Ve Alman ve Avrupalı oyunu verdi

İngiliz gibi…
Adamlar bizler değil ki!

Nahles
Gibi bir çam yarmasını, ağzından çıkanı bilmeyeni başına geçirirsen…
Olacağı buydu, yeşillerin bile arkasında kaldı…
Öyle görünüyor ki…
Sağcılar sanıldığı kadar güçlü bu seçimden çıkmayacaklar.

Merkel…
Kendinden geçti, dedim hep ezen ezilecek…
Muhafazakâr Hristiyanlarda zayıfladılar…
İnan…
İnan buna geleceksin sözüme, O pezevenkte ezdi geçti, arkadan vurdu…
İlk kahpeliğiydi, bildiğimiz hamsine…
Ezen, arkadan bıçaklayan…
Ezilir, bıçaklanır!

Bildiğin, tahmin edeceğin gibi! Z Kuşağını bitireceğim, istediğimden çok uzadı. 29.5’e kadar bitirmeliyim yoksa kalır yarıda. Gece, birkaç saat sonra yazarım, merakta kalma. Sandığın gibi değil

Ya hangi birine üzüleyim, hangi birine. Jack bile, o hayvan bile çekiyor. Yalnız, çocuklar okuldan gelene kadar, onlarda bıkmış dersler, ev falan işleri başından aşmış vaziyete. BEN, ben kaynıyorum arada. Herkes mi böyle, bize özel mi bilmiyorum!

Kardeş, kadın başına…
Hanım keza…
Ben çalışamıyorum…
Anlayacağın…
Hayat değil bizimkisi!

Buna rağmen, INAN…
Yatıp kalkıp şükür ediyorum, şükürrr…
En azından kimse dayanmıyor…
DAYANAMIYOR kapımıza!

Haberleri izliyorum…
Pazar…
Bayramlıklar!

Pazardan da giyindiğim oldu…
Mağazadan da…
Boss’u, Armani’si vesaire…
Hayat bu…
İnişli çıkışlı…
Önemli olan sağlık, önemli ona sevdiklerin…
Gerisi…
Boş. Boş hevesler!

Birde ne var biliyor musun?
Vefa…
Güven çok önemli hayatımda. Eşref Kolçak vefat etmiş…
Allah rahmet eylesin.

Tosun…
Tosun önemli, sağlığı, eğitimi…
😊
Muhtemel kuracağı yuva, TORUN(LAR)
DayDay, Dada…
Onlar önemli, gelecekleri…
Valide anlatı bazı şeyler, yazarım bir ara. ÖNEMLI…
Geberecekler…
Birde buralarda, Sibirya’da yaşasalar ne edeler acaba?

Çok bezdim biliyor musun, bezdim…
Bir insan, sen değil başka bir insani uyandırabildiğimi, eğitimi bilsem…
Görsem…
Her şeye değer ama…
Eskiden yüz yüze eğitirdim, yüz yüze…
Böyle sanal sanal…
Aması var iste!

Allah belamı versin doğru

Belki bilirsin XY ungelöst programını…
Dün yayınlandı…
Bir açıkgöz…
Turkish men, helikopter kiralıyor…
Ve…
😊
Almanları, devlet projeleri olan barajları gezindiriyor. Ben yapıyorum diye…
Üreteceğim enerjiden para kazanacaksınız diye, dünya kadar Alman kanıyor…
Salak…
Her yerde SALAK!

UNUTMA bugün psikoloji hakkında yazdıklarımı, unutma!

226 milyon liralık uygulanmayan fikir!
23 Mayıs 2019

Sülün Osman…
Dolandırıcılar kralıydı.

Galata Kulesi’ni sattı.
Galata Köprüsü’nü sattı.
Tramvayı sattı.
Vapurları sattı.
Beyazıt Kulesi’ni sattı.
Dolmabahçe Sarayı’nın önüne tezgah açar, Saat Kulesi’ne bakarak kol saatini ayarlayan ekip arkadaşlarından saati ayarlama ücreti alır, bunu gerçek zannedip özenen uyanıklara da saat kulesini satardı.
Taksim Meydanı’na paspas atar, paspasın başına tabureye oturur, yancı arkadaşlarından meydana giriş ücreti alır, günlük tahsilatı soran kurnazlara Taksim Meydanı’nın kullanım hakkını devrederdi.

Aziz Nesin, 1957 yılında “Kazan Töreni” isimli kitabını piyasaya çıkardı, bu kitapta “Sülün Osman Pırr” diye bir öykü vardı.
“Manevi şahsiyetim rencide oldu” diyerek Aziz Nesin hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu!

1961 yılında Galata Köprüsü’nü beşinci defa filan satarken enselendi, Sultanahmet Cezaevi’ne konuldu.
Koğuş arkadaşı olan Türkiye’nin ilk gangsteri, banka soyguncusu Necdet Elmas’la birlikte seminer düzenlediler, öbür mahkumlara “alınteri ile yaşamak” konulu konferans verdi iyi mi…
Sinekkaydı tıraş ve meşhur duglas bıyığıyla kürsüye çıktı, “arkadaşlar çok para kazandım ama sonu yok, görüyorsunuz buradayım, sizi temin ederim, polis korkusuyla yaşamaktansa, çıplak yaşamak çok daha iyidir, burada olmaktansa, dışarda kuru ekmekle yaşamak çok daha iyidir, ben tövbe ettim, devletimizden af bekliyoruz, afla çıkarsam kendime yeni bir hayat kuracağım” dedi.
Alkışladılar.
Af çıktı.
Çıkar çıkmaz gene Galata Köprüsü’nü sattı.

Yeşilçam’a ilham verdi.
1965 yılında Türker İnanoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği “Yankesicinin Aşkı” filminde, gerçekçi rol yapabilmesi için Sadri Alışık’a dolandırıcılık taktikleri öğretti, ders ücreti olarak 500 lira aldı. Sadri Alışık’ın filmdeki ismi Gülüm Osman’dı.

Dolandırıcılar kralıydı ama…
Aslında, dolandırıcı zihniyetindeki insanları dolandırıyordu.

Hampadan köşe dönmeyi vaadediyordu.
Çalışmadan, üretmeden zengin olma hayali kuranları tokatlıyordu.

Bir mahkeme ifadesinde aynen şunları söylemişti: “Benim dolandırdığım insanlar, aslında dolandırıcıydı. Bana yaklaşma sebepleri beni dolandırmaktı. Mesela, dükkanlar kapandıktan sonra kuyumcunun önüne gidiyorum, elimde sahte 10 tane bilezik var, etraftakilere karımın hasta olduğunu, acilen bilezikleri bozdurmam gerektiğini anlatıyorum, bilezikler bin lira, 300 liraya ihtiyacım var diyorum, para umurumda değil yeter ki karım ameliyat masasında kalmasın diyorum, beni dinleyenler sabahleyin kuyumcuya gelip bin liraya satacağını, aradaki 700 lirayı cebine indireceğini düşünüyor, 300 lirayı veriyor, ben ortadan kayboluyorum… Ben hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış bir tek kişiyi bile dolandırmadım.”

Namussuz namusluydu.

Devletin parasına el uzatmazdı.
Yetim hakkına el uzatmazdı.

1983 seçimleri öncesinde Turgut Özal’la Necdet Calp arasında “köprüyü satarım sattırmam” tartışması yaşanıyordu.
Tam o dönemde, Türk Haberler Ajansı muhteşem bir gazetecilik yaptı, Sülün Osman’a “sen bu konuda ne diyorsun?” diye sordu.
Uzmanına sordular yani…
Neredeyse bütün gazetelere manşet olan tarihi röportajda, Sülün Osman, Boğaz köprüsünün önünde poz veriyor ve anlatıyordu:
“Köprü satmak benim işimdir, bu satışlar domates satmaya benzemez, köprü dediğin saf adama satılır, aptal adama satılır, millete satılmaz, milleti aptal yerine koyamayız, sokakta aptal bir kişiyi bulup aldatabilirsin ama, milleti aptal yerine koyamazsın!”

Evet…
Memleketin gelmiş geçmiş en ünlü dolandırıcısı böyle diyordu:
“Aptal birini aldatabilirsin ama, milleti aptal yerine koyamazsın.”

E şimdi bakıyoruz…
İstanbul büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu açıkladı:
“Son altı yılda, sadece bir müdürlükte, fikir projesi olarak hazırlanan ama uygulanmayan projelere 226 milyon lira harcanmış.”

Uygulanmayan ama 226 milyon lira ödenen fikir!

İnsan Sülün Osman’dan utanır birader…
“Aptal birini aldatabilirsin ama, milleti aptal yerine koyamazsın.”

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/226-milyon-liralik-uygulanmayan-fikir-4898085/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

### !!! ###

Gerekçeli karar
24 Mayıs 2019

2004 yılında, asrın liderimize, ABD’deki Katolik St. John’s Üniversitesi tarafından “hukuk” alanında fahri doktora takdim edildi.
Bilahare, asrın liderimize “hukuk” alanında fahri doktora takdim eden St. John’s Üniversitesi hukuk fakültesi dekanı intihar etti.
Rektör papazdı, o da istifa etti.
Çünkü…
Hukuk fakültesi dekanı ve rektör hakkında yolsuzluk davası açılmıştı.
Mahkemeye kanıt olarak sunulan belgeler arasında Türkiye de vardı.
Sayın hükümetimizin üniversiteye 300 bin dolar bağışta bulunduğu, bu 300 bin dolar karşılığında asrın liderimize “hukuk” alanında fahri doktora
verildiği öne sürüldü.
İntihar eden dekanın, Türkiye’de banka hesabı bile açtığı ortaya çıktı.

Asrın liderimize, Japonya’daki Waseda Üniversitesi tarafından “hukuk” alanında fahri doktora takdim edildi.
Üniversite ayağa kalktı.
Waseda Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği, asrın liderimize “hukuk” alanında fahri doktora verilmesini protesto etmek için imza topladı, dernek üyelerinin neredeyse tamamı imza attı.
İngilizce ve Türkçe kınama bildirisi yayınlandı.
“Erdoğan rejiminin Türkiye’de her gün artarak yaşattığı vahim hukuk ihlallerini teşvik edecek bu davranışı şiddetle protesto ediyoruz, daha önce Kenan Evren tarafından da kullanılmış olan bu hazin yönteme üniversitenin alet olmasını akademik ahlaka aykırı buluyoruz, bütün kalbimizle kınıyoruz” denildi.

Asrın liderimize, Suriye’deki Halep Üniversitesi tarafından “hukuk” alanında fahri doktora takdim edildi.
Asrın liderimiz sırf bu hukuk doktorasını almak için özel uçakla günübirliğine Halep’e gitti, Türkiye seninle gurur duyuyor sloganlarıyla uğurlandı, Suriye seninle gurur duyuyor sloganlarıyla karşılandı.
Fahri doktora takdim töreninde, asrın liderimizin hayatından kesitler içeren barkovizyon gösterisi seyrettirildi, asrın liderimizin Gazzeli çocuğun yanağını okşarken, Davos’ta Şimon Peres’i fırçalarken çekilmiş fotoğrafları vardı, duygulu anlar yaşandı, ağlayanlar oldu.
Asrın liderimiz buğulu ses tonuyla romantik bir konuşma yaptı, “Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi için kanun çıkardık diye, bizi İsrail’e peşkeş çekmekle suçladılar, bizim muhalefetimiz bizi tanımıyor, neyse ki Suriyeli kardeşlerimiz bizi iyi tanıyor” dedi, ayakta alkışlandı.
“Yıllar önce iki ülke birbirinden ayrı düşmüştü, biz göreve gelince bu yapay meseleleri bir kenara koyduk, Beşar Esad kardeşimle dünyaya örnek olacak bir kardeşlik sağladık” dedi, gene ayakta alkışlandı.
Asrın liderimiz “hukuk” alanında fahri doktora cübbesini giyip poz verirken, Halep Üniversitesi rektörü konuştu, “üniversitemizin 50 senelik tarihinde hiç kimseye fahri doktora vermedik, Tayyip Erdoğan ilk oldu, çünkü bizim kriterlerimize uyan dünyada başka kimse yok” dedi, gene ağlayanlar oldu.
Bilahare, çarşı karıştı…
Aynı Halep Üniversitesi, asrın liderimize takdim ettiği “hukuk” alanındaki fahri doktorayı zart diye geri aldı.
Zehir zemberek kınama bildirisi yayınladılar, asrın liderimizi Suriye halkına komplo kurmakla suçladılar, Suriye’nin doğal kaynaklarıyla kültürel mirasını soymakla suçladılar, Suriye’ye karşı insani olmayan davranışlarda bulunmakla suçladılar.

Asrın liderimize, Sudan’daki Hartum Üniversitesi tarafından “hukuk” alanında fahri doktora takdim edildi.
Fazla detaya girmeyeyim, asrın liderimiz Sudan cumhurbaşkanı El Beşir’e teşekkür etti, El Beşir ve hukuk, bu detay sanırım yeterli.
Bazı kaynaklara göre, El Beşir’in şu anda tutuklu olduğu belirtiliyor, bazı kaynaklara göre, özel uçakla ülkesinden kaçtı.

Asrın liderimize, Uganda’daki Makarere Üniversitesi tarafından “hukuk” alanında fahri doktora takdim edildi.
Asrın liderimizi sarayında ağırlayarak, “hukuk” alanında fahri doktora takdim edilmesini sağlayan Uganda devlet başkanı Museveni, dünyanın en kötü 10 diktatörü listesinde 6’ncı sırada yeralıyor, tee 1986 yılından beri Uganda’yı yönetiyor, Uganda anayasasında devlet başkanı olmak için 75 yaş sınırı var, Museveni 76 yaşında, ama, son beş senedir 71 yaşında olduğunu söylüyor, itiraz eden tutuklanıyor.

Asrın liderimize, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi tarafından “hukuk” alanında fahri doktora takdim edildi.
Hukuk fakültesi dekanı hukuk doktorasını takdim ederken asrın liderimizin elini öpmek istedi, eğilerek hamle yaptı, asrın liderimiz izin vermedi.

Ve bu ülkede hâlâ… Yüksek Seçim Kurulu’nun gerekçeli kararını beğenmeyen, hukuka aykırı bulan, ağız burun kıvıranlar filan var.

Siz hukuku asrın liderimizden daha iyi mi bilecekseniz kardeşim?

Daha neyin gerekçesini arıyorsunuz?

Suriye, Sudan, Uganda gibi saygın ülkelerden utanmıyorsanız, bari Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin dekanını örnek alın…
Eli öpülecek hukuk var bu ülkede!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/gerekceli-karar-4910580/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

### !!! ###

Nevin
25 Mayıs 2019

Nevin Kılıç… Uşak’ta yaşıyordu, iki çocuk annesiydi, kendisiyle zorla evlenmek isteyen herife hayır dediği için, o herif tarafından sokak ortasında 15 yerinden bıçaklanarak öldürüldü, reddedildiği için rencide olduğunu belirten herif “ders olsun” dedi.

Nevin Ertürk… Eskişehir’de yaşıyordu, kocasından devamlı dayak yiyordu, komşuları aracılığıyla defalarca polise bildirilmişti, defalarca doktor raporu almıştı ama, savcılık bir türlü harekete geçmemişti, yine böyle bir dayak seansı sonrası, kaçarak sığındığı komşusunun evinde, kocası tarafından bıçakla delik deşik edilerek öldürüldü, “niye öldürdün?” diye sordular, “boşanmak istiyordu” dedi.

Nevin Öztürk… Gaziantep’te yaşıyordu, 22 yaşındaydı, erkeklerle görüştüğü gerekçesiyle aile meclisinde infaz kararı verildi, talihsiz kız başına gelecekleri tahmin ettiği için dedesinin av tüfeğiyle uyuyordu, o tüfekle, amcasının oğlu tarafından göğsünden vurularak öldürüldü.

Nevin Gültekin… Kastamonu’da yaşıyordu, iki çocuk annesiydi, 15 gündür kayıptı, komşuları tarafından apartmanın çatısında asılmış halde bulundu, neden, nasıl, ne zaman, hiç kimse üzerinde bile durmadı, cinayet olabilir mi, boşversene, intihar denildi, geçildi.

Nevin Sevinç… Bursa’da yaşıyordu, kendi oğlu tarafından yastıkla boğularak öldürüldü, “niye öldürdün?” diye sordular, ilk ifadesinde “rüyamda annemi öldürmem için işaret aldım” dedi, sonra “beni insanların yanında küçük düşürüyordu” dedi, en son “uyuşturucu bağımlısıyım, tedavi olmak için para istedim, vermedi” dedi, bu arkadaş hakkında “anne-oğul arasındaki ilişki kopuk olduğu için haksız tahrik indirimi” talep edildi.

Nevin’ler şakır şakır öldürülüyor.
Sorun yok.

İlk defa Nevin öldürdü.
Sorun oldu.

Nevin Yıldırım…
Isparta Yalvaç’ın Koruyaka köyü’nde kendisine tabanca zoruyla tecavüz eden, hamile bırakan, “çocuklarını öldürürüm” tehdidiyle tacize devam eden eniştesini öldürdü, kafasını keserek köy meydanına fırlattı, “arkamdan konuşmayın artık, işte namusumla oynayanın kellesi” diye bağırdı, şak diye müebbet hapis verdiler.
Bir umut Yargıtay’dı…
Önceki gün Yargıtay da müebbeti onadı.

Musallat olduğu hamile kadını boğarak öldürüp, mahkemede kravat taktığı için “iyi hal” indirimi alan var.
Aşkına karşılık vermeyen genç kızı benzinle yakıp, ormana gömüp, mahkemeye takım elbiseyle geldiği için “iyi hal” indirimi alan var.
İlişki teklifini reddeden talihsizi sopayla döve döve öldürüp “zaten travestiydi” indirimi alan var.
Eşini delik deşik edip “tayt giyiyordu” indirimi alan var.
Doğrayıp, buzdolabına koyup “piercing takıyordu” indirimi alan var.
“Tanımadığı insanlara sokakta saati sorarak cilve yaptı” indirimi alan var.
Benzinle cayır cayır yakıp “çok sık banyo yapıyordu, şüphelendim” indirimi alan var.
Gırtlağını kesip “benden izinsiz çarşıya alışverişe gitti” indirimi alan var.

Anlattıklarının hepsi yalan bile olsa, ne yapsaydı yani Nevin?
İyi halden faydalanmak için kravat mı taksaydı?

Nevin kelimesinin sözlükteki karşılığı…
Yeni, yepyeni, yeni olan.

Ama…
Kadın konusunda, adalet konusunda yeni hiçbir şey yok bu ülkede.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/nevin-4923628/

Gazete mi dedin 😊 okudun mu son günlerde yazılanları?

Canıma minnet, saadete gelecektim zaten…
Sıkıldım…
Anlat anlat, anlamayana anlat!

29.05
Hastane, ucu açık…
Yazamayabilirim!


Suriye rezaletinin hesabını kim verecek?
25 Mayıs 2019

Sevgili okurlarım, Suriye olayı Cumhuriyet döneminde kendi başımıza açtığımız en büyük baş belası olarak duruyor. Biz balık hafızalı bir toplumuz, her şeyi unutuyoruz. Bu yüzden bir kez daha anımsatmak istedim. Bunu yaparken geçmişteki yazılarımı da kullanıyorum. Bu belayı başımıza açtıklarından bu yana aradan kocaman sekiz yıl geçti.
2011 yılında Suriye’de kaynamalar olmuş, iç savaş başlamıştı.
Bizi yöneten uyanıklar (!) hemen durumdan vazife çıkarmaya niyetlendi… Hazır Esad zayıf düşmüşken onun işini bitirmeye (!) soyundular.
Ne de olsa o Arap Alevisi, bizimkiler Sünni idi. Suriye’de bir Sünni egemenliği kurmak gerekirdi!
Artık bütün günlerimiz Suriye ve Esad’la geçiyordu.
Bizi yönetenlerin en önemli atraksiyonu Suriye devlet başkanına posta koymaktı.
★★★
Suriye nasıl olsa bizim eski vilayetimizdi. Yüzlerce yıl Osmanlı egemenliği altında yaşamıştı.
Dolayısıyla bizim Suriye’de haklarımız (!) vardı. O hakları Esad’ı devirerek yeniden elde edecek, hem de Suriye’ye Sünni bir rejim getireceklerdi!
Hiç sıkılmadan Türkiye’deki seçmeni gıdıklıyorlardı:
“Esad gidici. İnşallah en kısa zamanda Cuma namazımızı Şam’da Emeviye camisinde kılacağız!”
(Nah kıldılar.)
★★★
Zaman su gibi akıp geçiyordu ama gelin görün ki, dünyada başka “Uyanık ülkeler” de vardı.
ABD, Rusya, Çin, İran, İsrail, Fransa gibi nice ülkeler Suriye’yi bizi yönetmekte olan aymazlara bırakacak kadar
saf ve enayi değildi. Her birinin ayrı ayrı çıkar hesapları
vardı…
Ve Suriye’deki kargaşa her geçen gün arttı. Ortaya bir sürü ülkeler ve bir sürü gruplar çıkmıştı.
Dinci IŞİD, hırsızlar, avantacılar, Özgür Suriye Ordusu gibi profesyonel katil sürüleri, ne ararsanız tiyatroda yer kapmışlardı.
★★★
İç savaşta yüz binlerce Suriyeli masum insan can verdi.
Şam dahil bütün kentler ve kırsal kesim harabeye döndü.
Milyonlarca insan evini barkını bırakıp başka ülkelere göçmek zorunda kaldı. Bunlardan 4 milyonu Türkiye’ye kaçtı ve ülkemizin dört bir yanına dağıldı.
Sosyal ve ekonomik dengelerimiz altüst oldu.
Milli Eğitim Bakanlığı birkaç gün önce resmen açıkladı:
“Türkiye’deki okullarda 650 bin Suriyeli öğrenci ücretsiz okumaktadır.”
★★★
Suriyeli sığınmacılar için bugüne kadar en az 100 milyar dolar para harcadık. Buna askeri harcamaları katın, rakam daha da büyüyor.
Askerimiz zaman zaman Suriye’ye girdi, nice şehitler verdik.
Bizi yönetmekte olan aymazlar ise her gün ağlaşıyordu!
“Batı dünyası ve özellikle AB bize söz verdiği halde harcamalarımızı karşılamıyor. Bütün yük bize bindi, mahvolduk! Para isterük!”
Binecek tabii!..
Sen böyle aptalca maceralara girişirsen üzerine daha neler binecek.
Zannettiler ki ABD, Rusya, İran, İsrail gibi ülkeler bizimkilerin yaptığı bu atraksiyonlara seyirci kalacak, “Buyur Türkiye, Suriye’yi istediğin gibi böl, parçala ve yönet… Eti senin kemiği bizim” deyip ikramda bulunacak!
★★★
Sevgili okurlarım, hiç kimse üzerinde durmuyor ama bugün döviz zıpladıysa, ekonomi felç olduysa, enflasyon patladıysa, bütün dünyada saygınlığımızı yitirdiysek, bunların en başta gelen temel nedenlerinden biri Suriye ve Suriyeliler için yaptığımız, milyarca dolara dayanan ve bizim gücümüzü çoktan aşmış olan
harcamalardır.
★★★
Peki ama başımıza gelen bu felaketin baş sorumluları kimdir? Yanıtını hemen vereyim:
Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin hem Dışişleri Bakanı, hem de daha sonra Başbakanı Ahmet Davutoğlu.
Onlara sormak gerekiyor:
“Aradan sekiz kocaman yıl geçti. Nutuklar attınız, sağa sola posta koydunuz, bir sürü ülkeyle gereksiz yere düşmanlık yarattınız.
Devletin ve milletin milyarlarca dolarını bu yolda harcadınız.
İyi hoş da, biz bu Suriye işinden bugüne kadar ne kazandık?
Ufacık bile olsa herhangi bir siyasal, ekonomik, parasal, ya da onursal kazancımız oldu mu?
Dikkat ediniz, bu soruların hiçbirine yanıt veremiyorlar.”
★★★
Uğradığımız maddi ve manevi kayıpları sormaya bile gerek görmüyorum zira buna yanıt verecek hiç kimse yok.
İşte Esad orada…
Türkiye’ye terör ihraç etmemişti.
Çok yıprandı, yüz binlerce insanını yitirdi, kentleri harabeye dönüştü ama Esad yerinde durduğu gibi, her geçen gün giderek daha da güçleniyor.
Devrilmesinin söz konusu olmadığı artık bütün dünya tarafından biliniyor.
Acaba bizimkiler de bunun farkında mı?
Evet, farkındalar…
Ama yarattıkları şu ortamda ağızlarını açıp konuşmaları mümkün olmuyor.
★★★
Türkiye’de eğer gerçek bir demokrasi olsaydı, başımıza bu çok yönlü Suriye belasını açan ve açtıran bütün yöneticilerden hesap sorulurdu.
Esad’ı devirip Şam’da namaz kılma iddiasıyla yol çıktılar, nasihat aldılar.
Dikkat ediniz, ağızlarına artık “Esad” sözcüğünü hiç almıyorlar.
Türk devletini ve Türk milletini sekiz yıl boyunca maddi ve manevi açıdan çok büyük zarara uğrattılar…
Uğradıkları yenilgiler sonrasında artık sütre gerisine çekilmek zorunda kaldılar.
Karşımıza Afrin, Münbiç, İdlip gibi haritada bile yerini bilmediğimiz bir takım yerler çıktı, onlarla uğraşıyoruz, şehitler veriyoruz.
Kendi insanımız için ayrılması gereken paraları Suriyeliler için harcamayı sürdürüyoruz… Ve sonuçlarına katlanıyoruz!
Kim soracak, kim verecek bu hesapları, kim?..

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/suriye-rezaletinin-hesabini-kim-verecek-2-4923208/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Binali Bey kara mizah karakteri oldu
24 Mayıs 2019

Sevgili okurlarım, günlerden beri merakla beklenen YSK (Yandaş Seçim Kurulu) kararı açıklandı.
Hemen görüldü ki minareye kılıf hazırlanması mümkün olmamış.
Zira minare o kadar büyük ki onu içine alacak bir kılıf bulunması zaten imkânsız…
Gerekçeli kararı dün bilgisayar ekranında, yeni bir şeyler bulma umuduyla okudum. Bu iş en az iki saatimi aldı ve boşa giden zamanıma üzüldüm.
Hiçbir şey yoktu.
Gerekçenin ciddiye alınacak sadece birkaç sayfası vardı…
O da karara muhalif kalan dört YSK üyesinin karşı görüşleri idi.
★★★
Kara mizah şaheserimiz Binali Bey bu seçime girdiğine bin pişman.
Oyların çalındığını açık seçik, hiç sıkılmadan ilan etmişti…
Gerekçeyi oku Allah oku, bak Allah bak, anlamaya çalışıyorum!
Oylar nasıl çalınmış?
Kimler çalmış?
Nerede çalınmış?
Eğer ortada bir çalma eylemi varsa bunun sorumlusu seçmenler mi?
Kararda bu konularda bir tek satır bile yok.
Niye, çünkü oylar çalınmadı da ondan.
★★★
Binali Bey aynı gece televizyona çıktı ve kendini savunmaya kalkıştı:
“Gerekçeli kararda oylar çalındı diye yazacak halleri yok. Biz bunu halkın diliyle söyledik. Yani siyaseten söyledim.”
Yani bu arkadaşın düştüğü hallere bakar mısınız!
Yaa kardeşim sen bu iddiayı defalarca öne sürdün, ısrarla söyledin.
Şimdi diyorsun ki “Halkın diliyle siyaseten söyledim…”
Yapma be kardeşim, ayıptır yaa…
Sana oy veren veya vermeyen milyonlarca İstanbul seçmenini böyle aşağılamaya senin hakkın var mı?
★★★
31 Mart seçiminde Türkiye’nin her sandığında olduğu gibi İstanbul seçmenine de dört adet oy pusuları verildi. Sandığa bunlar atılacaktı ve atıldı.
Şimdi adına YSK denilen kuruluş ve onun anlı şanlı yedi adet üyesi sadece Büyükşehir’in sonuçlarını iptal etti, diğer üçünü aynen kabul etmeyi içine sindirdi…
Bunun nedeni nedir?
Niçin sadece Büyükşehir iptal edilmiştir?
Temel konu budur…
Aynı sandıkta dört ayrı çeşit oy sayılıyor, dört ayrı sonuç çıkıyor ama sadece Büyükşehir iptal ediliyor!
Gerekçeli kararı okuyorsunuz, bu konuda bir tek tutarlı, bir tek hukukî bir gerekçe yok.
İptal kararı veren yedi YSK üyesine soruyorum:
Nasıl bir hukuk (!) kararıdır bu?
Sorunun yanıtı gayet basittir!
Büyükşehir’i İmamoğlu kazandı da o yüzden!
★★★
Efendim bazı sandık kurullarında kamu görevlileri yokmuş…
Bazılarında zihinsel engelli vatandaşlarımız oy kullanmış…
Bir sürü tırı vırı bahane, ama hiçbiri yasal değil…
Kardeşim bu seçim kurullarını CHP mi belirlemişti?
Seçmen listelerini CHP mi hazırlamıştı?
Her sandıkta AKP’nin görevlileri ve gözlemcileri yok muydu?
Varsa onlar ayakta mı uyuyordu?
Bu sorulara ne Recep Bey yanıt verebilir, ne de Binali Yıldırım…
Nitekim veremediler.
★★★
Adam uzun yıllardan beri siyasetin içinde ve en yüksek mertebelere ulaşmış biri…
Bakan, Başbakan ve Meclis Başkanı.
Halen milletvekili…
Ve Ankara’da Başbakanlık Konutunda oturuyor.
Konutu boşaltmayı herhalde aklından bile geçirmiyor.
★★★
Önceki gece yine canlı yayında idi…
Kendisine soruldu:
“Acaba İmamoğlu ile karşılıklı olarak canlı yayına çıkıp tartışır mısınız?”
Verdiği yanıt tarihe geçecek nitelikte idi:
“Olabilir, bakarız. Ama o konuda garanti veremem. Tek başıma bir karar veremem!”
Bu kadarına doğrusu pes!
Devletin en yüksek mertebelerine ulaşmış biri…
Ve tek başına karar veremeyeceğini söylüyor.
Niçin?..
Çünkü önce Recep Tayyip Erdoğan’dan icazet alması gerekiyor…
Ve böylesine basit bir konuda bile kendi özgür iradesiyle karar vermesi mümkün olmuyor.
Acınası bir durum.
Ama işin gerçeği, ekrana çıktığı takdirde İmamoğlu’nun kendisini terleteceğini, silindir gibi ezip geçeceğini biliyor.
Yazının başlığına bir daha bakınız lütfen:
“Binali Bey Kara Mizah Karakteri Oldu.”
Doğru mu, yanlış mı?
O anlı şanlı devlet büyüğümüz bu durumlara nasıl düştü!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/binali-bey-kara-mizah-karakteri-oldu-4910069/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Çift iftarlı yeni ramazan tarifeleri
23 Mayıs 2019

Sevgili okurlarım, kutsal Ramazan ayı başladı. Müminler oruç tutuyor, saati geldiğinde iftar sofrasına oturuyor.
Bizdeki iftar sofraları özellikle şu İstanbul seçimi öncesinde biraz “Değişik (!)” olmaya başladı.
İftar sömürüsü ve din bezirganlığı gerçi her Ramazan ayında tavan yapar da, bu kadarına ilk kez tanık oluyoruz.
Binali Yıldırım bu sömürü düzeninde başı ilk çekenlerden biri.
Onun sofralarına önce kameralar çağrılıyor…
Bu işler kamerasız olmaz!
Çekim başlıyor…
Binali Bey bazı iftar sofralarında yere çökmüş, yer sofrasında bağdaş kurmuş pozisyonda!
Çökünce oylarının artacağını zannediyor.
Bazılarında ise normal masada…
Ancak çöküp bağdaş kurduğu sofralarda fazla kalamıyor çünkü idmanlı olmadığı için bacakları uyuşuyor, ayağa başkalarının yardımı ile kaldırılıyor…Bu görüntüler elbette ki yayınlanmıyor…
Ve hemen ardından yemek masasına geçiliyor.
Vatandaş iftarları zaten göstermelik olduğundan kısa kesiliyor.
★★★
“Tarafsız” Cumhurbaşkanı Recep Bey’in iftarları ise daha uzun sürüyor.
O konuşmaya başladığı anda televizyon kanallarının tamamına yakını yayını kesip onun konuşmasını vermeye başlıyor.
Ne mi söylüyor?
Aslına bakarsanız eski laflarını birer birer tekrar ediyor, muhalefete bindiriyor, birilerine posta koyuyor ve işi bitiriyor.
Yeni hiçbir şey yok.
Danışmanları tarafından önceden hazırlanmış olan yazılı metinleri önündeki aygıttan okuyor…
Kanıksandı artık!..
Milyonlarca mümin oruç açarken karşısında hep aynı zat, aynı laflar ve canlı yayınlarda aynı görüntüler.
★★★
Bizim anlı şanlı Binali Bey bu Ramazan ayında devreye yeni bir taktik soktu!
Aynı akşam iki iftara birden katılmak.
Ekrem İmamoğlu karşısında uğradığı yenilginin hıncını iftar sofralarında nutuklar atarak, piyasaya çeşitli vaatler sürerek alabilmek!
İki akşam önce Haliç Kongre Merkezinde iki ayrı iftara katıldı, nutuk attı.
Ancak fırsat buldukça yakınlarına yakınmayı ihmal etmiyor:
“Ne yapayım kardeşim, bizim televizyon kanalları benim konuşmalarımı canlı yayında vermiyor. Cumhurbaşkanını her zaman öne çıkarıyorlar. Benim söylediklerim istediği kadar önemli olsun, arada gümbürtüye gidiyor!”
Beyefendi yakınmakta haklı.
Öylesine önemli şeyler (!) söylüyor ki, bunların gümbürtüye gitmesi gerçekten de hiç yakışık almıyor!
★★★
Vatandaşın biri kendisine sordu:
“Efendim afla ilgili olarak bazı çalışmalar var mı?”
Belli ki soruyu soranın bir yakını cezaevinde…
Binali Bey yanıt verdi:
“Bu konuda çalışmalar devam ediyor. Yakında bir sonuca bağlanır.”
Oysa bu konuda hükümet tarafından yapılan herhangi bir çalışma yok.
Yakın gelecekte olması da söz konusu değil.
Eğer varsa bunu açıklaması gerekmez mi?
O halde sana iyi niyetle soru soran vatandaşa doğruyu niçin söylemiyorsun?
Söyleyemiyor çünkü söylediği takdirde cezaevlerinde af bekleyen on binlerce tutuklu ve hükümlünün İstanbul’da oy verecek yakınlarını ürkütmek istemiyor!
Boş ver, onlar umutlarıyla birlikte yaşamayı sürdürsün…
Eğer “Af maf yok kardeşim, kusura bakma” deyip gerçeği söylese, puan kaybedeceğini düşünüyor.
★★★
Dün Oda tv internet sitesinde ilginç bir görüntülü haber daha vardı.
(Burada bir parantez açayım. Sözcü.com.tr gibi Oda tv’yi de fırsat buldukça izleyin. Çok ilginç haberleri görüp öğreneceksiniz. Orada iyi işler yapılıyor.)
Haber şöyle:
Neresi olduğu bilinmeyen bir askeri birlikte iftar sofrası…
Mehmetçikler topluca sofrada…
Mehmetçiğin biri görevli, sesli olarak Kuran okuyor.
Komutanların sırtı görünüyor…
Kuran okuyan Mehmetçiğin yanına biri gelip kulağına bir şeyler fısıldıyor ve okuma anında sona eriyor.
Acaba kısa kesmesini mi istedi…
Bu işleri kışlalara bile sokmayı başardılar mı!
Nasıl isterseniz öyle yorumlayın.
Ramazan ve iftar sömürüsü seçim öncesinde her yerde ve olanca hızıyla sürüp gidiyor.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/cift-iftarli-yeni-ramazan-tarifeleri-4897812/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Tutarlı olan kazanır!
25 Mayıs 2019

Dün neydi?
Bugün ne oldu?
Dün ne demişti?
Bugün ne dedi?
Böyle kıyaslar yapan “tutarlı davranma” testleri yayımlanıyor. Canlı, haraketli, altına tarih yazılmış yan yana kareler; telefondan telefona yayılıyor.
Bana da dün geldi.
Montaj mı değil mi diye kontrol ettim. İki karedeki canlı yayın arşivden alınmış, gerçek çıktı.
Birinci Kare:
Yıl 2016
Konuşan: Başbakan.
Ağzından dökülen cümleler: “Anayasa Mahkemesi bu şekilde karar vermiş olabilir. Kabul etmek zorunda değilim. Verdiği karara da uymuyorum. Saygı da duymuyorum.”
İkinci Kare:
Yıl 2019.
Konuşan: Cumhurbaşkanı.
Ağzından dökülen cümleler: “Hukuk ve hukukçuları sadece kendi işlerine geldiği kararları verdiği zaman yücelten aksi durumlarda ise yerden yere vuran bu zihniyeti ben huzurlarınızda şiddetle kınıyorum. Bunlar kabul edilemez”
İkisi de aynı kişi.
3 yıl geçmiş.
Dün kara diyordu.
Bugün ak der olmuş.
★★★
Tamam politikacıdır.
Her konuda konuşur.
Taraftarları, sevenleri, oy verenleri, partisi ondan her konuda konuşmasını ister ama her konuşmasında tutarlı olmayı gözetmezse kendi engelini yaratır.
3 yıl önce:
Saygı duymam.
3 yıl sonra:
Saygı isterim.
İşine gelmediği için Anayasa Mahkemesi kararına uymam diyen kişi, kendi istediği için YSK’nın kararına uyma bekliyor. Ve
sonunda o kararı çıkartmış oluyor.
Uçtu gitti tutarlılık.
Kendi kararını aldırmış oldu.
Hukuk da elden gitti.
Hukukçu da itibar yitirdi.
Tutarlı olmak da pörsür.
★★★
Tutarlılık pörsüyüp gidince seven, sayan, oy verip destekleyenlerin bile aklına “dört tekerlekli arabayı bize beş tekerlekli diye yutturmaya çalışıyor” şüphesi düştü. Asıl lastiklerden biri patlar, zedelenir, çivi batar, cam keserse yedeğini çıkartıp, takarsın. Lastikler sağlamsa yedeği arkada bagajda durur. Ancak YSK ne yaptı? Ana lastikler yani başkan dahil 7 asil üye sapasağlam, dipdiri iken; sırf İstanbul seçimleri iktidarın istediği gibi çıkmadı diye yedek üyeleri de karara kattı. Niçin? 7 asil üyeden 4’ü seçimlerin iptal edilmesini hukuka aykırı buluyorlardı da onun için. 3 üye “iptal etme” kararındaydılar.
Sayı yetmiyordu.
Cumhurbaşkanı ve partisi ise “iptal” istiyordu. YSK yedek 4 lastiği bagajdan çıkarttı, YSK otomobilini, 11 lastikli yaptı. “Yargıcın Bağımsızlığı” denilen hukuk otobanı 7 lastikli otomobil için yapılmış, 11 lastikli otomobile dar geldi. Yayınlanan gerekçede 7 yargıcın gösterdiği kanıtların içinde “sebep-sonuç ilişkisi” olmadığı ortaya çıktı.
Hukukun tekeri patlak.
Adaletin lastiği kabak.
Cumhurbaşkanı’nın partisinin istediği karar 4’e karşı 7 oyla çıktı. Cumhurbaşkanı, YSK’nın bu tutarsızlığını beğenerek aslında “kendi kararını alkışlar” duruma düştü.
Kim kimi aldatıyor?
★★★
Tutarlılık uçtu gitti.
Hukukun başı vuruldu.
Artık politikacıların da tutarlı olmalarını öneririm. Çünkü bizim toplum da demokratik olgunluğa ulaştı, askeri darbe de Fetullahçı darbe de, sandık darbesi de, bağımsızlığını yitirmiş yargıç darbesi de dahil darbe istemediğini açık etti.
Kimse kendini aldatmasın!
Türk toplumu “tutarlı olanları” destekleyen, olmayanları sandıkta değiştiren yeni bir dip dalga yarattı.
Tutarlı olan kazanır!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/tutarli-olan-kazanir-4923166/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger




Evet…
Vatan dediğin insanların vatanı olmalı, insanın…
Bürokrasinin…
Katı bir devlet anlayışının değil, kuşkunun…
Kuşkuculuğun…
Küçük bir zümrenin…
Herkesin olmalı, herkes kendini devletiyle özdeştirebilmeli…
Devlet vatandaşına, vatandaş devletine güvenmeli!

Kriz teğet geçti, kriz yok diye diye…
Gör bak ne hallere geldik…
Emeğin…
Hakkaniyet anlayışı ile bir karşılığı olmalı. İtalyan ayakkabıları, modasını kim bilmez ki?
Made in Italy…
Gerçekten İtalyan yapımı mi?

Hukuken değil, yurtdışında üretip…
Çok daha ucuza tabii…
İtalya’ya geri getirip örneğin bir bağcık takmanız yeterli!

Nerede kaldı çevrecilik, düşün gemicikleri…
TIR’ları, uçakları…
Hani nerede kaldı yerli ve milli, kendi insanın ekmek parası?
Pis bir düzen, pis…
Kokuşmuş!


Z Kuşağından başka bir kesit




Z kuşağı…
X, Y kuşakları…
Ben…
X kuşağıyım mesela!

Hani hep diyorum ya; INSAN…
Hele > doğru yönetici <
Ah neler etmez, neler neler edemez ki!

İki binli yılların başında, Palermo denilince…
Mafyanın başkenti sayılırdı, İtalya’da Sicilya!

Bir belediye başkanı kardeşim bir belediye başkanı, alt tarafı bir belediye başkanı…
20 senedir bu kentin başında…
Bizim zibidi gibi değil (Arazi Mafyasının, bir başka soyguncu çetenin başı) sildi süpürdü Mafyayı…
Doğru zamanda…
Doğru yerde bir insan evladı ve rahat eder, huzura kavuşur insanlar.

Teatro (Tiyatro) Massimo…
Paris’ten, Viyana’dan sonra üçüncü koskoca Avrupa’da!

Hani hep kültürden bahis ediyor birisi, medeniyetten…
Yok hor görmem atalarımı, atalarımızı…
“Bir, iki” istisna dışında hangi ata hesap, kitap biliyordu ki evlatları bilsin?
Kuş…
Yuvada gördüğünü yapar der eskiler, doğru derler, güzel derler bu sefer.

Yıktı AKM’yi…
Yapacakmış opera, duyda inanma…
Bu belediye başkanı, aldı Avrupa’dan yardımı…
Gerçekten getirdi operayı fakir semtlere, halka arz…
Üşeniyorum ismini çıkarmaya, verdim yeterince veri, inanmıyorsan sor, sorgula dediklerimi!

Bakma…
Sanki lafı dönüp dolaştırıyormuşum gibi gelebilir sana…
Hayır…
İnsan bilmeyince ya daha kötüsünü veya çok daha iyisini…
Sanıyor karşısındakini, gördüğünü budur nimet-i veli, budur gerçeği…
Bu yüzden anlatırım anlattıklarımı…
Sadece bu yüzden…
Kohäsion fonu (kohezyon) derler buna, Türkçeleştirirsek anlamı intibaıyla…
İç dayanışma, siyasete, kimyada, biyolojide, programlamada kullanılan bir tanımlama.

DIKKAT…
Pek bilinmez ama tüm Avrupa bütçesinin üçte biri bu gibi harcamalara…
Herkes iyi olsun, herkes diye…
Sadece yandaş – yoldaş köşeyi dönerse…
Hak neresinde bunun adalet neresinde?

>>> DIKKAT buraya DIKKAT <<<
Palermo’da…
Yeni tramvaylar yapıldı mesela bu sayede…
İyi de bana ne bundan diyebilir insan…
Bak…
Bu tramvay projesinin üçte biri İtalyan hükümetinden, bir diğer üçte biri Palermo kendinden…
Son parça Avrupa’dan, bana ne öyle mi?
Tramvaylar Fransa’da üretiliyor, kimi parçalar Almanya’dan geliyor örneğin…
İtalyan…
Rahat ediyor, yaşam kalitesi yükseliyor, iş sahası açılıyor ona…
Ekmek kapısı Fransız’a, Almana…
Nasıl tercüme etmiştik kohezyon fonu?

Bademler, O pezevenk…
Damadı da açıklıyor ha bire fonlar, bilmem neler…
Sen…
Senden olan bir şekilde faydalandı mi bu fonlardan?

Bir hayal et, bir an için…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti…
Batıda üretiyor, doğuda yapıyor VEYA tersi…
Tüm ülke bir dayanışma içinde VE hep birlikte rahat ediyor, kalkınıyoruz…
Hep birlikte!

Alman…
1989’dan beri neyin mücadelesini veriyor, neyin?


Ve Amerikalı, Trump daha doğrusu

Ortadoğuya…
120 bin değil ama 1500 asker gönderme kararı aldı…
Kararlı ya a.cık ağızlı…
Akdeniz, PYD – PKK falan, bilmem ne…
Namaz kılacaktı Suriye’de…
Amannn, bak sen sevdiklerine. Bu millet…
Yerli ve milli y.rağı hak etti!

Ben bakıyorum öğrenmek isteyene…
Bir şeyleri öğretebildiklerime…
Gerisi…
Elden gitti!

Hadi ben kaçtı…
😊


+


+

Z Kuşağından bir kesit



Bademleredir sözüm…
Okuldan ayrılmış iş hayatına yeni atılmıştım. Yıllar sonra öğrenecektim bunun ne demek olduğunu…
Birden…
İkiden fazla ayak üzerinde durmanın ne demek olduğunu!?

OBI Grup Holding (Baumarkt)…
Alman kökenli bir şirket…
Bahçe eşyalarından, ev tadilatına her türlü araç ve gereç satan bir kuruluştan, O zamanlar yeni yeni piyasada boy gösteren bilgisayar şirketlerine “el atması”
Benim O şirkete…
Aynayı Konya’yı öğrenmeye başlamama vesile oldu. Toydum, daha genç. Hayattan bir haber!

DPS – Microland…
Bir İrlandalı genç bana hoca oldu. YOKTU, o zamanlar bilişimi öğrenmenin iki yolu vardı ya benim yaptığım gibi ki…
DIKKAT…
Alman devleti bile bunun böyle olduğunu kabul edip beni emekli etti…
Girecektin bir yere, “çekirdekten öğrenecektin meseleyi”
Yani çıraklık, kalfalık veya ustalık gibi kavramlar YOKTU bu meslekte…
Veya…
Üniversiteye gidecektin!

Dedim ya bademleredir sözüm;
Eğer…
İçinizde bir damla vatan – millet sevgisi varsa, bir damla…
Dinlersin sözlerimi, biliyorum, görüyorum takiptesiniz…
Beni bugüne kadar neden tutuklamadınız bilmiyorum ama dikkat ettiyseniz…
“Bir, iki” ifadenin dışında “ağır söz” kullanmam. Pezevenk mesela halk tabiriyle kadın, kız satansa…
Benim için…
Vatan – millet satan, karı – kız satan ile eşdeğerdedir, yüz kızartıcıdır, utandıracak bir eylem…
Bu yüzden O adiye, pezevenk derim, kendi ağzıyla söyledi:

„ben ülkemi pazarlamakla mükellefim“

O…
Sonradan istediği kadar ağzından çıkanı kıvırsa bile, her zaman yapığını gibi…
Zikir edilen, düşünülen, ağızdan çıkan, bu böyle biline…
Pazarlatmam, sattırmam, ne kadın – kız ne vatan – millet!

Örnek vermişimdir Portekiz’i …
Bugün anlatacağım daha ayrıntılı Polonya’yı…
İrlanda’yı!!!

Açıklık getireceğim kimi ekonomik terimlere…
Göz önüne sereceğim…
Evet…
Yalın, sade bir dil ile ülke ekonomilerinde kimi, hadi denge demiş olayım…
Kimi mekanizmaları, ki ANLA…
Perde arkasını.

Reinraum…
Teknolojide bir kavram, laboratuvar ortamı…
Öfff…
Öyle bildiğin laboratuvar değil kardeşim, bir…
Donuma kadar soyunup özel giyisiler giymem gerekiyordu…
😊
Evet BIR…
Toz partikülü yani tanesi bile yok, olmamalı içinde
(abarttım biraz ama buna benzer, anla diye)
ESA, anlatmışımdır müşterimdi…
Uzay projesi, sahi ne oldu pezevengin uzay projesi, atom santrali?

Sadece bilgin olsun, fikrin olsun diye yazıyorum…
Te 1960 yılıydı…
Fransız başladı bu projeye, 1960 yılları…
Uzay mekiği projesine…
Französisch-Guayana (Fransız Guyanası)
Ekvator…
40.075,017 Kilometre dünyanın çapı ekvatorda…
Orada fırlatılan bir mekik düz hesap 1700 Km hız ile uzaya doğru yol alırken…
Ki Fransız işte, Avrupalı…
Düşünen bir varlık genelde, dedi bir elin nesi, iki elin sesi var…
Dahil etti birçok Avrupalı ülkeyi programına, Alman bunlardan biri…
Bu mekik için üretim yapan yerlerden biri yine Almanya’da Hamburg kenti…
Oradan fırlatsalar mekiği, gidecek yine ortalama, düz hesap 1000 Km (990 tam) hız ile uzaya…
DIKKAT…
Ha bin yedi yüz, ha bin ne fark eder canim deme…
Gereken yakıt daha az ve daha hızlı Ekvator’da…
DIKKAT
Tabii durum böyle olunca daha az yakıt demek; daha fazla taşınabilir yük demek…
NAKIT PARA, yani uydu falan!

Ne demiştim?
Medeniyet neydi?
Hesap, kitap…
Matematiğin ta kendisi!


https://yadi.sk/i/isLPLG0U-Psd3A

https://yadi.sk/i/fySeJnFXamrqLw

https://yadi.sk/i/V4bGzarqV-rU0Q