### Dedim ya gecikmeli, neyse hepsi bitti. LÜTFEN çok önemli MUTLAKA okuyun okumadıysanız ###

EVET…
Bende inanıyorum, inanmak istiyorum Türkiye Cumhuriyetinde…
Laik…
Sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinden “arda kalan” kamu görevlilerinin hala olduğuna.

İnanıyorum!

Yürekten, gün gelip yürekle meydana çıkacaklarından…
Seçilmişler, atanmışlar…
VE bu vatanın gerçek evlatlarına inanıyorum, VARLAR!

Çıkacaklar meydanlara!!!

Lütfen önce Sayın Dündarı sonrasında Sayın Çölaşan’ı okuyun.

Adalet!..
28 Aralık 2018

“Bir gün dizi çekimindeyiz… Arkadaşlarımdan biri nefes nefese yanıma geldi: ‘Abi seni Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş Paşa arıyor…‘ dedi. Haydaaa, sardık mı başımıza işi!.. İstemeye istemeye aldım telefonu. ‘Bir dakika, paşamı bağlıyorum‘ diyen sekreterin ses tonu bile emreder gibiydi!
Bayağı gerginim, telefonda marşlar çalınıyor! Az sonra Paşa bağlandı:
– Oğlum hiç yakışıyor mu sana?
Ben: ‘Paşam, mizah bu; hoşgörüyle karşılamazsanız gelişemez!..‘
– Ama evladım, koskoca Genelkurmay Başkanı’yla eğlenilir mi?
Ben: ‘Estağfurullah efendim, bu bir şaka!.. Ayrıca Başbakan’ı, Cumhurbaşkanı’nı bile hicvediyoruz. Hatta onlar ertesi gün telefon açıp tebrik ediyorlar! Siz de öyle baksanız, sitem yerine tebrik etseniz!..‘
– Bak oğlum, askerlik günlerinde böyle konuşmuyordun ama! Ayrıca ben tebrik etsem bile, senin yaptığını hoş karşılamayan yüzlerce asker var emrimde! Onlara mani olmakta güçlük çekiyorum. Her an çıkıp gelebilirler yanına!..
Ben: ‘Paşam beni tehdit mi ediyorsunuz?..‘
– Hayır, gerçekleri söylüyorum. Emrimde bu yaptıklarına kızan yüzlerce, hatta binlerce asker var!
Ben: ‘Askerleriniz benim için İstanbul’a geliyorlar, öyle mi?‘
– Evet öyle. Tutamıyorum onları!
Ben: ‘Peki gelip de ne yapacaklar?..‘
– Geldikleri zaman görürsün!
Ben: ‘Tamam, gönderin. Korkmuyorum sizden. Hatta burada bekliyorum onları… Ya da en iyisi kapının önünde bekleyeceğim. Ne sizden, ne de askerlerinizden korkuyorum. Beni Divan-ı Harbe bile gönderseniz, sanatçı olarak başımı eğmeyeceğim. Hodri meydan!..‘
– (Kahkahalarla gülüyor…)
Ben, ‘Niye gülüyorsunuz Paşam?‘ dedikçe o daha da gülüyor. Bir ara düşünüyorum, yoksa Paşa beni işletiyor mu diye!
– Levent!
Ben: ‘Buyurun Paşam!..‘
– Uğur ben, Uğur, Uğur…
Ben: ‘Hangi Uğur?‘
– Uğur Dündar!
Ben: ‘Hay Allah cezanı vermesin! Az kalsın altıma yapacaktım lan!..‘
★★★
Okuduğunuz olayı Levent Kırca ile 90’lı yılların ilk yarısında, Kanal D’de çalışırken yaşadık. Türkiye’nin yetiştirdiği dünya çapındaki güldürü ustası, sevgili arkadaşım Levent Kırca, o dönemde evli olduğu Oya Başar ve arkadaşlarıyla birlikte “Olacak O Kadar” programını hazırlıyordu. Perşembe geceleri önce “Olacak O Kadar” yayınlanıyor, ardından da “Arena” ekrana geliyordu. Televizyon tarihinin en büyük reyting rekorlarının kırıldığı o gecelerin birinde sert, otoriter mizacıyla ünlü Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e etek giydirmiş, bununla da yetinmeyerek 12 Eylül Darbesi’nin lideri Kenan Evren’le Marmaris’te iskeleye oturtup balık tutturmuştu! Paşaların zorlanmamaları için de iskelenin altına 5-6 asker yerleştirmişti! Askerler oltaların ucuna daha önce yakalanmış balıkları takıyor, Evren ve Güreş de sanki kendileri tutmuşlar gibi sevinçle onları çekiyorlardı!
İşte Levent’in kaleminden okuduğunuz telefondaki muzipliği o günlerde yapmıştım.
★★★
Büyük mizah yeteneğinin yanı sıra, ressam ve heykeltıraş da olan Levent, anısında sözünü ettiği gibi, merhum Turgut Özal ve Süleyman Demirel başta olmak üzere, dönemin önde gelen tüm siyasilerini rahatça hicvediyordu. Hem de onlara çok benzeyen makyajlarla…
Programına konu olan o günlerin güçlü politikacıları ise kızıp hışımla üzerine gitmek yerine, ertesi gün telefon açarak başarısını kutlama inceliğini gösteriyorlardı.
★★★
AKP döneminde ise “Olacak O Kadar” yasaklandığı gibi Levent’e hapis cezası verildi. Filmi oynatılmayıp elini hangi işe atsa karşısına aşılmaz engeller çıkarıldı. Onca zulüm yetmiyormuş gibi, korkunç iftiralara hedef oldu.
Ölümcül hastalığa yakalandığında kiralık evde oturuyor, kiralık tiyatroda oynuyor ve hastalığını devlet hastanesinde tedavi ettiriyordu. Cebindeki son kuruşu harcayıp, çok büyük emeklerle çektiği “Sarhoşum Gel Beni Al” filminin dağıtımını üstlenecek bir babayiğit arıyor ama sadece güldürü içerikli olmasına rağmen, Levent Kırca adını duyan dağıtımcı şirketler, korkularından filmi dağıtmaya yanaşmıyordu.
Sevenlerinin özlem ve rahmetle andığı bu büyük sanatçı, ne yazık ki son nefesinde “Olmaz bu kadar zulüm” diyerek hayata gözlerini yumuyordu…
★★★
Anlattıklarım mizahla bağlantılı olaylar.
Konunun bir de yargı boyutu var ki paylaşmadan geçemeyeceğim.
Sert mizaçlı ve hoşgörüsüz bir komutan olan merhum Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, haberlerim nedeniyle beni gerçekten Divan-ı Harbe vermekle tehdit etmiş, sonunda da Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermişti.
Suçlamanın konusu çok üzücüydü. O yıllarda terör örgütü PKK, vaktiyle kaçakçılığı önlemek amacıyla çukur alanlara yapılan, ayrıca halı saha gibi ışıklandırılarak açık hedef haline getirilen barakamsı hudut karakollarına sık sık baskınlar düzenliyordu. Hainler Kandil’den geliyor, çevredeki yalçın kayalıklardan yağdırdıkları roketlerle karakollarda görev yapan Mehmetçikleri şehit ettikten sonra rahatça inlerine dönüyorlardı! Yürek yakan bu gerçeği ekranda dile getirip, karakolların konumlarının acilen değiştirilmeleri ve daha sağlam inşa edilerek çevrelerinde güvenlik önlemleri alınması gerektiğini söylediğim için, Doğan Güreş’in talebiyle Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edildim. (Nitekim daha sonra kalekollar yapıldı, sözünü ettiğim tüm önlemler alındı ve baskına gelen hainler baskına uğratıldı…)
★★★
Yargılandığım Bakırköy 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı ifademi aldıktan sonra, beni sanık sandalyesi yerine, avukatımın yanına oturttu. Hiç unutamadığım bu onur verici davranışın ardından savcının basın özgürlüğünü savunan muhteşem mütalaası geldi ve daha ilk celsede beraat ettim…
★★★
“Askeri vesayet devri” denilen o yıllarda adliyeden çıkarken avukatıma dönüp; “Ne mutlu bize ki, ülkemizde hakim ve savcılar var” dedim.
Sayıları azalmış da olsa hâlâ var olduklarına inandığım gerçek yargıç ve savcılarımıza saygıyla!..

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/ugur-dundar/adalet-7-2891810/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Yakıştı mı, yakıştı mı?
28 Aralık 2018

Sevgili okurlarım, koskoca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İstanbul’dan aday olacak, birkaç gün sonra araziye çıkıp seçim çalışmalarına başlayacak.
Bugün saygın bir görevde…
Devlet protokol listesinde ikinci veya üçüncü sırada.
İkinci veya üçüncü sıra dememin bir nedeni var.
Yeni devlet düzeninde bu protokol listesinin resmi sıralaması yok. Evet, inanılır gibi değil… Aynen böyle.
İlk sırayı cumhurbaşkanı alıyor ama sonrası belli değil. İkinci sırada kim var, üçüncüde kim var, sıralama bilinmiyor.
Resmi kayıtlarda bile ortaya çelişkili sonuçlar çıkıyor.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı mı, yoksa Meclis Başkanı mı!..
Neyse, konumuz bu değil. Bizim devlet protokolü ile bir işimiz olmadığına göre arkadaşlar kendi kendilerine halletsinler, kendi sıralarını kendileri belirlesinler!
★★★
Dünkü yazımda Anayasa’nın 94. maddesi ile Siyasi Partiler Kanunu’nun 24. maddesine burada değinmiştim.
– Meclis Başkanı Meclis’teki tartışmalara ve partisinin grup toplantılarına katılamaz, oy kullanma hakkı yoktur.
– Mensup olduğu siyasi partinin (Olayımızda AKP’nin) Meclis içindeki veya dışındaki faaliyetlerine katılamaz.
Anayasa ve yasaların bu konudaki hükümleri açık ve net.
Üzerinde tartışmak bile abes.
★★★
Şimdi bazıları şu görüşü savunuyor:
“Efendim Meclis İçtüzüğü’nde bir madde var. Buna göre Meclis Başkanı, büyükşehir belediyesine aday olduğu takdirde istifası gerekmez. Ancak uzun süreli izin alması gerekir. Aksi takdirde, itiraz olursa adaylığı iptal edilir.
Meclis İçtüzüğü ne derse desin, Anayasa ve yasaların üzerinde midir?
Elbette ki değildir.
Kaldı ki, içtüzükte yer alan bu konudaki hükümler sadece milletvekilleri için geçerli.
Meclis Başkanı’nın özel durumunu kapsayan başka bir hüküm yok.
★★★
Türkiye bir seçim öncesinde böyle bir olaya ilk kez tanık oluyor.
Bir Meclis Başkanı başka bir makama, bir büyükşehir belediye başkanlığına aday oluyor.
Şimdi bir an düşünelim…
Varsayalım anayasa ve yasalarda yukarıda verdiğim hükümler yoktur ve Binali Bey’in önü adaylık için açıktır.
Peki bu durum etik midir?
Siyasi ahlâk kurallarına uygun mudur?
Hayır, değildir.
★★★
Yarın veya sonraki günlerde adaylığı resmen açıklandığı takdirde İstanbul’da Meclis Başkanı kimliği ile araziye çıkacak, seçim çalışmalarına başlayacak.
Emrinde ve hizmetinde devletin her türlü olanaklarıyla…
Makam araçları, resmi taşıtlar, uçaklar, helikopterler, saraylar, köşkler…
Koruma ordusu…
Ve ilin bütün yöneticileri, vali dahil onun karşısında esas duruşta bekleyip emir ve talimatlarını alacak.
Bir dediği iki edilmeyecek.
Binali Yıldırım seçime, arkasına “Devlet gücünü” alarak girecek.
★★★
Nasıl olsa bu yasa dışı duruma Devlet Bahçeli’den bir tepki beklemiyoruz.
Burada esas görev şimdi Kemal Bey başta olmak üzere CHP’ye düşecek.
İtiraz edip ses çıkarmaları, büyük tepki koymaları ve bu gerçekleri Türk Milleti’ne anlatmaları gerekir.
Anayasa, yasalar ve siyasi ahlâk kuralları bu olayda açıkça çiğnenmek isteniyor.
Anayasa ve yasaların açık hükümleri yok sayılıyor.
★★★
Şimdi anlaşılıyor ki, yapılacak itirazlar sonunda iş yine Yüksek Seçim Kurulu tarafından verilecek karara kalacak!
Eğer hadise oraya ulaşacaksa, kararı size şimdiden açıklıyorum!
“Başvuru görüşülmüş ve itiraz istemlerinin reddine karar verilmiştir!”
O zaman onlara soracağız:
“Siz Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nun ilgili maddelerini okuma zahmetine acaba katlanmış mıydınız?”

Sevgili okurlarım, Mustafa Kemal Paşa 27 Aralık 1919 günü Milli Mücadele’yi başlatmak üzere Ankara’ya ilk adımını atmış, seymenler ve halk tarafından coşkuyla karşılanmıştı.
Genelkurmay Başkanlığı önünde, caddenin tam ortasında bu amaçla dikilmiş küçücük bir anıt taş vardır.
Üzerindeki küçük yazıyı dibine kadar gitmezseniz okumanız mümkün değildir, kimsenin dikkatini çekmez.
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geliş günü her yıl görkemli törenlerle kutlanır (dı.)
Dün 99. yıldönümü idi ve yine göstermelik bir biçimde kutlandı. Niçin?..
★★★
Her yıl alışmıştık… Harp Okulu öğrencileri tam teçhizatlı olarak Atatürk Garnizon Koşusu yapardı.
Koşarak uygun adım ve marşlar söyleyerek…
Bu koşu Harp Okulunda başlar, Ankara’nın merkezi olan Atatürk Bulvarı’nda on binlerce insanın coşkulu alkışları arasında devam ederdi.
★★★
AKP hükümetinin gücü bu koşuyu iptal etmeye yetmedi ama güzergâhını değiştirdi.
Ankara Valiliği bulvar geçişini iptal etti, koşuyu ıssız ve kimsenin olmadığı yollara aldı.
Gerekçe: Trafikte aksama yaratıyor!
Yeni güzergâh: Harp Okulu’ndan Anıtkabir’e!
Dünkü koşu bu tenha yollarda yapıldı… Aman haa, halk askerleri görmesin ve alkışlamasın!
Bu anlamlı gün işte böyle kutlandı!
Öyle bir ortama geldik ki, galiba “Buna da şükür!” demekten başka çare kalmadı.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/yakisti-mi-yakisti-mi-2891908/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger