Yaşamayan bilmez

Söz verdim…
Benimle izine gelmek istemiyordu. “Korkuyorum senden” diyor(du)…
Dedim; merak etme ne sana yemek pişirteceğim ne sinirleneceğim(!)

Gerçek şu ki…
Tepem otomatiğe bağladı, patlamaya hazır, pimi çekilmiş bomba gibiyim…
Eskiden de böyleydim, çok ani parlarım, saman alevi…
Yanımda olanı o an çok fena yakarım!

Yazarım…
Kendimi ruha benzetirim çünkü ruh gibiyimdir, karda yürüyüp izini belli etmeyenlerden…
İstediğim takdirde…
Gerçekten öyleyim, öyle davranabiliyor, yaşayabiliyorum…
Bir bakmışın buradayım, birkaç saat sonra bambaşka bir yerde…
Bazen yeraltına inerim, kimi zaman göklerde ara beni, zirvelerde…
Yeryüzündeyimdir, bir an sonra yerin yedi kat dibinde!

Sevdiklerim için hesaplanabilir olmaya özen gösterirken, karşımdaki için hesaplanamaz olmak ilkemdir. Artık O da geçti çünkü çok yazdım, dikkatli okuyucularım beni iyi derecede tanır oldular, güçlü yanlarımı da zaaflarımı da bilirler!

Bakıyorum hanıma…
Bakıyorum anama, kardeşe…
Acıyorummm!!!

Hangi birine yetişsinler…
İşe mi, eve mi, yemeğe mi, çamaşıra – temizliğe, ütüye ıvır zıvıra mı, çocuklara, derslere…
Bana?


+

Geldiğimiz ilk günlerdi, alışverişe gittik. Önder bu…
Lahana gördü mü, yaprak…
Melüm melüm bakar, canı dolma ister, sarma…
O bana baktı ben ona. Aldık, sardı sağ olsun…
Ev yemeği başka!

Söz verdim ya…
Sözümü mutlaka tutmaya çalışırım. Gerçekten yemek yaptırmamaya çalıştım, gezsin, yatsın, kalksın…
Dinlensin. Kafasına göre yaşasın!

Beni de anlamanızı rica ederim…
Hasret kaldım, yurtdışında yaşam şartları çok farklı. Kadın oluyor erkek…
Erkek kimi zaman kadın, dünya tersine dönüyor anlayacağınız.

Severim…
Yaşamasını da yaşatmasını da…
Halim varsa!

Götürdüm her gün başka mekanlara, öğle yemeğine, akşam yemeğine, gezmeye…
Bu zibidiler geldi geleli…
Sadece İstanbul’un değil ülkenin de anasını bilmem ne ettiler, sonra…
Annemle geçen geldiğimizde işimiz Avcılar tarafına düştü…
Küçük Çekmeceye falan.

Bir karnım acıktı…
Delireceğim. Avcılarda gözüme kestirdiğim bir yere girdik…
Antep sofrası, öfffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff
Bir içli köfte, bir Adana, lahmacunu…
Allah’ım ya Rabbim olur mu böylesine bir lezzet?

Duyururum Adanalıma…
İçli köfteme, güzel yârime…
Cevizli…
Uf anam, ufff babam, öf, öf, öf!!!

10 gibiydi, giyin dedim gidiyoruz karşıya. Sordu “nereye?”
Dedim Avcılara. “Ne yapacağız orada?”
Yemeğe…
“Ta oralara yemeğe mi gidilir?” gidilir dedim, bastık gaza…
Rahmetliyi…
Gecenin yarısı kaldırmıştım, sabah kahvemizi Paris’te içmek için…
Ben öyle bir çeyreğim!

Yemekteyiz…
Kadın şapır şupur yarabbi şükür yapıyor ne yedi ne yedi…
Afiyet olsun.

😊

İstanbul’daysam…
En sevdiğim şey boğazda yürümektir. Yürü, yürü…
Her seferinde yeni bir ayrıntı keşif ediyorsunuz. Bir semtten diğerine, arada…
Boğazdan geçer dalarım semtlerin derinliklerine, O eski evler arasında, kuytu mahalleler, sokak aralarına. İzlerim çocukların oyunlarını, içime çekmeye çalışırım o çığlıkları, gülüşmeleri, martıların çıkardığı sesler gibi gelir bana, anlarım yaşadığımı.

Otururum bir kafeye…
Bazen çayımı yudumlar bazen kahvenin o güzel kokusu eşliğinde izlerim mahallenin yaşlılarını, konu komşu dedikodularına kulak veririm. Ararım…
Özlerim, üzülürüm…
Göremem ne yazık ki eski mahalle bakkallarını. O yeni yeni, biçimsiz binalar arasında görürüm bakkalların çakmasını, samimiyetten, içtenlikten uzak ıvır zıvır satılan yerleri. Yeni mahallelerin, yeni yeni sokakları gibi sakinleri de soğuk gelir bana, asık suratlar, acele acele atılan adımlar.

Nereye yetişmeye çalışıyorsun kardeşim?
Hayat dediğin dört nala…
Geçip gidiyor yanı başından. Sen maddiyat peşinde kaçırıyorsun bebelerin gülen yüzlerini…
Bazen ağlamalarını, kavgalarını, yaşamı!

Geçenlerde…
İstinye – Tarabya yolu çöktü…
Bunu biliyor muydunuz? SONRA!!!

Ne şerefli ne yaşanası…
Hayatın kendisiydi O mücadele, Gezi Olayları…
Birkaç ağaç için direnen O gençler, yeşil kardeşim, yeşil…
Oksijen, teneffüs ettiğin hava…
Okyanus ötesinde…
Occupy Wall Street hareketi!

Yemin ediyorum yemin, Allah inandırsın…
Allah hepimize akı vermiş, fikir vermemiş. Göz vermiş, kulak vermiş…
Yürek vermiş, yürek…
His et diye…
İşini yapsın, yaptığının hakkını versin, varsın dinci olsun…
Yüreğinde…
Allah’ı samimi his ediyor, biliyorsa kardeşim yapabileceği kötülük sınırlıdır, sınırlı olur…
AMA YOK…
AKP gibi, O külliyesinde g.tüne kazıklar baltacısı gibi yüreksiz, bilgisiz, “tatlı dilli” şeytan olursa…
Gören göz, düşünen beyin görür göreceğini!

Neyin Gazi’si…
Nerenin, neyin komutanı…
Sorarım size?

Tipi çok bozuk olanlardan değilim…
En azından elime, yüzüme bakılabilecek bir insan olduğum kanısındayım…
Kanıtı…
Hayatıma giren hatunlar, istediklerimin çoğuna sahip oldum…
Bilen, bilir…
Dil mi güzel, dilber mi?

O hesap…
İddia ediyorlar, iddia…
Rahmetli Atatürk ve arkadaşları Camileri ahır yapmışmış…
Yalanın kuyruklusu AMA gören göz görüyor…
İstanbul…
Beton yığını!

Yukarıdaki resim ne ki…
Koca koca binalar, insanlar hayvan, tık içine…
Koy önüne samanı!

Neymiş kalkınmaymış, “ilerleyen” Türkiye…
Mehter marşının tersine, iki geriye, bir ileriye gibi yallah geriye…
Geçenlerde gidiyoruz kuzene, tabii sahil boyu…
Daha da doldurmuşlar boğazı, dikmişler bina, beton, beton…
Yeşil yok, salt beton. Dolguya kardeşim, deprem bölgesinde denize dolgu.

Ailecek oturma odasındayız…
Ailemizin ikinci büyüğü, eniştem, halamın eşi de orada…
Allah razı olsun Yxxxmden, Kxxxn’dan bakıyorlar babalarına…
Selam sabah sonrası ki ben yerlerde…
Allah’a yakın, kula uzak oturuyor mübarek, dördüncü katta…
İlk sorduklarından biri „neden artık yazmıyorsun, Facebook’ta yoksun“ oldu!

Duyumsamazlıktan geldim, çıktım balkona sigara içmeye…
Ardımdan Kexxxn geldi, tekrar sordu…
Dedim hatundan kaçıyorum, hesabımı kapadım…
Anlamadı, biraz düşündükten sonra:
“Ulan hala karı – kız peşinde misin” diye sordu…
“Sxxxa biliyor mu?”
Biliyor…
Bir an duraksadı, “Haline baksana!!!” diye sert bir şekilde cümlesini tamamladı.

Gayri ihtiyari, yani hiç düşünmeden cevap verdim; Ulan öldüm mü!!!?

Gülümsedi, anlatım üstü kapalı meseleyi, konu değiştirdik…
Kirada…
Uzun ve üzücü bir konu, Yen mağduru. Sordum, bana mı öyle geliyor yoksa sahili daha da mi doldurdular. Sanki bazı binaları öncesi görmedim.

“O binalar var ya” dedi…
“Daireleri 10 milyona satıyorlar”
Yuh dedim, ulan dolğu üzerine yapılan binada daireye 10 milyon verilir mi?

Yan tarafta “boş” arsayı gösterdi, bir inşaat var üzerinde…
Yarısı bitmiş, bırak Yeşilköy olmasını bir tarafa…
“Bitince, kirası 4000 Lira” dedi!
Ay dediğin nedir ki kardeşim?
Bilmem ne demek istediğimi, bunları neden anlattığımı anlıyor musunuz?

Cümlesini şöyle tamamladı…
“Öyle herkese satılmıyor, tipine bakıyorlar ondan sonra”
Lütfeyle yani dedim…
Başı ile onayladı.

Son yıllarda hep annemle gelmek nasip oldu İstanbul’a…
Daha çok iş güçle ilgili olduğu için böyle olması gerekiyordu…
Sirkeci’yi geç, Saray Burnunu, devam et yoluna, sahil boyu…
Cankurtaranda bir tesis…
Sosyal tesis diyorlar, boğaz keyfi, halka arz…
Evet…
Eskiden boğaza nazır bir restoranda yemek yemek, o keyfi yaşamak her babayiğidin harcı değildi…
Cüzi rakamlar, manzara harikulade…
Tavsiye ederim diyeceğim, diyemem…
Çünkü…
Paşabahçe, Beykoz arası kalan tesiste yemek yemek bir ayrıcalık…
Manzara, tek kelime ile tarifsiz, hele O martılar…
Halka arz dedik ya…
Türbanlı “orospular” az sayıda…
Hanım hanımcık giyinmiş insanlar, baş örtülüler!

Yıllardan beri giderim yolum düşerse böyle yerlere de…
Beykoz’da koru içi mesela…
Haliyle hayat sadece gırtlak dediğin değildir…
Ruhta gıda ister, etkinlikler…
Göze bariz bir şekilde çarpan…
Kültür dediğinde, halk dediğin…
Yok(!)

Nerede bu insanlar…
Nerede ki gözle açıkça ayırt edebiliyorsun AKP seçmenini…
Neredeler, nerede?

Simgeler ve hafızalarda uyandırdıkları çağrışımlar…
İstanbul desem…
Allah – Peygamber aşkı için, elinizi vicdanınıza koyup söyleyin…
İstanbul desem…
ILK AKLINIZA NE GELIR?

Sulatan Ahmet mi, Divan Yolu, Kapalıçarşı, Eminönü, Sirkeci, Haydarpaşa mı…
YOKSA…
Vapurlar mı?

Otantik nedir bilir misiniz?

Bir insanın, bir yerin, bir kentin öznesi…
Onu tanımlayan, tamamlayan bütünleyen özü…
Öz kardeşim öz…
Bence İstanbul’u, İstanbul yapan vapurlarıydı ne köprüsü ne tüneli…
Sadece ve sadece vapurlarıydı…
İki kıtayı birbirine bağlayan “taka – tukaları”
Geldi kayıkçının, orospunun evladı…
YOK ETTI!

Bak kardeşim…
İhanetti sadece İstanbul’a değil…
Tüm ülkeye yönelik işledi…
Vatana…
Ve millete IHANET ETTI!

Çöküyor kardeşim, çöküyor yollar…
Deprem olmadan…
Binalar…
Denize dolgu…
Yayınlamıştım “sulanmayı”
Çökecek hayaller, rüyalar, kaybolacak boğazın serin sularında, gömülecek tarihin karanlık sayfalarına!