Dün çok geç geldim, uyuyup kalmışım. Çıkacağım birazdan, belki bir toplu katliam, vakit bulursam. Yeni gelişmeler, üzüleyim mi, tedirgin mi olayım, sevineyim mi bilmiyorum. Gün içinde … Allah, yüce Mevla’m cümlemizin yardımcısı olsun inşallah.

Zeynep Hanım ile kimi konuda hemfikir değilim…
Buna rağmen okunmasında fayda var. Belki…
Ben çok farklı bakıyorum olaylara, belki hata, yanlış bende…
Belki(!)

Kuşatılmışlığın bedeli…
24 Haziran 2019

İstanbul seçim seferberliği bittiğine göre, gerçek dünyaya geri dönme zamanı.
Ama gerçek dünya, seçim sürecinin başladığından çok daha zorlu.
Durum şu:
MÜSLÜMAN DÜNYAYLA İŞLER KÖTÜ: AKP’nin iktidara geldiği günden bu ya Türkiye’yi “lideri” haline getirmeye çalıştığı Müslüman dünyada kavgalı olmadığımız kimse kalmadı.
Suudilerle Kral’a devlet madalyası takmaktan, Kaşıkçı cinayeti sonrasında Veliaht Prensi azlettirmeye çalışmaya kadar varan dalgalanma sürüyor. Şimdilerde AKP, Suudilerle yeniden ilişki kurmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Kralı’na bayram tebriği, Dışişleri’nin Yemen’den Suudiler’e yönelik son saldırıyı kınaması hep ilişkileri canlandırma çabası. Ancak iş yürümemiş olmalı ki Suudi basınında ve devleti yöneten prenslerde Türkiye’ye yönelik tavır sürüyor. Nitekim, Suudilerden gelen tepkilerin neticesi olsa gerek, Erdoğan İslam Konferansı Teşkilatı dönem başkanlığını Suudiler’e devretmek için bile zirve toplantısına gitmedi.
AKP’nin Müslüman dünyadaki tek “vahası” Katar’la da durum karışık… Katar’ın Doğu Akdeniz’deki petrol arama restleşmesinde karşı cephede yer alması bir tarafa; geçen yıl geleceği açıklanan 15 milyar dolarlık yatırımdan da ses seda yok.
Mısır’da Sisi yönetimiyle AKP’nin “kişisel hale gelen” husumeti, Mursi’nin mahkeme salonunda can vermesiyle daha da keskinleşti. O kadar ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı İmamoğlu’na Sisi göndermesi yapmaktan çekinmedi. (İmamoğlu’na yapılan Sisi göndermesi, siyasi rekabetin diğer tarafındaki AKP’yi de Müslüman Kardeşler’le özdeşleştiriyor ki, bunun dünyadaki karşılığı pek parlak değil bugünlerde. AKP, bunun bile hesabını yapamaz hale gelmiş durumda.)
İran ise en büyük potansiyel kriz… ABD-İran arasında sıcak çatışmaya doğru evrilen gerginlik, Türkiye’yi de içine çekmek üzere.
BATI CEPHESİNDE İKİLİ YAPTIRIM TEHDİDİ: Türkiye geleneksel dış politikasını ABD ile Avrupa’yı birbirini dengelemesi üzerine kurardı. AKP iktidarıyla bu denge ortadan kalktı.
Avrupa Birliği, Kıbrıs/Akdeniz’de petrol arama meselesi üzeriden Türkiye’ye yaptırım olasılığını dillendirmeye başladı. ABD ise S-400’ler konusunda yaptırım kartını çıkaralı zaten çok oldu. (AKP ve yandaşlar, üstüste gelen bu yaptırım tehditlerini şu ya da bu lobiyle, komplo teorileriyle açıklamaya çalışabilir, aldanmayın. Bu durum, basiretsiz dış politikanın sonucu. İyi yönetilemeyen ve güçsüzleşen ülke herkesin hedefi olur.)
RUSYA’DAN HAVUÇ – SOPA POLİTİKASI: Rusya, Türkiye’ye karşı “havuç/sopa” politikası izliyor. Ancak Ankara’daki hükümet hem ekonomik açıdan, hem siyaseten o kadar güçten düşmüş durumda ki Rus politikasındaki “sopalar”, “havuçlardan” daha fazla hale geldi. Mesela AKP’ye “havuç” olarak verilen Soçi Mutabakatı bile, “sopa” haline gelmek üzere. Esad yönetiminin -elbette Ruslar’ın onayıyla- İdlib’deki cihatçı teröristlere baskısı, bölgeye AKP tarafından yerleştirilen Mehmetçikler üzerinde de hissedilmeye başlandı.
İdlib’de Ankara’nın umduğu sonuçlar bir tarafa, sınırımıza milyonlarca kişilik yeni göç dalgası ihtimali giderek güçleniyor.
Yeni çözüm süreci mi?
Dışişleri Bakanlığı’nı devre dışı bırakıp, yandaş kalemlerine Türkiye’nin saygın büyükelçilerine hakaret ettiren, tecrübeli diplomatlarını “yeter artık” dedirterek bir bir emekliliğe gönderen Saray’ın dış politikasında gelinen nokta tükenmişlik, sıkışmışlık, kuşatılmışlıktır.
Bunun da elbette bir sonucu olacaktır.
İstanbul seçimleri çerçevesinde PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın bile devreye sokulması, Fırat’ın doğusuna yönelik “bir gece ansızın gelebiliriz” hamasetinin duyulmaz olması, bağımsızlık referandumu döneminde yerden yere vurulan Barzani’nin saraylarda ağırlanması bunun ne olacağının işaretini vermekte.
Dünya siyasetinde en radikal adımlar, hep en beklenmeyen aktörlerce atılmıştır. Komünist Çin’in, ABD tarafından ezeli komünizm düşmanı Nixon’un ABD Başkanlığı döneminde tanınması, ‘egemenlik devri projesi‘ olan Avrupa Birliği’nin temellerinin Fransa’nın en milliyetçi liderlerinden Charles de Gaulle döneminde atılması tesadüf değil.
Günümüzde Türkiye’nin Kürt sorunu konusundaki adımlarının da MHP’nin tüm gücüyle destek verdiği “Cumhur İttifakı” ile atılması planlanıyor olabilir.
Ancak korkum şu…
Türkiye’yi yönetemeyip, içeride bölünmüşlük, dışarıda kuşatılmışlık içine sokan zihniyetin hazırlayacağı yeni bir “çözüm süreci” ülkeyi daha da çıkmaza sürükleyip, -bedellerin en hafifi olarak düşünün- vakit kaybettirir.
İktidara çağrım, eğer Kürt sorununa çözüm arayacaksa, bunu kendi kafasına göre, kendi belirleyeceği aktörlerle değil, Türkiye’deki tüm siyasi eğilimlerin temsil edildiği TBMM aracılıyla yapması.
Aksi, ülkeyi felakete sürükleyebilir…

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/zeynep-gurcanli/kusatilmisligin-bedeli-5194239/


+

Bu tablo KESIN girecek Cumhuriyet Tarihi Kronolojisine


+

Çok dikkatli incele…
Vakit bulabilirsem yorumunu, analizini yaparım