### ! ###

Dolarda zarlar hileli!
31 Temmuz 2019

Hükümet yılın başında 2019 yılı için hedeflediği ortalama dolar kurunu “5.60” olarak açıkladı. Bütün program buna bağlıydı. Haliyle ne pahasına olursa olsun bu seviyeyi savunacaktı.
Dolar kuru tam da hükümetin hedeflediği seviyelerde… Kredi derecelendirme kuruluşları notumuzu çer çöp seviyesinden bile aşağı indirmişken, Amerika ile her an papaz olma ihtimalimiz varken, ekonomide hiçbir şey düzelmemişken sahi nasıl oluyor?
★★★
Fazlası da söz konusu… Hazine’nin Merkez Bankası’nın 40 milyar lirasının üzerine yatması, bu durumun aynı zamanda para basması anlamını taşıması… 400 milyar liralık batık kredi kurtarma paketi açıklaması…
Sadece bu kadarla kalsa yine iyi… Yılbaşından beri ülkeye net döviz girişi 800 milyon dolar civarındayken, sadece yerlilerin döviz alışı 21.5 milyar doları aştı.
★★★
Bu 21.5 milyar dolar nereden satıldı? Merkez Bankası rezervlerinde pek bir kıpırdama olmadı! Yani demek istediğim, rezerv hesapları tutmuyor! Yurtdışına ödenen 4.5 milyar dolar net borca girmiyorum bile!
Bunun tek bir anlamı var. Hileli zarlar! Açığa mı satıyorlar? Belki! Vatandaşın dövizini yine vatandaşa mı satıyorlar. Çeşitli iddialar var.
★★★
Bizzat Erdoğan dedi ki; “31 Mart seçimlerine birkaç gün kala gerçekleştirilen ikinci saldırıyı süratle etkisiz hale getirmeyi başardık. Özellikle saldırı kanallarını hızlı bir şekilde kapattık.”
Neymiş? “Özellikle saldırı kanallarını hızlı bir şekilde kapattık.” Nereyi kapattı? Yurtdışı işlem bacağını… Neden? İkinci saldırı dediği yabancı basının özellikle de Financial Times’ın yaptığı yayın.
★★★
Ne yazmışlardı? “Türkiye’nin satabileceği net döviz rezervi bitti!” Haliyle dolar almaya, Türk Lirası satmaya başladılar. Türkiye o günden sonra yurtdışı piyasasını adeta kapadı.
Yurtiçinde, kaydi olarak döviz satarsın, brüt rezervlerini sonuna kadar kullanırsın da, yurtdışı ile başa çıkamazsın!
★★★
Hadi yabancıların erişimini kısıtlayıp bugünleri atlattın. Ülkeyi fanusa kapattın. Peki, nasıl tekrar büyüteceksin ülkeyi? Senin harcayacak tasarrufun mu var?
Büyütemeyeceksin! Kâğıt üzerinde büyümüş göstereceksin. Lakin iflasları batakları önleyemeyeceksin. Sen kendine Konya’da yapay göl oluşturup balık avlarsın ama onunla ülkeyi doyurmazsın. Ülkeyi doyurmak için büyük denize açılmak gerek… Balık denizde, para yabancılarda… Sen denizi kuruttun!
★★★
Başkanlık sistemi geleli bir yılı geçti. Ekonomi geçen yıldan daha mı iyi? Peki ya gelecek yıl nasıl olacak. Hala doları baskılayıp ekonomi iyi algısı mı yaratacak?
Kurduğu sistemle doları sabaha kadar düşürür… Karşılıksız çek yazmak gibi… Verdikçe veriyor rabbim misali… Diyorum ya zarlar hileli!
Köşemdeki yerim bitti. Ayrıntılı anlatımım YouTube’da, Murat Muratoğlu kanalımda.
Saygılarımla.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/murat-muratoglu/dolarda-zarlar-hileli-5257378/

Kazdağları
31 Temmuz 2019

1930…
Gene böyle güzel bir yaz günüydü.
Yalova çiftliğindeydi.
Bahçıvanları gördü, ellerinde testere… Hayrola?
İki katlı ahşap köşk’ün hemen bitişiğindeki çınar ağacı büyümüştü, duvara dayanmıştı, dalları üst kat penceresinden girmek üzereydi, o dalları budayacaklardı.
“Sakın” dedi, “ağaç kesilmeyecek, bina kaydırılacak!”
Anlamadılar haliyle…
Tekrar söyledi, “ağaç kesilmeyecek, bina kaydırılacak!”
O gün için hayali bile imkansız olan bu görevi İstanbul belediyesi üstlendi, fen işlerinin başmühendisi Ali Galip Alnar ve teknik ekibi geldi.
Bina çepeçevre kazıldı, temel seviyesine inildi, tren rayları getirildi, santim santim, adeta iğneyle kazar gibi temelin altına sürüldü, iki katlı ahşap bina komple rayların üstüne oturtuldu.
Halatlarla atlara bağlandı, adım adım, üç günde 4 metre 80 santim kaydırıldı.
Binanın yanına koltuk getirtmiş, üç gün boyunca oradan hiç ayrılmadan tüm çalışmaya nezaret etmişti. İşçiler çadırda kalıyordu, “benim için de kurun” dedi, işçilerle aynı şartlarda, çadırda geceledi.
“Yürüyen Köşk” haberi, 10 Ağustos 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.
Çok ciddi eleştiri konusu oldu.
Ankara kaynıyordu.
Muhaliflere malzeme çıkmıştı.
“Koskoca devletin başka işi yok mu, alt tarafı bir dal için bunca masrafa, bunca zahmete değer mi?” filan deniyordu.
“Çevre bilinci”nin anca 70’li yıllarda gelişmeye başladığını düşünürsek, o yıllarda eleştiri konusu yapılması gayet normaldi.
Her zaman olduğu gibi eleştirileri anlaşıyla karşıladı.
Ama, devletin başka işi yok mu diyenlere şu muhteşem yanıtı verdi…
“O çınar ağacı devlettir!”

Evet…
Devlettir ağaçlarımız.
Bitki örtümüzdür devlet.
Denizlerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz, derelerimizdir.
Sınırlarımız değil, ekinlerimizin boy verdiği topraklarımızdır devlet.
Sincaplarımızdır.
Kaplumbağalarımızdır.
Kırlangıçlarımızın yuvasıdır devlet.
Güneş, dünyanın her yerinde güneş…
Sendeki gibi parıldayanı var mı?
Ruhunu böylesine ısıtanı?
Rüzgarlarımızın esintisi, Ağustos böceklerimizin sesi, dağlarımızın kokusudur… Ormanlarımızdır devlet.

Kanada mesela.
Ağaç devlettir.
Bayrağında akçaağaç yaprağı vardır.
Kanada ulusunun sembolüdür akçaağaç.

10 milyon kilometrekaredir, dünyanın en büyük ikinci yüzölçümüne sahip ülkedir, sıkı durun lütfen, beş milyon kilometrekaresi, ülkenin yarısı ormandır.
Komple Türkiye’nin yedi misli genişliğinde ormanı vardır.
Florası, faunası, yaban hayatı el değmemiştir.
Bir tek ağaç bile kesemezsin Kanada’da.
Ticari dikim ve gençleştirme haricinde, bir tek dal bile kesemezsin.

Gel gör ki aynı Kanada… Teee dokuz bin kilometre uzaktaki Türkiye’ye gelip, Kazdağları’nı kesebiliyor, 195 bin ağacımızı kökleyebiliyor.

Çünkü, elalem kendi devletinde bir yaprağa bile kıyamıyor ama… Devlet kelimesini ağzından düşürmediğin halde, senin aslında devletini mevletini sevmediğini biliyor.
Dindar ayaklarına yatıp, paraya taptığını, milliyetçi maskesi takıp, milleti umursamadığını, avantada anlaşırsan vatanının tapusunu bile satacağını gayet iyi biliyor.

Bak şu fotoğrafa…
Böyle devlet olur mu?

Zümrüt gibi Kazdağları’nı, cennet gibi memleketini, bedevi kültürünün ruhunda ot bitmeyen çölleşmiş vicdanına çevirdin.

“Ağaç devlettir” vizyonuyla kurulan cumhuriyetini bu hale getirmeye, böylesine acımasızca talan ettirmeye, böylesine gözüdönmüşçesine yağmalatmaya utanmıyor musun kardeşim?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti henüz 96 yaşında…
Geçenlerde ölçüm yapıldı, Mustafa Kemal’in dalını bile kestirmeye kıyamadığı çınar ağacımızın 400 yaşında olduğu tespit edildi.
Kazdağları’nda katledilen ağaçlar kaç yaşındaydı sence?
Çınar ağacından yaşlıydılar desem, kıl oynar mı acaba yüzünde?

Bana sorarsanız, altın madeni filan değildir mesele.
Kanada veya bir başka emperyalist ülke meselesi de değildir.
Mesele bizatihi sensin kardeşim, sen…
Bu kadar mı sağırlaştı şuurun, bu kadar mı nasırlaştı yüreğin?

RESMI GÖRMEK için, HALI:
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/kazdaglari-5257529/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Bu askerler niçin şehit oluyorlar?..
31 Temmuz 2019

Vatanın bir çakıl taşı için…
Gerçi şehit haberleri artık tek sütun yer alıyor gazetelerde… Örtüsüne sarılmış bir anne, kasketli bir baba, tören mangası…
Komutan orada annenin elini öper, babaya sarılır…
Tören biter…
Ama aynanın önünde şehidin resmi, şehit evinde bu geceler zor geçecek…
Vatanın bir çakıl taşı için…

O dağdan, bu dağa gel…
Kaz Dağları’nı Kanadalılara verdiler, Alamos Gold şirketi “Doğu Biga Madencilik” adı altında altın çıkartıyor…
Siyanür kullanıyorlar…
200 bine yakın ağaç kestiler…
Siyanür kesilmeyen ormanı, aşağıdaki köylerin tarlalarını, Çanakkale’nin içme suyunu da zehirliyor…
Şu yukardaki fotoğrafa iyi bakın, çıkan o güneş görmemiş beyazımsı toprakta bin sene ot bitmeyecek…
Ve AKP iktidarı geçtiğimiz günlerde bunu yapan altıncılara 865 milyon liralık teşvik verdi…

Doğu’daki dağlarda bir çakıl taşı için yiğit askerler canlarını verirken, batıda altın ve para için dağı satıyorlar…
Bir toz yığınına dönüşüyor yeşil Kaz Dağları…

Bir meydanda “Vatan sevgisi” nutukları bittiğinde, tören mangası gittiğinde, şehit evi aynanın önündeki resim ve hıçkırıklar ile baş başa kaldığında, soruyor insan:
Bu askerler ne uğruna şehit oluyorlar?…

Keza, başka bir bakış açısı:
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/bekir-coskun/bu-askerler-nicin-sehit-oluyorlar-5257335/