Bizim tımarhaneden canlı yayın

Ulan arkadaş hiçbir derdi olmasa insanın, hiçbir derdi…
Yeminle etrafımdaki manyaklar yeter bana ve insana!

Dört tarafımı sarmış manyaklar, ben garibim…
Sadece bir deli…
Bunca manyak arasında bir deli, nasıl delirmesin?

Gürbüz Ledermanufaktur…
Ama sonra, parayla değil sırayla…
Herkes beni bozuk para gibi harcasa da…
Ben hep sevdiklerimle, hep kalbimde olanlarla.

Evvelsi gece geç döndüm dükkândan eve…
Yığılı işler arasında bir taraftan iş görüyor diğer taraftan manyaklarımdan birine söz yetiştirmeye çalışıyorum, yoruldum!

Evin kapısını açmamla birlikte annemle burun buruna geldik, hayır ola kadın bu saate niye ayakaltında dolaşıyorsun diye sormama fırsat bırakmadan, annem…
“Önder, sana bir iyi bir kötü haberim var!”
Allah’ım zaten yorulmuşum, dizlerim zangır zangır…
Ben sadece > kötü haber < duydum, öleceğim, ya gene ne oldu?

İyi haber gerçekleşmeden verilmez…
Rüyanda bile iyiyi gördün mü bekle, gerçekleşirse söyle…
Tarçın (…)
Ne oldu Tarçın’a?*
İki ayaklısıyla uğraştığım yetmiyor, birde başımda iki tane dört ayaklı, bir sürü artık civcivde denmez bir sürü hayvanat var.

“Fxxx, Hxxx ile onu veterinere götürdü bacağını kirmiş!”
Haydaaaa…
“Çocuklar iki gözü iki çeşme. Fxxx komalarda”
Tabii benim aklıma hemen başka bir şey geldi, demiştim kızım şu hayvanları sigortala…
Ihmal…
Ne demişler kendi düsen ağlamaz…
Kıza mı üzüleyim hayvana mı?
En kötü ihtimal 1500 € civarında…
Neyse Allah kalbine, kalplerine göre versin, hayvana da insana da değer vereceksin…
Can…
Can bu can. Arkadaşının kedisi ameliyat olmuştu 3000 €…
Yine yeğenlerden birinin kedisine araba çarpmış…
İnsan evladıymış, kaza, inmiş arabadan almış kediyi doğru veterinere, işte bakımı falan, iyileşmesi…
Hayvan ayaklandıktan sonra kimin kedisi bilinmiyor tabii vermişler hayvan barınağına, orada buldular. Kazayı yapan tüm masrafları üstenmiş, insan, insan işte…
Elini vicdanına koy ve söyle, rakamları özellikle verdim ki bilesin diye…
Sen olsan aynisini yapar mısın, çarpıp hayvani doktora götürür her şeyi üstlenir misin?

Tarçın…
Salt bacağını kırmakla kalmamış, ciğerleri kan dolmuş, çok şükür bugün eve geldi…
Anlatıyorlar nasıl acı çektiğini, içim gitti…
Veteriner demiş “Kaza, araba çarpmış olmalı”
Tabii çok küçük, muhtemelen vuran anlamadı bile…
Bilmiyoruz tabii, neyse.

Benim sıpa…
Adam olacak da…
Ticari zekâ…
Ben görür müyüm bilmem?
Almış koca bir deri parçası, kaliteli…
Dedim oğlum müsaade et yârdim edeyim, deriye damga, özelleştirme, kişiselleştirme…
“Yok ben yapacağım!”
İyi ben buradayım, yardıma ihtiyacın olursa…
Cover…
Önce kitaplar için, not defteri seklinde…
Sonrasında cebe, tablete…
Aslında neden olmasın, geçenlerde ta Fransa’dan getirttim kendime cebim için…
Neden olmasın?
Alnının teri, beynindekinin içi, hayalleri…
Zekâsı ile neden helalinden ekmek peşinde koşmasın?

Emek…
El emeği, göz nuru…
İnsan be insan…
Yüreğin varsa, hani göğüs kafesinde yürek denileni taşıyorsan…
Yürek ve cesaret…
Hayat dediğin riskin kendisi, kendine ve Allah’a güveniyorsan…
Azimle, istedikten sonra neden olmasın…
Hayal edebildiğin, düşünebildiğin her şeyi gerçekleştirebilirsin.

*Manyak kardeşimin, manyak bebe kedisi (ama çok tatlı 😊)
Hürrem ve ben, kovdum ya yıldızlarımız barıştı, ne üzülmüştüm kayıp olduğunda, bir o kadar sevindim meydana çıktığında. O da dolanıyor ayaklarımın arasında.

Kaynak

İnsan insana ilham, insan insana destek, insan insana köstek…
Bir kaynak, bir dipsiz kuyu…
Karanlık…
Sanki cehennemin en mahrem, en dip, en karanlık köşesinden çıkmış…
Düşünceler…
Hayaller, düşler…
Korkutan niyetler, okuduklarım…
Bazen, nadiren…
Bilmemek bilmekten iyi (…) Ancak dedim ya ilhamdır değişik görüşler, hiç böyle görmemiş…
Böyle düşünmemiştim…
İnsan insana muhtaç, insan insandan beslenen…
İnsan, sadece insan.

Hani hep diyoruz ya tek yürek, tek vücut…
Benimde ayıbım kendime düşünen insan diyorum…
Nasıl düşünemedim, ne ayıp, ayıbım…
Tek yürek, tek vücut olsan kaç yazar?

Tek yürek, tek vücut, tek yüz olmadıktan sonra!

Cinselliği bir tarafa bırak, çekiciliği, hayvani içgüdüleri…
Yoksa kişide göze batan bir engel, insan önce nereye bakar?
Yüze!!!

Bilimsel kanıtlanmış gerçekler…
Yok gözler bal gibi yalan söyler…
Ama yüz…
Okumasını bilirsen o yüz, bir yüz…
Bin kitaba bedel. Yüzler bakmıyorsa birlikte ufka…
Niyetler farkliysa…
Aynı hedefe doğru adım atmıyorsa…
Tek yürek olup ayni ivmede çarpmıyorsa kalpler, tek yürek tek vücut olsan kaç yazar?

Suyun felsefesi

“Aşk kime benzer?” dedi…
Aşk bir neyzene benzer dedim…
“Aşk bir neyzene benzerse, biz neyiz?” dedi…
Evet, dedim çok doğru…
Aşk bir neyzene benzerse, biz Ney’iz!

Mevlana Celaleddin Rumi

Felsefe hayatım, bakmam uygulamaya…
Uygulayana…
Dinlemem kimseyi, kimse bana yol gösteren olamazsa…
Yol…
Benim yolum ve bana bağlı olan buna uyar, uymak zorunda!

Her şeyim yanlış olsa bile…
Sevdiklerim güvende, huzuru kim kaybetmiş ki biz bulalım bu kahpe dünyada…
Çok yazılıp çizilmiştir su hakkında…
Mevlâna bile der akarsu gibi ol kardeşlikte, dostlukta…
Diyorum ya çok yazılıp çizilmiştir su hakkında…
Benim felsefem kimi yerde, hayata bakışım uymaz bunlara (!)

Yeri geldiğinde damla ol…
Doldur nehirleri, gölleri ve denizleri…
Vur bekleyenin camına, hatırlat sevdiğin dışarıda…
Geceler düşman sana…
O dışarıda, yalnız başına.

Yeri geldiğinde buhar ol, görünme ortalıkta…
Bazen buz ol…
Sert ve soğuk, eri günesin altında.

Kimi zaman fokur fokur fokurda, kayna kendi ocağında…
Yak sana zarar vermeye çalışanı da…
Öyle bir fokurda ki sıcaklığın olsun bazen mehlem. Bazen buz olmuş halinle sarıp sarmala…
Derde deva ol, ol insana.

Dindir acıları, gel seni bekleyen kollara…
Ellerini açmış bekler, seni içmek ister kana kana…
Yudum ol, hayat veren, sel ol alıp götüren…
Su gibi ol esnek ol, bazen kaskatı ama su olmaktan asla vazgeçme hayat veren, can veren!

Damlaya damlaya göl olur der atalar…
Göl ol, derin mi derin, kıyıların pırıl pırıl, yüreğin, ruhun ve zihninin kıvrımlarında…
Derin ol, sığ olma, sığlık yakışmaz sana…
Mavin öylesine derini, laciverte yakını ki temiz ol, berrak, pırıl pırıl ama sakın kara olma…
Pis…
Senin için, içi yanıp kavrulana esenlik ver çünkü O su gibi muhtaç sana.

Bak ne der Mevlâna…

„Topraktan biten güller solar gider,
gönülden biten güller daimidir“

Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol,
her ne olursan ol,
ya olduğun gibi görün, ya göründügün gibi ol.

Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

Eşekten şeker esirgenmez ama eşek
yaratılışı bakımından otu beğenir.
Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
Leş, bize göre rezildir ama, domuza,
köpeğe şekerdir, helvadır.
Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül,
kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
Pisler, pisliklerini yapar ama
sular da temizlemeye çalışır.

Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.
Selviyi hür bir halde yücelten,
kederi de sevinç haline sokabilir.

Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir,
nasıl olur da güneş üflemekle söner?

Akıl padişahı kafesi kırdı mı,
kuşların her biri bir yöne uçar.

Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta
aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir.

Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,
inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.

Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur.
Kıskançlık ateşten meydana gelir.

Dünya tuzaktır. Yemi de istek.
İstek tuzaklarından kaçının.

Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama
susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin.
Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek,
inciyle denizin varlığından da şüphe eder.

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,
dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Oruç tutmak güçtür, çetindir ama
Allah`ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından,
bir derde uğratmasından daha iyidir.

Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.
Suyu başına döksen, başı kırılmaz.
Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan,
toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana,
içinde inci vardır.

Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir.
Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.

Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?

Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes
çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?

Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler.

Her dil, gönlün perdesidir.
Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.

Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları
olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.

İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey
görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun
diye bu alem yok değildir.

A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın,
tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.

O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti.
Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.

Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da
nedir bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.

Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor,
gama binlerce defa aferin.

Nefsin, üzüm ve hurma gibi
tatlı şeylerin sarhoşu oldukça,
ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?

Gelemem gülümmm…
Can atsam bile sana gelmek için gelemem…
En azından şimdilik…
Anla!

Çık karşıma oturup konuşalım, konuşmamız lazım…
İstedikten sonra orta yol her zaman vardır gülüm, paptyam.

Dediğim dediğimdir, dedik…
Söz ağızdan bir kez çıkar ve sözüm sözdür bilirsin…
Bak annem bu sabah ne dedi…
Elinde bir fotoğrafla gelmiş, bak su güzelliğe, sunun kızı ne kadar benziyor (… ) diye…
Ondan sonra…
“Önder ne kadar kincisin!”
Yok gülüm kinci değilim, kin tutmam…
Bir fotoğraf göstermişti, kanımdan kan…
Dedim anneme çekil git başımdan, fotoğrafa bakmadan…
Ben kin tutmam ama bir insani hayatımdan sildim mi, silerim…
Yok olur gider hayatımdan!

Büyük şehir

Köy hayatını çok severim…
Sesiz ve sakin, kurdu – kuşu, tavuğu – horozu…
Kısacası insanı ve hayvanı, o mis gibi havası…
Ancak bazen…
Nadiren gençliğim gelir aklıma, geçmiş zaman, araba yarışları…
Tabii yasa dışı…
Kızlar…
O ılık ilkbahar geceleri, sabaha karşı, tüm pençeler açık…
Ne dert ne tasa…
Gecenin alaca karanlığından yanıp yanıp sönen ışıklar…
O barlar, gece kulüpleri…
Büyük şehrin havası, o sahte gülüşler, o yalan dünya…
Pırıl pırıl…
Kat kat binalar, gökdelenler…
Eski Önder…
Ne zaman öldüm ben ve şimdi…
Bu aynada gördüğüm kim?

Sevdiceğim…
Bana hayat öpücüğü veren, senin deden…
Dede…
Ninesini arar, ziyanı yok olsa da elde bastonlar…
Tut elimi, tut kadın tut…
Gel ninesi, gel eski günleri yâd edelim pil iyice bitmeden…
Gel gülüm, gel papatyam bana inan ve güven…
Gel pil bitmeden, gözlerdeki fer sönmeden!

Hayat dediğin bir an…
Göz açıp kapatıncaya biten…
Gel gülüm, gel papatyam bana inan ve güven!

Çok güzel yazmış, ağzına sağlık Soner Bey, yazan ellerin dert görmesin

Ancak…
Anlamaya beyin lazım, bilgi lazım, bilgiden oluşan fikir lazım…
Koyuna çoban lazım, it lazım bekçi olarak…
Vuracaksın sopayı gerisine veya sırtına yürüyecek, çok gelir, ağır gelir bu yazı koyuna!

ANCAK…
Öyle anlaşılıyor ki AKP seçmeninin hepsi koyun değil…
Yüzde onu kadar HAYIR demiş, kardeşiz kardeş, kardeş kardeşi bıçaklamış dönmüş kucaklaşmış…
Gerçekler farklılık arz edebilir ama aklın, mantığın yolu birdir.

——————

“1-0” yetmez

Cumhurbaşkanı Erdoğan, referandum sonucunu CNN International’a değerlendirdi:
“1-0 ya da 5-0 kazanmışsın bir önemi yok, önemli olan maçı kazanmaktır!”
Evet, bir genel seçim sonucu için bu değerlendirme yapılabilir.
Evet, bir yerel seçim sonucu için bu değerlendirme yapılabilir.
Ama…
Anayasa referandumuyla ilgili böyle bir değerlendirme gerçekçi olmaz!
Çok basit örnek vereyim:
TBMM’de Meclis başkanı kaç oyla seçilir:
Son turda bir oy fazla alan aday meclis başkanı olur.
Yani, “1-0” yeterlidir!
TBMM’de yasa/kanun kaç oyla çıkar:
Milletvekillerinin oy çokluğuyla gerçekleşir.
Yani, “1-0” kafidir!
Peki… TBMM’de Anayasa değişikliğinde kaç milletvekili oyu gerekir?
Hatırlayınız:
Anayasa değişikliği için AKP milletvekili sayısı yetmedi. Devlet Bahçeli ile ittifak yaptılar.
Yine de, iki partinin milletvekili sayısı, Anayasa değişikliğinin TBMM’de yapılmasına yetmediğinden referanduma gittiler.
Evet, Anayasa değişikliği için Meclis’in 2/3 oy çoğunluğu şartı var; AKP-MHP 330 milletvekili oyuyla ancak referanduma götürebildiler. Anayasa değişikliğinin Meclis’te olması için 367 milletvekili oyu gerekliydi.
Anayasa değişikliği için TBMM’de neden kahir ekseriyet aranıyor?
Çünkü Anayasa…
Ülkenin yönetim biçimidir.
Büyük uzlaşı gerekir.
Anayasa yapmak ile, yasa/kanun yapmak arasındaki fark vardır.
Bu sebeple…
TBMM’de gerekli çoğunluğu bulamadığı için istediğini yapamayan Erdoğan, referandumdan aldığı yüzde 51 ile, bu Anayasa değişikliğini meşrulaştıramaz.
Yani…
“1-0” yetmez; en az “3-0” olmalıdır!
HİÇ ANLAMADILAR
Erdoğan “maç skorunu” bırakıp; kimler tarafından nasıl kandırıldığına kafa yormalıdır.
Daha referandum gecesi “yüzde 51”in meşruiyeti sorgulanmaya başlandı.
CNN International, Anayasal meşruiyeti soruyor.
AGİT, Anayasal meşruiyeti sorguluyor.
Batı medyasının attığı manşetlerinden hiç bahsetmeyeyim.
Göreceğiz… Erdoğan’ı daha çok sıkıştıracaklar! Bunu Erdoğan’a karşı oldukları için yapmayacaklar; 2002’den beri AKP’den beklediklerini almak için yapacaklar:
Çok etnikli parçalanmış bir Türkiye istiyorlar.
Sonraki durak, federalizm/federasyon olacaktır.
Oyun belli…. Süreç belli…
Demek, AKP’li arkadaşları yeteri kadar uyaramadık.
“Yüzde 51” referandum oyunun Türkiye’de büyük kaosa hizmet edeceğini yazdık, dinletemedik.
Bu kargaşadan Batı’nın yararlanacağını yazdık, dikkate alınmadık.
Artık…
Sadece Anayasa’nın değil; AKP iktidarının ve Cumhurbaşkanı’nın meşruiyeti de sorgulanacak.
Şimdiden görüntü şu değil mi:
Başbakan koltuğunda oturan başbakan değil! Topal ördek! 3 Kasım 2019 seçimine kadar -23 Nisan çocukları gibi- sadece koltukta temsili oturacak!
Bu tarihe kadar hükümet ne yapacak? Hükümet şimdiden kadük oldu/eskidi.
Bu mudur; 6 aydır harcanan ülke enerjisinin sonucu! Heyhat…
Aklı başında bir AKP’li, Anayasa değişikliğine/ referanduma neden ihtiyaç duyulduğunu açıklayabilir mi? Yapamadıklarını referandum sürecinde gördük. Öyle ya…
3 Kasım 2019’da Erdoğan’ın seçilip seçilmemesi bile garanti değilken, bu değişikliği kim dayattı? Bahçeli neden “U” dönüşü yaptı?
Sonuçta… Yatırımcıdan tüketiciye kadar 3 Kasım 2019’u bekleyen/kilitlenen bir Türkiye yarattılar. Buradan istikrar değil, kargaşa çıkar!
Demek… Bunu öngörecek fikri donanımları yoktu. “Erdoğan kandırıldı” diye yazdığımı bile hiç kavrayamadılar…
Kime inandılar?
CEM KÜÇÜK VD.
Özellikle son dönemde…
Erdoğan ve AKP, formel/resmi bilgiler yerine, neden enformel/gayri resmi sözlere itibar eder hale geldi?
Gerçeklikten koptular.
Bir dönem düşünsel dayanakları liberaller ve FETÖ’nün “Altın Nesil”iydi.
Bu ilişkileri kopunca, tek fikir dayanakları; üç kuruş için sürekli herkese saldıran, gemlenemez cahil sürüsü oldu.
Bu seviyesiz müptezeller iktidardan iltifat gördükçe şımardı. Ama asıl mesele bu değildi, tehlikeli olan şuydu:
Yeterli donanımları olmadığı için hakikatle bağ kuramayıp, salt dedikoduya dayanarak iktidarın kafasını karıştırdılar. İlgiyi-dikkati gereksiz söylentilere çekerek, asıl konuyu saptırdılar.
Israrla ülkeyi, nefret çukuruna çektiler.
Tek amaçları, sürekli gerginlik ve kaos çıkarmaktan ibaretti.
Peki ama niye? Çünkü…
FETÖ’nün yarattığı “insan tipi” bunlar!
FETÖ öğretisiyle/kültürüyle yetiştiler; bilinçlerinin temelini/DNA’sını buradan edindiler.
Bu nedenle -FETÖ’nün işine yarayacak şekilde- sistemli çalışmaktadırlar.
Gazetecilikleri sadece maskedir/ kılıftır!
Sol kültürde bunlara “objektif ajan” denir.
Erdoğan’ın ve AKP’nin bir türlü anlamadığı budur!
Kuşkusuz, sınırsız methiye ve destek hoşlarına gidiyor. Fakat diğer yanda…
Kandırılmalarına bu akıl dışılıkların sebep olduğunu görmüyorlar mı?
Çevrelerinde bir tek “akil insan” kalmamasının/düşünsel anlamda yalnızlaşmalarının nedeni de, bu kifayetsiz zorbaların saldırganlığı değil mi?
Sahiden…
AKP, kör mü oldu?
Tuzağa niye düşer?
Kafalarını karıştıran bu FETÖ ekolüne hala nasıl prim verir?

SONER YALÇIN
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/1-0-yetmez-1805124/

Rüzgârda savrulan yaprak

Bana güven…
Sonsuz güven AMA…
Sağlığıma >>> hiç <<< güvenme!!!

Rüzgârda savrulan yaprak sanki…
Saniyem saniyeme uymuyor…
Bir anda, bir anda ya bir anda…
Tükeniyorum, bazen sürüyor, bazen on – on beş dakika, bilemedin yârim saat sonra yine ayaktayım.

### Çok önemli MUTLAKA sonuna kadar okuyun ###

Grafikleri almadım, üşendim. Aşağıdaki linke tıklayın lütfen.

İşte referandum sonrası ilk anket
Türkiye’nin idare şeklini parlamenter sistemden “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen icracı başkanlık sistemine değiştiren 16 Nisan referandumundan sonra yapılan ilk anket çok çarpıcı sonuçlar veriyor.
Anket Fransa merkezli uluslararası araştırma kuruluşu IPSOS tarafından CNN Türk için 17 Nisan günü 81 ilde Türkiye’deki seçmen nüfusunu temsil eden 1501 kişiyle görüşmeler yoluyla gerçekleştirilmiş.
CNN Türk tarafından 19 Nisan gecesi yayınlanan anketin en dikkat çekici sonuçlarından birisi MHP seçmeninin bölünmesi üzerine olanı.
Buna göre, 1 Kasım 2015 seçimlerinde MHP’ye oy vermiş seçmenin yüzde 73’ü 16 Nisan’da parti lideri Devlet Bahçeli’nin “Evet” çağrısına karşın “Hayır” oyu verdi. Bu oran, 5 büyük ilde, yani İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Bursa ortalamasında yüzde 80’i buluyor.
“Hayır” kampanyasının başını çeken CHP’de “Evet” veren seçmen oranı yüzde 5, HDP’de ise yüzde 9 görünüyor.
Anayasa değişikliklerinin öncülüğünü yapan AK Parti seçmeninin yüzde 10’u ise “Hayır” oyu verdi IPSOS çalışması sonuçlarına göre.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kampanya boyunca en çok üzerinde durduğu konulardan birisi da 18 yaşa seçilme hakkı verilmesi olmuştu. IPSOS çalışması ilk kez oy veren seçmenlerin yüzde 58’inin “Hayır” oyu verdiğini gösteriyor. Bu oran referandumda kullanılan yüzde 48,6 oranındaki “Hayır” oranından neredeyse 10 puan daha fazla.
Referandum oy sayımı sürerken Hürriyet Ankara Temsilcisi Hande Fırat, AK Parti Genel Merkezindeki ilk değerlendirmeleri aktarırken, parti yöneticilerinin “kentlileşme ve eğitim düzeyi arttıkça “Hayır” oylarının da arttığı” tespiti yaptığı ve bundan ders çıkarılması gerektiğini düşündüklerini bildirmişti.
IPSOS anketi AK Parti yönetimindeki bu ilk tespiti doğruluyor ve sayıya döküyor.
Anket sonuçlarına göre, il ve ilçe merkezlerinde “hayır” oranı yüzde 51’e ulaşıyor; “Evet” yüzde 48’de kalıyor.
Buna karşın belde ve köylerde “Evet” oranı, referandumda çıkan yüzde 51,4’ün 10 puandan fazla üzerinde; yüzde 62; belde ve köylerde “Hayır” oranı yüzde 38’de kalıyor.
Aynı şekilde ilkokul mezunu ya da eğitimsiz seçmen arasında “Evet” oranı yüzde 70’e yükseliyor; ankete göre “Evet” oylarının en yüksek olduğu dilim bu.
İlkokul düzeyinde yüzde 70 olan “Evet” oranı ortaokul düzeyinde yüzde 57’ye, lise düzeyinde yüzde 42’ye, üniversite düzeyinde ise yüzde 39’a düşüyor.
Buna karşın İlkokul düzeyinde yüzde 30 olan “Hayır” oranı, Ortaokul düzeyinde yüzde 43’e, lise düzeyinde yüzde 58’e ve üniversite düzeyinde yüzde 61’e çıkıyor. Ancak “Hayır” oyu veren üniversite mezunu seçmenin yüzde 35’i de başka ülkelere gitmenin yolunu arıyor.
Kadın seçmende evet ve hayır oyları yüzde 50-50 bölüşülmüş. Ama erkek seçmende “Evet” önde, yüzde 53 ile. Referandumda Erdoğan’a kazandıran kadınlardan çok erkekler olmuş.
Bununla birlikte, ilkokul eğitim düzeyinden sonra “Evet” oylarının en çok olduğu kesim, yüzde 65 ile kendisini “Ev kadını” olarak tanımlayan kadınlar. Cevabını “işsiz/çalışmıyor” olarak veren kadınlarda ise “Hayır” oranı yüzde 58.
Başbakan Binali Yıldırım’ın “Hepimize çıkaracak dersler var” dediği tablo işte bu.
Gelelim, Evet ve Hayır seçmeninin hangi ölçülere göre oy kullandığına.
Evetçiler arasında birinci tercih nedeni yüzde 25 ile “Ülkenin geleceği”. İkinci sırada “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için” yüzde 21 ve üçüncü sırada yüzde 8 ile “Yönetimde istikrar için” cevabı yer alıyor; diğer cevaplar daha küçük oranlarda.
Hayırcılar arasında ise yüzde 53 ve açık arayla “Başkanlık sistemi/Tek kişi yönetimini desteklemiyorum” cevabı birinci sırada. Onu yüzde 10’ar ile “Ülkenin geleceği için” ve “Cumhuriyet/Atatürk değerlerinin korunması için” cevapları izliyor.
Ancak evetçileri de, hayırcıları da oy tercihlerinde en çok etkileyen lider Cumhurbaşkanı Erdoğan olmuş, ortalamada yüzde 85 ile. BU konuda Erdoğan’ın yanına yaklaşabilen başka lider yok.
“Evet” oyu kullananların yüzde 91’i, “hayır” oyu kullananların da yüzde 78’i kararlarında en etkili olan liderin Erdoğan olduğu cevabını vermiş.
Anket “Erdoğan ağırlığını koymasaydı “Evet” çıkmayabilir miydi?” gibi bir soru sormamış doğrusu ama, seçmenin yüzde 53’ü yani “Evet” oylarına 1,5 puan kadar yakın kısmı, kararlarında Erdoğan etkisini birinci sırada Erdoğan’ın konuşmalarına bağlamış. Evet oylarında TV’lerden yayınlanan reklamların da azımsanmayacak (yüzde 25) bir payı var.
Ama zaten seçmenlerin çoğu, evetçilerin yüzde 86’sı, hayırcıların yüzde 88’i zaten baştan itibaren kararlarını verdiklerini beyan etmişler. Yani bütün referandum kampanyası asılında yüzde 12-14 arasındaki kararsızların aklını çelmek için yürütülmüş.
Peki, seçmen şimdi ortaya çıkan bu sonuca göre ülkenin geleceğini nasıl görüyor? Daha iyiye mi, daha kötüye mi gidecek. Burada da ilginç sonuçlar var.
Örneğin “Hayır” demiş olanların yüzde 14’ü de, daha yenilginin etkisi çok sıcak olmasına karşın “Daha iyi olacak” cevabını vermiş, yüzde 15’i de “Aynı kalacak” demiş; bu da “Hayırcılar da umudun tükenmediğini gösteriyor. Hayırcılar içinde “kötüye gidecek” diyenlerin oranı yüzde 59.
Şimdi can alıcı soru: Bu anket referandumun bir gün sonrasında yapıldığına göre, sonuçlara bakarak oyundan memnun olmayan, 17 Nisan’da yapılsa oyunu ona göre değiştirmek isteyen var mı? Ve buna bağlı olarak, referandum 16 Nisan sonuçlarına göre 17 Nisan’da yapılsaydı sonuç değişir miydi?
IPSOS Türkiye yöneticisi Sidar Gedik, “Yüzde 90’lar düzeyinde seçmen oyundan memnundu” diyor, “Ertesi gün de yapılmış olsaydı benzeri sonuç çıkardı” kanısını ekleyerek.

Murat Yetkin

oku

Yani

Hırsızlık sadece hayır diyenlerin sorunu mudur?
Oy hırsızlığı yapıldı.
“Atı” alan Üsküdar’ı geçti diyor.
*
YSK resmen suç işledi.
Sür “eşeği” Niğde’ye diyor.
*
Aslında hayır oyları kazandı.
Aç “tavuk” kendini buğday ambarında sanırmış diyor.
*
Başbakana mikrofon uzatıyorsun.
“Öküzün” altında “buzağı” aramayın diyor.
*
Bakana soruyorsun…
“Kedi” ulaşamadığı ciğere murdar der diyor.
*
YSK’ya itiraz ediyorsun…
“Pire” için yorgan yakılmaz diyor.
*
Yandaş gazeteye bakıyorsun…
“İt” ürür kervan yürür diyor.
*
İnsan olarak hakkımızı arıyoruz…
Hayvanlı atasözleriyle alay ediyorlar.
*
Tüm bunlar yaşanırken, toplumun yarısının oyu çalınırken, toplumun öbür yarısından çıt çıkmıyor.
40 milyon insan çırpınırken, geriye kalan 40 milyondan bir kişi bile YSK’ya itiraz dilekçesi vermiyor.
Oy hırsızlığı ve milli egemenliğin gaspedilmesi, sadece hayır diyenlerin sorunuymuş gibi kabul ediliyor.
*
Komşunun evi soyuluyor.
Bana ne, nasıl olsa soyulan ev benim evim değil diye düşünülüyor, susuluyor.
*
Oysa…
*
Gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 70’ini “hayır” diyen şehirler oluşturuyor. Refah seviyesi en yüksek 10 şehrimizin 8’inden “hayır” çıktı. İlçe ilçe bakıldığında, sosyal hayat açısından makas daha da açılıyor, yurtdışı tatili yapabilen, tiyatroya gidebilen, konser izleyebilen, resim-heykel sergisine ulaşabilen, kitap satın alabilen, ailece veya arkadaşlarıyla akşam yemeğine çıkabilen, spor salonuna üye olabilen, özel sağlık sigortasına sahip nüfusun yüzde 90’ı açık ara “hayır” dedi.
*
E sen bilirsin kardeş.
*
Bundan böyle… Seninkiler damat, enişte, gelin, bacanak, dünür, sülalece deveyi havuduyla götürürken, sen yengeyi anca avanta iftar çadırına götürebilmişsin, elalemin oğlu bedelliyken, senin gariban oğlanı Rakka’ya sürmüşler, plajda nargile tüttüren Suriyelilere 25 milyar dolar harcarlarken, maaşına 25 lira zam yapılan emekli baban hastane kuyruğunda sürünüyormuş, yandaş müteahhit milletin orasına koyarken, sen kirayı nasıl ödeyeceğim diye kukumav kuşu gibi düşünüyormuşsun, dünyanın en pahalı benzinini kullanıyormuşsun, traktöre haciz gelmiş, kapına icra dayanmış, üniversite mezunu kızın hâlâ işsizmiş filan… Sakın diyeyim bizden medet umma.
*
Bilirsin…
Her “koyun” kendi bacağından asılır!

Yılmaz Özdil
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/hirsizlik-sadece-hayir-diyenlerin-sorunu-mudur-1805143/

Yeminle artık kime inanacağımı bilmiyorum

Sayın Coşkundan öğrenmiş oldum yalan olduğunu…
Okuyalım Efendim okuyalım

Doping…
Bizim yazı işleri müdürü at yarışları oynamayı çok severdi, sonunda kıdem tazminatını sıfırlayıp bir Adanalı ile ortak at aldılar…
Atın adı; Yıldız…
Rüzgarlı Sokak’ta tıfıl gazetecilik günleri, hipodrom gazeteye yakın, her iş çıkışı bizi toplar ahırlara götürürdü.
Yarış günü yaklaştıkça gazete çalışanlarının tüm sohbeti Yıldız olmuştu…
Haber toplantılarında müdür Yıldız’ı anlatıyor -biraz da yalakalıktan- muhabirler devamlı at haberleri yapıyorlar, foto muhabirleri Yıldız’ı yürürken, koşarken, yemini yerken, debelenirken resimlerini çekiyorlar, karikatürist durmadan Yıldız’ı çiziyor…
Öğleden sonraları Yıldız çayı içiliyor, akşam Yıldız şerefine bara gidiliyordu…
Yarış günü geldi, müdür kazanacağına garanti verdi…
Ay başına denk gelmişti, bütün maaşları Yıldız’a yatırdık…
Atlar çıktılar…
Hakikaten Yıldız ok gibi fırladı…
En önde, arayı açıyor, müdür ceketini havada sallayıp “Koptu geliyor” diye bağırıyordu…
İlk düzlük bitti…
Atlar adeta yana yatarcasına dönerken, Yıldız virajı alamadı…
Düz gitti…
Yandaki Gençlik Parkı’nın içinden geçti, o zaman Gar’ın yanındaki otobüs terminalinde durdu…
Adanalı ortak ile bizim müdür birbirlerinden habersiz doping yapmışlar, çift doping ile aşırı hızdan böyle olmuştu…
Yıldız hızda birinciydi, ama virajı dönseydi…

Bence referandumda; birincisi yalan-dolanda, ikincisi YSK’da çift doping yaptılar…
Virajı alamadı…
“Atı alan Üsküdar’ı geçti” bilmem ne ama…Meşrulaştırmak için “Trump aradı tebrik etti” yalanlarına ihtiyaç var… Ki Beyaz Saray “Tebrik etmek için aramadı” açıklaması yaptı…

Sadece bizler değil, dünya dötüyle gülüyor…
Hızlı gittin ama virajı alamadın.
Otobüs terminalindesin…

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/bekir-coskun/doping-1805104/

Nedendir bilmem

Ben…
Bilmem ve bildiğimden emin olmalıyım…
Emin…
Dün berbat bir günün ardından evde sekiz ile on arası uyumuş olmalıyım, bebek gibi uyuyup kalıyorum. Bizim buralar ayaz, berbat bir soğuk…
Sabah dört gibi uyandım, uyanmamın sebebi ise donmuşum, geberiyorum…
Elim ayağım ölü eli, ayağı gibi…
Tabii her zamanki gibi yatak, yorgan yerlerde. Hanım tulum dikti, kardeşim gece uyanıp onu çıkarıyorum, haberim yok çıkardığımdan. Hadi dedim birde balıkçı uyku tulumunu deneyim, balığa giderken kullanıyordum, gir çadıra, çek hem tulumun hem çadırın fermuarını…
Tabii öncesinden gece ateşe attığımız koca taşları bölüşüyor, yatmadan önce çadırların içine koyuyorduk. Mis…
Sanki evindesin, sımsıcak…
Yok…
Bu sefer onun fermuarın açıyorum, yine yârim yamalak…
İlginç olan hatırlamıyorum da neyse dedim ya gebermişim soğutan yoksa uyanmazdım her halde.

Zıpkın gibiyim…
Uyuyup kaldığım için ilaç falan da içmemiştim. Anlamıyorum neden?
Hava, basınç?
Bilmiyorum, bilmiyor anlamıyorum neden, hani bilsem önlem alacağım, gereğini yapacağım…
Yok, yok, yok…
Bilmiyor, anlamıyorum NEDENNNN?

Keşke her günüm böyle olsa, ağrısız sızısız, bugün elimden geldiği kadar çok is bitirmeyleyim…
Birikenler…
Fırsat bu fırsat…
Keşke bilsem, anlasam neden?
Emin olsam, keşke!!!

Not:
Çocuk oyuncağı değil arkadaş, çıtkırıldım hiç değilim…
Tamam nazlıyım, naz yapmasını severim her erkek gibi ama değil…
Tarifsiz acılar, uyuşturucu kardeşim, uyuşturucu bile ancak biraz fayda ediyor.

Emin değilim tabii…
Doktora sormuştum üstünde durmadı. Yok psikolojik olması IMKANSIZ…
Sevdiklerim gibi dertlerimde benimle her yerde…
Sıkıntılar…
Arcachon, Atlantik kıyısında. İki hafta hiç ilaçsız…
Bak ikinci kez benzerini, ilaçlı ama çok az Israil…
Gittiğim tüm diğer yerlerde ayniyim, geberemedim gitti…
Bilsem, anlasam, emin olsam…
Keşke olabilsem!