin Türkiye’sinde böyle bir yarışma düzenleyeceksiniz, bunu iletişim olanaklarının neredeyse sıfır olduğu bir ülkede herkese duyuracaksınız ve 724 şiir yarışmaya katılacak, zor iştir.
* * *
Bu şiirler tek tek inceleniyor, içlerinden altı şiir elemeyi geçip Meclis Matbaası tarafından bastırılıp milletvekillerine dağıtılıyor.
Ayrıca kazanan şiir için 500 lira ödül var. O zaman için çok büyük bir para.
O sırada Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ankara’da yaşayan ve aynı zamanda milletvekili olan ünlü şairimiz Mehmet Akif (Ersoy)’dan ayrıca bir şiir istiyor.
Elemeyi kazanan şiirler beğenilmemiş miydi, yoksa başka bir nedeni mi vardı?
* * *
Bunun üzerine Mehmet Akif (Ersoy) “Ben mebusum (milletvekiliyim), müsabakaya katılmam ama bir şiir yazıp size veririm” diyor.
Evinde yazmaya başlıyor ve “Kahraman ordumuza” ithaf ettiği şiiri bitirdiğinde, Maarif Vekaleti’ne teslim ediyor.
Yarışma sonuçlanıyor. Kazanan Mehmet Akif’in şiiri Meclis kürsüsünden Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey tarafından büyük bir coşkuyla okunuyor.
Büyük tezahürat ve alkışlar arasında ve oybirliği ile İstiklal Marşı olarak kabul ediliyor.
Günlerden 12 Mart 1921 idi…
* * *
İstiklal Marşı şiiri kabul edildikten hemen sonra kürsüden bir kez daha okunuyor ve bütün milletvekilleri bu kez ayakta dinliyor.
Meclis yetkilileri birkaç gün sonra Mehmet Akif Bey’e 500 liralık para ödülünü vermeye geliyorlar. Almayı reddediyor.
“Ben müsabakaya girmedim. Bu para benim hakkım değildir” diyor. (Bugünkü arsızların hırsızların kulakları çınlasın!)
Meclis yetkilileri ısrar ediyorlar… “Bu parayı kasamızda tutamayız. Siz alın, isterseniz bir yere bağışlayın” diyorlar.
Bunun üzerine parayı hastanede yatmakta olan yaralı gazilerimize bağışlıyor.
* * *
Sevgili okurlarım, şimdi sizlere bu yarışmaya katılan ve elemeyi kazanan altı şiirden birini ileteceğim.
O şiirleri hiçbir yerde bulamazsınız. Hepsi de unutulup gitmiştir.
Bunları, o dönemde Meclis’te memur olarak çalışmakta olan yazar Mahir İz’in 1975 yılında basılan “Yılların İzi” isimli kitabını okurken buldum.
* * *
İşte yakın tarihimize ışık tutacak o şiirlerden biri. Yarışmaya Ankara’dan A.S.’nin gönderdiği “İstiklal Türküsü” başlıklı şiir: (Rumuzla katılmış.)
“Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın/ Yurduma göz dikenler al kanlara boyansın/ Ya ben, ya onlar diyen silahına dayansın/ Türk oğludur bu millet/ Türk’ündür bu memleket.
Düşman gözü tutamaz, yanar dağlar başını/ Bağrımızda saklarız vatanın her taşını/ Yurdumuza yan bakan döker göz yaşını/ Türk oğludur bu millet/ Türk’ündür bu memleket.
Can veririz her zaman hürriyetin yoluna/ Ya gazi ya şehitlik, ne devlettir kuluna/ Ata emanet etmiş namusunu oğluna/ Bize Türk oğlu Türk derler/ Hep bizimdir bu yerler.”
Çok güncel bir olay çıkmadığı takdirde, yarınki yazımda size, 1921 yılında sonuçlanan İstiklal Marşı yarışmasına katılan, elemeyi geçmeyi başaran, ancak çoğu amatörce yazılmış diğer beş şiiri de ileteceğim.
* * *
Mehmet Akif Ersoy hakkında kısacık bilgi: Veteriner hekim. 1873’de doğdu, 1936’da vefat etti. 1920 yılında ilk Meclis’te Burdur milletvekili. Vaiz, hafız, Kur’an’ı Türkçeye çeviren. Ama yobaz ve din tüccarı değil.
İstiklal Marşı’nda “Türk” sözünü kullanmamıştır. “Türk Milleti” de yoktur. İki ayrı yerde “Irkım” denilir.
Unutmayalım, bu şiir yazıldığı ve İstiklal Marşı olarak kabul edildiği dönemde ne Sakarya zaferi kazanılmıştı, ne de 30 Ağustos zaferi.
Daha sonra yazmış olsaydı, Mehmet Akif belki de “Türk” diyecekti.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/istiklal-marsimiz-uzerine-2293231/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Diğer İstiklal Marşı şiirleri
18 Mart 2018
Sevgili okurlarım, dünkü yazımda sizlere 1920 yılında açılan İstiklal Marşı yarışmasına katılan 724 şiir arasından “Finale kalan” altı şiirden söz etmiş ve birini kullanmıştım.
Bu şiirleri bugün kolayca bulmanız mümkün değil. O günlerden kalan tarihi bir belge olarak açıklıyorum. (Dünkü yazımı okumadıysanız, okumanızı öneriyorum.)
Bazılarında bol miktarda kullanılan Arapça-Farsça sözcükler dikkatinizi çekecektir.
Çoğunun ise o günün koşullarında nasıl amatörce yazılmış olduğunu göreceksiniz.
* * *
Hüseyin Suat Bey’in şiiri:
“Türk’ün evvelce büyük bir pederi/ Çekti sancağa hilal-i seferi/ Kanımızla boyadık bahr-ü berri/ Böyle aldık bu güzel ülkeleri / İleri, arş ileri, arş ileri/ Geri kalsın vatanın kahpeleri.
Seni ihya için ey namı büyük/ Vatanım uğruna öldük, öldük/ Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük/ Siper oldu sana dağlar gibi Türk. /Yürü, ey milletin efradı yürü/ Ak süt emmiş vatan evladı yürü.
Vatan evladını kurban edeli/ Milletin hür yaşamaktır emeli/ Veremez kimseye bir Çamlıbel’i/ Bağlanır mı acaba Türk’ün eli. /İleri, arş ileri, arş ileri/ Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.”
* * *
Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi muharrirlerinden (Basın Genel Müdürlüğü yazarlarından) Kemalettin Kâmi Bey’in “İstiklal Marşı” başlıklı uzun şiirinin ilk kıtaları:
“Göz yaşına veda et/ Ey güzel Anadolu/ Hakkını korur elbet/ Türk’ün bükülmez kolu.
Cenk ederiz genç, koca/ Bugün değil yarın da/ Yadımız ağladıkça İzmir ezanlarında/ Hak yolunda kan olur/ Dünyalara taşarız/ Ya şerefle vurulur/ Ya efendi yaşarız.
Her gün yeni bir hile arkasında satıldık/ Her gün yeni bir dille yurdumuzdan atıldık. /Yeter ey Kâbemizi elimizden alanlar/ Alıkoyamaz bizi yolumuzdan yalanlar.”
* * *
Merzifon İdadisi Muallimi (Merzifon Lisesi Öğretmeni) İskender Haki Bey’in şiiri:
“Ey Müslüman, ey Türkoğlu/ Açıldı İstiklal yolu/ Benim bu son günlerimdir diyor size Anadolu / Çek sancağı Türk ordusu/ Olmaz Türkün can korkusu/
Esarete dayanır mı/ Türk vatanı, Türk namusu/ Bu son savaş bize farzdır/ Fırsatımız gayet azdır.
Muzaffer ol da ey millet/ Altın ile tarih yazdır/ Birleşelim özümüzden/ Dönmeyelim sözümüzden/ Hem silelim bu lekeyi/ Tarihteki yüzümüzden.”
* * *
Yarışmaya sadece ‘‘M“ rumuzuyla katılan ve finale kalan birinin şiiri:
“Altı bin yıl efendilik yaptın/ Kahraman Türk idi cihanda adın/ Bir ateşten siperdin İslama/ Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.
Ey büyük ünlü milletim ileri/ Hasmına çiğnetme koş bu şanlı yeri/ Düşmanın bir cihansa dostun Hak/ Hakkın elbette müstakil yaşamak.
Atıl, ez, vur, senindir istiklal/ Ebedi parlasın şu al bayrak/ Ey benim şanlı milletim ileri/ Ele çiğnetme koş bu ülkeleri.”
* * *
Mehmet Muhsin Bey’in şiiri:
“Yıllarca altı cephede ateşle kanlara/ Türkün hilal-ü dinine düşman olanlara/ Ceddin o, yıldırım gibi saldın zaman zaman/ Yüksek başın eğilmedi bir an cihanlara.
Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-şitab/ Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılâp.
Ey mazi-i havariki bin dasitan olan/ Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan/ Arslan yürekli ordu demir giy, silah kuşan/ Zira hududu kapladı ateşle kan duman.
Arslan mücahit ordusu, ey haris-i salah/ Destinde seyf-i hak gibi bin şanlı bir silah/ Açtın sema-yı millete pür nur bir sabah/ Ati bizim, bizim artık vatan, zafer, felah.
Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım şitab/ Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılâp.”
* * *
Sevgili okurlarım, iki günden beri sizlere İstiklal Marşı yarışmasına katılan ve “Finale kalan” şiirleri aktarıyorum.
Hepsi de o günkü savaş koşullarında ve bağımsızlık mücadelesinde vatan sevgisi, coşku ve iyi niyetle yazılmış, ancak biraz amatörce şiirler.
Bazılarında bol miktarda Arapça-Farsça sözcükler var.
Bunlar yarışmada sona kalmayı başarmış ama bir “İstiklal Marşı” için yeterli olduklarını söylemek mümkün değil.
* * *
Herhalde sizler de gördünüz ki, her koşulda en iyisi Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan ve 12 mart 1921 günü Meclis tarafından oybirliği ile kabul edilen İstiklal Marşımız.
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak…”
Meclis, yarışmaya katılan şiirler arasında galiba en iyi seçimi yapmış.
Bestesi iyi değilmiş, değiştirilmesi gerekirmiş falan filan!.. Bu gibi fasa fiso lâflara kulak asmayın…
Beste iyi olmasa bile bu saatten sonra neyi değiştireceksin beyefendi, 80 milyon insanımıza yeni besteyi nasıl öğretip okutacaksın?
Şimdi Afrin marşı hazırlamaya soyunan Orhan Gencebay vesaire gibilerin düğün salonlarında çalınıp söylenen arabesk bestesi mi bu?

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/diger-istiklal-marsi-siirleri-2294845/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Hanım evde, kazınıyor…
Bahar gelmedi ki kadın ne temizliği bu diye sordum, yok…
İlle kazınacak…
Bana araziye uymak düşer…
Dükkândayım, işlerim vardı sakin kafayla yapayım, başladıklarımı bitireyim dedim…
OMA aradı…
“(H)alooooo, ben (Fr.) Bayan Kxxx, ben bir yabancinin evindeyim”
Haydaaaaaaaaaaaaaaaaa
Baktım telefon numarasına onun evi…
Oma evindesin dedim, “sahi yabancı gelmedi” dedi…
Güler misin, ağlar mısın?
Kafa iyice gitti yine, ben gidiyorum…
Ne zaman döne(bili)rim bilmiyorum…
Yeminle çevrem tımarhaneden farksız!




Kadına şiddet, çocuğa, insana…
Çok boyutlu, o kadar çok yönü var ki(!)
Hangi yüzyılda yaşıyoruz?
21. Yüzyılda, yıllardan 2018…
Köle ticaretinden tutun, evet, evet bildiğiniz köleden tutun kadının cinsel köle olarak satılmasına varana, sünnet ya sünnet, kadının sünnet edilmesine kadar ne ararsanız var(!)
Çağımızda bile ve bu durumun yok Müslümanı, Hristiyan’ı, Musevi’si, Budist’i…
Yok Avrupası, Asya’sı, Amerika’sı, Afrika’sı, YOK…
Günümüzde Hanımlar ve Beyler, günümüzde…
Öyle tahmin ediliyor 130 milyon kadın “sünnet” mağduru. Her sene, her Allah’ın senesi 2 milyon, tekrar iki milyon genç kız veya kadın bu rakama katılmakta.
Kim diyor bunu?



Çocuk can veriyor can alıyor, çocuk!
Adi sapıklara satılan erkek çocuk konusuna hiç girmeyeceğim, midem bulanıyor…
Nasıl ki küçücük bebeler, ya onlar daha bebe, küçük kız çocukları sapıklara peşkeş çekiliyorsa aynen öyle ikisi de tiksindiriyor beni, kendime insan demeye utanıyorum çünkü onlarda sözde insan, bende!

Gerçi 1999 verileri, yayınlayan BM’nin bir örgütü UNRIC…
Ancak EMINIM değişen çok fazla bir şey olmadı. Buna göre Dünya Bankası 1993 yılı tahminlerinde dünyada ev içi şiddetten ölen kadın sayısını (doğum yapabilecek duruma gelebilenler) kansere kurban gidenlerle eşit olduğunu söylüyor VE yine şiddete mağdur kalan kadınların DIKKAT trafik kazalarında ve sıtmadan hastalananların toplamından daha fazla sağlık sorunlarına sahip olduklarını belirtmekte.