Suyun felsefesi

“Aşk kime benzer?” dedi…
Aşk bir neyzene benzer dedim…
“Aşk bir neyzene benzerse, biz neyiz?” dedi…
Evet, dedim çok doğru…
Aşk bir neyzene benzerse, biz Ney’iz!

Mevlana Celaleddin Rumi

Felsefe hayatım, bakmam uygulamaya…
Uygulayana…
Dinlemem kimseyi, kimse bana yol gösteren olamazsa…
Yol…
Benim yolum ve bana bağlı olan buna uyar, uymak zorunda!

Her şeyim yanlış olsa bile…
Sevdiklerim güvende, huzuru kim kaybetmiş ki biz bulalım bu kahpe dünyada…
Çok yazılıp çizilmiştir su hakkında…
Mevlâna bile der akarsu gibi ol kardeşlikte, dostlukta…
Diyorum ya çok yazılıp çizilmiştir su hakkında…
Benim felsefem kimi yerde, hayata bakışım uymaz bunlara (!)

Yeri geldiğinde damla ol…
Doldur nehirleri, gölleri ve denizleri…
Vur bekleyenin camına, hatırlat sevdiğin dışarıda…
Geceler düşman sana…
O dışarıda, yalnız başına.

Yeri geldiğinde buhar ol, görünme ortalıkta…
Bazen buz ol…
Sert ve soğuk, eri günesin altında.

Kimi zaman fokur fokur fokurda, kayna kendi ocağında…
Yak sana zarar vermeye çalışanı da…
Öyle bir fokurda ki sıcaklığın olsun bazen mehlem. Bazen buz olmuş halinle sarıp sarmala…
Derde deva ol, ol insana.

Dindir acıları, gel seni bekleyen kollara…
Ellerini açmış bekler, seni içmek ister kana kana…
Yudum ol, hayat veren, sel ol alıp götüren…
Su gibi ol esnek ol, bazen kaskatı ama su olmaktan asla vazgeçme hayat veren, can veren!

Damlaya damlaya göl olur der atalar…
Göl ol, derin mi derin, kıyıların pırıl pırıl, yüreğin, ruhun ve zihninin kıvrımlarında…
Derin ol, sığ olma, sığlık yakışmaz sana…
Mavin öylesine derini, laciverte yakını ki temiz ol, berrak, pırıl pırıl ama sakın kara olma…
Pis…
Senin için, içi yanıp kavrulana esenlik ver çünkü O su gibi muhtaç sana.

Bak ne der Mevlâna…

„Topraktan biten güller solar gider,
gönülden biten güller daimidir“

Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol,
her ne olursan ol,
ya olduğun gibi görün, ya göründügün gibi ol.

Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

Eşekten şeker esirgenmez ama eşek
yaratılışı bakımından otu beğenir.
Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
Leş, bize göre rezildir ama, domuza,
köpeğe şekerdir, helvadır.
Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül,
kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
Pisler, pisliklerini yapar ama
sular da temizlemeye çalışır.

Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.
Selviyi hür bir halde yücelten,
kederi de sevinç haline sokabilir.

Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir,
nasıl olur da güneş üflemekle söner?

Akıl padişahı kafesi kırdı mı,
kuşların her biri bir yöne uçar.

Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta
aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir.

Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,
inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.

Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur.
Kıskançlık ateşten meydana gelir.

Dünya tuzaktır. Yemi de istek.
İstek tuzaklarından kaçının.

Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama
susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin.
Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek,
inciyle denizin varlığından da şüphe eder.

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,
dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Oruç tutmak güçtür, çetindir ama
Allah`ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından,
bir derde uğratmasından daha iyidir.

Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.
Suyu başına döksen, başı kırılmaz.
Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan,
toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana,
içinde inci vardır.

Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir.
Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.

Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?

Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes
çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?

Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler.

Her dil, gönlün perdesidir.
Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.

Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları
olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.

İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey
görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun
diye bu alem yok değildir.

A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın,
tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.

O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti.
Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.

Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da
nedir bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.

Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor,
gama binlerce defa aferin.

Nefsin, üzüm ve hurma gibi
tatlı şeylerin sarhoşu oldukça,
ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?

Gelemem gülümmm…
Can atsam bile sana gelmek için gelemem…
En azından şimdilik…
Anla!

Çık karşıma oturup konuşalım, konuşmamız lazım…
İstedikten sonra orta yol her zaman vardır gülüm, paptyam.

Dediğim dediğimdir, dedik…
Söz ağızdan bir kez çıkar ve sözüm sözdür bilirsin…
Bak annem bu sabah ne dedi…
Elinde bir fotoğrafla gelmiş, bak su güzelliğe, sunun kızı ne kadar benziyor (… ) diye…
Ondan sonra…
“Önder ne kadar kincisin!”
Yok gülüm kinci değilim, kin tutmam…
Bir fotoğraf göstermişti, kanımdan kan…
Dedim anneme çekil git başımdan, fotoğrafa bakmadan…
Ben kin tutmam ama bir insani hayatımdan sildim mi, silerim…
Yok olur gider hayatımdan!