Durum tahmin edebileceğiniz çok ötesinde ciddi

İyilik yap denize at demiş ya atalar…
B.k yemişler!

İyilikten maraz doğar diye boşuna dememişler!!!

Gül benzeri, suç oldu…
Oma ile ilgili, kafam çok karışık. Biraz sakinleşirsem anlatırım bir ara…
Ömrüm boyu bir ayağım hapisteydi AMA kendimi şu an olduğu kadar hiç çaresiz his etmedim.

Benden bir şeyler duymazsan kadın…
Merakta kalma, saat ikiyi bekliyorum. Yarın için termin yapmaya çalışacağım…
Allah var yukarıda, ALLAH…
Kanunen, Alman yasalarına göre kendimi suçlayabileceğim hiç bir şey yok…
Vicdanen…
Rahat değilim, bizim adetlerimize göre yaşlı bir insanın yeri “ailesinin” yani…
Bizi ailesi bildi…
İstemiyor, kovuyor, kırk sene yalnız yaşamış…
Ne evinde istiyor, bir – iki gün…
Ne bana geliyor, evladın odası boş, izah edemeyeceğim bazı şeyler var…
Tek korkum, sorarlarsa, hesap ver derlerse…
Çünkü bende bilmiyorum!

Saraylılık kompleksi ve mahalle baskısı

Bir araya gelince böyle garip manzaralar çıkıyor ortaya…
Ayranı yok içmeye, tahterevalli ile gidiyor …!

O hesap…
Ortadoğu bataklığına çektiği yetmedi…
Ülkenin…
Herhangi bir Ortadoğu ülkesinden farkı kalmadı, yazmıştım ya Tayyipistanın…
Turistik ortamını öğrenmek, bilmek, görmek istiyorsan havaalanlarına gitmen yeterli.

Keşke…
Suriye veya Iran kadar olabilsek, köklü, kültürlü…
Farkındalık…
Köklerine yönelik, özüne…
Haliyle bizlerde ağaç kovuğundan çıkmadık, bizlerde soylu, soplu, köklü bir toplumuz…
Göçebe kültürü ile yoğrulmuşuz!

Tanı: Aşağılık Kompleksinin Kompensasyonu*

Geldim, gördüm VE YENILDIM!

Yamyamistan…
Namı diğer Tayyipistan’a ayak basmamın ertesi felaket haberleri gelmeye başladı…
Öyle ki en kötü ihtimal ile sonu hapishane…
Yutkundum, ses vermedim, yazmadım – anlatmadım…
Üst üste ya üst üste, neredeyse her gün başka bir facia…
Hani kovmuştum ya zilliyi dükkândan, mahkemeye vermiş…
Polis kapadı, savcılık ilgilenmedi…
“Ev sahibi” olarak sadece en doğal hakkımı kulandım bir terbiyesize karşı!

Sabah 6-7 gibi fırladım evden, yeni geldim…
İlaçlarımı bile içmeyi unuttum, feci ağrılar!

Üç sorundan ikisini çözdüm…
En berbattı önümde, 11:30 da!

Başlık ne diye soruyorsanız kendinize; bu on günün özeti…
Tayyipistan, yandaş ve yoldaşın, g.t kıllarına koyduğum tanı…
Doktor değilim, psikolog, sosyolog hiç değilim…
Sadece bir bilişimci, iletişimci…
Ve ömrünün en azindan 20 – 30 senesini değişik toplumlarla, insanlarla geçirmiş…
İnsan denilen varlığın ruhunu görmüş, yaşamış birisiyim!

* Dengelenmesi

„Ulan, yerli ve milli ahlaksızlar“

Esad’la anlaşmak
29 Ocak 2018

EVET sıra geldi, Suriye politikasında Esad’la temas kurmaya, bir adım daha ileri giderek anlaşmaya…
Yedi yıldır Suriye politikasını “Esad gitsin” üzerine bina eden Ankara bu esnekliği gösterebilir mi, açıkçası, bu virajı alabilir mi?
Bu virajı almalı…
Yanlış olan Suriye’de Esad gitsin derken bunu esnek bir siyasetten öteye, sert bir ideoloji haline getirmekti.
Geldiğimiz nokta sudur: Suriye sınırında komşumuz Esad mı olsun, yoksa ister özerk ister bölgesel deyin, YPG yani PKK mı olsun?!
ŞAM’LA İTTİFAK!
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, CNN Türk’te “Fırat’ın doğusu”nun ne kadar karmaşık bir “siyasi sorun” olduğunu anlatırken, burada Türkiye’nin “Şam ve Rusya ile beraber hareket etmesi” gerektiğini söyledi.
Sordum, “Türkiye Şam‘la ittifak yapmalı” mı diyorsunuz?… Cevabı: “Elbette… Hatta Şam sınıra çıkmalıdır.”
Evet, gelinen nokta budur, doğrusu budur.
Bazı okuyucu yorumlarında gördüm, mail’ler de alıyorum, “Mehmetçik Sur’u nasıl temizlediyse…” orayı da temizler…
General Başbuğ “Mehmetçik elbette yapar ama burada siyasi sorun var, sorun Amerika’nın orada bulunmasıdır” diyor.
Başbuğ Amerika’nın Aralık 2017 tarihli Milli Güvenlik Strateji Belgesi’nden satırlar okuyarak, Washington’un asıl hedefinin İran olduğuna dikkat çekti… Fırat’ın doğusu için Amerika’nın ikna edilebileceğini söyledi, NATO’daki havanın Türkiye lehine olduğunu belirtti.
Görüyor musunuz, “siyasi sorun” ne kadar karmaşık, iç içe ve hassas…
MASAYA OTURMAK
Şimdi dönelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki gün önceki şu özlerine:
“Uluslararası camiaya eğer kendinizi anlatmazsınız, meydanda kazanırsınız, masada kaybedersiniz.”
Çok doğru. Siyaset ve diplomasi fevkalade önemlidir.
Mehmetçik elbette Suriye’de kendisine hedef verilen terör yuvalarını temizler, ama ondan sonra?…
Ondan sonrası masa… Üstelik Suriye’den bir gün çıkacağız; Mehmetçiğin denetim altına aldığı yerleri kimlere bırakarak çıkacağız?!
Bunu siyaset ve diplomasi belirleyecek.
Masada Esad da olacak, hem de arkasına Rusya’yı almış olarak!
Türkiye masada yalnız kalmamalı.
Suriye’nin geleceğinin belirleneceği masaya Türkiye’nin Esad’la uzlaşmış olarak oturmasıyla, Esad’la şiddetli düşman halinde oturması çok şey fark eder.
DİPLOMASİNİN ÖNEMİ
Türkiye’nin başlangıçta “Esad gitsin” demesi haklıydı. Bunu demokratik hassasiyetle ifade etmeliydi fakat kısa sürede ideolojik söylem ağır bastı. Hatta Esad’la iplerin koparılmamasını isteyen Kılıçdaroğlu’nu iktidar “mezhepçi” diye suçladı!
İç politika uğruna dış politikayı sert ideolojik kalıplarla formüle etmek, diplomasinin gerektirdiği esnekliği, hatta iletişimi bile zorlaştırıyor.
Fakat öyle bir noktaya geldik ki, dikkat ettiniz mi, Zeytin Dalı harekâtını Şam’a “yazılı olarak” bildirdik değil mi?
Hani tanımıyorduk, niye bildirdik?!
Bu ilk adım olmalı.
Dış politika her zaman diplomasi diliyle ve diplomat tavrıyla yürütülmelidir.
Cumhuriyet tarihinin en büyük sorunuyla karşı karşıyayız: Lozan’da başarıyla kurulan dengeleri yani “Türkiye coğrafyası”nı korumak gibi milli bir davadır bu.
Meral Akşener de Şam’la ilişki kurulmasını savunuyor. CHP öteden beri bu görüşte. İç politikada da sorun olmaz yani.
“Masada kazanmak” demek diplomasi demektir, “askeri operasyon” kavramı kadar önemlidir. “Düşmanları azaltıp, dostları artırmak” bunun olmazsa olmaz şartıdır.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/esadla-anlasmak-40724536

120 metre

Dünyamızda…
Tüm dünyada yaşayan canlıların sadece yarısı kadarını tanıdığımızı…
Bir sincabın…
Kışı geçirebilmek için yiyecek depoladığını biliyorsunuzdur muhtemelen…
Peki, bir sincabın 900 kadar ayrı ayrı yere yem saklayıp, bunları yine bulabildiğini…
Evet, doğru okudunuz 900 ayrı yeri hatırladığını…
Bir ağacın…
Fiziki nedenlerden dolayı, yer çekimi, en fazla 120 metre uzayabildiğini…
Yaşamsal öneme sahip suyu en fazla 120 metre yüksekliğe “pompalayabildiğini”
Hani…
Alışığız ya yeşil yapraklara…
Bu yaprakların aslında “rengarenk” olduğunu biliyor muydunuz?

Lazım olmadığı için sincapların dolaylı yollardan, cinslerin yaygınlaşmasına katkıda bulunduğunu…
Yiyemiyorlar çünkü tüm sakladıklarını AMA gerekli hallerde her bir depoyu bulabildiğini…
Yenmeyen filizleniyor, açıyor, büyüyor ve yine besliyor canlıyı…
Mantar dediğimizin…
Orman koruyucusu olduğunu…
Klorofil, ağaca, yapraklarına renk veren, baskın bir madde…
ÇOK değerli, ağaç kış geleceğinde çekiyor bu maddeyi köklerine, dökülen yapraklar ki her biri kendi kendine besleyici bir madde, gübre oluyor, besliyor kendisini, komşusunu.

Bir karıncanın…
Bir karınca sürüsünün koca bir ormanda DÖKÜLEN TÜM yaprakların yarısını topladığını, yine dolaylı yollardan, tıpkı bokböceği gibi toprağı gübrelediğini…
Arının değerini biliyor musunuz, biliyor muydunuz???

Allah…
Öylesine hassas bir denge yaratmış ki, Mevla’m…
“Bir çakıl taşının yerini değiştir” denge bozuluyor(!)

Bunlar bilimsel gerçek mi?
Gerçek!
Hayatın ta kendisi.

O halde…
İnsanoğlunun onlarca, yüzyıllar boyu geliştirdiği…
Tecrübelerle gerekliliğini kanıtladığı örf ve adetlerin, geleneklerin…
Bir g.tü b.klu…
Kasımpaşalının altüst etmesine nasıl izin veriyorsunuz?

Şaşıyorum size, sizlere…
İnsan…
Rabbimin yarattığı en değerli, en üstün canlılardan değil mi?

Bugün hanımla Üsküdar’a indik, gezmeye…
Yolda, köy çıkışında…
Koskoca Kangal köpeği…
Yattı bir adamın önüne, kendi gözlerimle gördüm, yeminle gördüm, yaşadım…
Yattı sırt üstü, sev beni diye!

Bir görmeliydiniz…
İnsan ve hayvanı, ikisi de mutlu!

Hayvan deme…
Sadece ağaç, bitki deme…
Nimet, ekmek değerli, değerini bilmeli…
Tabiat dengede…
Vatanın…
İnsanın, hayatın bir dengesizin elinde…
Dengeni ara, bul…
Yık AK Sarayları başa, koşma boş hayallerin peşinden…
Dengeler bozuldu, atalardan kalma…
Dengeni yine ara!

Yaşamayan bilmez

Söz verdim…
Benimle izine gelmek istemiyordu. “Korkuyorum senden” diyor(du)…
Dedim; merak etme ne sana yemek pişirteceğim ne sinirleneceğim(!)

Gerçek şu ki…
Tepem otomatiğe bağladı, patlamaya hazır, pimi çekilmiş bomba gibiyim…
Eskiden de böyleydim, çok ani parlarım, saman alevi…
Yanımda olanı o an çok fena yakarım!

Yazarım…
Kendimi ruha benzetirim çünkü ruh gibiyimdir, karda yürüyüp izini belli etmeyenlerden…
İstediğim takdirde…
Gerçekten öyleyim, öyle davranabiliyor, yaşayabiliyorum…
Bir bakmışın buradayım, birkaç saat sonra bambaşka bir yerde…
Bazen yeraltına inerim, kimi zaman göklerde ara beni, zirvelerde…
Yeryüzündeyimdir, bir an sonra yerin yedi kat dibinde!

Sevdiklerim için hesaplanabilir olmaya özen gösterirken, karşımdaki için hesaplanamaz olmak ilkemdir. Artık O da geçti çünkü çok yazdım, dikkatli okuyucularım beni iyi derecede tanır oldular, güçlü yanlarımı da zaaflarımı da bilirler!

Bakıyorum hanıma…
Bakıyorum anama, kardeşe…
Acıyorummm!!!

Hangi birine yetişsinler…
İşe mi, eve mi, yemeğe mi, çamaşıra – temizliğe, ütüye ıvır zıvıra mı, çocuklara, derslere…
Bana?


+

Geldiğimiz ilk günlerdi, alışverişe gittik. Önder bu…
Lahana gördü mü, yaprak…
Melüm melüm bakar, canı dolma ister, sarma…
O bana baktı ben ona. Aldık, sardı sağ olsun…
Ev yemeği başka!

Söz verdim ya…
Sözümü mutlaka tutmaya çalışırım. Gerçekten yemek yaptırmamaya çalıştım, gezsin, yatsın, kalksın…
Dinlensin. Kafasına göre yaşasın!

Beni de anlamanızı rica ederim…
Hasret kaldım, yurtdışında yaşam şartları çok farklı. Kadın oluyor erkek…
Erkek kimi zaman kadın, dünya tersine dönüyor anlayacağınız.

Severim…
Yaşamasını da yaşatmasını da…
Halim varsa!

Götürdüm her gün başka mekanlara, öğle yemeğine, akşam yemeğine, gezmeye…
Bu zibidiler geldi geleli…
Sadece İstanbul’un değil ülkenin de anasını bilmem ne ettiler, sonra…
Annemle geçen geldiğimizde işimiz Avcılar tarafına düştü…
Küçük Çekmeceye falan.

Bir karnım acıktı…
Delireceğim. Avcılarda gözüme kestirdiğim bir yere girdik…
Antep sofrası, öfffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff
Bir içli köfte, bir Adana, lahmacunu…
Allah’ım ya Rabbim olur mu böylesine bir lezzet?

Duyururum Adanalıma…
İçli köfteme, güzel yârime…
Cevizli…
Uf anam, ufff babam, öf, öf, öf!!!

10 gibiydi, giyin dedim gidiyoruz karşıya. Sordu “nereye?”
Dedim Avcılara. “Ne yapacağız orada?”
Yemeğe…
“Ta oralara yemeğe mi gidilir?” gidilir dedim, bastık gaza…
Rahmetliyi…
Gecenin yarısı kaldırmıştım, sabah kahvemizi Paris’te içmek için…
Ben öyle bir çeyreğim!

Yemekteyiz…
Kadın şapır şupur yarabbi şükür yapıyor ne yedi ne yedi…
Afiyet olsun.

😊

İstanbul’daysam…
En sevdiğim şey boğazda yürümektir. Yürü, yürü…
Her seferinde yeni bir ayrıntı keşif ediyorsunuz. Bir semtten diğerine, arada…
Boğazdan geçer dalarım semtlerin derinliklerine, O eski evler arasında, kuytu mahalleler, sokak aralarına. İzlerim çocukların oyunlarını, içime çekmeye çalışırım o çığlıkları, gülüşmeleri, martıların çıkardığı sesler gibi gelir bana, anlarım yaşadığımı.

Otururum bir kafeye…
Bazen çayımı yudumlar bazen kahvenin o güzel kokusu eşliğinde izlerim mahallenin yaşlılarını, konu komşu dedikodularına kulak veririm. Ararım…
Özlerim, üzülürüm…
Göremem ne yazık ki eski mahalle bakkallarını. O yeni yeni, biçimsiz binalar arasında görürüm bakkalların çakmasını, samimiyetten, içtenlikten uzak ıvır zıvır satılan yerleri. Yeni mahallelerin, yeni yeni sokakları gibi sakinleri de soğuk gelir bana, asık suratlar, acele acele atılan adımlar.

Nereye yetişmeye çalışıyorsun kardeşim?
Hayat dediğin dört nala…
Geçip gidiyor yanı başından. Sen maddiyat peşinde kaçırıyorsun bebelerin gülen yüzlerini…
Bazen ağlamalarını, kavgalarını, yaşamı!

Geçenlerde…
İstinye – Tarabya yolu çöktü…
Bunu biliyor muydunuz? SONRA!!!

Ne şerefli ne yaşanası…
Hayatın kendisiydi O mücadele, Gezi Olayları…
Birkaç ağaç için direnen O gençler, yeşil kardeşim, yeşil…
Oksijen, teneffüs ettiğin hava…
Okyanus ötesinde…
Occupy Wall Street hareketi!

Yemin ediyorum yemin, Allah inandırsın…
Allah hepimize akı vermiş, fikir vermemiş. Göz vermiş, kulak vermiş…
Yürek vermiş, yürek…
His et diye…
İşini yapsın, yaptığının hakkını versin, varsın dinci olsun…
Yüreğinde…
Allah’ı samimi his ediyor, biliyorsa kardeşim yapabileceği kötülük sınırlıdır, sınırlı olur…
AMA YOK…
AKP gibi, O külliyesinde g.tüne kazıklar baltacısı gibi yüreksiz, bilgisiz, “tatlı dilli” şeytan olursa…
Gören göz, düşünen beyin görür göreceğini!

Neyin Gazi’si…
Nerenin, neyin komutanı…
Sorarım size?

Tipi çok bozuk olanlardan değilim…
En azından elime, yüzüme bakılabilecek bir insan olduğum kanısındayım…
Kanıtı…
Hayatıma giren hatunlar, istediklerimin çoğuna sahip oldum…
Bilen, bilir…
Dil mi güzel, dilber mi?

O hesap…
İddia ediyorlar, iddia…
Rahmetli Atatürk ve arkadaşları Camileri ahır yapmışmış…
Yalanın kuyruklusu AMA gören göz görüyor…
İstanbul…
Beton yığını!

Yukarıdaki resim ne ki…
Koca koca binalar, insanlar hayvan, tık içine…
Koy önüne samanı!

Neymiş kalkınmaymış, “ilerleyen” Türkiye…
Mehter marşının tersine, iki geriye, bir ileriye gibi yallah geriye…
Geçenlerde gidiyoruz kuzene, tabii sahil boyu…
Daha da doldurmuşlar boğazı, dikmişler bina, beton, beton…
Yeşil yok, salt beton. Dolguya kardeşim, deprem bölgesinde denize dolgu.

Ailecek oturma odasındayız…
Ailemizin ikinci büyüğü, eniştem, halamın eşi de orada…
Allah razı olsun Yxxxmden, Kxxxn’dan bakıyorlar babalarına…
Selam sabah sonrası ki ben yerlerde…
Allah’a yakın, kula uzak oturuyor mübarek, dördüncü katta…
İlk sorduklarından biri „neden artık yazmıyorsun, Facebook’ta yoksun“ oldu!

Duyumsamazlıktan geldim, çıktım balkona sigara içmeye…
Ardımdan Kexxxn geldi, tekrar sordu…
Dedim hatundan kaçıyorum, hesabımı kapadım…
Anlamadı, biraz düşündükten sonra:
“Ulan hala karı – kız peşinde misin” diye sordu…
“Sxxxa biliyor mu?”
Biliyor…
Bir an duraksadı, “Haline baksana!!!” diye sert bir şekilde cümlesini tamamladı.

Gayri ihtiyari, yani hiç düşünmeden cevap verdim; Ulan öldüm mü!!!?

Gülümsedi, anlatım üstü kapalı meseleyi, konu değiştirdik…
Kirada…
Uzun ve üzücü bir konu, Yen mağduru. Sordum, bana mı öyle geliyor yoksa sahili daha da mi doldurdular. Sanki bazı binaları öncesi görmedim.

“O binalar var ya” dedi…
“Daireleri 10 milyona satıyorlar”
Yuh dedim, ulan dolğu üzerine yapılan binada daireye 10 milyon verilir mi?

Yan tarafta “boş” arsayı gösterdi, bir inşaat var üzerinde…
Yarısı bitmiş, bırak Yeşilköy olmasını bir tarafa…
“Bitince, kirası 4000 Lira” dedi!
Ay dediğin nedir ki kardeşim?
Bilmem ne demek istediğimi, bunları neden anlattığımı anlıyor musunuz?

Cümlesini şöyle tamamladı…
“Öyle herkese satılmıyor, tipine bakıyorlar ondan sonra”
Lütfeyle yani dedim…
Başı ile onayladı.

Son yıllarda hep annemle gelmek nasip oldu İstanbul’a…
Daha çok iş güçle ilgili olduğu için böyle olması gerekiyordu…
Sirkeci’yi geç, Saray Burnunu, devam et yoluna, sahil boyu…
Cankurtaranda bir tesis…
Sosyal tesis diyorlar, boğaz keyfi, halka arz…
Evet…
Eskiden boğaza nazır bir restoranda yemek yemek, o keyfi yaşamak her babayiğidin harcı değildi…
Cüzi rakamlar, manzara harikulade…
Tavsiye ederim diyeceğim, diyemem…
Çünkü…
Paşabahçe, Beykoz arası kalan tesiste yemek yemek bir ayrıcalık…
Manzara, tek kelime ile tarifsiz, hele O martılar…
Halka arz dedik ya…
Türbanlı “orospular” az sayıda…
Hanım hanımcık giyinmiş insanlar, baş örtülüler!

Yıllardan beri giderim yolum düşerse böyle yerlere de…
Beykoz’da koru içi mesela…
Haliyle hayat sadece gırtlak dediğin değildir…
Ruhta gıda ister, etkinlikler…
Göze bariz bir şekilde çarpan…
Kültür dediğinde, halk dediğin…
Yok(!)

Nerede bu insanlar…
Nerede ki gözle açıkça ayırt edebiliyorsun AKP seçmenini…
Neredeler, nerede?

Simgeler ve hafızalarda uyandırdıkları çağrışımlar…
İstanbul desem…
Allah – Peygamber aşkı için, elinizi vicdanınıza koyup söyleyin…
İstanbul desem…
ILK AKLINIZA NE GELIR?

Sulatan Ahmet mi, Divan Yolu, Kapalıçarşı, Eminönü, Sirkeci, Haydarpaşa mı…
YOKSA…
Vapurlar mı?

Otantik nedir bilir misiniz?

Bir insanın, bir yerin, bir kentin öznesi…
Onu tanımlayan, tamamlayan bütünleyen özü…
Öz kardeşim öz…
Bence İstanbul’u, İstanbul yapan vapurlarıydı ne köprüsü ne tüneli…
Sadece ve sadece vapurlarıydı…
İki kıtayı birbirine bağlayan “taka – tukaları”
Geldi kayıkçının, orospunun evladı…
YOK ETTI!

Bak kardeşim…
İhanetti sadece İstanbul’a değil…
Tüm ülkeye yönelik işledi…
Vatana…
Ve millete IHANET ETTI!

Çöküyor kardeşim, çöküyor yollar…
Deprem olmadan…
Binalar…
Denize dolgu…
Yayınlamıştım “sulanmayı”
Çökecek hayaller, rüyalar, kaybolacak boğazın serin sularında, gömülecek tarihin karanlık sayfalarına!