### Mutlaka, anlıyor musunuz MUTLAKA okunması gerek ###

Ladies first…
Zeynep Gürcanlı Hanımefendinin kaleminden:

Mehmetçik “lejyoner” mi oluyor?

Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kardeşim” dediği Katar Emiri’nin ülkesinde askeri üs kuruyor.
TSK’nın Katar üssüne ilişkin anlaşma imzalandı, TBMM onayına sunuldu. Anlaşmanın onaylanmasının ardından Mehmetçik Katar’da konuşlandırılacak.
Ancak anlaşma metnine baktığınızda “belirsizlikler”, böylesine önemli bir anlaşmada hiç olmayacak unsurlar göze çarpıyor:
– SORU: NEDEN KATAR? YANIT: “FETÖ İLE İYİ MÜCADELE EDİYOR”- Anlaşmada, Mehmetçiğin neden Katar’a gönderileceğine ilişkin hiçbir unsur yer almıyor. TBMM Dışişleri Komisyonu’nda, CHP’li vekiller de bu soruyu soruyorlar Dışişleri Bakanlığı’ndan anlaşmayı anlatmak için gelen Büyükelçi Ümit Yardım’a… Yanıt ise son derece ilginç…
Büyükelçi Yardım, uzun uzun “Katar’ın 15 Temmuz darbesi sırasında nasıl Türkiye’nin yanında durduğunu, FETÖ ile mücadele konusunda ne kadar yardımcı olduğunu, Katar’da hiç FETÖ unsur bırakmadığını” filan anlatıyor.
Büyükelçinin açıklamalarından şu ortaya çıkıyor: Bundan sonra FETÖ ile iyi mücadele ediyor diye bazı ülkelere, Mehmetçik gönderilecek… O ülkeleri korumak, gerekirse de o ülkeler adına savaşmak üzere…
– “TÜM MASRAFLAR KATAR’A AİT”- Anlaşmada dikkat çeken bir başka unsur, Katar’a gidecek Mehmetçiğin görev yapacağı üssün inşasından orada görev yaparken ortaya çıkan masraflara kadar her şeyin Katar hükümeti tarafından karşılanacak olması…
İlk bakışta “Ne güzel işte, Türkiye’nin cebinden bir şey çıkmayacak” diye düşünenler olabilir. Onlara şu soruyu sormak lazım; “Masraflar karşılanıyor iyi de, Mehmetçik neden Katar’a gönderiliyor?” Elbette Katar’ın güvenliğine “katkı için”. Yani Katar, komşularıyla bir sorun yaşasa, Mehmetçik devreye sokulacak, Katarlılar Mehmetçik tarafından “korunup kollanacak”. Yani Katar’ın yaptığı masrafları, Mehmetçik “kanıyla” ödeyecek. Ama Türk maliyesinden “tek kuruş bile çıkmayacak…”
Lafı dolandırmaya gerek yok…
CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, lafı hiç dolandırmadan, Mehmetçiğin düşürüldüğü durumu da sorduğu sorularla özetledi bile…
“Türkiye Katar’da ne karşılığında askeri üs kuruyor? Bunun masrafını niye Katar karşılıyor? Kaç yıl orada olacağız? Katar’ın stratejik önemi nedir, hiçbir askeri gücü olmayan Katar’ın bize ne faydası olacaktır? Türk askeri para karşılığı Katar’ın jandarmalığını mı yapacak? Sünni blokun Şii eksenine karşı korunması görevini mi yapacak?”
– ASIL HEDEF “İRAN” MI?- Tüm bunları bir de İran Savunma Bakan Hüseyin Dekhan’ın, Suudi Arabistan’ın başını çektiği, Katar’ın içinde yer aldığı Sünni Arap bloğuna karşı “Mekke ve Medine hariç güvenli yer bırakmayız” tehdidiyle birlikte okuyun.
İran bu sözünü yerine getirmeye kalkıp, Katar’a da saldırsa ne olacak? Doğru düzgün ordusu olmayan Katar adına Mehmetçik mi İran’la çatışmaya sürülecek? Ardından Suudi ve Katar çıkarlarını korumak için Türkiye de İran’la çatışmaya mı girecek? Bu soruların da yanıtı yok.
– “MAHKEMELER” DEĞİL “HÜKÜMETLER” ANLAŞMAZLIK ÇÖZECEK- Durun, daha bitmedi… Anlaşmanın son derece vahim bir başka unsuru daha var. Anlaşmanın 16. maddesi aynen şöyle diyor: “Herhangi bir anlaşmazlık taraflar arasında müzakereler yoluyla çözümlenir ve çözüm için herhangi bir ulusal ya da uluslararası mahkeme ya da üçüncü tarafa götürülmez.”
Katar’ın bir çeşit “aşiret devleti” olduğunu, tek adamla -Emir- yönetildiğini, ülkede hukuk da bizzat “Emir’in emirleri” olduğunu biliyoruz da… Ya Türkiye Cumhuriyeti? Anlaşma, Katar’da Mehmetçiğin yaşayabileceği küçük ya da büyük her türlü olumsuzluk konusunda mahkemeleri devre dışı bırakıyor. Türkiye Cumhuriyeti bir “hukuk devleti” değil miydi? Yaptığınız ev kirası sözleşmelerinde bile “şu mahkeme yetkilidir” diye yazarken, Katar’a göndereceğimiz Mehmetçiğin yaşayabileceği sorunlar için ulusal ve uluslararası tüm mahkemelerin “devre dışı” bırakılmasının nedeni ne olabilir?
Tüm bu unsurları alt alta toplayın. Mehmetçiğin Katar’da yapacağı görevi tek kelimeyle özetlemek gerekirse akla ilk olarak “lejyonerlik” geliyor. Ben durumu özetleyen daha iyi bir tanım bulamadım. AKP hükümeti ya da Genelkurmay Başkanlığı, Katar’da Mehmetçiğin durumunu daha iyi ifade edebilecek bir tanıma sahipse, lütfen kamuoyuyla da bir zahmet paylaşsın…
SONRAKİ AŞAMA “PKK’YI TERÖR LİSTESİNDEN ÇIKARMAK” MI?
AKP hükümeti Suriye’deki PYD-YPG konusunda o kadar çok hata yaptı ki!
İlk hata, Suriye’deki Esad rejimi konusundaki “üç saatte Şam’da namaz” yaklaşımıydı. AKP hükümeti, Suriye’deki rejimle adı konulmamış “savaş” durumuna geçerken, Esad’ın birkaç ay içinde düşürüleceğini, yerine de Türkiye’deki İslamcıların pek sevdiği İhvan-Müslüman Kardeşler çizgisinde bir hükümet getirileceğini hesapladı. Esad’ın direnmesi, başka aktörlerin devreye girmesi, çatışmaların uzaması ihtimali hiç düşünülmedi. Dolayısıyla da, Suriye’nin kuzeyinde dağınık, tüm haklarından mahrum yaşayan Kürtlerin PKK terör örgütü kontrolüne girip, örgütlenebileceği hesaplanamadı.
Ardından “görmezden gelme” yaşandı. PKK terör örgütü Suriye’nin kuzeyine yerleşirken, AKP hükümeti de Türkiye’deki ne idüğü belirsiz “barış süreci”yle meşguldü. PKK’nın Suriye’deki zihni destekçilerini, örgütleyip “silahlı güç” haline getirmesi üzerine gidilmedi.
Üçüncü aşama “yalpalama” oldu. IŞİD’in ilerleyişine karşı direnen PKK’nın örgütlediği PYD-YPG unsurları zaafa düştüklerinde ABD devreye girdi. O dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan bir gün önce “Kobani düştü düşüyor” derken, ertesi gün “Kobani düşmesin” diye Iraklı peşmergelerin Türkiye topraklarını kullanarak Suriye’ye girmesine, PYD-YPG’yi IŞİD’in elinden kurtarmasına izin verdi.
Dördüncü aşama, Türkiye’deki “barış sürecinin” AKP’nin oylarını düşürdüğünü gören hükümetin, üzerine “milliyetçilik” gömleğini geçirmesi oldu. Önce görmezden gelinen ardından “yardımına koşulan” PYD-YPG’ye karşı bu sefer topyekün savaş ilan edildi. O kadar ki, bir terör örgütü Türkiye’yle bir tutularak, “ya onlar, ya Türkiye” gibi bir söylem belirlendi.
Ancak dört yılda yaşanan bu kadar yalpalama sonucunda iş işten geçmişti; YPG-PYD -AKP hükümetinin de bizzat desteğiyle (MİT/TSK korumasında, tam da bir 29 Ekim günü Türkiye topraklarından geçirilen Iraklı peşmergeleri hatırlayın)- Suriye’de hatırı sayılır bir toprak parçasının kontrolünü ele geçirdi. Üstelik, kendisine ABD gibi Rusya/İran gibi müttefikler edindi.
Şimdi sıra “çete” kıvamındaki PYD-YPG’nin “ordu” haline getirilmesine geldi. Bu iş de, bizzat ABD Başkanı Trump’ın talimatıyla PYD-YPG’ye ağır silah sağlanarak gerçekleştirilmeye başlanıyor.
Tüm bunları alt alta koyunca Ankara’daki AKP hükümetinin Trump yönetimine karşı yeri göğü yıkmasını beklerdiniz değil mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump ile görüşmek üzere Washington’a gidiyor.
Bir sonraki adımın PKK’nın da önce ABD’nin, ardından AB’nin terör listesinden çıkarılması olmasından korkuyorum…

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/zeynep-gurcanli/mehmetcik-lejyoner-mi-oluyor-1849729/

Sayın Uğur Dündar,
BOP eş başkan kaşar dinci ve sözde siyasetçi, vatan ve millet haini, ileri demokrasi mucidi Recep Tayyip Erdoğan(!)

ABD’nin asıl hedefi büyük Kürdistan’ı kurmak!..

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesinde çarpıcı tespitler:
Sevgili okurlarım, ABD Başkanı Trump’ın, PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD’nin askeri kolu YPG’ye ağır silah ve mühimmat verilmesi kararını alması Türkiye-ABD ilişkilerini ağır bir krizin eşiğine getirdi. Gelişmeler, Amerika ile Batı dünyasında geniş yankı yarattı. Örneğin İngiltere’de yayımlanan Times Gazetesi “Trump’ın bu adımının Türkiye’yi küçük düşürdüğünü” yazdı. ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey de, “Kararın Türkiye açısından ihanet olduğunu, Ankara’nın misilleme yaparak İncirlik Üssü’nü kapatabileceğini” açıkladı.
Krizin çok dikkat çeken yönü ise Trump’ın acele ederek kararını Erdoğan’la Beyaz Saray’da 16 Mayıs’ta yapacağı görüşmeyi beklemeden açıklatmış olması!.. Bu davranış basınımızda ve siyasi çevrelerde diplomatik nezaketsizliğin de ötesinde “aşağılayıcı” olarak değerlendirildi. CHP yönetimi, Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyareti kararını gözden geçirmesi gerektiğini belirtti. Bazı emekli büyükelçilerimiz de ziyaretin iptalini önerdiler.
Bu durumda tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Sayın Şükrü Elekdağ’a, bu krizi nasıl yorumladığını sordum.
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Önce, Trump’ın erken karar almak suretiyle Ankara’ya nasıl bir mesaj vermek istediğini değerlendirelim. Ankara, Erdoğan-Trump görüşmesinin verimli geçmesi için gerekli ön hazırlıkların yapılması ve bir altyapı oluşturulması amacıyla Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nden oluşan üst düzey bir heyeti Washington’a göndermişti. Bu heyet muhakkak ki Amerikalı asker ve sivil muhataplarına, Ankara’nın endişelerini, sorunun çözümüne yönelik önerilerini detaylı bir şekilde izah etmiş ve YPG’nin silahlandırılmasının ilişkileri sürükleyeceği tehlikeli çıkmazı vurgulamıştır. Yani Trump, YPG’yi ağır silahlarla donatma kararını, Türk heyetiyle yapılan görüşmelerle ilgili olarak kendisine sunulan rapor ışığında vermiştir. Bu durumda, Trump’ın, kararını erken açıklatarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şu mesajı vermek istediği tartışma götürmez: “Rakka harekâtını PYD/YPG ile yapacağım. Bu kuruluşu savaşın icaplarına göre silahlandıracağım. Bu husustaki kararım nihaidir ve müzakereye açık değildir!..”
UĞUR DÜNDAR (UD): Bu açık mesaja rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan Washington’a gitmeli mi?..
ERDOĞAN, BEYAZ SARAY’A MUTLAKA GİTMELİ
(ŞE): Evet, gitmeli!..
Çünkü, Türkiye için yaşamsal nitelikte önemli ve ağır sonuçlar doğurabilecek bir güvenlik sorunuyla karşı karşıyayız. Erdoğan’ın Trump’la yüz yüze görüşmesi şu nedenlerle zorunlu: Birincisi, Washington’da taşlar henüz yerine oturmuş değil… Bu ortamda bazı siyasetçi, komutan ve diplomatlar kararı savunurken, bazıları da Türkiye ve Irak’ta PKK’ya terörist diyen ABD’nin, onun Suriye’deki uzantısı PYD’ye “ortak” demesini anlamsız buluyor. Ayrıca Trump’ın, 1 Mart Tezkeresi nedeniyle Türkiye’ye beslediği husumeti bir türlü unutamayan CENTCOM’un (Irak ve Suriye’den Sorumlu Merkezi Komutanlık) etkisi altında kaldığı ABD basınında sıkça yer alıyor.
İkincisi, Erdoğan ile Trump, 25 Mayıs’ta Brüksel’de toplanacak NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ne katılacaklar. Bu toplantı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ABD’nin kararının sakatlığını ortaya koyması için önemli bir forum oluşturacaktır. Trump’la Beyaz Saray’da yapacağı yüz yüze görüşme, Erdoğan’a, NATO zirvesi için hazırlanma imkânını sağlayacaktır. Son olarak da Trump’ın kararı, harekâta gerekli bütçe tahsisi için ABD Kongresi’nde ele alınacaktır. Bu itibarla, Beyaz Saray randevusu Erdoğan’a, Trump yönetimince izlenen politikanın hatalı olduğunu Batı kamuoyuna anlatmak için kaçırılmaması gereken bir fırsat yaratmaktadır.
(UD): Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüksek perdeden konuşup, “Ortadoğu’da Türkiyesiz bir karar verilmesi düşünülemez… Türkiye’nin fikrine müracaat etmeden karar alanlar ağır bedeller öderler. Yanlıştan bir an önce dönülmesini temenni ediyorum” diyor. Yani Erdoğan, “Ben Washington’a, Trump’a fikir değiştirtmek için gidiyorum” diyor. Bu sözlerini nasıl yorumluyorsunuz?

AMERİKA PYD/YPG’YE DAHA FAZLA GÜVENİYOR
(ŞE): Bence, bu noktadan sonra Trump geri adım atmaz!.. Ama Erdoğan, yaptığı açıklamalarla Trump’a kendi kırmızı çizgilerini kabul ettirmek için Beyaz Saray’a gideceği algısını yaratmak istiyor. Washington’a giden heyetin yaptığının ön görüşmelerden ibaret olduğunu, kendisinin söyleyeceklerinin ise “virgül değil nokta değerinde olacağını” söyleyerek, Beyaz Saray randevusunda ezber bozucu görüşler ortaya koyacağını ima ediyor. Ancak bu ifadelerin boş “retorik” olduğunu biliyoruz. ABD yönetimi Rakka’nın ele geçirilmesi için PYD/YPG’ye Türkiye’den ve yandaşı Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) daha çok güvendiğini ortaya koydu. Zaten ağır silah ve mühimmatı YPG’ye teslim etmeye başladılar bile!..
(UD): Amerika’nın Suriye stratejisi Türkiye’nin bekasına ve ulusal güvenliğine en ağır tehdidi oluşturuyor!..
TÜRKİYE’Yİ TEHDİT EDEN ÖRGÜTLERLE İŞBİRLİĞİNDE
(ŞE): Doğru!.. ABD, Türkiye’nin ulusal ve toprak bütünlüğüne karşı en ciddi, en acil tehdidi oluşturan ve en acımasız terörü yürüten PKK/PYD ile işbirliği yapıyor. Gerçekte Türkiye’nin son yıllarda karşılaştığı tehditlerde olağanüstü bir artış var. Savunma Bakanı Işık, son iki yılda yapılan operasyonlarla askerimizin 10 bin PKK teröristini öldürdüğünü, bu suretle PKK’nın belinin kırıldığını övünerek açıkladı. Ne yazık ki, PKK’nın belinin kırıldığı doğru değil! Çünkü Rakka harekâtından sonra Türkiye, karşısında büyük çoğunluğu Amerika tarafından eğitilmiş ve ağır-modern silahlarla donatılmış 60 bin kişilik bir PKK/YPG ordusu bulacak. Esasen, ABD’nin Rakka harekâtını YPG ile yapmasının başta gelen bir nedeni, savaştan başarılı çıkacak PYD’nin barış masasına oturarak meşruiyet kazanmasını ve ABD’nin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan Kürt Özerk Bölgesi üzerinde hak iddia edebilmesini sağlamaktır.
(UD): ABD Suriye’de, IŞİD’le mücadele amacıyla bulunduğunu söylüyor olsa da, Washington’un esas amacının “Büyük Kürdistan”a zemin hazırlamak olduğu artık gün ışığına çıkmış durumda…
(ŞE): ABD’nin Ortadoğu için en önemli jeopolitik dizaynı “Büyük Kürdistan” projesidir. Bu projeyi uygulamada Washington’un orta/uzun vadeli hedefi, kendi patronajında ve ABD’ye velinimet olarak bakan Barzani’nin yönetiminde bir Kürt jeopolitik havzası yaratmaktır. Bu stratejik bir karardır. Bu havzada öncelikle atılacak adım, Kuzey Irak’ta Kürt Devleti’nin ilk nüvesini oluşturmak ve bunun Suriye’nin kuzeyindeki Akdeniz’e çıkışı olan “Kürt koridoruyla” birleştirilmesidir. Sonra da bu devletin Türkiye’nin Güneydoğu bölgesiyle bütünleşmesi ve böylece “Büyük Kürdistan”ın ilk aşamasının kurulmasıdır. “Büyük Kürdistan”ın ABD için önemi, zengin gaz ve petrol rezervlerine sahip bulunmasından, stratejik konumundan ve bölgede İsrail gibi tam güven duyacağı ikinci müttefiki yaratacak olmasından ileri geliyor. ABD, bölgede kendisine biat edecek ve askeri kuvvetlerinin operasyonlarını sorgulamadan ve hiçbir kısıtlama koymadan gerçekleştirmesini kabul edecek müttefik arıyor. Barzani’nin başkanlığında oluşturulacak “Büyük Kürdistan Devleti” böyle bir müttefik olmaya en ideal adaydır. ABD’nin bölgesel stratejisinin kilit unsuru olacaktır. İsrail ise silahlanmasına azami önem vereceği bu yeni devletle, Arap dünyasına karşı bir müttefik ve güvence kazanacaktır.
TRUMP’IN VERECEĞİ SÖZLER LAFTA KALIR
(UD): Türkiye’nin dış politikasını ve savunma stratejisini bu gerçekler üzerine bina etmesi zorunlu!.. Şimdi Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyaretine dönelim. Trump, Türkiye ile krizin tırmanmasını önlemek için ne gibi sakinleştirici önerilerde bulunabilir?
(ŞE): Muhtemel öneriler şimdiden basına aksetti. Bu bağlamda, Rakka’nın IŞİD’den temizlenmesinden sonra demografisinin değiştirilmeyeceği ve Araplara teslim edileceğinden ve PKK ile mücadelesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “anlık” istihbarat verileceğinden söz ediliyor. Kamuoyumuz Başkan Bush döneminde bu anlık istihbarat desteğinin ABD makamlarınca nasıl istismar edildiğini hatırlayacaktır. Yani ortada ciddi, dişe gelir bir öneri yok! Bir de Türkiye’nin güney sınırlarına ABD tarafından güvenlik sağlanması önerisi var ki, buna gülüp geçmek lazım! Üzerinde önemle durulması gereken bir nokta, Trump’ın kararına Türkiye’nin nasıl mukabele edeceğidir. Ancak, bu konunun sağlıklı bir şekilde irdelenmesinin, Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyareti sonuçları ışığında yapılması isabetli olacaktır.

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/ugur-dundar/abdnin-asil-hedefi-buyuk-kurdistani-kurmak-1848353/

Sözcü yazarı Sayın Rahmi Turan’a açık cevap

Sayın Turan soruyor:
Erdoğan’ın Çin’de Çipras ile görüştüğünü yazdıktan sonra…
Neden Yunan başbakanına burnumuzun dibindeki adalarda yaşanan rezaleti dile getirmediğini soruyor. Kendince acaba korkuyor mu diye de ekliyor.

Sayın Turan,
G.t kıllarının g.tü…
Neticede bir “dünya” lideri, öyle kolay kolay korkmaz Efendim, korkmaz!
Dini, imanı, Allah’ı, peygamberi para olanın tek efendisi, tek korktuğu vardır…
Para, paranın gücü karşısında süt dökmüş kediye döner Efendim.

Çok olmadı…
Sözde darbe gibi sözde referandum öncesiydi…
Girin bakin arşivlerime, yazdım, bakmayın esip gürlediğine, dünyayı ayağa kaldırırım dediğine….
Bacak arasındakini ancak kaldırır, o da belki…
Demişimdir tanrıları onu dize getirir, bak dize geliyor bile…
Avrupa Birliğine, Amerika’ya esip gürlemek için g.t kıllarının g.tü olmak yetmez…
Her şeyden evvel yürek gerek akıl gerek plan – program gerek…
İnsan olmak, adam olmak, erkek olmak gerek, ERKEK!

NRW

Nordrhein Westfalen…
Almanya’nın en kalabalık eyaleti. Dün seçimler vardı. Belki inanmayacaksınız ama alt tarafı bir eyalet seçimi olmasına rağmen dünyanın dört bir tarafından, mesela Katar, ABD, Avrupa ülkeleri zaten 1000 kadar gazeteci toplandı Düseldorf’ta.

Peki, bu seçim neden bu kadar önemliydi?
Çünkü genel seçimlerin bir öncesiydi. Sosyal Demokratlar bugüne kadar girdikleri seçimleri tek tek kaybederken, öldü denilen Merkel girdiği her eyalet seçimi kazanıyordu. Daha doğrusu partisi.
Size bir şeyler hatırlatıyor, sizde bir çağrışım yapıyor mu?
Aman kardeşim sende…
Burası Almanya, Türkiye değil ki!

Neyse, sonra devam ederiz…
Bilirsiniz bir özdeyişimiz vardır; “alışmış kudurmuştan beterdir!”
İnsan kaşar olmaya görsün, evet, evet kaşar dedim. Siz anladınız ne demek istediğimi!

ABD ziyaretinin öncesinde “bizim” kaşar yine herkese had, herkese demokrasi dersi veriyordu…
Haliyle ileri demokrasi bu, kolay değil böylesi, mucidi Recep Tayyip Erdoğan, partisi AKP…
Bugün günlerden, eğer doğru hesaplandıysa 19 Şaban 1438. Nasıl ki zibidi…
1400 küsur senelik dinimizi yeniden yazdı, helali – haramı birbirine kattı, öylesine de demokrasi denilen kavramı yeninden yorumladı. Haliyle diyecek…
“Bunların demokrasiden, siyasetten haberleri yok!”

Dedik ya alışmış kudurmuştan beter…
Güzel ülkemizin çirkin kaderi, herifler, hani kendimize baş seçtiklerimiz…
Ki “iktidarı – muhalefeti” ile birlikte >>> g.t yalamaya <<< öylesine alışmışlar ki, doyamıyorlar kardeşim doyamıyorlar. Önce Putin…
Şimdi Trump!
Yala bakalım ne olacak?

Tabii gerçek demokrasi, daha doğrusu günümüzde temsili demokrasi ile ileri demokrasi arasında dünyalar var. Aranızda Mehmet Ağar’ı hatırlayanlar var mı?
Parti kurmuş, seçimlere katılmış…
Başarısız olunca istifa etmişti!!!

Merkel…
Kadını günahım kadar sevmem. Ama Allah var yukarıda, ülkeyi iyi yönetiyor. Almanya’nın hem ekonomik hem siyasi ağırlığı var dünyada. Temsil ettiğinin yüz seksen derece tersi Martin Schulz, sosyal demokratların başı. Ki Atatürkçü kimliğimin yanı sıra sosyal demokrasi bana siyasi yelpaze içeresinde en yakın duranı. Aman ne umutlar bağlandı bu adama, aman ne umutlar.
Schulz rüzgârı, “fırtınası”…
Ilık bir meltemden öteye geçemedi(!)

Dün, seçim sonuçlarının açıklanmaya başlamasıyla birlikte eyalet başkanı, sosyal demokrat parti üyesi anında istifa etti. Kadın başarısızlığının bedelini istifa ederek ödedi.
İleri demokrasinin kerameti olsa gerek…
İstediğin kadar çal – çırp, ülkeyi bir bataklıktan ötekine sok, felakete götür…
Girdiğin her seçimi kaybetmene rağmen, koltuk sevdası(!) G.tleri koltuğa 404 ile yapışmışçasına kimsenin isafa etmeye niyeti yok. Zaten hesap soranda yok ya…
Menopoza girmiş karılar gibi sinirli köpekler, ihtiyar bunaklar…
Uluyup duruyor…
Alan memnun, satan memnun!

Oturan öküz

“Sekiz, dokuz yaşlarındaydım, iste Emrehan kadar. İlk defa gübrelikte buldum çizgi romanlarını…
Adı aklıma gelmiyor bir adam vardı, her halde o okuyor, okuyor atıyordu gübreliğe. Önder, hiç iğrenmeden dirseklerime kadar ellerimle topluyordum sayfaları tek, tek. Gidiyor çeşmede sayfaları yıkıyor, siraya koyuyuor, soba yaninda kurutuyordum…”

Böyle anlatıyor annem okuma hevesinin nasıl başladığını, çizgi roman dedikleri Tommiks, Teksas falan. Büyük dayım, annem, teyzem ve ben…

“Yanakların kıpkırmızı olurdu, pancar gibi bir kitaba yüz ısırık”

Hiç önemli değildi benim için, daha küçüktüm, yeter ki annem bana kitap okusun. Tommiks, Teksas hastasıydım, Donal Duck yani Var yemez amca falan…
Hala vaz geçmedim bu alışkanlıklarımdan, elime ne geçerse geçsin okurum. Gözlerin izin verdiği kadar. Kızılderililer hakkında bilgilerim ta o günlere dayanır, Tommiks – Teksas gibi kitaplardan. Diyorum ya ailecek okurduk. Bana çok yakın bir insan, hastalanan kocasına yukarıdaki ismi takmıştı. Adamcağız öylesine hastaydı ki oturduğu yerden kalkamıyordu. Tabii latife, haliyle sadece şaka!

Dün insanlığımdan, “sözde” Müslümanlığımdan utandım…
Kanada hakkında bir belgesel ilgimi çekti. Kızılderilileri anlatıyordu, o toprakların > gerçek < yerlilerini. İçlerinden bazıları geçmişten kalan örf ve adetleri ayakta tutmaya, genç nesillere aktarmaya çalışıyor. NE KADAR GÜZEL! İşte kendi kanolarını kendileri yapıyor, ekip – biçiyorlar. Huş ağcından en güzel ve dayanıklı kano yapılırmış, bilmiyordum, öğrenmiş oldum. Kanada, sadece ülkenin yerlilerine gidip ormandan > izinsiz < ağaç kesme hakki tanıyormuş. Uzatmak istemiyorum, adam uzun arayışlardan sonra uygun bir Huş ağcı bulur. Ağca balta vurmadan…
Kendince dua ediyor, tanrılara ağacı kestiği için yumuşatmak namına tütün adağında bulunuyor falan, sonra başlıyor dua etmeye kendi dilinde. Soruyorlar ne mırıldandığını…
Ağaçtan özür diledim diyor, içinde yaşana kurttan – kuştan, böceklerden özür dilediğini izah ediyor!!!

İnsanlığa bakar mısınız?
Doğada tahribat yaptığı için, ağaç kestiği için, o ağaçta yasayan hayvanların yuvalarını bozduğu için af diliyor!

Gözümün önüne geliyor mesela kurbanlarda yaşadıklarımız, şahit olduklarımız…
Düşünüyorum mesela üçüncü köprüyü, kesilen ağaçları…
Ve soruyorum:

Senin, benim, Onun AMA özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın neresi insan, neresi Müslüman?

Bugün anneler günü

😊

Sabah uyandığımda her zaman yaptığım gibi önce bilgisayarı acar, gece ne oldu ne bitti dünyada bir bakarım. Bir haber ilgimi çekti, İstanbul Metrosu…
Anneler günü vesilesiyle, orasını tam anlamadım, galiba bir vagon özel olarak süslenmiş. Anneler günü için, işte danteller, yastıklar falan. Ev gibi düşünün, yani kadınsı, belli yerlerde piyesler sahneye konuyor. Bir anne…
Oğluna terlik atıyor!!!

Bilin bakalım hemen kim aklıma geldi?
Evet, Kara Mediha’mmm, benim güzel annem. Ancak benim anneciğim terlikle yetinmez, kadının tepesi atmasın, yeminle…
Terlik en masum silahı, en tehlikelisi dişleri 😊
Hart diye ısırır adamı…
Bunun yani sıra bıçak, kızgın ütü, fokur fokur kaynayan çaydanlık…
Balta gibi bilumum araç ve gereçler kullandığı da olur(!)

Hani sağ salim bu yaşa geldiysek iki kardeş şans eseri…
Benim güzel annem, Allah seni daha uzun seneler başsımızdan eksik etmesin…
Tüm anneleri, hepsini. Dayak, kızmak, bağırıp çağırmak…
Annelerin asli görevlerindendir, ne demişler cennet…
Annelerin ayakları altında. Tüm annelerin, anneler gününü kutlarım.
Onların sıcaklıklarıyla bizleri kucaklaması yeter!

😊 😊 😊

Deli ya, fıttırıyorum

Ah benim güzel anneciğim…
Öyle diyor benim için, “deli ya, fıttırıyorum”…
Uyku ile küsüz, arada bir barışır gibi oluyor kucaklaşıyoruz ama…
İşte her zaman değil, kısmetse gece yolcusu, ben tam bir korkak…
Aklım gidiyor, nasıl korkmam?
Aklıma eser sabahın bir köründe ararım, özlerim, hal – hatır sorarım…
Bak Türkiye’ye, bak aynaya ve anla…
Türkiye artık Türkiye değil Tayyipistan…
Bindik bir alamete gidiyoruz tam gaz, virajlar, duvarlar, ağaçlar bizi bekler…
K.K. ve D.B. herifler zibidinin sağ kolu…
Sözde 2019’a hazırlanıyorlar, YA DELIRECEGIM…
Hileli, şaibeli seçim denmez, Türkiye plebiszit yani halkoylaması yapmadı…
Yaptırıldı bir şeyler AMA kesinlikle halkın kararı, tercihi olduğuna inanmıyorum…
Ve sözde muhalifler KABULLENMIŞ…
Şaibeyi, hırsızlığı kabullenmiş ve bunlar sözde muhalif, sözde milliyetçi…
Sözde Müslüman, sözde insan…
İnsan, bir milliyetçi, bir Müslüman…
Haksızlık karşısında, hırsızlık karşında, adaletsizlik karşısında nasıl boyun eğer, nasıl kabul eder?

Evet…
Annem haklı, ben bir deliyim ve sevdiklerimi fıttırtıyorum!
Ben nasıl delirmem, ben bu kahpelik karşısında nasıl fıttırmam, fıttırtmam?

Nokta meselesi

Kendimi bir bok sandığımdan falan değil…
Ama…
Beni yetiştiren insanlar gerçekten vatansever, kanunlara, kurallara saygılı insanlar(dı)…
Kendisini hiç tanıma, onun zamanında yaşama şerefine nail olmamış olsam bile…
Atatürk ile büyüdüm…
Velilerim Müslüman evlatları, ben ise Müslümanların evladıyım…
Evet, Atatürk ve Anadolu medeniyeti, Anadolu hoşgörüsüyle büyüdüm…
Doğrudur, evet, evet mutlak bir gerçek…
Büyüğümü de bilirim, küçüğümü de. Saygı, terbiye, adab-ı muaşeret denilene vakıfım.

Kadını…
Severimde, sayarım da. Sevgiye, saygıya laikse bir insan gereğini yaparım…
Bak yarına anneler günü, kadın öncellikle anne, doğurganlıkla can veren, yetiştiren, büyüten…
Yaşayana, kadına saygısı olmayanın ne ölmüşüne ne başka bir şeye saygısı olur…
Diyorum ya kimsenin tavuğuna kış bile demem, bana veya sevdiklerime, değer verdiklerime yoksa bir zararı, bana ne! Ben nasıl yaşıyorsam, hakkımsa yaşamak onunda hakkı. Yok, kesinlikle öyle değil…
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demem, bilirim, yılan sinsi, yılan bir sürüngen. Bilirim gün gelir ya beni ya sevdiklerimi sokar, zehirler, yok eder, bilirim yılan ölümcül olabilir!

Daha geçenlerde validem bana sordu…
“Önder, sen nasıl bir ülkenin cumhurbaşkanına hakaret edersin?”
Dedim…
Ben Türkiye Cumhuriyetinin, cumhurbaşkanına küfür etmiyorum, ben o pis varlığı ile etrafımızı kirleten, çürüten O iğrenç > adi < mahluka küfür ediyorum, Ona ve zihniyetine.

Nokta koymaya gidiyormuş g.tümün kenarı, pabuçlarımın lideri…
Hani atıp – tutuyordu ya dünyayı ayağa kaldırırım, sen bacak aranda taşıdığını kaldırabiliyorsan ne mutlu sana ve Emine’ye!
Yok arkadaş, yok! Kimsenin koskoca bir ülkeyi, bugüne kadar şerefiyle yaşamış bir milleti küçük düşürmeye, varlığını tehlikeye atmaya hakkı yok, olamazda. Herife bak ya…
Hariçten gazel okuyor ve insanlar hala ona inanıyor(!)
Noktayı…
Koyan koydu, sana da Emine’ye de ve maalesef koskoca Türk milletine de!

++++++++++++++++++++++++
Okuyun lütfen, okuyun…
Belki gözünüz açılır!?
++++++++++++++++++++++++

Yılmaz Özdil 12.05.17

The film
Ilık bir bahar akşamıydı.
Ankara’daki ABD elçiliğinin bahçesindeki koltuklarda seçkin misafirler oturuyordu. Sinema perdesi kurulmuş, ışıklar kapatılmıştı. Celal Bayar, Adnan Menderes, iktidardaki demokrat parti’nin bakanları, ellerinde kadehler, suratlarında gururlu bi gülümseme, film seyrediyorlardı. Başrolde cumhurbaşkanımız vardı. Eisenhower çağırmış, Celal Bayar da İngiltere’den yola çıkan Mauritania gemisine binerek, ABD’ye varmıştı. Ike lakabıyla tanınan general başkan, bizim cumhurbaşkanına Beyaz Saray’da yemek yedirmiş, göğsüne “Amerikan liyakat lejyonu madalyası” takmış ve burada yaptığı konuşmada “Türk milletinin istikbalini alakayla takip etmemiz gerekiyor” demişti. Sonra da “hadi gez dolaş biraz” diyerek, altına özel uçağını vermiş, New York, San Fransisco, Los Angeles, Chicago, Las Vegas, tam 33 gün avantadan gezdirmişti. Yüce Türk basını o zamanlar da yalakaydı, “reisicumhurumuz el üstünde tutuldu, baştacı yapıldı” manşetleri atmıştı. Gidiş geliş yol dahil, 50 gün memleketten ayrı kalan reisicumhurumuz, İstanbul’da ve Ankara’da davul zurnalarla karşılanmıştı. ABD’nin o zamanki Ankara elçisi Avra Warren, bu seyahati siyah-beyaz kaydetmiş, bahçeye sinema perdesi kurmuş, alayını toplamış, ellerine kadehleri verip, ışıkları kapatmıştı.
*
Film böyle başladı.
*
Pek sürükleyiciydi.
O kadar beğenildi ki, yeni film çevirmek için Adnan Menderes de gitti.
İsmet İnönü gitti.
Cevdet Sunay gitti.
Nihat Erim gitti.
Bülent Ecevit üç defa gitti.
Süleyman Demirel beş defa gitti.
Kenan Evren gitti.
(Kenan Evren gittiğinde ABD başkanı artist Ronald Reagan’dı, Kenan Evren’e Beyaz Saray’da yemek verirken jest olsun diye artist arkadaşı James Steward’ı da çağırdı, sofraya oturttu, bizim cumhurbaşkanı James’i tanımadı, emekli NATO generali zannetti, sizi tekrar gördüğüme sevindim filan dedi, Ronald’la James bozuntuya vermedi.)
Turgut Özal altı defa gitti.
Tansu Çiller üç defa gitti.
Mesut Yılmaz gitti.
Kevin Costner’ı Çankaya Köşkü’nde ağırlayan George Clooney de gitti.
Abdullah Gül yani.
*
Ve, asrın liderimiz tüm zamanların dünya rekorunu kırdı.
22 defa gitti.
Hiç sektirmedi her sene en az bir defa gitti, Angelina Jolie’yle tanıştı, Nicolas Cage’le görüştü, Lindsay Lohan’ı sarayında ağırladı, Robert de Niro’yla New York’ta iftar bile yaptı.
*
Şimdi gene gidecekti.
Şırrak…
Beyaz Saray’ın Suriye Kürdistanına ağır silahlar vereceği anlaşıldı.
*
“Kafamızı bozmayın, gelmeyiz haa” filan diye artistlik yapmaya kalkıyorduk ki, ABD resmi açıklamayla kestirdi attı, “gelmezse gelmesin, bizim açımızdan büyük bir kayıp olmaz” dedi!
*
“The film” iyi başlamıştı ama…
“The end” fena bitecek galiba.

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/the-film-2-1844811/

Necati Doğru 12.05.2017

Hançer yiyen TC’nin şerefidir!
Kırılan bir Cumhurbaşkanı’nın onuru değil, zedelenen bir ulusun şerefidir. Ben oy vermedim. Tersine hep “oy vermeyin” yazıları yazdım. Böyle giderse hayatta ona oy vermem. Böyle giderse “seçimle geldi, seçimle devirin” yazıları yazmaya devam ederim. Ancak o, Türk halkının seçtiği bir cumhurbaşkanı, Türkiye’yi, bizi, bütün milleti temsil ediyor.
Onu aşağılama!
Ulusa hançerdir.
Çirkin Amerikalı. Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı paramparça eden, yakan, insanları yerinden yurdundan kaçmaya ve mülteci olmaya sebep olan ve tüm Ortadoğu yangınında birinci derecede eli-kolu bulunan Amerikalı, “Türk Cumhurbaşkanı, ABD’ye ziyaretini iptal ederse büyük kayıp olmaz” dedi.
Şeytanca küçümseme.
Açıkça kıymetin yok diyorlar.
Dünya bizden sorulur.
Ortadoğu’yu biz haritalandırırız.
Arap’ı Kürt’e vurdururuz.
Kürt’ü Arap’la savaştırırız.
Türk’ü Kürt’le bozuştururuz.
Müslümanı Müslümana kırdırırız.
Kürt’e ağır silahları veririz.
Kürt Türk kardeşliğini biz bozarız.
Arap’ı da Türk’e biz düşman ederiz.
Senin bir ağırlığın olamaz diyorlar.
Cumhurbaşkanı ise meydanlarda kendine oy veren bizim insanımıza; “Yumuşak başlıysak koyun değiliz… Bir gece ansızın geliriz…” diye hava veriyor fakat söz konusu ABD olunca, bir ulusun onurunu çarmıha germek için ABD’ye gidiyor. Türk devletinin üç ağır topu; Genelkurmay Başkanı, MİT Başkanı, Cumhurbaşkanı Sözcüsü’nü önden gönderdi, dinlemediler, bir kahve bile içirmeden geri postaladılar. Kendisine de “gelmezsen kayıp saymayız” diye laf çarptırmaktalar.
Yine de gidiyor.
* * *
Acaba Trump’a ne diyecek?
Kendine oy veren ve vermeyen milyonlarca insanımıza açıklamadığı fakat Trump’a söylediği zaman onu “Türk cumhurbaşkanı önünde ceketini ilikleyecek duruşa getirecek” ne söyleyecek?
Biz varız, onu alma.
Bizi al.
Bunu diyecekse, biliyorlar.
Ciddiye almıyorlar.
Ortadoğu’da Türkiyesiz karar alma.
Sonra çok pişman olursun.
Böyle mi diyecek?
Böyle diyecekse, gülüyorlar.
Irak’ı üçe böldük.
Libya’yı beşe böldük.
Suriye’yi altıya böleceğiz.
Oradan Kürt koridoru çıkaracağız.
Koridor da devlete dönüşecek.
Bir İsrail’imiz vardı.
İkinci İsrail’imiz olacak.
İkinci İsrail, Kürt devleti olacak.
Petrolü, doğalgazı biz yöneteceğiz.
Suyu da biz kontrol edeceğiz.
Anlayana! Bunları söylüyorlar ve sözlerinin arkasında durduklarını göstermek için de YPG’ye ağır silahlar verme iznini, Türk Cumhurbaşkanı ayaklarına giderken çıkarıyorlar.
* * *
Çirkin Amerikalı Trump, YPG ile Türkiye Cumhuriyeti’ni aynı düzeye indirdi ve bir terör örgütünü bir ulus devletin üstünde tuttu.
Kırılan ulusun onurudur.
Türkiye, Ortadoğu’da sözü geçen, Avrupa’da ağırlığı olan, Asya’da itibarı bulunan, Amerika’da saygı duyulan bir ülkeydi. Artık değil. Yedi bitirdiler, eritip tükettiler. Alman Şansölyesi Merkel’in elini sıkmayan küstah Amerikalı Trump’a, bizim cumhurbaşkanı acaba ne diyecek de; Türkiye Ortadoğu’da sözü geçen, Avrupa’da ağırlığı olan, Asya’da itibar sahibi, Amerika’da saygın ülke oluverecek?
Yalanı örtmeyi bırakın.
Gerçeği dürüstçe anlatın.
Hançer yiyen TC’nin şerefidir!

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/necati-dogru/hancer-yiyen-tcnin-serefidir-1844788/

Kimsenin tavuğuna kış bile demem, yeminle beni tanıyanlar beni bilir

Küçücük bir dünyam var…
Benim olanlar, yaşayan ve Hakkın rahmetine kavuşmuş olanlar…
Kanımdan olmayan Oma, kanımdan bildim, elimden geldiği kadar.

İşte kendimce yazarçizerdim, nefes alıp veren bendim…
Sadece nefes, sadece vardım…
Öldü desen ölmemiştim, yaşıyor desen yaşayan ben değildim…
Nefes alıp verendim, vardım, o kadar, gittim ve şimdi geldim…
Rabim senden tek istediğim…
Bitsin bu kâbus, bitsin, tükendim!

Eyy Allah’ın öküzü

Yok doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’a sözüm…
Kimse üzerine alınmasın!

Benden yaşça “büyük” olsan bile, hani atalarımız der ya akil yaşta değil başta…
Evladım,
Şüphesiz alınyazısı, Allah’ın takdiri bu günleri görmen AMA Saddam gibi seni de bir fare deliğinden çıkarıp asarlarsa da şaşmayacağım. Tabii kimse bilemez Allah’tan başka ama dedim ya şaşırmam yani bunca hainlik, hırsızlık, dolan ve düzenbazlık karşısında seni asarlarsa…
Olurda O pis bedenin Allah’ın takdiri ile bu dünyada göçerse, yazgı böyleymiş deyip geçeceğim haliyle.

Senaryosu önceden yazılmış, kasıtlı ve kontrollü sözde darbe…
17/25…
Falan filan, ulan her seferinde bu pezevengin adını yazarken zorlanıyorum…
Fethullah Gülen…
Amerika Birleşik Devletleri…
İade etmez oğlum etmez, anla…
Neden Amerika, neden Pensilvanya, neden iade etmez diye sorarsan…
Anlatayım Allah’ın öküzü, anlatayım da anla.

Ama önce sözüm herkese, özellikle evetçilere…
Tövbeler tövbesi, Dolara, Allaha tapar gibi tapıyorsunuz ya, Amerika’ya…
Amerika’daki gelişmeleri dikkatle izliyor musunuz?
Herifçioğlu geldi, sayarak – söverek, kandırarak – aldatarak…
Ne oldu?
Bir devlet, koskoca bir devlet ne bakkal dükkânı ne bir şirket…
Bakkal, şirket yönetir gibi yönetilemez…
Erkler ayrılığı, HUKUK, kanunlar devreye girdi, tabii orası Amerika, Türkiye değil…
Başkanlık var ama Kasımpaşa başkanlık usulü değil, başkanda olsa herkes yasalara karşı sorumlu, ANAYASAYA bağlı!

Bilemem tabii, ilgilendirmez de beni…
Ama bak, herif FBI başkanını kovdu, kıyametler kopuyor. Hemen soruluyor ve SORGULANIYOR…
Acaba seçim sürecinde hile, hurda, Rus parmağı var mı?
Yok öyle sadrazamın sol t.şağından düşmüşçesine “hüküm” sürmek, sevk ve idare etmek, keyfi hareket!

Halk bu, halk…
Senin gibi g.t kılı, koyun sürüsü değil…
Hesap soruyorlar, hesappp…
Fatura…
Anında konuluyor sorumluların önüne!
Bak Fransa’ya, bak ve utan…
İşte “başkanlık”, işte demokrasi, işte bilgili ve bilinçli halk…
Tren, tramvay değildir demokrasi, istenildiğinde binilecek, keyfine göre canın ne zaman isterse orada inilecek, değil, anlıyor musun değil!

Neyse…
Bak evladım, kullandığım kelimelere, vurguya dikkat et…
Amerika Birleşik Devletleri kurulduğundan beri, kurucu ilkelere sadik, bu ilkelere bağlı bir devlet yapısına sahip. Daha önceleri de yazmışımdır, tekrarlamakta fayda var…
Ha Amerikalı, ha Alman, ha Türk, ha Fransız, İtalyan, Norveçli falan…
Her şeyden evvel insanız, insan VE tüm insanların ortak yapısıdır, bir nevi tabiat kanunu…
The constitution…
ABD Anayasası, iki yüz sene içeresinde 27 ekle desteklenmiş AMA içerik olarak değiştirilmemiştir!
The bill of rights…
Yani, haklar bildirgesi değiştirilmemiştir…
Dedim ya insanız, okumayı, kafamızı çalıştırmayı hele düşünmeyi sevmeyiz…
Hep yazarım, hep dediğimdir…
İnsan…
Yetiştiği – yaşadığı ortamın bir ürünü, alışkanlıklarının esiri…
İnsanız insan, affedersiniz zırt – pırt anayasa gibi çok önemli toplumsal bir uzlaşma metnini ikide birde değiştiremezsiniz!

Referandum…
Yapılan seçim, hak ve hakkaniyetten uzak, hileli…
Açık açık oy manipülasyonu yani güdümlü oy devşirmesi…
YSK…
Ya hangi bir hileni, hırsızlığını, yalan ve dolanını hatırlatayım sana, hangi birini?
O kadar çok ki!

Başkan bile olsan, dünyanın en ileri gelen devletlerinin başı bile olsan…
Öncelikle insansın, insan. Yanlışta bizlere, yalanda. Düşmez kalkmaz bir Allah…
Bu yüzden denetim mekanizmaları var, bu yüzden…
Yanlıştan döndüren!
Tekrar, tekrarlamakta fayda var. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin herhangi bir kurum, kuruluş veya makamına hakaret etmek, küfür etmek ne haddime, ben kimim ya, kimim ki? Ama…
Bu kurum ve kuruluşları, makamları pis varlıklarıyla, bilgisizlikleri ile işgal edip koca bir ülkeyi, onurlu bir milleti küçük düşüren, eserlerini, varlıklarını tehdit eden veya tehlikeye atan her yaratığın, şahısların karşısındayım, karşısında, son nefesime kadar!

Rahmetli atamız, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve o kudretli sözleri, ileri görüşü…
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 158. Maddesi…
>>> Nitelikli dolandırıcılık <<<
a) şıkı:
(1) Dolandırıcılık suçunun;
a) Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle,

Yok kardeşim yok…
İnsanlarımızın en azından bir kısmı, bana göre en azından yüzde otuz kadarı hala bu yüzyılla erişememiş, bilgiden özellikle ama dini bilgilerden yoksun insanlar. Yoksa bu zibidiye teveccüh ederler miydi?

Maide suresi 38. ayete bak istersen kardeşim, bak, bak ve oku, oku ve anla, anla kardeşim anla!
Gerçi…
Bu kafa yapısıyla, geçelim. Gelelim Amerika Birleşik Devletleri’ne ve imamlardan birine…
Bir imam diğer imama, imam bayıldı yapınca, okullarını kapatıp, harcırahını kısınca…
Bayılan imam eder beddua…
RAND Corporation, Graham E. Fuller neylesin, iki köpek birbirine grince?
Adamlar haliyle özüne bakacak, kanunlara, yasalara kendi kamuoyuna!

Amerika Birleşik Devletlerinde…
Kesinlikle ve tamamen devlet dine tarafsızlıkla yaklaşmaktadır. Yani laiklik dediklerini bizden katı bir anlamda yaşamaktadır. Buna rağmen insanız…
Yapıyoruz hata, yaklaşımlarımız hatalı olabiliyor, düşüncelerimiz ve gerçekler…
Mesela siyasete soyunan genelde İncil’e el basarak yemin eder, bir Müslüman Kur’an-ı Kerime el basmak isteyince “kıyametler” kopmuştu. Devlet soyut bir kavram, devleti oluşturan toplum, yani insan ise somut. 51 eyalet içeresinde…
Pensilvanya…
Dinin, dini inançların >>> en bağnaz <<< şekilde yaşandığı eyalettir!!!
Birçok tahrikat burada faaliyet göstermektedir, mesela Mormonlar…
Adamlar, hatırladığım kadarıyla Alman asili Hristiyan ama yüzyıllar öncesi gibi yaşıyorlar. Araba, telefon, hele cep, internet falan hepten YASAK.
Anladınız mi şimdi neden Pensilvanya?

Adamlar kendi…
Milli sınırları içeresinde Iman ve ordusu yürürlükte olan yasalara karşı gelmediği sürece bu heriflere karşı harekete geçmez. Kaldı ki bunlar “yararlı, faydalı” ahmaklar…
Bu sözün Lenin’e ait olduğu söylenir…
Kalkıp da bir budala istiyor diye, kendi yararlı ahmağını teslim eder mi?
AB(D)’nin elinde…
İki ahmak, iki budala imam istedikleri gibi at koşturuyorlar…
Bilmem anlatabildim mi?

Ben bu imamlara, din bezirgânlarına nasıl küfür etmem?

Yine samimi dini duygular ile hareket eden insanlarımızı tensip eder…
Onları başıma taç yaparken, din bezirgânlarını tüm yüreğimle lanetliyorum…
Din – iman, ana – avrat düz geçiyorum bu ahlaksızları, bu din tacirlerini!

Haa…
Ola da beni birileri FETÖ’cü ilan etmek ister…
Erdoğan şerefsizi neyse Güllen, Gül ve tüm kadroları benim için O…
Tabii isimlerini bile yazmaktan iğrendiğim o iki budalayı…
K.K ve D.B.’ye de ana – avrat küfür ediyorum…
Bunlar…
Birer namusuz, birer vatan ve millet, din düşmanı…
Birbirlerinin göt kılı olmaktan, birbirlerinin bir taraflarını yalamaktan öteye bir adim gidemeyen zibidiler sürüsü. Uşak…
Evet, AB(D)’nin uşakları, uluslararası konsorsiyum, uluslararası siyasetin birer piyonu…
Ha Erdoğan ha Güllen veya o, bu…
Özellikle Soner Beye içerliyorum, evet haram ediyorum benden kazandığı tüm paraları…
Kütüphanemdeki tüm kitapları, lanet olsun, haram olsun, gözüne – dizine dursun.

Dikkatli okuyun lütfen, iyi anlayın, satır aralarını, yazdıklarını ve yazmayıp, söylemek istediklerini iyi anlamaya çalışın!

Sanki Erdoğan Güllenden bir damla, bir damla daha iyi, daha faydalı…
Hepsi ayni bokun soyu, ha O ha diğeri, ne fark eder?
Mücadelem tüm sömürücülerle, tüm din bezirgânlarıyla, tümüyle!

++++++++++++++++++++++++++++

Dünya lideriyiz müsterih olun!
Yılmaz Özdil

Beyaz Saray onayladı.
Pentagon, Suriye Kürdistanı’na ağır silahlar veriyor.
*
E merak ediliyor…
Neler oluyor?
*
30 sene önceydi…
İran-Irak savaşıyordu.
Humeyni’nin ordusu, Kuzey Kore ve Çin füzeleri kullanıyordu.
Saddam’ın ordusu, Rusya, Fransa ve Çin füzeleri kullanıyordu.
Birbirlerine fırlatıyorlardı.
*
İki tarafta da su gibi petrol vardı.
Musluklar şakır şakır akıyordu…
ABD kovayı dolduramıyordu.
E, böyle olmuyordu tabii.
*
ABD başkanı, artist Reagan’dı.
Reagan’ın başkan yardımcısı ise, bir zamanlar CIA başkanı olan baba Bush’tu.
Saddam’a elçi gönderdiler.
“Biz seni çok seviyoruz, acayip takdir ediyoruz, İran’a gıcığız, sana yardım edelim” dediler.
Rahmetli Saddam pek salaktı.
Kabul etti.
*
İtalyan bankası Banca Nazionale del Lavoro üzerinden kredi verdiler. Öylesine paraya boğdular ki… Irak devleti, Amerikan yardımı alan ülkeler sıralamasında zart diye üçüncülüğe yükseldi. Saddam’ın kulaklarından bile dolar fışkırıyordu. Elbette hepsi borçtu, geri ödenecekti. “Arkadaşlar arasında paranın lafı bile olmaz, yeni kuyular açarsın, ödersin” dediler.
*
Silah satmaya başladılar… Verdikleri parayı katbekat geri alıyor, aldıkları parayı borç olarak geri veriyor, borç olarak verdikleri parayı silah satarak geri topluyorlardı. Kendisini çok zeki zanneden Saddam, halk arasındaki tabirle kulampara sarması’na girmişti.
*
Bu böyle tankla topla filan olmayacak dediler, sana çok daha büyük para verelim, teknoloji öğretelim, kimyasal ve biyolojik silahlar geliştir, İran’ın kafasına at, işi komple bitir dediler. Şahane fikirdi… Kendisini çok akıllı zanneden Saddam’ın aklına yattı. Ufak ufak üretip, İran’a fırlatmaya başladı.
*
(Kaşla göz arasında, Kürtlerin kafasına da attı… Çünkü, Barzani-Talabani, İran’ı destekliyordu, Saddam fırsat bu fırsat dedi, onların kafasına da kimyasal attı. Çoluk çocuk beş bin insan hayatını kaybetti. Yani… Şu anda “biji Obama, biji Trump” diye tezahürat yapan, Amerikan bayraklı tişörtler giyen peşmergeler, bizzat Amerikan füzeleriyle can vermişti. Hatta… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Saddam’ın kimyasal silah kullanmasını eleştiren bir karar alınacaktı, ABD ve İngiltere karşı çıktı, ret oyu kullandılar, “kimyasal silah filan yok, olsa bizim haberimiz olurdu” dediler. O zamanlar Saddam önemliydi, beş bin Kürt ölmüş, elli bin Kürt ölmüş, Washington’ın umurunda bile değildi.)
*
Aynı günlerde…
*
Yarbay Oliver North diye bi arkadaş icat ettiler, İran’a gönderdiler, güya İran’a ambargo uyguluyorlardı, kendi ambargolarını kendileri deldiler, mollalarla gizli gizli görüştürdüler, “biz aslında sizi çok seviyoruz, Saddam’a fena halde gıcığız, size gizli gizli yardım edelim” dediler. Tahran yönetimi, düşündü taşındı, tarihlerine yakışmayacak derecede öküzce davranarak, peki dedi, kabul etti.
*
Şah döneminde İran’a satılan Amerikan malı uçakların yedek parçalarını ve Amerikan malı gıcır gıcır füzeleri, İsrail şirketi üzerinden İran’a sattılar iyi mi… İran yönetimi, Amerikan malı füzeleri Amerikan malı uçaklarla Saddam’ın kafasına attı, bunların karşılığında, hem fahiş fiyatlar ödedi, hem de Lübnan’da Hizbullahçı arkadaşlar tarafından kaçırılan Batılı rehineleri serbest bıraktı.
*
Bir taşla iki kuş vuran Beyaz Saray, neden üç kuş vurmayalım şekerim dedi… İran’dan aldığı paraları, İsviçre ve Panama üzerinden, tee Nikaragua’ya götürdü, demokratik seçimle işbaşına gelmiş hükümeti devirmeye çalışan kontrgerillalara gizli gizli verdi. Neden gizli gizli verdi? Çünkü aslında, Amerikan Kongresi, insanlık suçu işleyen kontrgerillalara yardım yapılmasını yasaklamıştı, CIA kendi devletinin yasağını deliyordu.
*
(Bu müthiş operasyonun beyni, bir zamanlar CIA’in İstanbul ve Ankara’da istasyon şefi olan, istihbarat efsanesi Duane Clarridge’tı. Şu kadarını söyleyeyim, James Bond onun yanında anca karikatür olabilirdi, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya her taşın altında o vardı. Yarbay Oliver North, emrindeki icra subaylarından biriydi. Türkiye’yi ikmal durağı olarak kullandı… İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi’nden havalanan St. Lucia Havayolları’na ait nakliye uçakları, Ankara Esenboğa’ya iniyor, oradan Tahran’a gidiyordu. Resmi evraklarda petrol kuyusu malzemesi olarak görülenler, bildiğin füzeydi. Aslına bakarsanız, Portekiz üzerinden Nijerya uçaklarıyla taşınacaktı ama, Portekiz “beni karıştırmayın abi” deyince, Duane Clarredge’ın istediği gibi at koşturduğu Türkiye üzerinden taşındı.)
*
Neyse… İran-Nikaragua meselesi duyulunca, rezalet ortaya çıkınca, artist Reagan şahane rol yaptı, benim bu casus filminden hiç haberim yok, her şeyi bu şerefsiz Oliver North yapmış dedi, Amerikan basını da vay şerefsiz Oliver manşetleri attı, sorumluları yargılıyormuş gibi yaptılar, herkes serbest bırakıldı, hadisenin üstü örtüldü.
*
Neticede…
Bir milyon İranlı öldü.
Yarım milyon Iraklı öldü.
150 milyar dolarlık yıkım oldu.
Belki de en hazin tarafı…
Birbirlerine sekiz sene füze attılar ama, İran-Irak sınırı santim değişmedi.
*
Tüm bunlar olup biterken, bizimkiler nerdeydi?
İETT’deydi.
Ümraniye-Sultanbeyli hattına kafa yoruyorlardı!
*
Dolayısıyla, Pentagon Kürtlere silah veriyormuş, Kremlin Esad’a uçak veriyormuş, İsrail Barzani’yi kucağına oturtmuş filan, endişe etmeyin, müsterih olun… Asrın lideriyiz, emin ellerdeyiz!

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/dunya-lideriyiz-musterih-olun-1842885/

Necati Doğru

Atatürk yaşasaydı ABD’ye gitmezdi!

Darbeci İslamcı Fetullah Gülen, ABD’ye sığıntı oldu. Ilımlı İslamcı Tayyip Erdoğan ise ABD’nin Ortadoğu Planı’nın eş başkanı olduğunu kendisi açıkladı. Bugün Atatürk’e sövsünler diye ellerine dergi ve önlerine TV ekranı verilenler, güçlerini, cüretlerini ve cesaretlerini bu iki kişiden; Tayyip Erdoğan ve Fetullah Gülen’den alıyorlar. Türkiye, bugün hem ABD ve hem Rusya‘ ya “YPG’ye silah vermeyin…” diye yalvarır duruma düştü. Türkiye’yi bu acı veren duruma Fetullah Gülen ile Tayyip Erdoğan’ın, birbirlerine düşmeden önce, birlikte izledikleri şu son 15 yıllık tutarsız, omurgasız, hesapsız, düşüncesiz iç ve dış politikalar ile stratejileri getirdi.
ABD ile Rusya birlik oldular.
YPG’yi ağır silahlandırıyorlar.
ABD’li asker Jony ile YPG’li asker Cemil, birlikte Türk Mehmet’e kendi sınırımızda namlu göstermekte ve Rus askeri Mişa ile YPG’li Maho’da yine birlikte kendi sınırımızda Türk Mehmet’e bazuka yöneltiyorlar. Batı sınırımızda Ege’de ise adalarımıza Yunanistan savunma bakanı gelip bayrak dikiyor, denizaltı demirliyor. Yunan askeri de cesaretini, cüretini AB’den, ABD’den, Rusya’dan alıyor.
Ülkemiz yalnızlaştı.
Yalnızlaştırıldı.
* * *
Türkiye Devleti’nin 3 ağır topu; Genelkurmay Başkanı, MİT Başkanı ve Cumhurbaşkanı sözcüsü, çantalarında “YPG’ye verilen Amerikan ağır silahlarının PKK’ya nasıl aktarıldığını gösteren fotoğraflarla” ABD’nin başkentine gittiler. Onlar fotoğrafları göstermek için bekleme odasında sütlü kahve içerlerken ABD Başkanı YPG’ye “ağır Amerikan silahlarının verilmesi iznini” imzaladı. Türk Cumhurbaşkanı 16 Mayıs’ta Trump ile görüşmeye ve “Türkiye ile ABD’nin Ortadoğu’da birlikte hareket etmelerinin ne kadar faydalı olduğunu” anlatmaya gidecekti.
Amerikalı Trump!
6 gün bile beklemedi.
Atatürk yaşasaydı.
Trump’a gitmezdi.
Putin’e de yalvarmazdı.
Hatay’a çıkardı.
* * *
Atatürk öncesi Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkiye 4 büyük dünya nehri; Tuna, Nil, Fırat, Dicle’yi içine alan bir ülkeydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun padişahları, sadrazamları, yüksek kademe bürokratları, ordusunun komutanları, Şeyhülislamları, Medreseleri bu büyüklüğü elde tutamadı. Atatürk’ten çok önce Türkiye, Tuna ve Nil nehirlerini yitirdi. Atatürk, içinde Hatay’ın da yer aldığı Fırat ile Dicle’nin sahibi Türkiye’yi “laiklik-tam bağımsızlık-bölünmez bütünlük” sütunları üzerinde oturtup, “muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızda mevcuttur…” diyerek emanet etti, öbür dünyaya gitti.
Bu dünyada!
Rusya ve ABD.
Yunanistan ve AB.
Fırat ile Dicle’yi de Türkiye’nin birliğinden koparmak için 100 yıldır her türlü planı içten ve dıştan uyguluyorlar. İşte şimdi bu planın son halkasını tamamladıklarına inandıkları için Amerikalı Jony ile Kürt Cemil’i, Rus Mişa ile Kürt Maho’yu omuz omuza getirip sınırlarımızdan Türk askerine namlu gösteriyorlar.
Amerikalı Trump!
Rus Putin!
Yunanlı Tsipras!
Birbirlerine kaş göz edip.
Ellerini ovuşturuyorlar.
* * *
Bu yüzden yapılması gereken; Atatürk’ün bıraktığı mirasa hürmeten Türkiye’yi ordusuyla, ekonomisiyle, dış politikasıyla ve “Laiklik-Tam Bağımsızlık-Bölünmez Bütünlük-Yüksek Adalet-Yüksek Hukuk-Yüksek Ahlak-Yüksek Çalışkanlık” ilkeleriyle Ortadoğu’da sözü geçen, Avrupa’da ağırlığı, Asya’da itibarı, Amerika’da saygınlığı olan bir güçlü ülke olarak tutmaktı.
Gerçeği eğip, bükmeyelim.
Gizleyip örtmeyelim.
Türkiye’yi hem ABD’ye ve hem Rusya’ya “yalvarır duruma” getiren Tayyip Erdoğan ile Fetullah Gülen’in birlikte beraberce yürüttükleri politikalar oldu. Atatürk’e, devrimlerine, ilkelerine söve sövdüre ve “Balyoz-Ergenekon” ile önce Türk Ordusu’nu diz üstüne çöktürdüler, cari açık, sıcak para, iç tüketim iştahı ve inşaat rantına vidalı büyüme ile de dış borca bağımlılığı perçinlediler.
Atatürk yaşasaydı.
Trump’a gitmezdi.
Putin’e yalvarmazdı.
Hatay’a çıkardı.
Hatay’a git, Fırat ile Dicle’nin sularını tutup avuçlayacaksın duygusunu, sevincini, mutluluğunu yaşarsın.

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/necati-dogru/ataturk-yasasaydi-abdye-gitmezdi-1842866/

Soner Yalçın

Fasa fiso yazıyorlar

Son dönemde…
FETÖ ile ilgili ne çok kitap çıktı.
Kitaplığımda 100’ü aşkın FETÖ kitabı var.
“Yeni ne bilgiler edineceğim” diye, hemen hepsini merakla okudum;
Hüseyin Gülerce’nin yazdığı “Gizli Krallığın Sonu: FETÖ” bu kitaplardan biriydi.
Zaman gazetesinde 23 yıl yazarlık yapan…
Zaman gazetesinde genel müdürlük yapan…
Zaman gazetesinde genel yayın yönetmenliği yapan…
Keza yine FETÖ’nün…
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın 15 yıl mütevelli heyet başkanlığı yapan…
Samanyolu ve Mehtap televizyonlarında 15 yıl program yapan…
“Hizmet Hareketi”ni övmek için 600 konferans yapan…
“Cemaat’in sözcülüğünü” yapan…
30 yıl FETÖ içinde yer alan Hüseyin Gülerce’nin kitabını merak ve heyecanla okumaya başladım.
Bakalım ne bilgiler bulacaktım!
392 sayfalık kitabı didik didik ettim.
Yok.
Tek bir “dişe dokunur” bilgi yok.
Bilinenleri tekrarlıyor sayfalarca. 28’inci sayfadan itibaren FETÖ’nün çok bilinen operasyonlarını anlatıyor. Önceki yıllar, yani 29 yıllık örgüt üyeliği sadece 25 sayfayla sınırlı! Orada da tek yeni bilgi yok.
İşte bu Hüseyin Gülerce…
AKP yandaşı gazeteler ve televizyonlar tarafından “FETÖ ile mücadelenin önderi” diye selamlanıyor!
Biri çıkıp, “Arkadaş bunca yıl bu örgüt içinde yer aldın, medyada çıkan bilgileri tekrarlayarak kitap yazmışsın, bilmediklerimizi niye anlatmıyorsun” diye sormuyor!
Daha kötüsü…
Gülerce şunu diyor:
“Bugün görüyoruz ki, F. Gülen’in öncülüğündeki hareketin başlangıçtan itibaren üç safhası var. 1) Hizmet 2) Cemaat 3) Paralel Devlet Yapılanması.”
Gördünüz mü tuzağı?
Oysa. Üç safha filan yok; tek safha var:
Gladio’nun emrinde Paralel Devlet Yapılanması!
Gülerceler, kandırdıklarını yine aldatabilir; bizi asla…
DARBE SEBEBİ; AF
AKP/Erdoğan şu soruyla yüzleşemiyor:
“15 Temmuz FETÖ darbe girişimi nasıl yaşanabildi?”
Öyle ya…
– MİT operasyonuyla FETÖ’nün gizli amacı ortaya çıktı.
– Ergenekon-Balyoz operasyonlarının FETÖ kumpası olduğu ortaya çıktı.
– 17/25 Aralık operasyonuyla FETÖ’nün iktidar hedefi ortaya çıktı.
– MİT TIR’ları operasyonuyla Erdoğan’ı uluslararası mahkemede yargılatma operasyonu ortaya çıktı.
Bunca hakikat ortada iken…
FETÖ’ye yönelik soruşturmalar yapılırken…
15 Temmuz FETÖ darbe girişimi nasıl gerçekleşebildi?
AKP/Erdoğan bu sorunun üzerine samimiyetle gidemiyor!
Çünkü…
En büyük yanılgısı, 17/25 Aralık 2013’ten sonrasını suç kabul etmesi oldu.
Oysa:
17/25 Aralık operasyonu ile 15 Temmuz darbe girişimi arasında 19 ay geçti. Bu kadar sürede FETÖ sorununu ortadan kaldıramamalarını sebebi, 17/25 Aralık öncesine “af” getirilmesidir. Bu nedenle FETÖ darbe girişiminin önüne geçemediler. Kimi asker, polis ve halk olmasa bugün iktidarda FETÖ vardı.
Bugün ne değişti? FETÖ ile mücadelede inatla 17/25 Aralık’ı başlangıç kabul etmeyi sürdürüyorlar! Yani, Hüseyin Gülerce’nin “üç safha” kurnazlığını yutuyorlar.
Bunu yutmaları, özellikle kriptocuların katkılarıyla, dün olduğu gibi bugün de FETÖ’nün işine yarıyor.
Bunlar, yine bin bir kurnazlıkla AKP’yi elinde oynatıyor.
Özellikle medyadaki kriptoların isimlerini yazmaya gerek var mı; sır değil ki…
Cem Küçük’ten Mustafa Armağan’a “sahneye” her gün bir kripto çıkarılıyor!
Biri Müslümanlara, diğeri Atatürkçülere saldırarak, FETÖ’yü ülke gündeminden kaçırıyorlar!
KAÇINCI UYARI
Hanefi Avcı’yı tanıyorsunuz.
“Erken Uyarı/Devlet Bilgisi” adlı son kitabında diyor ki:
“17 Aralık 2013’ten sonra klasik yöntemler çalıştırıldı. Yani, ‘karşımızda sıradan bir örgüt var ve sıradan bir örgüt ile mücadele gerekiyor‘ denilerek, bunun için klasik bildiğimiz savcı-polisler devreye sokuldu. Ve bu görevliler sadece o zamana kadar Cemaat’in işlediği bilinen ve tespit edilen suçlarıyla ilgili soruşturma yapmaya kalktı. Ama Cemaat’i ve tüm yönetim kadrolarını bir bütün olarak görüp, onların yapabileceklerini iyi hesap ederek aktif bir mücadeleye girilemedi. Daha doğrusu Cemaat’i bir bütün halinde kavrayacak bir analiz grubu oluşturulamadı. Cemaat iyi tanınamadı, Cemaat’in örgütlenme ve işleyiş biçimi, çalışma biçimi kavranamadı. Halen de Cemaat’in iyi tanınmadığı kanaatindeyim.”
Aynı görüşteyim…
AKP’nin/Erdoğan’ın kafası özellikle bulandırılıyor.
Hüseyin Gülerce kitabında, “siyasete bulaşmak Cemaat’i eritti” değerlendirmesi yapıyor. Yahu! Fethullah Gülen, Soğuk Savaş döneminden beri (Komünizmle Mücadele Dernekleri ile) politikanın tam göbeğinde olmadı mı?
Gülerce, meseleyi 17/25 Aralık ile başlatma eğiliminde! Ve bu konuda yorumu şu:
“Gülen’e asıl kaybettiren derin Cemaat oldu.” Şaka gibi. Gördünüz mü, suçlu kimmiş?
Gülerce ve benzerleri, FETÖ gerçeğinin üzerini kapatma uğraşısı içinde, “suyu bulandırmaya” çalışıyorlar!
Kitabının sonuç bölümünde şunu yazıyor:
“Gülen Hareketi bitmiştir. Artık içeride etkili olamazlar.”
Yani…
“Artık yeter” diyor…
“İş bitti” diyor…
Hep yazıyorum:
Sahiden…
AKP’yi/Erdoğan’ı kandırmak bu kadar mı kolay arkadaş?

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/fasa-fiso-yaziyorlar-1842884/