Minareler süngü, Kubbeler miğfer, Camiler kışlamız, Müminler asker falan, filan

Zibidiler…
İktidara geldiğinden beri gözlemlediğim bir gerçek, beni çok üzen…
Yok ki evveliyatları, bakmayın siz onların Osmanlı dediğine, atalarımız falan dediklerine…
Ata bilseydiler…
Olsaydı…
Anaları belli, babaları yüz ellilerin elbette sahip çıkarlardı mirasa…
Ama yok ki…
Bilmiyorlar ki kimin bilmem nesinden düştüklerini(!)

Minarelerimiz…
Türk mimarisi, kalem minareler…
Git bak İstanbullun değişik semtlerinde gözüne batacaktır bir garip şekiller…
Suyu mu çıktı kalemin, zarafetiyle, inceliği ile gökyüzüne yükselenin?

Kulaktan dolma bilgiyle…
Dedikoduyla, batıl inançla geçer günlerin, boşuna geçen ömürler…
Zaman israfı, enerji savurganlığı…
Yazık ediyorsunuz şerefli geçmişinize, yazık ediyorsunuz kendinize, yazık olacak evlatlarımıza.

Eşek hoşaftan ne anlar misali…
Yitirmek istemiyorum ümitlerimi…
Her şeye rağmen istemiyorum çünkü evlatlara inanıyorum.

Mutlaka dinle, anlayabiliyorsan ardındaki DERIN mesajı anla:

Bir göz gezdir, bir bak hele…
İncelik nedir, zarafet ne de yakışır insana, özellikle kadına ve eşyaya!

oku, incele

Duygu Hanım, öğretmenim

Hocam…
Sizi tanıma şerefine ulaşmamış olsam bile, hakkınızda okuduklarım beni çok mutlu etti.
Evet, sizin gibi daha çok öğretmene…
İyi yetiştirilmiş pedagoga ihtiyacımız var. Aydın düşünceleriniz ve evet hayallerinizle Ilham kaynağı oluyorsunuz ülkemizin aydınlık yüzüne. Zifiri karanlıkta, bir ışıksınız, bir meşale…
Eminim…
Atatürk’ün güzel evlatlarından birisiniz.

Muhtemelen benden yaşça küçüksündür…
Akıl…
Yaşta değil baştadır, güzel ve olumlu hayaller hem yürekte hem akılda, umarım tüm hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Çok önemli bir görev üstenmiş bulunuyorsunuz. Güzel yurdumuzun Güneydoğusunda bu görev bir başka emniyet kazanmaktadır.

Çok haklısınız, çok ama çok…
“Bir çocuk değişir, dünya değişir”

Önce kendine, ailesine, ana ve babasına, vatan ve milletine…
Neticede insanlığa ve tabiata hayırlı evlatlar yetiştirmek birincil görevlerimiz arasında olmalıdır. Yatırım yapılacaksa, betona değil insana yatırım yapılmalıdır…
Paradan, puldan daha yüksek bir ülküdür insan, insan, vatan ve millet…
İstikbal vaat eden evlatlar.

“Siyaset değil, öğretmenlik mesleğini yerine getirmek için buradayım. Çocuklara en iyi eğitimi vermek istiyorum. Onların ihtiyaçlarını gidermek, iyi insanlar olarak yetişmelerini sağlamak benim görevim. Barışçıl, kavgasız insanlar olsun istiyorum. Benim sloganım, `Bir çocuk değişir, dünya değişir.` Çocuklara diyorum ki, `gelin birlikte hayal kuralım.` Çocuklar şu soruyla karşılık veriyor: Öğretmenim hayal ne demek? Taşlıçay`dan dışarı çıkan yok. Türkiye dediğimde, başka şehirden bahsettiğimde, tanımıyorlar. Hiçbir şey bilmiyorlar. Elimden geldiği kadar, onlara dünyayı tanıtmak istiyorum. Amacım onlara Dünyanın tüm güzelliklerini göstermek.”

Biliyor musunuz hocam?
Eminim, evet emin…
Türkün kadını, Türk kadını bir silkelense, kendine gelse…
Bu ülke…
Sözde cennet olmaktan çıkar, özde bir cennet olur. Siz kadınlar…
Bu güce ve yeteneğe sahipsiniz. Anaçlığınızla…
Şefkat ve duygusallığınızla, empati yeteneğinizle bunu başarabilirsiniz. Ah bir silkelenseniz(!)

Hocam…
Yürekten diliyorum, en içten temennilerimle…
Dualarımla…
Daha nice evlat yetiştiresiniz, tüm hayallerinizi yaşayasınız, gerçekleştiresiniz.

En içten saygılarımla esen kalınız Efendim, başarılarınızın devamını görmek, uzaktan da olsa izlemek bizleri mutlu edecektir

Önder

Duygu ögretmeni OKU

120 Euro

Sulu gözlü değilim…
İnanın, yeminle cebimde deste deste para olduğunu da gördüm…
Beş kuruşsuz kaldığım günler de vardı arada…
Allaha çok şükür, hep derim Allah’ın sevdiği kullarından olmalıyım, MUTLAKA öyle…
Yoksa (…)

Çalışamıyorum…
Beni çok ama çok üzen bir durum. Çok şükür yuvarlanıp gidiyoruz…
Nemiz eksik?
Yine, binlerce, milyonlarca, milyarlarca kez şükürler olsun, hamdolsun Mevla’ma…
Hiçbir şeyimiz!

Lübnanlı biz kız çocuğu…
Tercihim sarı pipiler, kabak kafalı AMA kız çocuklarını da çok severim, hele fırfırlı, danteli donlarıyla, O tombik tombik bacaklar ile O güzelim elbiseler ile dolaşmıyorlar mı ortalıkta…
O bellerine kadar gelen saçlarıyla, örgülü veya örgüsüz…
Kurban olayım ben onlara.

Evet, Lübnanlı bir kız çocuğu…
Bomba patlamış yanı başında, kulak zarları büyük oranda tahrip olmuş…
Görseydiniz, ah bir görseydiniz, kapkara, kömür karası saçları ve gözleriyle…
Bir biblo, sanki bir bibloyu andırıyordu…
Savaş ortamı, maddiyatsızlık…
Baba terk etmiş kadını, kalmış evladıyla ortada…
Haberlerde gösterdiler, yine bir belgeselde ülkemizin Güneydoğu Anadolu’su…
PKK’yi anlatan bir belgesel, bebeler, 7-8 yaşlarında…
Bir oğlan çocuğu “çocukları kaçırıyorlar organlarını almak için” diye haykırıyor kameralara doğru…
Çocuktan al haberi!!!

Farz oldu bana, farz…
Ya evlat edineceğim veya başka bir şekilde bir cana can “vereceğim”
Bu sağlıkla mı, bu halimle???

Evet…
Evet…
Evet…
Bu halimle bile MUTLAKA bir şeyler yapmalıyım, yapacağım!

Yardım elini uzatmak, muhtaca…
Ne şerefli bir davranış biçimidir insan olana…
Ama…
Bu zamanda, çağımızda…
Kime inanacak, kime güveneceksin, bilmezsen, tanımazsan birde denetim ve şeffaflık yoksa?

Bak kardeşim, ey ümmeti Müslim’in…
Kurbandan, ondan bundan geçtim, peygamber ocağına bile, Mehmetçik vakfına bile düştüyse riya…
Para…
Kızılay gibi bir kurumda…
Bile sebep oluyorsa dolandırıcılıklara…
Var gerisini sen düşün, devlet kurum ve kuruluşlarında…
Bademler sayesinde, Kasımpaşa ayısı vasıtasıyla hırsızlık kol geziyorsa!

Türk’e olan güvenim…
Aslında demek lazım Türkiyeliye…
Hani var ya uşaklar, yok Laz uşağı değil…
Kelimenin tam anlamıyla uşaklar, hani bağırıyorlar ya “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye…
Şuursuz yaratıklar…
Güvenemiyorum, itimattım yerle bir. Atatürk güvendi bu millete…
Çağ başka bir çağdı, insan…
Başka bir varlıktı. Yürek vardı, akıl vardı, cahil mahil, insanlar bilgilerine güvenemediklerinde…
Yüreklerinin sesini dinliyorlardı, ayırt edebiliyorlardı şarlatanı…
Alimden, bilginden…
Kalmadı…
Yitirdiler bu vasıflarını!!!

Uzun lafın kısası…
UNICEF…
Bu Lübnanlı kıza elini uzattı, bir kulaklıkla onca sene sonra annesini sesini duyar oldu…
O an kameralara yansıdı…
O kızın gözleri parladı, resmen parladı ve ben kendimi tutamadım…
Boşaldı, oluk oluk gözlerden yaşlar boşaldı…
Üç, beş ne varsa, gönlünden ne koparsa…
Yardım et kardeşim…
Çocuklara, dul kadına, hele çocukluysa, ihtiyara!

Diyorum ya çalışamamak mahvediyor beni…
Ellerim istediğim gibi oynayamıyor…
Pazar günüydü, ben yine dükkânda…
Dada…
Ne zamandan beri istiyordu PS3, annesi almış…
O da ablasının televizyonunu almış kızın elinden, geldi yanıma…
“Dada, sende televizyon var mı?”
Yok oğlum, ne gezer. Al bu monitörü bir dene olursa…
Olmadı!!!

Niyeti…
Vicdan azabı…
Ablasına PS2’sini vermek…
Üzüldüm tabii, çok üzüldüm…
Dayanamam çocuklara…
Akşam telefon ettim, dedim…
Bak Emrehan, aramızda bir sır, kimseye söylemeyeceksin sürpriz olsun…
>>> Arada, vermek lazım çocuklara görev, ciddi görevler, sırlar. Alıştırmak lazım hayata <<<
Gerekirse…
Evet, acımadan tamirciye, tuvalet temizlemeye…
Özellikle erkek çocuklarını, özellikle…
Annem yanımda, duyuyor tabii her şeyi. “Tamam” dedi “kimseye söylemem”
Yarına gidip bir televizyon alayım ablana AMAAA…
Kıskanmak yok!

Ne dedi biliyor musunuz?

“Aksine çok sevinirim dada!” dedi…
Yeminle…
Bugün ablasından çok sevindi, iyiniyetli küçük pezevengim benim…
Demiştim ona, oğlum hem ablana hem sana ağır gelecek, biliyorsun çalışamıyorum…
Hiç sesini çıkarmadı, üzülmediğini, kıskanmadığını biliyorum…
Olgunlukla karşıladı.

Kız…
Hangi birine yetisin?
Bİn parçaya mı bölünsün…
Alt tarafı yüz yirmi Euro, çocukların gözleri parladı…
Sevindir kardeşim çocuğu, sevindir insanı…
Allah…
Sen verdikçe verecek…
İnan bana, güven bana, itimat et bana…
Kin, nefret, bencilik şeytanın yolu…
Sevgi, hoşgörü, anlayış, vermek…
Allah’ın şefkati, yolu!!!

Not: bak unuttum yine…
Bir saat geçti geçmedi, HABERLI…
Peksimet ve üzüm canavarı…
Herif birde haber verip geliyor, geldi bize, gece yatıya…
Annem…
Ne kadar uğraştıysa…
Ser verdi sır vermedi!!!

😊 😊 😊

İhanet

Ne diyor bademler, zibidi(ler), çete başı…
Kasımpaşa ayısı?

İstanbul’a ihanet etmişler(!)

Ulan ihanetle kalsa…
Öpüp öpüp başıma koyacağım…
Affedersiniz, açık açık…
Ağzına sıçtınız İstanbul’un, hem İstanbul’un hem ülkenin.

Neymiş?
Ümraniye Rizeliler günü, bilmem kaç ton hamsi dağıtılmış halka…
Bizim millet >>> beleş mezar bulsa <<< içine zıplar be, yeminle!

Ne İstanbullusu?
İstanbullu mu kaldı?
Hani dağdan gelip bağdakini kovmak var ya, aynısı…
İstanbullu…
Erkeği ile kadını ille…
Dili, görgüsü ve eğitimiyle farklı bir topluluktu…
İstanbul Türkçesi…
İstanbul Hanım ve Beyefendisi…
İzmir gibi, İzmirli gibi yaşam tarzı ve anlayışıyla farklıydı, farklı…
Artık…
Oldu hödük yuvası!

Taşı toprağı altın dediler…
Geldiler…
Gülhane parkına bile, son yeşile göz koydular…
Osmanlı dediler, ata dediler, atadan saydılar Türk olmayanı…
Bilmem nerelerden gelip, bilmen hangi padişaha bacak açanı…
Fırlatması, fırlatmaları…
Geçti başa, sıçtı taşa…
Bilmediler, görmediler, okumadılar atadan saydılar, halbuki vardı aralarında…
Sapına kadar erkek, sapına kadar insan, görgülü, bilgili ve kültürlü…
Fatihi, Fatih Sultan Mehmet’i bile dinden çıkardılar…
Mehmetçiği, Peygamber ocağının ferdini düşman saydılar…
Bunlar mı İstanbullu, ihanetten söz ediyorlar…
Siluetini…
Bu güzel kentin, maddiyatın Kâbe’si sayılan gökdelenlerle kirlettiler…
Beton yığını haline getirdiler.

Ben…
Gerçek bir İstanbullu olarak, geçmişim ile bilmem kaç yüz yıldır İstanbul’da ikamet eden bir insan olarak, boğazımı bile dolgular ile doldurarak para peşinde koşan bu zihniyete, görgüsüz VE bilgisiz ayılara isyan ediyorum, ne ihanetti?

Ağzına sıçtınız İstanbul’un, hem İstanbul’un hem ülkenin!!!