Yine samimi dini duygular ile hareket eden insanlarımızı tensip eder…
Onları başıma taç yaparken, din bezirgânlarını tüm yüreğimle lanetliyorum…
Din – iman, ana – avrat düz geçiyorum bu ahlaksızları, bu din tacirlerini!
Haa…
Ola da beni birileri FETÖ’cü ilan etmek ister…
Erdoğan şerefsizi neyse Güllen, Gül ve tüm kadroları benim için O…
Tabii isimlerini bile yazmaktan iğrendiğim o iki budalayı…
K.K ve D.B.’ye de ana – avrat küfür ediyorum…
Bunlar…
Birer namusuz, birer vatan ve millet, din düşmanı…
Birbirlerinin göt kılı olmaktan, birbirlerinin bir taraflarını yalamaktan öteye bir adim gidemeyen zibidiler sürüsü. Uşak…
Evet, AB(D)’nin uşakları, uluslararası konsorsiyum, uluslararası siyasetin birer piyonu…
Ha Erdoğan ha Güllen veya o, bu…
Özellikle Soner Beye içerliyorum, evet haram ediyorum benden kazandığı tüm paraları…
Kütüphanemdeki tüm kitapları, lanet olsun, haram olsun, gözüne – dizine dursun.
Dikkatli okuyun lütfen, iyi anlayın, satır aralarını, yazdıklarını ve yazmayıp, söylemek istediklerini iyi anlamaya çalışın!
Sanki Erdoğan Güllenden bir damla, bir damla daha iyi, daha faydalı…
Hepsi ayni bokun soyu, ha O ha diğeri, ne fark eder?
Mücadelem tüm sömürücülerle, tüm din bezirgânlarıyla, tümüyle!
++++++++++++++++++++++++++++
Dünya lideriyiz müsterih olun!
Yılmaz Özdil
Beyaz Saray onayladı.
Pentagon, Suriye Kürdistanı’na ağır silahlar veriyor.
*
E merak ediliyor…
Neler oluyor?
*
30 sene önceydi…
İran-Irak savaşıyordu.
Humeyni’nin ordusu, Kuzey Kore ve Çin füzeleri kullanıyordu.
Saddam’ın ordusu, Rusya, Fransa ve Çin füzeleri kullanıyordu.
Birbirlerine fırlatıyorlardı.
*
İki tarafta da su gibi petrol vardı.
Musluklar şakır şakır akıyordu…
ABD kovayı dolduramıyordu.
E, böyle olmuyordu tabii.
*
ABD başkanı, artist Reagan’dı.
Reagan’ın başkan yardımcısı ise, bir zamanlar CIA başkanı olan baba Bush’tu.
Saddam’a elçi gönderdiler.
“Biz seni çok seviyoruz, acayip takdir ediyoruz, İran’a gıcığız, sana yardım edelim” dediler.
Rahmetli Saddam pek salaktı.
Kabul etti.
*
İtalyan bankası Banca Nazionale del Lavoro üzerinden kredi verdiler. Öylesine paraya boğdular ki… Irak devleti, Amerikan yardımı alan ülkeler sıralamasında zart diye üçüncülüğe yükseldi. Saddam’ın kulaklarından bile dolar fışkırıyordu. Elbette hepsi borçtu, geri ödenecekti. “Arkadaşlar arasında paranın lafı bile olmaz, yeni kuyular açarsın, ödersin” dediler.
*
Silah satmaya başladılar… Verdikleri parayı katbekat geri alıyor, aldıkları parayı borç olarak geri veriyor, borç olarak verdikleri parayı silah satarak geri topluyorlardı. Kendisini çok zeki zanneden Saddam, halk arasındaki tabirle kulampara sarması’na girmişti.
*
Bu böyle tankla topla filan olmayacak dediler, sana çok daha büyük para verelim, teknoloji öğretelim, kimyasal ve biyolojik silahlar geliştir, İran’ın kafasına at, işi komple bitir dediler. Şahane fikirdi… Kendisini çok akıllı zanneden Saddam’ın aklına yattı. Ufak ufak üretip, İran’a fırlatmaya başladı.
*
(Kaşla göz arasında, Kürtlerin kafasına da attı… Çünkü, Barzani-Talabani, İran’ı destekliyordu, Saddam fırsat bu fırsat dedi, onların kafasına da kimyasal attı. Çoluk çocuk beş bin insan hayatını kaybetti. Yani… Şu anda “biji Obama, biji Trump” diye tezahürat yapan, Amerikan bayraklı tişörtler giyen peşmergeler, bizzat Amerikan füzeleriyle can vermişti. Hatta… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Saddam’ın kimyasal silah kullanmasını eleştiren bir karar alınacaktı, ABD ve İngiltere karşı çıktı, ret oyu kullandılar, “kimyasal silah filan yok, olsa bizim haberimiz olurdu” dediler. O zamanlar Saddam önemliydi, beş bin Kürt ölmüş, elli bin Kürt ölmüş, Washington’ın umurunda bile değildi.)
*
Aynı günlerde…
*
Yarbay Oliver North diye bi arkadaş icat ettiler, İran’a gönderdiler, güya İran’a ambargo uyguluyorlardı, kendi ambargolarını kendileri deldiler, mollalarla gizli gizli görüştürdüler, “biz aslında sizi çok seviyoruz, Saddam’a fena halde gıcığız, size gizli gizli yardım edelim” dediler. Tahran yönetimi, düşündü taşındı, tarihlerine yakışmayacak derecede öküzce davranarak, peki dedi, kabul etti.
*
Şah döneminde İran’a satılan Amerikan malı uçakların yedek parçalarını ve Amerikan malı gıcır gıcır füzeleri, İsrail şirketi üzerinden İran’a sattılar iyi mi… İran yönetimi, Amerikan malı füzeleri Amerikan malı uçaklarla Saddam’ın kafasına attı, bunların karşılığında, hem fahiş fiyatlar ödedi, hem de Lübnan’da Hizbullahçı arkadaşlar tarafından kaçırılan Batılı rehineleri serbest bıraktı.
*
Bir taşla iki kuş vuran Beyaz Saray, neden üç kuş vurmayalım şekerim dedi… İran’dan aldığı paraları, İsviçre ve Panama üzerinden, tee Nikaragua’ya götürdü, demokratik seçimle işbaşına gelmiş hükümeti devirmeye çalışan kontrgerillalara gizli gizli verdi. Neden gizli gizli verdi? Çünkü aslında, Amerikan Kongresi, insanlık suçu işleyen kontrgerillalara yardım yapılmasını yasaklamıştı, CIA kendi devletinin yasağını deliyordu.
*
(Bu müthiş operasyonun beyni, bir zamanlar CIA’in İstanbul ve Ankara’da istasyon şefi olan, istihbarat efsanesi Duane Clarridge’tı. Şu kadarını söyleyeyim, James Bond onun yanında anca karikatür olabilirdi, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya her taşın altında o vardı. Yarbay Oliver North, emrindeki icra subaylarından biriydi. Türkiye’yi ikmal durağı olarak kullandı… İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi’nden havalanan St. Lucia Havayolları’na ait nakliye uçakları, Ankara Esenboğa’ya iniyor, oradan Tahran’a gidiyordu. Resmi evraklarda petrol kuyusu malzemesi olarak görülenler, bildiğin füzeydi. Aslına bakarsanız, Portekiz üzerinden Nijerya uçaklarıyla taşınacaktı ama, Portekiz “beni karıştırmayın abi” deyince, Duane Clarredge’ın istediği gibi at koşturduğu Türkiye üzerinden taşındı.)
*
Neyse… İran-Nikaragua meselesi duyulunca, rezalet ortaya çıkınca, artist Reagan şahane rol yaptı, benim bu casus filminden hiç haberim yok, her şeyi bu şerefsiz Oliver North yapmış dedi, Amerikan basını da vay şerefsiz Oliver manşetleri attı, sorumluları yargılıyormuş gibi yaptılar, herkes serbest bırakıldı, hadisenin üstü örtüldü.
*
Neticede…
Bir milyon İranlı öldü.
Yarım milyon Iraklı öldü.
150 milyar dolarlık yıkım oldu.
Belki de en hazin tarafı…
Birbirlerine sekiz sene füze attılar ama, İran-Irak sınırı santim değişmedi.
*
Tüm bunlar olup biterken, bizimkiler nerdeydi?
İETT’deydi.
Ümraniye-Sultanbeyli hattına kafa yoruyorlardı!
*
Dolayısıyla, Pentagon Kürtlere silah veriyormuş, Kremlin Esad’a uçak veriyormuş, İsrail Barzani’yi kucağına oturtmuş filan, endişe etmeyin, müsterih olun… Asrın lideriyiz, emin ellerdeyiz!
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/dunya-lideriyiz-musterih-olun-1842885/
Necati Doğru
Atatürk yaşasaydı ABD’ye gitmezdi!
Darbeci İslamcı Fetullah Gülen, ABD’ye sığıntı oldu. Ilımlı İslamcı Tayyip Erdoğan ise ABD’nin Ortadoğu Planı’nın eş başkanı olduğunu kendisi açıkladı. Bugün Atatürk’e sövsünler diye ellerine dergi ve önlerine TV ekranı verilenler, güçlerini, cüretlerini ve cesaretlerini bu iki kişiden; Tayyip Erdoğan ve Fetullah Gülen’den alıyorlar. Türkiye, bugün hem ABD ve hem Rusya‘ ya “YPG’ye silah vermeyin…” diye yalvarır duruma düştü. Türkiye’yi bu acı veren duruma Fetullah Gülen ile Tayyip Erdoğan’ın, birbirlerine düşmeden önce, birlikte izledikleri şu son 15 yıllık tutarsız, omurgasız, hesapsız, düşüncesiz iç ve dış politikalar ile stratejileri getirdi.
ABD ile Rusya birlik oldular.
YPG’yi ağır silahlandırıyorlar.
ABD’li asker Jony ile YPG’li asker Cemil, birlikte Türk Mehmet’e kendi sınırımızda namlu göstermekte ve Rus askeri Mişa ile YPG’li Maho’da yine birlikte kendi sınırımızda Türk Mehmet’e bazuka yöneltiyorlar. Batı sınırımızda Ege’de ise adalarımıza Yunanistan savunma bakanı gelip bayrak dikiyor, denizaltı demirliyor. Yunan askeri de cesaretini, cüretini AB’den, ABD’den, Rusya’dan alıyor.
Ülkemiz yalnızlaştı.
Yalnızlaştırıldı.
* * *
Türkiye Devleti’nin 3 ağır topu; Genelkurmay Başkanı, MİT Başkanı ve Cumhurbaşkanı sözcüsü, çantalarında “YPG’ye verilen Amerikan ağır silahlarının PKK’ya nasıl aktarıldığını gösteren fotoğraflarla” ABD’nin başkentine gittiler. Onlar fotoğrafları göstermek için bekleme odasında sütlü kahve içerlerken ABD Başkanı YPG’ye “ağır Amerikan silahlarının verilmesi iznini” imzaladı. Türk Cumhurbaşkanı 16 Mayıs’ta Trump ile görüşmeye ve “Türkiye ile ABD’nin Ortadoğu’da birlikte hareket etmelerinin ne kadar faydalı olduğunu” anlatmaya gidecekti.
Amerikalı Trump!
6 gün bile beklemedi.
Atatürk yaşasaydı.
Trump’a gitmezdi.
Putin’e de yalvarmazdı.
Hatay’a çıkardı.
* * *
Atatürk öncesi Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkiye 4 büyük dünya nehri; Tuna, Nil, Fırat, Dicle’yi içine alan bir ülkeydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun padişahları, sadrazamları, yüksek kademe bürokratları, ordusunun komutanları, Şeyhülislamları, Medreseleri bu büyüklüğü elde tutamadı. Atatürk’ten çok önce Türkiye, Tuna ve Nil nehirlerini yitirdi. Atatürk, içinde Hatay’ın da yer aldığı Fırat ile Dicle’nin sahibi Türkiye’yi “laiklik-tam bağımsızlık-bölünmez bütünlük” sütunları üzerinde oturtup, “muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızda mevcuttur…” diyerek emanet etti, öbür dünyaya gitti.
Bu dünyada!
Rusya ve ABD.
Yunanistan ve AB.
Fırat ile Dicle’yi de Türkiye’nin birliğinden koparmak için 100 yıldır her türlü planı içten ve dıştan uyguluyorlar. İşte şimdi bu planın son halkasını tamamladıklarına inandıkları için Amerikalı Jony ile Kürt Cemil’i, Rus Mişa ile Kürt Maho’yu omuz omuza getirip sınırlarımızdan Türk askerine namlu gösteriyorlar.
Amerikalı Trump!
Rus Putin!
Yunanlı Tsipras!
Birbirlerine kaş göz edip.
Ellerini ovuşturuyorlar.
* * *
Bu yüzden yapılması gereken; Atatürk’ün bıraktığı mirasa hürmeten Türkiye’yi ordusuyla, ekonomisiyle, dış politikasıyla ve “Laiklik-Tam Bağımsızlık-Bölünmez Bütünlük-Yüksek Adalet-Yüksek Hukuk-Yüksek Ahlak-Yüksek Çalışkanlık” ilkeleriyle Ortadoğu’da sözü geçen, Avrupa’da ağırlığı, Asya’da itibarı, Amerika’da saygınlığı olan bir güçlü ülke olarak tutmaktı.
Gerçeği eğip, bükmeyelim.
Gizleyip örtmeyelim.
Türkiye’yi hem ABD’ye ve hem Rusya’ya “yalvarır duruma” getiren Tayyip Erdoğan ile Fetullah Gülen’in birlikte beraberce yürüttükleri politikalar oldu. Atatürk’e, devrimlerine, ilkelerine söve sövdüre ve “Balyoz-Ergenekon” ile önce Türk Ordusu’nu diz üstüne çöktürdüler, cari açık, sıcak para, iç tüketim iştahı ve inşaat rantına vidalı büyüme ile de dış borca bağımlılığı perçinlediler.
Atatürk yaşasaydı.
Trump’a gitmezdi.
Putin’e yalvarmazdı.
Hatay’a çıkardı.
Hatay’a git, Fırat ile Dicle’nin sularını tutup avuçlayacaksın duygusunu, sevincini, mutluluğunu yaşarsın.
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/necati-dogru/ataturk-yasasaydi-abdye-gitmezdi-1842866/
Soner Yalçın
Fasa fiso yazıyorlar
Son dönemde…
FETÖ ile ilgili ne çok kitap çıktı.
Kitaplığımda 100’ü aşkın FETÖ kitabı var.
“Yeni ne bilgiler edineceğim” diye, hemen hepsini merakla okudum;
Hüseyin Gülerce’nin yazdığı “Gizli Krallığın Sonu: FETÖ” bu kitaplardan biriydi.
Zaman gazetesinde 23 yıl yazarlık yapan…
Zaman gazetesinde genel müdürlük yapan…
Zaman gazetesinde genel yayın yönetmenliği yapan…
Keza yine FETÖ’nün…
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın 15 yıl mütevelli heyet başkanlığı yapan…
Samanyolu ve Mehtap televizyonlarında 15 yıl program yapan…
“Hizmet Hareketi”ni övmek için 600 konferans yapan…
“Cemaat’in sözcülüğünü” yapan…
30 yıl FETÖ içinde yer alan Hüseyin Gülerce’nin kitabını merak ve heyecanla okumaya başladım.
Bakalım ne bilgiler bulacaktım!
392 sayfalık kitabı didik didik ettim.
Yok.
Tek bir “dişe dokunur” bilgi yok.
Bilinenleri tekrarlıyor sayfalarca. 28’inci sayfadan itibaren FETÖ’nün çok bilinen operasyonlarını anlatıyor. Önceki yıllar, yani 29 yıllık örgüt üyeliği sadece 25 sayfayla sınırlı! Orada da tek yeni bilgi yok.
İşte bu Hüseyin Gülerce…
AKP yandaşı gazeteler ve televizyonlar tarafından “FETÖ ile mücadelenin önderi” diye selamlanıyor!
Biri çıkıp, “Arkadaş bunca yıl bu örgüt içinde yer aldın, medyada çıkan bilgileri tekrarlayarak kitap yazmışsın, bilmediklerimizi niye anlatmıyorsun” diye sormuyor!
Daha kötüsü…
Gülerce şunu diyor:
“Bugün görüyoruz ki, F. Gülen’in öncülüğündeki hareketin başlangıçtan itibaren üç safhası var. 1) Hizmet 2) Cemaat 3) Paralel Devlet Yapılanması.”
Gördünüz mü tuzağı?
Oysa. Üç safha filan yok; tek safha var:
Gladio’nun emrinde Paralel Devlet Yapılanması!
Gülerceler, kandırdıklarını yine aldatabilir; bizi asla…
DARBE SEBEBİ; AF
AKP/Erdoğan şu soruyla yüzleşemiyor:
“15 Temmuz FETÖ darbe girişimi nasıl yaşanabildi?”
Öyle ya…
– MİT operasyonuyla FETÖ’nün gizli amacı ortaya çıktı.
– Ergenekon-Balyoz operasyonlarının FETÖ kumpası olduğu ortaya çıktı.
– 17/25 Aralık operasyonuyla FETÖ’nün iktidar hedefi ortaya çıktı.
– MİT TIR’ları operasyonuyla Erdoğan’ı uluslararası mahkemede yargılatma operasyonu ortaya çıktı.
Bunca hakikat ortada iken…
FETÖ’ye yönelik soruşturmalar yapılırken…
15 Temmuz FETÖ darbe girişimi nasıl gerçekleşebildi?
AKP/Erdoğan bu sorunun üzerine samimiyetle gidemiyor!
Çünkü…
En büyük yanılgısı, 17/25 Aralık 2013’ten sonrasını suç kabul etmesi oldu.
Oysa:
17/25 Aralık operasyonu ile 15 Temmuz darbe girişimi arasında 19 ay geçti. Bu kadar sürede FETÖ sorununu ortadan kaldıramamalarını sebebi, 17/25 Aralık öncesine “af” getirilmesidir. Bu nedenle FETÖ darbe girişiminin önüne geçemediler. Kimi asker, polis ve halk olmasa bugün iktidarda FETÖ vardı.
Bugün ne değişti? FETÖ ile mücadelede inatla 17/25 Aralık’ı başlangıç kabul etmeyi sürdürüyorlar! Yani, Hüseyin Gülerce’nin “üç safha” kurnazlığını yutuyorlar.
Bunu yutmaları, özellikle kriptocuların katkılarıyla, dün olduğu gibi bugün de FETÖ’nün işine yarıyor.
Bunlar, yine bin bir kurnazlıkla AKP’yi elinde oynatıyor.
Özellikle medyadaki kriptoların isimlerini yazmaya gerek var mı; sır değil ki…
Cem Küçük’ten Mustafa Armağan’a “sahneye” her gün bir kripto çıkarılıyor!
Biri Müslümanlara, diğeri Atatürkçülere saldırarak, FETÖ’yü ülke gündeminden kaçırıyorlar!
KAÇINCI UYARI
Hanefi Avcı’yı tanıyorsunuz.
“Erken Uyarı/Devlet Bilgisi” adlı son kitabında diyor ki:
“17 Aralık 2013’ten sonra klasik yöntemler çalıştırıldı. Yani, ‘karşımızda sıradan bir örgüt var ve sıradan bir örgüt ile mücadele gerekiyor‘ denilerek, bunun için klasik bildiğimiz savcı-polisler devreye sokuldu. Ve bu görevliler sadece o zamana kadar Cemaat’in işlediği bilinen ve tespit edilen suçlarıyla ilgili soruşturma yapmaya kalktı. Ama Cemaat’i ve tüm yönetim kadrolarını bir bütün olarak görüp, onların yapabileceklerini iyi hesap ederek aktif bir mücadeleye girilemedi. Daha doğrusu Cemaat’i bir bütün halinde kavrayacak bir analiz grubu oluşturulamadı. Cemaat iyi tanınamadı, Cemaat’in örgütlenme ve işleyiş biçimi, çalışma biçimi kavranamadı. Halen de Cemaat’in iyi tanınmadığı kanaatindeyim.”
Aynı görüşteyim…
AKP’nin/Erdoğan’ın kafası özellikle bulandırılıyor.
Hüseyin Gülerce kitabında, “siyasete bulaşmak Cemaat’i eritti” değerlendirmesi yapıyor. Yahu! Fethullah Gülen, Soğuk Savaş döneminden beri (Komünizmle Mücadele Dernekleri ile) politikanın tam göbeğinde olmadı mı?
Gülerce, meseleyi 17/25 Aralık ile başlatma eğiliminde! Ve bu konuda yorumu şu:
“Gülen’e asıl kaybettiren derin Cemaat oldu.” Şaka gibi. Gördünüz mü, suçlu kimmiş?
Gülerce ve benzerleri, FETÖ gerçeğinin üzerini kapatma uğraşısı içinde, “suyu bulandırmaya” çalışıyorlar!
Kitabının sonuç bölümünde şunu yazıyor:
“Gülen Hareketi bitmiştir. Artık içeride etkili olamazlar.”
Yani…
“Artık yeter” diyor…
“İş bitti” diyor…
Hep yazıyorum:
Sahiden…
AKP’yi/Erdoğan’ı kandırmak bu kadar mı kolay arkadaş?
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/fasa-fiso-yaziyorlar-1842884/