Warschauer Vertrag, 1920

Cogito, ergo sum

Ich SEHE EUCH, ich weiß was ihr vorhabt!

Ahhh…
Wenn interessiert schon Polen – Deutschland?
Polen..
UND die Ukraine…
Ich SEHE EUCH, ich weiß was ihr vorhabt!

Vietnam!?
Na und es IST eine Lehranstalt, sowas…
Findet man NICHT in westlichen Lehrplänen!




„Das Vertrag von Warschau (auch der Polnisch-Ukrainisch oder Petliura-Piłsudski-Allianz oder Zustimmung) vom April 1920 war ein militärisch-ökonomisches Bündnis zwischen der Zweiten Polnischen Republik, vertreten durch Józef Piłsudski, und der Ukrainischen Volksrepublik, vertreten durch Symon Petliura, gegen das bolschewistische Russland. Der Vertrag wurde am 21. April 1920 unterzeichnet, mit einem militärischen Nachtrag am 24. April.

Das Bündnis wurde während des polnisch-sowjetischen Krieges, kurz vor der polnischen Kiew-Offensive, unterzeichnet. Piłsudski suchte Verbündete gegen die Bolschewiki und hoffte, eine Międzymorze Allianz; Petliura sah in der Allianz die letzte Chance, eine unabhängige Ukraine zu schaffen.

Der Vertrag hatte keine bleibenden Auswirkungen.[1] Der polnisch-sowjetische Krieg wurde fortgesetzt und die betreffenden Gebiete wurden gemäß dem Frieden von Riga von 1921 zwischen Russland und Polen aufgeteilt. Die von der ukrainischen Nationalbewegung beanspruchten Gebiete wurden zwischen der Ukrainischen SSR im Osten und Polen im Westen (Galizien und Teile von Wolhynien) aufgeteilt.“


https://wikigerman.edu.vn/wiki29/2021/06/08/warschauer-vertrag-1920-wikipedia/

WARUM…
Warum findet man solche Informationen NUR sehr schwer, warum frage ich mich!

Ukraine…
DU Komiker, Möchtegern (…)
Junge…
Geh mir nicht auf die Eier!

Oben DAS…
Ich würde mich Reinlesen den…
Sie versuchen es wieder.

Sie WOLLEN den Krieg…
Sie wollen den, ja ich schreibe das ganz bewusst…
Sie WOLLEN den Totalen Krieg!

Ich KANN schon…
Darf aber NICHT…
NICHT um mich habe ich …, nicht um mich!!!




Galizien?
Teile davon WAREN der Preis von der Ukraine an Polen…
JEDER…
Wird bezahlen MÜSSEN, jeder…
Irgendwann…
ICH AUCH!

WARUM tue ich es dennoch, dass was ich tue?
Sowohl hier als auch in Tayyipistan…
Weil ich MUSS!

Dieses Jahr…
Ja Tayyip ich WERDE kommen…
AMerika…
Die Engländer…
Es könnte SEHR heiß werden!?

>>> Wenn ich schonmal dabei bin; Frontex, Enthüllung der Statewatch <<<

2021

Die Außendingsbum;
„Wir werden die Ukraine unterstützen auch wenn es sehr lange dauert mit Waffen …“
Bla, bla…
BLA…
10 Jahre…
Circa 10, werdet ihr mitspielen?

KÖNNT ihr das aushalten, wo steht das Wasser bis jetzt?
Bei mir…
Knapp über Nase…
Es WIRD nicht mehr lang dauern, es kann nicht mehr lange dauern…
Und bei euch?

Jungs…
Hattet ihr diese Informationen als ihr sagtet „Wir rechnen nicht mit Unruhen …“
Ich denke…
Man sollte vorbereitet sein, MAN SOLLTE…
Es IST alles Möglich. Diese Außendingsbums…
Grabt…
Tief, SEHR TIEF!

*

NICHTS kann ewig verborgen werden…
Nichts…
>>> Als ich in PANIK geriet <<<
Und jetzt das:

The tweet captioned US wars, highlighting what Japan, Korea, Vietnam, Iraq, Pakistan, Yugoslavia and Afghanistan think the US is doing. Then it uses Superman to illustrate what the United States itself thinks it is doing. Finally, it showcases the 9/11 attacks with the caption: “What they [the United States] are actually doing”.

*

Mali usw.
Es KOCHT, überall…
Irgendwo MUSS es zum platzen kommen…
Irgendwo!?

Corona usw.
Die Allgemeine weltwirtschaftliche Lage…
Es MUSS…
Knallen, ES MUSS!

Alman Anayasa Koruma Teşkilatı (Verfassungsschutz) açıklama yaptı

Cogito, ergo sum

„Sene sonunda ayaklanma, kargaşa beklemiyoruz“
Ne desem bilmem ki?
Göreceğiz.

Veee NATO…
Bugün YINE Antarktika…
Amına koyduğmunun çocukları, gözüm…
Üzerinizde.

“50 sene”
Ve üzeri, böyle gelmiş böyle gider dersiniz ama…
Hani sığırlar…
Öküzler…
Çağ değişti, Önder ve Önder gibileri var…
Bunu unutma.

*

Ne kadar gizlemeye çalışa da bir yerlerden ışıldıyor işte…
Horozların gözü…
Baba Arslanların evlat sevgisi.

İnsan doğanın bir parçası…
İnkâr edemez ki.

Dün…
Tengri…
Unutmuştum, gözümün önüne neler neler geldi.

>>> Çocuklar, gençler O var. INANIN VAR, AK Pezevenklerde var AMA inşallah yaşıyordur dedeleriniz, nineleriniz … sohbet ediniz <<<

„Tengricilik de yükselişte
09 Nisan Pazartesi 2018 20:22

Türkiye bir süredir deizmi tartışıyor. Siyasette, eğitimde, ticarette dinsel / İslamî referansların ölçüsüz bir biçimde arttığı ve dinin neredeyse tam bir baskı aracına dönüştüğü bir ortamda kitlelerin bu baskıdan kurtuluş için deizme yöneldiği iddiası her geçen gün güç kazanıyor.

Evet, gerçek şu ki, deist yönelişler dinci baskıya karşı bir çığlık, bir itiraz ve bir var olma mücadelesi olarak yadsınamaz bir biçimde artık gündemimizde…

TÜRKİYE’DE TENGRİCİ YÖNELİŞ VAR

Ama henüz tam anlamıyla görülmeyen, teşhis edilmeyen ve belki de farkında olunmayan bir başka inançsal, toplumsal, kültürel itiraz dalgası daha var. Bu dalga aslında genel manada deist yönelişin bir parçası olmakla birlikte özgün özelliklere sahip bir sosyolojik realite…

Bahsetttiğim realite Tengricilik’tir.

Bazıları abarttığımızı düşünecek ama durum hiç de öyle değil. Kaldı ki yine o bazılarınca deist yöneliş iddiası da bir abartıdan ibaret. Hayır, kesinlikle abartmıyoruz.

Evet, Türkiye’de bir Tengrici yöneliş gerçeği var.

Her gün bir yenisi yapılan camilere rağmen, her gün bir yenisi açılan imam hatip okullarına rağmen, bunca tarikat ve cemaate, bunca dinsel yayına rağmen özellikle gençliğin arasında deist yönelişin özel bir alanı olarak Tengricilik akımı da gitgide güç kazanıyor.

Kelime anlamı itibariyle deizm; Allahçılık, Tanrıcılık / Tengricilik demektir. Tanrı ve Tengri sözü aynı sözcüğün ayrı çağlardaki söyleniş farklılığından başka bir şey olmasa da Tengri sözü daha eski, daha köklü bir bir tutumu yansıtıyor.

TÜRK DEİZMİ OLARAK TENGRİCİLİK

Allahçılık / Tanrıcılık demek olan deizmin bir versiyonu olarak niteleyebileceğimiz Tengricilik akımı, sadece Türkiye’de değil Türkî topluluklar arasında da gençlik düzeyinde inanamayacağınız bir hızla yayılıyor.

Bilindiği üzere Tengri sözü, Kök Türk Yazıtlarında, Divan–ı Lügat’it- Türk’te ve başka pek çok Türkçe kaynakta geçiyor. Allah anlamına gelen bu sözcükten türeme Tengricilik tabiri ise, eski Türk inançlarının güncel bir ifadesi ve hatta güncel bir formu olarak deizme denk düşüyor. Bu bağlamda Tengriciliği bir nevi “Türk Deizmi” olarak adlandırabiliriz.

Eski Türk inançları denildiğinde ilk akla gelen şamanizm, aslında Türklerin milli bir inancı yahut dini değildir. Şamanizm aslında bütün dünyada daha ziyade ilkel kabilelerde etkisi görülen büyü merkezli bir inançtır. Türklere özgü yahut Türklere ait değildir. Evet, şamanizmin Türkler arasında da bir nevi şifacılık, büyücülük, kötü ruhları kovma ritüelleri olarak yayıldığı tarihsel ve hatta güncel bir gerçektir. Zira bugün dahi Orta Asya Türk topluluklarında bu inanç varlığını belli ölçüde sürdürmektedir. Ancak şamanizm yahut kamcılık sistemli bir dinsel yapı olma vasfından çok uzaktır. Üstelik gitgide de etkisini yitirmeye başlamıştır.

Türk tarihi çok dinli, çok mezhepli bir tarihtir. Türkî topluluklar arasında son yüzyılda dahi çeşitli dinsel akımlar ortaya çıkmıştır. Hatta son olarak İslam’ın en katı ve Arapçı dozajı en yüksek versiyonu olan Vahhabiliğin bile bugün etkili olduğu bölgeler vardır. Söz gelimi Özbekistan’ın Fergana bölgesi ve Doğu Türkistan’ın bazı bölgeleri bu noktada dikkat çekmektedir. Buna bir de Fethullahçı Nurculuk hareketini ilave edebiliriz. Fethullahçılık bir terörist örgüt haline dönüşmüş olarak Türk dünyasında bugün hala belli ölçüde etkisini sürdürmektedir. Ancak İslam’la ilgisi olmayan dinsel hareketler de söz konusudur. Altay Türkleri arasında Yüzyılın başında çok etkili olan AK DİN HAREKETİ / AK CANG, bu konuda en önemli örnektir.

BİNLERCE TENGRİCİ GENÇ BULUNUYOR

Türk dünyasında ve Türkiye’de bütün dinlerden, mezhep, cemaat ve tarikatlardan bağımsız olarak, kökü çok derinlerde olmakla birlikte yeni bir inançsal akım olan Tengricilik gerçeği hala kamuoyunun farkında olmadığı bir konudur. Bu farkındalığı meydana getirmek adına Tengriciliğin ne demek olduğunu izah edeceğiz. Ancak öncelikle şunu bilelim ki, bugün özellikle milliyetçi gençlerin bir bölümü arasında Tengricilik, İslamcı ve Osmanlıcı sözde millilik söylemlerine karşı “Türkçü bir karşı çıkış” olarak frekansını yükseltmeye devam etmektedir. Tengricilerin sosyal medyadaki hesapları, sayfaları ve paylaşımlarına gösterilen ilgiden bu hareketin ne denli güçlü bir sosyal tabanının olduğunu anlamak mümkündür. Bahsettiğim sosyal medya hesaplarının ve sayfalarının yüz binlerce üyesi vardır. Ayrıca açıkça ifade edilmese de pek çok milliyetçi dernek, vakıf, siyasi parti ve sosyal platform içerisinde binlerce Tengrici genç bulunuyor.

Bu arada Tengriciliğin, dinsel motiflerle örülü milliyetçiliğe karşı laik milliyetçiliğin bir uzantısı olduğunu belirtmeliyim. Tengriciler milliyetçi hareketler içindeki dinî söylemlere itibar etmezler. Hatta içten içe tepki duyarlar.

Gelelim Tengriciliğin temel ilkeler bağlamında ne demek olduğuna…

DEİZM BİR İNANÇTIR

Bunu iyi anlayabilmek için öncelikle deizmin temel özelliklerini bilmek gerekiyor. Bu nedenle evvelce deizme ilişkin yazdığım yazıda yer alan o 14 maddeyi buraya taşımak istiyorum:

1- Öncelikle ifade edelim ki, deizm kesinlikle bir inançtır. Deizmi bir inançsızlık türü olarak nitelemek gerçeği kabullenemeyen dinci çevrelerin bir mücadele argümanıdır. Deizm bir inanç olduğundan ötürü deistleri de doğal olarak “inançlı” kimseler olarak görmek durumundayız. Dinci çevreler kendileri gibi inanmayan herkesi inançsızlıkla suçladıkları için deistleri de bu şekilde tanımlama yoluna başvuruyorlar. Böylece muhtemel deist adaylarını engelleyebileceklerini sanıyorlar. Oysa bu mümkün değildir.

2- Deizm, felsefî literatürde Türkçeye “yaradancılık” olarak çevrilmektedir. Bu da deizmde bir yaratılma inancının varlığını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.

3- Deizmde temel işlevi yaratmak olan bir Tanrı inancı vardır. Zaten deizm sözü de Latince Tanrı / Allah anlamına gelen Deus sözünden türemedir. Buna Türkçe olarak bir nevi Tanrıcılık / Allahçılık / Tengricilik diyebiliriz.

4- Deizme göre bütün varlıkları var eden / yaratan bir Tanrı vardır. Kişi bu Tanrıyı kendi aklıyla keşfedebilir.

5- Deizmde tek Tanrı inancı vardır. Deizme göre Allah / Tanrı / Tengri birdir.

6- Deizme göre Tanrı / Allah bütün varlıkları var etmiş ve evrenin işleyiş kurallarını belirlemiştir. Evren Tanrı’nın koyduğu işleyiş kuralları çerçevesinde işlemektedir. Tanrı’nın evrene sürekli müdahale etmesi diye bir şey söz konusu değildir. Oysa deizm karşıtı teizmde Allah evrene sürekli müdahale etmektedir. Teizm kategorisinde; Musevilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm gibi dinler vardır.

7- Deizme göre din yoktur. Tanrı; peygamber yahut kutsal kitap göndermiş değildir. Tanrı’nın peygamber, kutsal kitap ve din gönderdiğine inanmak akıl dışıdır. Zira insan, zaten Tanrı’nın verdiği akılla neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayabilir, bilebilir. Bunun için vahye, peygambere, kutsal kitaba, dine gerek yoktur.

8- Deizme göre insan, ahlaki kurallara uymakla yükümlüdür. İnsan yükümlü olduğu ahlaki kuralları aklıyla keşfedebilir.

9- Deizmde ölüm sonrasına ilişkin düşünce net değildir. İyilik ve kötülüğün neden sonuç ilişkisi çerçevesinde sonuçlarını zaten dünya yaşamında herkes görmektedir. Bu nedenle, ölüm sonrası başka bir yaşam ve o yaşamda ödül ve cezanın olacağı şeklindeki düşünce genel olarak reddedilmektedir. Ancak deist olduğu halde ölüm sonrası yeniden dirilişi ve ödül – ceza inancını savunanlar da vardır. Hatta reenkarnasyona inanan deistler de vardır.

10- Deizmde keramet, mucize, cennet, cehennem, cin, melek, büyü, şeytan, sevap, günah, ibadet, kader gibi kavramların yeri yoktur.

11- Deizmde iyi insan olmak esastır. Günah ve sevap yahut haram ve helal değil iyilik ve kötülük vardır. Her insan iyilik yapmak ve iyi insan olmakla yükümlüdür. İyilik yapan, karşılığını iyilik olarak görür.

12- Deizme göre evrim olabilir de olmayabilir de… Deizme göre insan, Allah’ın / Tanrı’nın oluşturduğu kurallar çerçevesinde, daha ilkel canlıların evrimleşmesi sonucu oluşmuş olabilir. Bir var ediciye / yaratıcıya inanmak, o yaratıcının, insanı aşama geçirmeksizin bir anda yarattığı düşüncesine inanmayı gerekli kılmaz.

13- Deizmde yaratıcıya ilişkin Yüce Varlık, Evrenin Büyük Mimarı, Doğanın Tanrısı gibi nitelemeler yapılır.

14- Tarihte pek çok deist düşünür; filozof, sosyolog, bilim insanı olsa da deizmin bir lideri, kurumsal bir yapısı, merkezi, örgütü yoktur. Deizm insanların bireysel olarak keşfettikleri doğal bir inanıştır. Hatta deizm için mevcut bütün dinleri ve din mefhumunu reddeden akıl ve doğa dini diyebiliriz.

İşte yukarıdaki maddeler düzleminde şimdi, Türk Deizmi dediğimiz Tengriciliği izah edelim:

TÜRKLER ÖZÜNE DÖNMELİ

Tengricilik, İslam’ı bir Emevi Abbasi Arap kültür emperyalizmi olarak gören gençler arasında yayılmaktadır. Bu cümleden olarak Tengriciliğe göre İslam bir Arap dinidir. İslam nedeniyle milli adlarımızı bırakıp Arap adları aldık. Milli yazımızı bırakıp Arap alfabesi kullanmaya başladık. Türkçeye binlerce Arapça kelimenin girmesi ve Türkçenin gelişmesine engel oluşturması da İslam yüzünden olmuştur. İslam, Türkleri ümmet adı altında Araplaştıran Türklük karşıtı ve Türklüğe düşman bir dindir. İşte bu nedenle Türkler özlerine dönmeli ve öncelikle Arap dini olan İslam’ı bırakmalıdır.

Evet, Tengriciler özetle böyle düşünüyor.

O halde Tenriciliği şimdi bir de maddeler halinde açıklayalım:

1- Tengricilik bir din değil inançtır.

2- Tengriciliğe göre evreni / varlıkları, Tengri var etmiştir / yaratmıştır.

3- Deistlerin yaratıcıya, Yüce Varlık, Evrenin Büyük Mimarı, Doğanın Tanrısı demeleri gibi Tengriciler de Tengriye, Yüce Allah anlamına gelmek üzere “Kök Tengri” / “Gök Tanrı” derler. Gök, bildiğimiz manada sadece gökyüzü değil de ulu, yüce gibi anlamlara da gelmektedir.

4- Tengricilere göre, Tengri evreni yaratmakla kalmayıp işleyiş kurallarını da belirlemiş olduğundan sonrasında onun evrene müdahalesi diye bir şey söz konusu değildir.

5- Tengricilere göre, Tengri peygamber, vahiy, kutsal kitap ve din göndermemiştir. Böyle bir şeyi düşünmek akla aykırıdır.

6- Tengricilere göre insan, aklıyla iyiyi ve doğruyu bulabilir. Bir peygambere veya dine gerek yoktur. Dinler akıl dışıdır.

7- Tengricilere göre herkes iyi olmak ve iyilik yapmakla yükümlüdür. Herkes bu dünyada iyiliğinin de kötülüğünün de karşılığını görecektir.

8- Tengricilere göre iyiler öldüklerinde Tengri katına yani uçmak’a giderler.

9- Tengricilere göre kötüler öldüklerinde tamu’ya yani yedi kat yerin dibine giderler.

10- Tengricilikte ibadet yoktur ama doğaya saygı bir nevi ibadet olarak görülür. Bu nedenle, su, denizler, dağlar, ormanlar, tüm bitkiler ve hayvanlar kutsal kabul edilir.

11- Tengricilikte atalar anısına saygı esastır. Bu nedenle insanlara ve insanlığa büyük iyiliği dokunan herkes yaşarken de öldüğünde de saygıyla anılır.

12- Tengricilere göre insanlar Tengri’nin çocuklarıdır. Tengri, çocukları arasından birilerini seçip de onlarla fısıldaşarak konuşmaz. Tengri zaten çocuklarına akıl vermiştir. Akılla ahlak keşfedilir. Akıl inancın da temelidir.

13- Tengricilikte ibadet olmadığı için tapınak / ibadet merkezi de yoktur. Tengriciliğe göre bütün yeryüzü ve doğa kutsaldır.

14- Tengricilikte dinsel lider yoktur. Zira Tengricilik bir din değildir.

TENGRİCİLERDE ATATÜRK SEVGİSİ ÇOK YÜKSEKTİR

Tengriciliğin yayıldığının göstergesi olması bakımından birkaç örnekten daha bahsedebiliriz.

Özellikle gençler arasında Osmanlıcılığa karşı Gök Türkçülük (Gök Türk Devleti Hayranlığı) milliyetçi bir refleks olarak taraftar bulmaktadır. Zira böylesi gençlere göre Osmanlı, yoğun Arap ve Fars kültür unsurları barındıran ve Türk kimliğine zarar vermiş olan bir devlettir.

Tengricilerde Atatürk sevgisi ve hayranlığı inanılmaz derecede yüksektir. Atatürk’ün laiklik ve milliyetçilik prensibi Tengrici gençleri çok etkilemektedir.

Tengrici gençler, kendi aralarında ve pek çok yerde Gök Türk harflerini kullanmayı önemserler. Gök Türk harfleriyle “Türk” yazısının büyük bir salgın gibi her yere yayılması Tengrici bir yönelişin de göstergeleri arasındadır.

İLAHİYAT ÖĞRENCİLERİ ARASINDA BİLE TARAFTARI MEVCUT

Tengrici gençler birbirlerine öz Türkçe adlar takarlar. Ailelerinin verdiği Arapça adlara ilişkin bir üzüntü taşırlar. Hatta bazı Tengrici gençler, Arapça adlarını değiştirmek için mahkemelere bile başvurmaktalar. Bu bağlamda ifade edebilirim ki bizzat tanıdığım kişiler var.

Tengricilik tıpkı genel anlamdaki deist yöneliş gibi imam hatip okullarındaki gençler arasında da ciddi sayıda taraftar buluyor. Tengriciliğin ilahiyat fakültesi öğrencileri arasında bile taraftarları mevcut.

Buna karşın Tengricilerin büyük bir çoğunluğu aşırı dinci baskı nedeniyle hala kendilerini gizleme yolunu tercih etmekteler.

Eski Kültür Bakanlarımızdan, devlet ve siyaset adamı Sayın Namık Kemal Zeybek’in bir süre önce yayınlanan TÜRK İNANCI adlı kitabına gösterilen yoğun ilgi de Tengrici yönelişin göstergelerinden biridir. Sayın Zeybek’in anılan kitapta; Türklerin dini yoktur, inancı vardır, mealinde sözler etmesi de Tengriciliği anlatması bakımından dikkat çekicidir.

Yazımızın sonunda her vesileyle ifade ettiğimiz üzere tekrar belirtelim ki Türkiye’de gerek deizmin gerekse onun Türk versiyonu diyebileceğimiz Tengriciliğin bu denli hızla yayılmasının en büyük nedeni dinciliktir. Dinciliğin siyasal ümmetçilik olarak Türkiye’de yaşamın her alanında egemenlik kurmaya çalışması karşısında, doğal bir refleks olarak gelişen deizmin ve Tengriciliğin dinciliğe karşı ciddi bir alternatif olması, sosyolojik açıdan bakıldığında tez antitez ilişkisinin kaçınılmaz bir sonucudur. Her tez mutlaka antitezini üretir. İslamcılık da antitezini kendi üretmiştir.

Evet, Türkiye’de İslam’ın değil ama İslamcılığın, dinci baskının, Emevi Müslümanlığının antitezi deizm ve Tengriciliktir. Ama üçüncü bir yol daha var ki o da İslam’ın Arapçı, Emevici özelliklerinden arındırılarak Muhammedî bir çizgide modern yaşamın gereklerine uyumlulaştırılması, tecdid edilerek yani güncellenerek yeniden inşa edilmesidir. Bu satırların yazarı üçüncü yolda ısrarcıdır.

Görelim mevla neyler, neylerse güzel eyler…

Cemil Kılıç

Odatv.com“

https://www.odatv4.com/guncel/tengricilik-de-yukseliste-09041815-136547

*

„DEİZM
Tanrı’nın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde nübüvveti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adı.

Deizm Latince’de “Tanrı” anlamına gelen deus kelimesinden türetilmiş olup Grekçe’de yine “Tanrı” anlamındaki theostan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Ancak XVI. yüzyıldan itibaren hıristiyan dünyasında başlayan felsefî ve teolojik tartışmalarla birlikte teizm terimi Ortodoks inançları savunan kesim için, deizm ise geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya başlanmıştır. Deizm kelimesinin ilk kullanılışlarından birine, Calvinci bir ilâhiyatçı olan Pierre Viret’nin Instruction chrestienne (Cenova 1564) adlı eserinde rastlanmaktadır. Viret bu eserinde, kendilerini ateistlerden ayırmak için deist ismini alan bir grup filozof ve edipten bahsetmiş, kimliklerini vermediği bu kişileri, Allah’a ve O’nun âlemi yarattığına inanmakla birlikte Îsâ Mesîh’i ve Hıristiyanlık doktrinlerini inkâr eden ateistler olarak suçlamıştır. Pierre Bayle tarafından hazırlanan Dictionnaire historique et critique (1697; İng. trc. 1710) adlı eserin “Viret” maddesinde onun deizmi yorumu vurgulanmış ve terim bu şekilde yaygınlaşma imkânı bulmuştur. Kelimenin az bilinen daha önceki bir kullanımına da Burton’un Anatomy of Melancholy (1621) adlı eserinde rastlanmakta, bu eserde ateistlerle aynı kategoride değerlendirilen deistlerden söz edilmektedir.

Öfkeli reddiyelerle önceleri ateizm ile özdeşleştirilen deizmin günümüzde kazandığı anlamı ile tarifi, Dryden’in 1682 tarihli Religio Laici adlı şiirine yazdığı sunuş ile Samuel Johnson’un 1755’te neşrettiği Dictionary’de görülmektedir. Bu metinlerde deizmin, herhangi bir vahyedilmiş dine bağlı olmaksızın Tanrı’nın varlığını kabul etmek, bununla birlikte O’nun ilim ve irade gibi sıfatlarını reddetmek, böyle bir varlığın âlemde tesirleri gözlenen veya tezahür eden hikmet ve inâyetinin bulunmadığına inanmak, âhireti inkâr, hususi bir dine ait -Tanrı’nın varlığı dışındaki- bütün itikad esaslarını reddetmek anlamına geldiği belirtilmiştir.

Deizmin Avrupa’da en çok yaygın olduğu ülke İngiltere idi. İngiliz deizminin babası olarak kabul edilen Cherburyli Lord Herbert (ö. 1648), Tanrı’ya ve âhiret hayatına inanmakla birlikte kutsal metinlerin doğruluğu konusunda ciddi kuşkular beslemiş, din adamlığı kurumunu şiddetle eleştirmiş, ayrıca evrensel gerçekleri kavramaya aklın yeteceğini savunmuştur. Onun takipçisi Charles Blount (ö. 1693), bir deist olduğunu açıkça beyan eden ilk düşünürdür ve intihar ettikten sonra yayımlanan Summary Account of the Deist’s Religion (1693) adlı eseri deist fikirlerin yayılmasında hayli etkili olmuştur. Daha sonra John Toland (ö. 1722) Christianity Not Mysterious (1696) ve Matthew Tindal (ö. 1733), “deistlerin mukaddes kitabı” olarak anılan Christianity as Old as the Creation (1730) adlı eserinde deist fikirleri açmışlar ve yaygınlaştırmışlardır. Bunlarda ve devamı olan eserlerde vurgulanan ve az çok farklılıklar gösteren çeşitli deist tavırlar arasında, mûcizenin inkârına varan bir aklîleştirme çabasıyla Hıristiyanlığı tabii din anlayışına yaklaştırma, kutsal metinlerin doğruluğu konusunda ciddi endişe ve yoğun eleştiriler, din adamlarının ruhanî otoritesinin reddi, aklın deney öncesi yapısı ile Tanrı fikrine ulaşabileceği, varlığını ispat edebileceği ve kurtuluşu sağlayan ahlâk kaidelerini koyabileceği iddiası en tipik olanlarıdır. Ayrıca “hıristiyan deistler” olarak anılan William Wollaston (ö. 1724), Thomas Woolston (ö. 1731), Thomas Chubb (ö. 1746) ve Thomas Morgan (ö. 1743) gibi kişiler, Hıristiyanlığa inanmakla birlikte aklın da aynı gerçeklere ulaşabileceği, bir tabii din kurabileceği ve nihayet Hıristiyanlık ile akıl arasında hiçbir çatışma olmadığı şeklinde daha ılımlı tezler ileri sürmüşlerdir. Bu yönüyle deist akımı, Hıristiyanlığın akla aykırı ve hurafî olduğu düşünülen unsurlardan arındırılması istikametindeki bir dinî eleştiri hareketi olarak nitelendirilebilir. Bu akım içinden, inancın temelinin tarih boyunca tahrifata uğramış kutsal metinler değil akıl olması gerektiği tezi ortaya atılmış, bu metinleri yorumlama yetkisine sahip din adamları hiyerarşisi reddedilerek aklın herkeste ortak olan evrensel bir ölçü olduğu ve bu ölçü ile gerçek Hıristiyanlığın bulunabileceği iddia edilmiştir.

Kutsal metinleri şaşmaz bir kılavuz olarak gören Newton’un ortaya koyduğu yeni fizik ve onun pekiştirdiği tabiat kanunu fikrinin İngiltere’de deizm lehine sonuçlar doğurduğu söylenemez. Tam tersine yeni fizik Hıristiyanlığı koruyan bir siper olarak düşünülmüş ve deist çevrelerce heyecanla karşılanmıştır. Halbuki aynı durumu Kıta Avrupası, özellikle Fransa için söylemek güçtür. Fransız deistleri içindeki en önemli ve tanınmış sima olan Voltaire, Newton fiziği ve tabiat kanunu fikrini esas alan bir tabii din anlayışını savunmuştur. Evrensel çekim kanunundan hareketle Newton fiziğini mübalağalı mekanist terimlerle yorumlayan Voltaire, Tanrı’nın sürekli yaratıcılığı inancı ile âlemdeki tabii süreklilik fikri çeliştiği için deizme ulaşmıştır. Onda en çok göze çarpan deist özellik, Hıristiyanlığa ait kutsal metin ve dinî yapılanmaları istihzacı bir eleştiri üslûbuyla daima alaya almasıdır. Rousseau ise Voltaire’in akılcı deizmini romantik bir anlayışla sürdürmüştür. Filozofa göre insanda doğuştan mevcut olan iyilik ve adalet duygusu sonradan kötülüğe ve eşitsizliğe dönüşebilmekte, ancak insanın tabiatında var olan ışık ona yeniden yol gösterebilmektedir. Bu görüşler Hıristiyanlığın doğuştan günahkâr insan anlayışına ve dolayısıyla Hz. Îsâ’nın kurtarıcılığı inancına aykırıdır; ayrıca kilisenin yol gösterici rolünün ve ruhanî otoritesinin yerine aklî aydınlanmayı koymaktadır. Bu iki büyük Fransız deistinin aksine, aynı felsefî iklimi paylaşan D’Alembert, Diderot, Baron d’Holbach, La Mettrie, Condillac ve Condorcet gibi filozoflar ya açıkça ateist olan yahut da ateizme sevkeden fikirler ileri sürmüşlerdir. Fransa’daki bu felsefî cüretkârlığın temelinde eski rejimin bütün değerlerine kökten saldırı psikolojisi yatmaktadır.

Newton fiziğinin Almanya’da oluşturduğu deist etki ise Kant’ın felsefesinde kendisini göstermiştir. David Hume’un şüpheci görüşlerinden hayli etkilenen Kant, Tanrı’nın varlığının teorik akılla ispatlanamayacağını savunurken aslında deizmin temellerini Hume’dan sonra bir defa daha sarsmıştır; ancak ödev, özgürlük, ölümsüzlük, Tanrı ve ahlâk gibi mânevî konulara pratik akıl kavramıyla yaklaşan Kant, yine yalnızca aklın sınırları içindeki tabii bir din anlayışına ulaşmıştır. Onu hem bir hıristiyan hem de bir deist kılan şey, bir yandan dinî inançların teorik akılla temellendirilemeyeceğini iddia ederek akıl ve inancın sahalarını ayırması, öte yandan yer yer özgür irade ve vicdan kavramıyla özdeşleşen pratik aklı dinî ve ahlâkî tecrübeye temel yapmış olmasıdır.

Günümüzde deizmin geçmişteki saf ve cüretli şekliyle varlığını sürdürdüğü söylenemez. Deizmin, David Hume’un şüpheciliği sayesinde modern zamanlara “din felsefesi” disiplinini kazandırmış olmasına karşılık günümüzde din hakkındaki felsefî tartışmalar daha ziyade teizm-ateizm kutuplaşması şeklinde cereyan etmektedir. Ancak bu tartışmaların belli bir dinî teolojiyi esas almadan akla ve hür düşünceye dayalı, dolayısıyla dinî-hiyerarşik imtiyazlara sahip otoritelerden bağımsız tarzda yürütülüyor olması deizmin mirasıdır.

Tamamen Ortaçağ’ın fikir ve inanç ikliminden Yeniçağ’a girerken Hıristiyanlığın yaşadığı teolojik buhranın ve Batı medeniyetine has tarihî şartların bir ürünü olan deizmin, bir ekol ve akım olarak İslâm Ortaçağı’ndaki muadilinden söz edebilmek zordur. Tanrı’ya, O’nun âlemi yarattığına (aslında yaptığına) inanan, ancak eldeki tarihî verilere göre peygamberliği inkâr edip aklı esas alan felsefî bir yaşama tarzını benimseyen Ebû Bekir er-Râzî’nin bir deist olduğu söylenebilirse de bu görüşlerin felsefî bir ekol haline gelmediği de bilinmektedir.

İslâm düşüncesinin temel yönelişi Allah, âlem ve insan münasebetlerini asla koparmamak veya zayıflatmamak doğrultusunda olmuştur. Esasen İslâm inanç ilkelerine göre yaratıcı faaliyeti, ilmi, hikmeti ve lutfuyla Allah âleme her an müdahale eden yüce bir varlıktır. Bu yüce varlık gerektiğinde âlemdeki kanunîliği mûcizeler yaratmak yönünde yeniden şekillendirebilir. Allah belli zamanlarda seçtiği peygamberler aracılığıyla insanlara mesajlar göndermiştir. İnsan da bunun karşısında takındığı tavra göre değer kazanır. Yine insanlar bu yüce varlığa dua ile isteklerde bulunup lutuf ve yardımını talep edebilir ve Allah’a iletmek istedikleri her mesaj mutlaka yerini bulur. Allah ve insan arasında nübüvvet ve ibadet yollarıyla belirli bir iletişimin olduğuna inanma İslâm’ın temel umdelerindendir. Ayrıca İslâm dininin kutsal metni olan Kur’an’ın lafız ve mâna bakımından mûcize olduğu, ilâhî koruma altında bulunduğu ve tarihen de bilindiği gibi asla tahrif edilmemiş ve edilemeyecek olduğu hususu müslümanların ortak inancıdır. Her ne kadar İbn Teymiyye, Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi bazı İslâm filozoflarının Kur’an’ın lafız ve mânasının Tanrı ile ilişkisine dair görüşlerine, vahiy meleğini “faal akıl” olarak anlamalarına, peygamberler dışındaki bazı seçkin insanların da bu akılla ittisâl kurabilecekleri şeklindeki iddialarına işaret ederek böyle bir anlayışı vahye dayalı din için tehlikeli bulmuş, bu anlayışa göre vahyin dinde belirlenmiş olan yerini, özellikle normatif özelliğini kaybedeceğini, peygamberliğe duyulan ihtiyacı ortadan kaldıracağını söylemiş ve böylece onların görüşlerinden bir tür deizm sonucu çıkarmışsa da (Derʾü teʿârużi’l-ʿaḳl ve’n-naḳl, X, 210-211, 214-217; a.mlf., Mecmûʿu fetâvâ, XII, 21-23) Batı’daki deist filozofların yahudi-hıristiyan kutsal metinleri karşısındaki kuşkuları İslâm düşünürleri bakımından vârit olmamıştır. Vahyin sıhhati konusunda Batı’da beslenen bu kuşku ve inkâr tavrı akla mutlak güven psikolojisini doğururken İslâm düşünürleri ya ilâhî vahiyle sağlıklı aklın tam anlamıyla uyuştuğunu yahut daha fazla olarak vahyin akıl ötesi boyutlara da sahip olduğunu vurgulamışlardır. Yine İslâm’a göre âlemdeki kanunîlik Allah’ın isterse değiştirebileceği “meşîet”inden ibaret olduğu için gerek mikro gerekse makro planda mutlak olarak Allah’ın yaratıcı gücüne bağımlıdır. Dolayısıyla Allah ile âlem arasındaki yaratan-yaratılan ilişkisi, deizmin bir defa olup bitmiş ve artık söz konusu edilmemesi gereken bir yaratan-yaratılan ilişkisi değildir. Allah’ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir aşkınlık anlayışına sahip deist iddianın aksine Allah “yerin ve göklerin nurudur” (en-Nûr 24/35) ve insana “şah damarından daha yakındır” (Kāf 50/16).

BİBLİYOGRAFYA
A. Lalande, Vocabulaire technique et critique de la philosophie, Paris 1926, I, 151.

Süleyman Hayri Bolay, Felsefî Doktrinler Sözlüğü, Ankara 1987, s. 55.

Takıyyüddin İbn Teymiyye, Derʾü teʿârużi’l-ʿaḳl ve’n-naḳl, Riyad 1402/1982, X, 210-211, 214-217.

a.mlf., Mecmûʿu fetâvâ, XII, 2123.

Voltaire, Feylesofça Konuşmalar ve Fıkralar (trc. Fehmi Baldaş), Ankara 1947-48, I, 208.

H. Arvon, L’Athéisme, Paris 1970, s. 39-40.

D. Hume, Din Üstüne (trc. Mete Tunçay), Ankara 1979, s. 45-46.

a.mlf., İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma (trc. Selmin Evrim), İstanbul 1986, s. 174-179, 184.

Mehmet S. Aydın, Kant’ta ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde Tanrı-Ahlâk İlişkisi, Ankara 1981, s. 28-32, 159.

a.mlf., Din Felsefesi, İzmir 1987, s. 141-144.

J. H. Randall – J. Buchler, Felsefeye Giriş (trc. Ahmet Arslan), İzmir 1982, s. 116-117.

Hüsameddin Erdem, Bir Tanrı-Âlem Münasebeti Olarak Panteizm ve Vahdet-i Vücûd, Ankara 1990, s. 2.

Encyclopedia of Philosophy (ed. P. Edwards), New York 1976, II, 326-336.

Allen W. Wood, “Deism”, ER, IV, 262-264.

G. C. Joyce, “Deism”, ERE, IV, 533-543.“

https://islamansiklopedisi.org.tr/deizm

O…
VAR!

Ama bir sürü namussuz…
Soysuzda VAR.

Anlatmışımdır geçmişte, ILK DEFA Türklerden bahis edenler Çinliler…
Ve EVET…
Dün…
Türklerde KADIN erkeğinin HEP YANINDAYDI, arkasında değil…
Eşti…
Eş…
Ama kadında KADINDI o zamanlar. Yine Şamanizm…
Neden Tengriye hiç önem vermedim?
Bunu da anlattım ASLINDA…
Ayrılmıştık boylara…
Düştük yollara…
Geldik teee buralara.

Girdik kılıktan kılığa…
En son halimiz…
90 sene aradan sonra…
MEYDANDA!

Harbiye Askeri Müzesi
Tavsiye ederim, MUTLAKA…
Gördüm…
ATTI TEPEM…
8000 sene ha?
Vayyy anasına, acilen gittim SORUMLU subayın yanına…
Efendim bu ne, bana izahat verebilir misiniz?
VEREMEDI…
Sonradan bende TATMIN edici bir izahat BULAMADIM…
Türklerin tarihi…
“8000 sene” ha???

İddia…
İspat ister…
Ben VERILERDEN yola çıkarım, SOMUT VERILERDEN…
İspatlanabilir…
Bilimsel…
Lafebesi, kulaktan dolma “bilgiler” ile yetinmem!

Bildiğim…
İspatlanabilir bilgi, Çin arşivleri…
2000 sene.

NOKTA

Evet, Allah VAR

Cogito, ergo sum

Dün…
CNN – TürkIYELI…
Güneş enerjisi falan, sıcak su…
— Hani çatılarda —
Tabii ki güneş enerjisi ile de sıcak su “üretebilirsin”
Boya ile de!

İstersem…
KOMPLE enerji dağıtım şirketlerinden…
— Bağımsız —
Bir hayat sürebilirim. AMAAA…
İzin VERMEZLER…
PARA!

Dün bitmemişti…
Kardeş…
Hani dalga geçiyor benim ile…
Bilmiyor mu sanki beni?

Bakalım ne diyecek hanımefendi?
😉

— İddiasına var mısınız bununla 20 -25 metrekare bir odayı — hamam — gibi yapacağımdan? —

Cogito, ergo sum

Güneş panelinin önünde duruyordum

Çekildim

Bu paşa için…
Donmasın pezevengin bir tarafları!

— Liebe Leser für euch später —

BITTE…
Glaubt mir ES FUNKTIONIERT

Ich MUSS es detaillierter erzählen, erklären…
Es gibt einiges zu beachten, die…
Außendingsbums WIEDER…
— Die Atomkraft —
„Frau“
Halt dich aus Dingen raus von denen du NICHTS verstehts.

Versprochen, noch ist Zeit bis zum Winter…
Ihr habt MEIN Wort…
Einmalige Kosten von ca. 70 Euro…
Einmalig…
Denn wann geht schonmal ein Akku kaputt, ich habe Solar Panels…
Jahrzehnte alt…
OK…
„Korrodiert“ aber sie liefern IMMER NOCH Strom.

Das IST für Sohnemann…
Ich könnte ihn … wirklich ich könnte…
So ein Horn Ochse, wenn er doch auf mich hören würde…
ABER…
Wie ALLE sie wissen es immer besser…
„Wo sollen wir Leben?“
Ich würde ja jetzt was sagen ABER meine Erziehung hindert mich daran.

Wie gesagt ES GIBT einiges zu beachten…
Demnächst…
Versprochen.

*

Neredeyse 60 bin…
ANLAMIYOR öküzler, gene başladıLAR…
Ulan takmışım canımı dişime…
Hayvan bunlar, HAYVAN!

DANKE…
Liebe Kollegen ABER…
Sie verstehen es nicht, es HAT wieder angefangen…
WENN ICH WILL…
Sehe ich euch BIS vor die Haustür.

>>> Es GIBT Mittel und Wege <<<

Ich hatte zwar gesagt ein Letztesmal…
Aber…
Ich HABE auf den Datenschutz ein Aid geleistet…
Ich habe darauf einen Schwur geleistet…
Ich schwöre nicht einfach mal so daher…
NEIN…
Das tue ich nicht.

Dün

Cogito, ergo sum

INAN…
Mütevazi bir insanımdır aslında, böbürlenmeyi…
Varım veya yoğumla övünmeyi bilmem…
Gösterişi sevmem.

Neysem oyum…
Sadece bir çeyrek.

Canım sıkıldı evde…
Ismarladığım bazı parçalar gelmedi, ısmarladığım, deneme amaçlı ısmarladığım bazı şeylerden istediğim, daha doğrusu umduğum verimliliği alamadım.
Yok, israf yapmadım. Eninde sonunda başka bir vesile başka bir zamanda O parçalar yine yarayacak işime. Önce dükkâna ardından kardeşe gittim…
Bundan yıllar önce Allah nasip etti kardeş bir müstakil ev almıştı…
Eve doğalgaz döşetmişti…
Dedim…
Şömineye, ne yer ne para var, dedim şömine soba alın. Aldılar…
Gaz fiyatı, en son veri 1000 kat artmış…
Dükkân gaz ile çalışıyor, gaz ile kalsa ELEKTIRIK…
Gör bak, FÜZE…
Odun, kömür…
Offfffffffffffffffffffff yanına yaklaşılmıyor. Neyse bulmuş bir yerden nispeten ucuz odun, kesilmiş ama ufaltılmamış.

Benim IT…
Teee ne zamandan beri söylüyorum oğlum kalorifer kazanının bakımını yaptır, bacacı arkadaşı….
RESMI…
Çağır kuralım bir şömine soba, hem keyif hem “tasarruf”

Patriğin eşeği osuruyor…
Dediğim zamanlarda bir soba 500 civarıydı…
Şimdi 1500!

Odun VAR, sorun yok…
“Ormanım”
Kuraklık!!!

HERKES tedirgin…
Kışa doğru NE bacacı bulabilirsin NE kazanın bakımını yaptıracak kişi…
Gel de anlat.

Neyse oturuyoruz bahçede…
Odunlar nasıl ufaltılacak. Var üç çeşit aletim…
— Bana göre, ihtiyaçlarıma —
Vaktim VAR, emekliyim…
Ama çeyrek ama değil.

Güneş enerjisi ile ısınma…
Dalga geçiyor benimle, fakirin şöminesi…
“Onun gibi mi olacak?”

Pöh…
Sen ne bakıyorsun Hatice’ye, BAK NETICEYE!

O da BILIYOR, bilmez mi beni?
Dedi…
“O zaman patentini alalım, satışını yapalım”
🙁 🙁 🙁
Ne yapsın?
PARA…
Evin borçu bir yandan iki çocuk…
Kolay mı?

Necip Fazıl kısakürek BILE OLSA…
Dincilerin ilham kaynağı
Doğruya doğru, yanlışa yanlış…
Güzele güzel, çirkine çirkin…
Kısacası…
Kediye kedi diyebilmeli insan.

Ohne Kommentar

Cogito, ergo sum

Ich wollte eigentlich nicht…
NEIN…
Dieser Bericht ist NICHT 8 Stunden alt…
Ungefähr…
1,5 bis 2 Tage sind es her, ich habe überlegt…

Dann habe ich mir gesagt Scheiß drauf, sie werden es nicht verstehen.

Nun doch…
Bekanntlich stirbt die Hoffnung zuletzt.

Ihr und euere Ukraine…
So schrecklich es auch sein mag, vor lauter Scheiß…
Seht ihr die bitteren Wahrheiten nicht.

„News 360

UNICEF warnt vor einer «verheerenden» Kinderkrise in Sri Lanka, die ein Vorbote für Südasien sein könnte
Ingrid Schulze – Vor 8 Std.
4 Kommentare

Das Kinderhilfswerk der Vereinten Nationen (UNICEF) warnte am Freitag, dass die „verheerende“ Krise, mit der Kinder in Sri Lanka konfrontiert sind, von denen die Hälfte bereits Nahrungsmittelsoforthilfe benötigt, ein Vorbote dessen sein könnte, was in den kommenden Monaten auf Kinder in Südasien zukommt.“

https://www.msn.com/de-de/nachrichten/welt/unicef-warnt-vor-einer-verheerenden-kinderkrise-in-sri-lanka-die-ein-vorbote-f%C3%BCr-s%C3%BCdasien-sein-k%C3%B6nnte/ar-AA119IPf?ocid=msedgntp&cvid=69241648e84ef686f21f451c97453ed3

JA…
Gestern SEHR früh…
Sehr sehr früh. Habe gerade im Archiv nachgesehen

Es SIND Kinder…
Überall auf der Welt…
NUR Kinder…
Die Hungern. Ich MUSS Bananen Essen…
Ich MUSS weil ich die Inhaltstoffe brauche…
ICH MUSS…
Ich würge es in mich hinein. Meine türkischen Leser Wissen warum.

*

Deswegen reite ich so sehr auf der Parität herum…
Sowohl hüben wie drüben:

Business Insider Deutschland

Euro fällt erstmals seit 20-Jahren unter einen US-Dollar: Darum heizt die Euro-Schwäche die Inflation zusätzlich an
Romanus Otte – Dienstag“

https://www.msn.com/de-de/finanzen/top-stories/euro-f%C3%A4llt-erstmals-seit-20-jahren-unter-einen-us-dollar-darum-heizt-die-euro-schw%C3%A4che-die-inflation-zus%C3%A4tzlich-an/ar-AA10ZOfI?ocid=msedgntp&cvid=d31313a3b8034fb194b65426dae1585a

*

Can Dürdar HAT geschrieben, sowohl auf türkisch als auch auf deutsch…
WENN ihr wüsstet…
Wenn ihr NUR wüsstet(!)

Es IST nur noch zum Kotzen

Dieser Type…
Glaubt ihm KEIN WORT!

20:15…
Pro7 UNBEDINGT. 3 Oscars

>>> Der achtunddreißigste es wird als wärmer und wärmer <<<

Cogito, ergo sum

Solange es den Hans gibt kümmere ich mich um Hänschen nicht…
Vergesst das nicht!

*

Es gibt IMMER einen der besser ist…
Aber…
Ich bin auch nicht von schlechten Eltern.

Ich hoffe sehr…
Sowohl als auch, die Deutschen die Türken…
Ihr habt euch das Video angesehen oder werdet es noch tun…
ES IST mir ein persönliches Anliegen diese zwei Gesellschaften sich näher zu bringen…
Glaubt mir bitte…
Fast von Anbeginn habe ich den Türken versucht die deutsche Kultur näher zu bringen…
Nun umgekehrt…
Wir MÜSSEN mehr übereinander Wissen…
Damit unsere Kinder, die Kindeskinder sich nicht irgendwann die Köpfe gegenseitig Einschlagen.

Die Menschheitsgeschichte ist voller Beispiele.

Der 38.
🙂
KOREA…
Die 38. Parallele trennt Norden vom Süden…
Nord-Korea…
Schickt Soldaten in die Ukraine…
NOCH…
Können wir GEMEINSAM was dagegen tun…
Sie…
WOLLEN ES, bitte glaubt mir sie provozieren bis auf Blut…
Heute WIEDER…
NATO…
Osterweiterung, SIE WOLLEN ES…
NUR…
Gemeinsam können wir diesem Wahnsinn Einhalt gebieten.

Was ist NMESIS?

Cogito, ergo sum

Ja, ja…
KLAR…
Navy-Marine Expeditionary Ship Interdiction System…
Aber was (…)

Grabt tief…
SEHR TIEF!

*

Mein „Rätsel?“
Wenn…
Die Zeit dafür reif IST!

*

DAS…
Sollte euch zu Bedenken geben:


+

https://de.statista.com/statistik/daten/studie/164506/umfrage/deutscher-export-und-import-im-1-halbjahr-2010-nach-gueterabteilungen/

Es kam EBEN in den Welt Nachrichten;
„Die Mehrheit der Deutschen WÜRDEN den AMerikanern vertrauen“

Nun GUT…
Die Zeit WIRD euch eines besseren belehren, seit Tagen…
SüdAfrika…
Ich habe mich gefragt was soll das?

Nun heute die Antwort; Tschechien kauft Waffen aus Südafrika…
Leute…
Was soll das?
Ist mir doch egal solange ihr nicht versucht die Leute zu Ficken!

JA…
Es geht mir … aber das Wetter, es ist etwas kühler…
Es geht mir etwas besser aber eben nicht gut genug, Entschuldigung.

WAS ist das?
🙂

Und die Deutschen WÜRDEN den AMerikanern vertrauen(!)
8…
Nochmal Acht Städte in den USA…
Ja, ja…
Die NSA, von der eigenen Behörde überwacht…
😉

Die Deutschen WÜRDEN den AMerikanern vertrauen…
Wie die „Türken“
Olmayan BEYNINIZI SIKEYIM!

Lest ein bisschen. Hey The InterCept

Navy-Marine Expeditionary Ship Interdiction System (NMESIS)

Raytheon Missiles & Defense and the US Marine Corps successfully tested the new Navy Marine Expeditionary Ship Interdiction System (NMESIS). NMESIS (read as nemesis – retaliation) combines the anti-ship missile Naval Strike Missile (NSM) with a remote-controlled launcher (Remotely Operated Ground Unit for Expeditionar, or ROGUE), manufactured by Oshkosh Defense. As a result of the first test, the NSM missile launched from a mobile land platform successfully hit a surface target at sea.

The system is expected to be used primarily in the Asia-Pacific region to counter the Chinese Navy (PLA Navy). Under the new ILC doctrine, Marines will use NMESIS to support the US Navy, striking enemy ships from shore. It will be recalled that the US Marine Corps is awaiting a 10-year radical reform – the loss of all tanks, most of the artillery and part of the aircraft in favor of mobile anti-ship systems, MLRS and marine unmanned systems.

Commander-in-Chief of the USMC, David Berger, hopes that the money saved by reducing staff, tanks, reducing air squadrons, etc., will be spent on rearmament to realize his vision of the Corps. At the heart of Berger’s plan is the creation of naval expeditionary units, whose mission will be to confront the Navy of the PLA.

Unlike other types of US troops, the USMC does not expect to be able to conduct large-scale confrontation operations and plans to fight almost exclusively in the area of ??weapons destruction of a potential enemy in need of reformatting and rearmament. The new Marine Littoral Regiments (MLR) will be landed on islands in the South China and East China Seas in small mobile groups of 50 to 100 Marines. Armed with anti-ship missiles, aircraft, ground, surface and submarine drones, the Marines will target Chinese warships before they go out to sea, and will provide targets for missile strikes by the Air Force and Navy. In addition, the ILC will now rely on „smart autonomous Marines“ rather than „thoughtless executors“, for which changes have already been made to the training program. Marines must be able to act independently, without total control of staffs and commanders.

The inaugural test proved the system’s ability to fire a Naval Strike Missile, or NSM, from a U.S. Marine Corps ground launcher and score a direct hit against a surface target at sea. NSM is a multi-mission cruise missile designed to destroy heavily defended maritime and land targets; it is the U.S. Navy’s over-the-horizon weapon system for littoral combat ships and future frigates.

“Our Naval Strike Missile is a vital weapon for denying enemies the use of key maritime terrain,” said Kim Ernzen, vice president of Naval Power at Raytheon Missiles & Defense. “This test further demonstrates our partnership for advancing the Marine Corps’ modernization priorities of enabling sea control and denial operations.”

The Marines will use NMESIS to support the U.S. Navy from the shore against enemy ships. NMESIS is comprised of the Raytheon Missiles & Defense-made NSM and a Remotely Operated Ground Unit for Expeditionary (ROGUE) Fires vehicle, produced by Oshkosh Defense. NSM is the latest product from a partnership Raytheon Missiles & Defense has with Norway and its defense leader Kongsberg Defence & Aerospace. The companies have teamed to bring more than half of NSM production to the U.S. The missile is already in service with Norway’s navy and Poland’s coastal defense squadrons.

The United States is committed to a free and open Indo-Pacific, which includes freedom of navigation in the region. China has deployed “anti-ship missiles, surface-to-air missile systems, and electronic jammers” in a series of disputed islands in the South China Sea region that are claimed by Malaysia, Philippines, and Vietnam as well as China. China’s continued militarization of disputed features in the South China Sea only serves to raise tensions and destabilize the region. As an initial response to China’s continued militarization of the South China Sea, the US disinvited the PLA [People’s Liberation Army] from the 2018 Rim of the Pacific [known as RIMPAC] Exercise. This followed a warning from the White House in early May that there would be consequences if China’s militarization in the South China Sea continued.

As the stand-in force in the first island chain, it is critical that Force Reconnaissance Marines are capable of being employed across a myriad of U.S. Navy platforms in order to enhance the lethality of the fleet in the littoral environment. U.S. Marines refined their ability to rapidly deploy to remote regional islands in order to control key maritime terrain as 3rd Marine Division and 3rd Marine Logistics Group conducted operations 23-25 September 2020 centered on the Okinawan island of Ie Shima. During this operation, elements of 12th Marine Artillery Regiment partnered with Marines from 3rd Reconnaissance Battalion and U.S. Air Force Special Operations Squadron to develop the unit’s ability to rapidly insert and employ a range of military capabilities from remote islands within littoral areas of the region.

Simultaneously, Marines from Combat Logistics Regiment 3 and 9th Engineer Support Battalion, at nearby locations in Okinawa, established an expeditionary advanced logistics base and practiced the ability to resupply the forward-positioned element on Ie Shima. Their efforts included surface reinforcement and resupply of Ie Shima and tested the ability to move fuel ashore under expeditionary conditions. The exercise represented a step forward in demonstrating how III Marine Expeditionary Force units can leverage the unique capabilities of joint partners in rapidly dispersing to and operating from key maritime terrain, sustain these distributed positions, and quickly displace or withdraw as necessitated by the tactical situation.

NemesisNemesis was the most implacable of all the gods to haughty men. The idea of the righteous control of human life, which did not conspicuously appear in the cults that have just been examined, essentially belonged to the worship of Nemesis. This figure lost much of its personal force in proportion as it developed in moral significance. In the beginning the name denoted more than a mere moral abstraction; for there is reason to suppose that both Nemesis and Upis were connected titles or surnames of Artemis or Artemis Aphrodite.

It is important to find the right interpretation of this title. It is impossible perhaps to decide about its original meaning and to say whether this was moral or physical ; but it is clear that the Greeks themselves interpreted it as the ‚watcher‘ or overseer of right and wrong, of human life and conduct in general. It occurs as a synonym of Nemesis, the Rhamnusian goddess, who ‚gazes at the deeds of men.‘ This application of the title, as the moral connotation of Nemesis, not only serves to illustrates the connexion surviving in a late period of Nemesis and Artemis.

In Homer, Nemesis is not a personal figure; in Hesiod she is, but probably only as a mere personification. But in the fragment of the Cypria her figure has life and vivid personality. She flies over land and sea, like Dictynna of Crete, to escape her lover, and assumes different shapes of animals ; Zeus overtakes her in Rhamnus and in the form of a swan becomes the father of Helen. The locality and this latter transformation is not indeed mentioned in the lines of the Cypria; but three is fair reason for supposing, as the account given by Cratinus agrees in most details with the story of the Cypria, that it agreed also in the close of the legend, which has not been preserved in the epic fragment.

Those Persians who landed at Marathon met with vengeance from this goddess : for despising the difficulty of capturing Athens, it is said they brought Parian marble to make a trophy of, as if they had already conquered. This marble Phidias made into a statue of Nemesis, and on the goddess‘ head is a crown with some figures of stags, and some small statues of Victory: in one hand she has a branch of an apple tree, in the other a bowl, on which some Ethiopians are carved. Neither this statue of Nemesis nor any other of the old statues of her are delineated with wings, not even the most holy statues at Smyrna: but in later times people, wishing to shew this goddess as especially following upon Love, gave Nemesis wings as well as Love. They say Nemesis was the mother of Helen, but Leda suckled her and brought her up: but her father the Greeks generally think was Zeus and not Tyndareus. Oceanus was Nemesis‘ father. For indeed Oceanus is not a river but a sea, the remotest sea sailed on by men, and on its shore live the Spaniards and Celts, and in it is the island of Britain.

For Shakespeare, Nemesis involved an artistic link between sin and retribution. The artistic connection may be of the most varied description. There is a Nemesis of perfect equality, of Nemesis. Shylock reaping measure for measure as he has sown. When Nemesis overtook the Roman conspirators it was partly its compare suddenness that made it impressive: within fifty lines of their appeal to all time they have fallen into an attitude of deprecation. For Richard, on the contrary, retribution was delayed to the last moment: to have escaped to the eleventh hour is shown to be no security. Jove strikes the Titans down Not when they first begin their mountain piling, But when another rock would crown their work. Nemesis may be emphasised by repetition and multiplication ; in the world in which Richard is plunged there appears to be no event which is not a nemesis.

Retribution may be made bitter to the sinner by his tracing in it his own act and deed : from Lear himself, and from no other source, Goneril and Regan have received the power they use to crush his spirit. Nay, the very prize for which the sinner has sinned turns out in some cases the nemesis fate has provided for him; as when Goneril and Regan use their ill-gotten power for the state intrigues which work their death. In the great crisis of The Tempest the whole universe seems to resolve itself into nemesis upon a single crime. And most keenly pointed of all comes the nemesis that is combined with mockery: Macbeth, if he had not essayed the murder of Banquo as an extra precaution, might have enjoyed his stolen crown in safety; his expedition against Macduff’s castle slays all except the fate-appointed avenger. Richard disposes of his enemies with flawless success until the last, Dorset, escapes to his rival. Such is Nemesis, and such are some of the modes in which the connection between sin and retribution may be made artistically impressive.

Death had marked the Knight for his own, and he commenced that last journey which was to end with his life, -and yet it was not given him either to behold the King of Terrors mounted on a lame horse who rode beside him, or to hear the clank of the knell, which with solemn sound rang from the bell which hung around the horse’s neck. Deceiving himself with the intention of future repentance, the Knight disregarded the Monitor, and passed on. Deplorable error; fatal step never to be recalled; salvation thus wilfully abandoned; immediate condemnation followed, and the power of Satan prevailed. Death holds the hour-glass aloft, — but a few grains of sand remain to pass, – the fearful proximity of the Phantom King indicates that the Knight’s mortal existence has come to a close, the outstretched claw of the Demon, and his hideous exultation prove his knowledge that in another instant the victim will be his.

What an awful lesson has Durer thus left us for our contemplation and advantage, and how incomparably has he depicted it. The depth and significance of his symbolic designs surely cannot be better illustrated, nor his deep-souled genius be more powerfully exhibited than by the peculiar and unique manner in which he has treated this mysterious point of the Christian faith.

The interest connected with the engraving does not end with the explanation of the allegory. At lesat one other point yet remained to be cleared up, viz., whether Durer ever gave the engraving a distinctive name, for which the inconclusive description of“ The Knight, Death, and the Devil” has since been substituted. De Murr, in the 7th volume of his “ Journal,” page 67, started the theory that the “Nemesis,” indicated by Durer in his Diary of 1520-21, was the small engraving described as “ Justice,“ wherein “a man is seated on a lion, holding a sword in his right hand, and a pair of scales in his left.” Von Murr repeated this notion in the catalogue he prepared of the “Praun” collection at Nuremberg, page 78, No. 73. Adam Bartsch, in the 7th volume, page 94, of “Le Peintre Graveur,“ 1818, in a Note to his description of the figure of “ Justice, No. 79,” asks in evident doubt whether Durer really intended to call this engraving “Nemesis”? Subsequently, both Heller and Nagler adopted the theory, and lastly M. Galichon mentions “the probability, that judging from the extreme care with which the figure of Justice’is engraved, it is that which Durer in his · Journal‘ designated under the name of Nemesis,‘ and which he loved to present to those grand personages, whose patronage and good will he desired to secure.”

On the other hand, some very distinguished authorities upon Art have declared the “ Nemesis” mentioned by Durer to be his celebrated engraving known as “The Great Fortune.” Among those authorities may be mentioned M. Hansman, of Hanover, M. J. D. Passavant, and Dr. Waagen. With great submission, however, to these eminent writers, their theory has no solid foundation, there being nothing whatever in the “Great Fortune ” to justify the attribution for one moment, The subject, is, therefore, for all practicable purposes, left just as unsatisfactory as it was by the original guess of Von Murr. As this point will be found to be hereafter very fully entered upon in considering the allegory of the “Great Fortune,” it is unnecessary in this place to go into those details which will be found to conclusively set at rest any possibility of the “Great Fortune ” ever having been called “ The Nemesis“ by Durer. The idea that “The Christian Knight,” the knight who “ with tranquil mind goes straight forward without fear of death,” could possibly come within the definition of Durer’s “Nemesis,“ seems never to have ever occurred to any one.

https://www.globalsecurity.org/military/systems/munitions/nmesis.htm

NEIN…
Es ist nicht das worauf ihr kommen solltet…
Grabt…
SEHR, sehr…
Sehr Tief…
Ich bereite euch NUR vor.

Hmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm!???




„Science Writing Mentorship Program (www.SWMProgramUA.com)
The Science Writing Mentorship Program (SWMP) was initiated at the beginning of 2016. The overall focus of SWMP is to advance One Health initiatives and disease risk mitigation in Ukraine through effective dissemination of scientific findings at BTRP-supported laboratories. The program seeks to improve the science writing skills of participants to afford them the opportunity for publishing and obtaining grants for projects.

In addition, there is an annual Ukraine Regional One Health Research Symposium that features participants of SWMP and many others. In 2019, the Symposium had a total of 553 participants and 446 presentations.“


2016(!)
???

*

Die giz…
Deutsche Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit (GIZ) GmbH

Deutschland in den Augen der Welt

Harmlos…
Sogar…
Fast „bestbewertet“
Die Realität SIEHT ganz anders aus…
Ich WÜRDE…
Ich KANN SCHON ich darf es NICHT!

Nein nicht weil ich Angst habe, ja…
Doch schon ABER nicht um mich!!!

Trumpismus, Trump ohne Verstand

Cogito, ergo sum

Trumpismus, Trump ohne Verstand(!)
Wäre ja im gewissen Rahmen noch vertretbar…
Schließlich hatte er ja eine Horde von Beratern, auch ohne Sachverstand!?

Es IST vergleichbar dem Zustand in Tayyipistan…
Schlimmer als al die Berater…
Diese Typen die die Länder Regieren…
SIND…
Ihre Wähler.

Aber was ist das?
Ja…
In Deutschland, was passiert da…
Sind sie den noch bei Verstand?

Der Habeck zum Beispiel…
Ihr glaubt ihm doch nicht etwa…
Das…
Mit der Gasumlage und seine im nachhinein gesagten Worte?
Ja…
In Deutschland, aber was ist das…
Was passiert da…
Sind sie den noch bei Verstand?

Mein Gott…
Bitte…
Sowohl in Tayyipistan als auch in Deutschland…
Sei gnädig…
Gib uns allen das…
Das was…
Dringend fehlt, gib uns Bitte das…
Einfach nur Verstand.

„von VORNE geführt werden“

Cogito, ergo sum

🙂
😉

DAS Militär…
Die Soldaten, ganz gewöhnliche Soldaten…
Ihre Offiziere…
Und DER Stab.

Die Stabsoffiziere…
Und ihre riesigen Tische ihre Karten…
DAS Heer…
Die Luftwaffe, das Heer und die Marine…
„Neuerdings“
Das Cyberheer und ja der Weltraum(!)

Kriege…
So wichtig auch die anderen Waffengattungen SIND…
Der Krieg WIRD IMMER NOCH auf dem Boden der…
Tatsachen gewonnen.

Auf dem…
BODEN!

Atatürk war ein Soldat…
Und er führte seine Kameraden von vorne…
Er war fast immer an der Front…
Soldaten…
WOLLEN von vorne geführt werden. Das Schaft Vertrauen…
DAS…
Stärkt die Moral.

Die meisten Stabsoffiziere SIND weit weg von der Front…
Meist sehr weit entfernt…
So…
Gewinnt man keinen Krieg, fern dem geschähen…
Mit Planspielen.

Was macht ein Frontkämpfer…
Umzingelt von seinen Feinden wäret einer „Feuerpause“
Zum Beispiel in der Nacht, es IST bitterkalt?

Was macht er???

Na ich will euch ein bisschen weiterhelfen…
Die Antwort folgt später…
Egal ob ein gewöhnlicher Soldat ein Frontkämpfer…
Einer mit einer Spezialausbildung…
Ein Informatiker…
Schließlich bist du auf der „Jagt“
Er MUSS sich tarnen so tun als ob…
Also…
Was macht ein Soldat in einer bitterkalten Nacht während einer „Feuerpause?“

*

Die Leute können das Wort Demokratie schon gar nicht mehr hören
Stand: 23.08.2022″

https://www.welt.de/politik/deutschland/article240632557/Lisa-Paus-Gruene-Die-Leute-koennen-das-Wort-Demokratie-schon-gar-nicht-mehr-hoeren.html

Nochmal…
Ein letztes mal…
WENN…
Politiker auf etwas zu sehr herumreiten…
Ist es angebracht DAS ALLE…
Alarmsirenen…
Aufheulen!