(Pek iyi değilim, çok kısa toparlayacağım. Ani hava değişikliği olsa gerek, ayazdan, kardan günlük gülistanlığa. Hava çarptı herhalde)
Anlatmıştım evlat gelmişti ya…
Götürürken konuşuyoruz havadan sudan…
Tam tren garına geldik, inecek…
“Baba sana bir şey sormak istiyorum”, e sor oğlum ne bekliyorsun…
“Baba, Türkiye Gençlik Birliği Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını istiyor niye?”
Oğlum bu çocuklar Atatürk’ün düşünceleri doğrultusunda hareket etmiyor mu? Hem sonra neden bana soruyorsun, sor onlara…
İlke tam bağımsız Türkiye! Bak oğlum, bağımsızlık demek, tam bağımsızlık demek…
Ekonomiden, kültüre, çağdaş bilime, askeriyeye varana kadar bir bütündür. (…)
SÖZÜMÜ KESTI
“Baba!!!” oldukça sert bir tonla dedi bunu, baktım yüzüne…
“Baba bana işimi öğretme” Doğru, yok kardeşim yok…
B.k olmadan kokmak değil bu…
Ne dediğini gayet iyi biliyor bir, ikincisi söylediklerinden emin, üçüncüsü ise ben oğluma özellikle bu konuda güveniyorum, bilgisine, eğitimine (AMA ille TECRÜBE). “İşbirliğinden, askeri bir ittifaktan çıkarak nasıl bağımsızlık kazanırız ki” gibi bir cümle kurdu, buna benzer de olabilir, tam hatırlamıyorum. Dedim oğlum hafta sonu nasılsa geleceksin…
O güne kadar ki inan tüm NATO ülkelerinde, Türkiye dahil P2 yani Propaganda Due gibi oluşumlar var, bu oluşumlar neler yapıyor biliyor musun? Oku, öğren seninle konuşup, tartışalım(!)
Evet, bu çocuklar bu isteği dile getirmekle haklılar, onlar…
Atatürk’ün evlatları, küçüğünü – büyüğünü bildiklerine eminim, kitaplarını, kitapların kitabını…
Onlar…
Kindar değiller, hele dinci…
Onlar dindar birer insan evladılar, içleri vatan ve millet sevgisi dolu…
Bilinçli…
Benzemezler AKP gençliğine, dünya düzdür diyenlere!
—
Osmanlı tokadı
16 Şubat 2018
İstanbul’da doğdu.
Annesi felsefe öğretmeniydi.
Babası edebiyat öğretmeni.
Dedesi, milli mücadele sırasında Muğla yöresinde Kuvayi Milliye komutanıydı.
*
Babası, TBMM kararı alınmadan Anayasa’ya aykırı olarak Kore’ye asker gönderilmesini protesto edenlerdendi, hapse tıkıldı.
Aynı meseleden annesini sürgüne gönderdiler.
*
ODTÜ’ye girdi.
Mimarlık okuyordu.
İngilizce Fransızca İtalyanca Latince öğrendi. Yabancı dillere böylesine hakim olmasına rağmen, ODTÜ’deki Amerikalı öğretim görevlileriyle alay ediyordu, “bunca sene okuduk ama İngilizce sadece üç kelime öğrenebildik, Yankee go home” diyordu!
*
Bir gün… 06 001 CA plakalı siyah Cadillac, rektörlüğün önüne parketti. Sekiz silindirli zırhlı makam aracının sağ arka koltuğunda Robert Commer oturuyordu. ABD Ankara Büyükelçisi’ydi. Gizli saklı değil, harbi harbi CIA casusuydu. Vietnam’da görev yapmış, 60 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan Phoenix projesini yürütmüş, Türkiye’ye atanmıştı. Türkiye’yi ABD’nin kucağına oturtan sayın hükümetimizin kankasıydı. ODTÜ rektörüne öğle yemeğine gelmişti. Öğrenciler Cadillac’ın etrafını sardı, aslında otomobili araklayıp elçiyi yaya bırakarak madara etmeyi düşünüyorlardı ama, kontak anahtarını alamadılar, hobaraaa, ters çevirip yaktılar. ABD elçisi pencereden seyrediyordu, kalbi kırıldı, “kuruluşuna bizzat Birleşik Amerika’nın dostane destek sağladığı bu üniversitede böyle bir hadisenin cereyan etmiş olması, bilhassa şayanı teessüftür” dedi. Nankörler demek istiyordu yani… Ertesi sabah, bizim sayın hükümetimiz resmi olarak özür diledi, Cadillac’ın parasını ödedi.
*
Maddi tazminat peşin peşin ödenmiş, manevi tazminat eksik kalmıştı. Taksit taksit onu da ödettiler. Cadillac’ı ters çeviren öğrencilerden ikisi asıldı, ikisini jandarma öldürdü, üçünü polis öldürdü, gerisi hapse tıkıldı.
*
Biri Sinan’dı.
*
Çok yakışıklı delikanlıydı. Espriliydi, artistlerin taklitlerini yapar, gülmekten kırar geçirirdi. İtalyanca şiirler okurdu. Sakıncalı bulunduğu için Türkçe’ye çevrilmeyen kitapları, orijinallerinden okurdu. Arkadaşlarını organize eder, Anadolu köylerine götürürdü, gönüllü olarak amele gibi çalışır, ilkokul binaları inşa ederlerdi. Varto depreminde bölgeye koşup, giyecek götürmüşler, depremzedelere ellerinden geldiğince yardım etmeye çalışmışlardı.
*
Cadillac meselesinden sonra arkadaşlarıyla birlikte Nurhak Dağları’na tırmanmış, kubbe’yi basmaya kalkmıştı. Kubbe, Kürecik’teki Amerikan radar istasyonuydu.
*
Sayın ahalimizin haberi bile yoktu ama, Amerikalılar çoktan saptamıştı, Kürecik’in coğrafyadaki yeri idealdi, görüş alanı eşsizdi. Seneler seneler sonra AKP döneminde modernize edilen Kürecik radarı, iki bin 300 kilometrelik hassas menzile sahipti, beş bin kilometreye kadar yolu vardı. Dört bin kilometre uzakta mesela, havaya fırlatılan tenis topunu bile takip edebiliyordu. Elbette uzaydan da görüyorlar ama, özellikle İsrail’e yönelen füzelerin rotasını buradan takip etmek çok daha güvenliydi. Nasıl olsa Türkiye toprakları da Amerikalıların babasının çiftliğiydi, istediği yere istediği gibi füze de kondurabilirdi, radar da kondurabilirdi.
*
Sinanlar işte bu radara gidiyordu. “İnekli” köyünün muhtarı ihbar etti. Jandarma tarafından çembere alındılar. “Biz bu memleketin çocuklarıyız, tam bağımsız Türkiye” dediler ama, nafile, hepsi katledildi.
*
Radar kurtulmuştu. Şükürler olsun. Sayın hükümetimiz çok sevindi, sayın hükümetimiz çok sevinince sayın ahalimiz de çok sevindi.
*
Öğretmen annesi babası, evlatlarının cenazesini almaya geldiler. Annesi, sayın ahalimize şu tarihi sözleri söyledi: “Bu, oğlum Sinan… Bunlar da, onun arkadaşları… Onlar da benim oğullarım… Bu çocuklar, bu oğullar, bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı, güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamı olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar.”
*
Sayın ahalimiz dinledi dinledi dinledi, sonra din sömürücüsü partilere oy vermeye devam etti.
*
Sinanlara kıyanlar, daima, muhafazakar adı altında bu memleketi Amerikalılara peşkeş çeken din sömürücüsü siyasiler oldu.
*
Şimdi diyorlar ki, Kürecik’i kapatırız, İncirlik’i kapatırız, Amerikalılara Osmanlı tokadı vururuz filan… Hadi len!
http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/osmanli-tokadi-2224004/