Ne duymak ne anlatmamı istiyorsun kadın, ne?

Bildiğin şeyler…
Günler yaklaştıkça afacanlar basıyor beni. Türkiye…
Altı günde…
Hayatim kaydı. Yüzyıllarca yaşadığımız topraklar, mal sahibi mülk sahibi tapu sahibi…
Tayyip…
Mehmet gibi, çıkar bir sahtekâr karşına, AKLA aklayabiliyorsan kendini!

Aile perişan…
Ben…
Sadece annem adına hareket edebilirim, kendim, kardeşim namına gerekeni yapabilirim…
Sağlığım…
Her gecen gün daha betere doğru gidiyor, ayaktayım…
Gel bana sor, bir ben bir Allah biliyor halimi!!!

“Üç, beş kişi”
Her biri bedel on kişiye…
Ve bende ne güç var ne kuvvet kaldı…
Anladın mı?

Bunlar ki yüzde birini anlatmadım sana…
Tayyipistanda…
Burayı hiç sorma!

Takma kafana beni…
Acı patlıcanin kırağı çalmaz der atalar…
Elbet gün gelecek elbet…
Kapanacak bu gözler!

Senin kendini nasıl gördüğün, değerlendirdiğin ÖNEMLI değil, karşındaki sana nasıl bakıyor, seni nasıl değerlendiriyor ÖNEMLI OLAN BU!

“Die Aussage des Schwiegersohns von Staatschef Recep Tayyip Erdogan kam an den Märkten nicht gut an. Denn sie gibt den Marktteilnehmern wenig Hoffnung, dass notwendige Reformen zeitnah angegangen werden. „Am Markt steigt entsprechend die Angst davor, wie sich die Währungsturbulenzen von Mitte August in den Daten niederschlagen“, meinten zuletzt die Devisenexperten der Commerzbank.“

oku

Tüm samimiyetimle yazıyorum…
İster AKP’li, MHP’li veya Y-CHP’li ol…
Maalesef…
Ne yazık ki acı gerçek bu; ÖNCE KENDINI KURTAR!

Hiç uçtun mu hayatında?
Ne diyorlar oksijen konusunda?
Önce kendin sonra çocuğun! Neden?
Çünkü sana bir şey oldu mu çocuğunun hayata kalma şansı daha da azalıyor!

Hep ne derim?
Kendi himmete muhtaç dede nerede kaldı gayrıya himmet ede!

Beni dinle…
Çok geç kalmadan gerekeni yap, varsa kenarında dört elle sarıl varsa bankada, orda burada…
Kurtar!

Pasaportumu buldummm

Asker tipi pantolonumun yan cebinden çıktı!
😊
Deli olduk aramaktan deli…
Dünyayı “ayağa kaldırdım”

Offffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff be.

Şüphesizzz, BEN…
Allah’ın sevdiği kuluyum…
Rab sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirir sonra buldururmuş!

Riya, 30 Ağustos, Atatürk! O Rahmi Turan olacak herif bile, sadece tiksindiriyor böyleleri beni. Hele O baş pezevenk yok mu, yok mu O gavat … Atatük’ü ağzından düşürmez oldu. Çok değil, bir iki sene en fazla, bayramda seyranda ne gazi ne şehit ne Gazi Mustafa Kemal Atatürk dualarda anılıyordu. Unuttum mu sandınız tüm bunları, unuttum mu???

Ne kadar TC ibaresi varsa…
Gençliğe hitabe…
Andımız…
Gençlik ve Spor Bayramı, UNUTTUNUZ MU?

Sadece bir mantık sorusu, IDLIB

Bu orospu çocuğu soktu mu bizi Ortadoğu bataklığına, soktu!

Merak ettim, araştırdım…
Bir Tomahawk füzesi 600 bin ile bir milyon dolar arası…
Donatımına bağlı…
Rusya…
Bu adamlar büyük çapta mali sıkıntı yaşıyorlar mı yaşamıyorlar mı?
Yaşıyorlar kardeşim yaşıyorlar hem de nasıl!

Hiç donanma, uçak, personel…
Lojistik, iaşe, barınma, güvenlik gibi maliyetlere dokunmuyor, değinmiyorum bile…
Rusların benzer silahları 500 bin dolar ve yukarısı. Bir roket kardeşim sadece bir tanesi…
Koca koca savaş gemileri, indi Akdeniz’e…
Keza…
Amerikan donanması, yakında Fransız!

Soruyorum size…
Suriyelilerin karagözü, karakaşı niyetine mi?

Sahi…
Ne diyor atalarımız böyle durumlar için?
“Kaz gelecek veya gelen yerden tavuk esirgenmez!”

Pekiii…
Tayyipistanin kazancı nedir bu işten?

Al sana Osmanlı, döndün mü Osmanlıya a.cık ağızlı

Uyuyamadım…
Gazete okudum…
İşte bu “güzel”, ilginç bir haber…
Zeynep Hanım yazdı…
Suriye’de çarpışan ÖSO mensupları, DIKKAT…
>>> Maaşlarını <<< Tayyip Lirası üzerinden almaktan şikâyetçiymiş…
Değeri yokmuş, bir hafta bile zor geçiniyor bu yüzden Suriye parasıyla ödenmesini istiyorlarmış maaşlarının!

Götümün kenarları…
Beğenmiyorlar koskoca Tayyip Lirasını!

Bu herifler…
Zibidinin paralı köpekleri, Kasımpaşa ayısının…
Vatan, millet için çarpışmıyor muydu?

Sahi…
Madem Tayyipistan ödüyor bunların maaşını, bizim vergilerimizle…
Pardon???
Yok canımmm, olur mu öyle şey?
Kahpedoğan hiç kendi cebinden öder mi?
Gitsin itler…
PKK ile çarpışsın!

Not:
O kadar kötüyüm ki, halsizlik…
Ağrıları artık duymaz oldum. Bende diyorum neden bu kadar kötüyüm?
Saate baktım, aklıma geldi…
ilaçlar…
Unuttum!

Saati çok geçti, yandım…
Tesir etmesi artık saatler sürer (…)
Kan sulandırıcı…
Ağrılardan korkmuyorum, kör olma ihtimali çok korkuttu beni.


+


+

Sadece OKU ve düşünmeyi unutmadıysan düşün

Ahlat sarayı

Ali Şamil.
1 metre 10 santimdi.
Enver paşa’ya hediye edildi.
Eşya gibi, köle gibi hediye edildi.

Tuhaf tuhaf kıyafetler giydirdiler.
Sırmalı yelekler, cartlak renkli şalvarlar, kafasından büyük sarıklar taktılar.
Kadınları eğlendirdi.
Çocukları güldürdü.

Birinci Dünya Savaşı patladı.
Enver apar topar İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı.
Biraz da onlara kahkaha attırsın diye Vahdettin’in kızı Ulviye sultan’a verdi Ali Şamil’i… Gene mal gibi, köle gibi hediye etti.

Ulviye sultan’ın eşi İsmail Hakkı mert adamdı.
Bu küçük boylu insanı tavla arkadaşı yaptı.
Alay ettirmedi, ezdirmedi, korudu kolladı.
Gel zaman git zaman…
Milli mücadele başladı.
Yurtseverler Anadolu’ya akıyordu.
İsmail Hakkı da onlardan biriydi.
Mustafa Kemal’e katılmak üzere gizli gizli hazırlık yapıyordu.
Padişahın damadı milli mücadeleye katılacak, olacak şey değildi tabii…
Bu nedenle mecburen, Anadolu’ya geçme niyetini eşi Ulviye sultan’dan bile saklıyordu.
Sadece tavla arkadaşına, Ali Şamil’e çıtlattı.
Saraydan sadece onunla vedalaşmak istemişti.
Pişman oldu…
Ali Şamil alenen tehdit etti, ya beni de götürürsün, ya da niyetini sultan’a anlatıp senin gitmeni de engellerim dedi!
İsmail Hakkı’nın gözleri buğulandı.
Karşısına dikilen o küçücük bedende, dağ gibi bir adam duruyordu.
Kucaklaştılar.
Öz kardeş gibi sarıldılar.

Kuştüyü yastıklarını, bi kuşsütü eksik soflarını geride bırakıp, ateşten gömleği giydiler.
Sahte kimliklerle, köylü kıyafetleriyle maceraya atıldılar.
Ağaç kovuklarında uyudular, kuytularda sabahladılar. İşgalcilerin kontrol noktalarını atlatıp, Adapazarı üzerinden Ankara’ya ulaştılar.

Haberi vardı Mustafa Kemal’in… Çağırdı. Koştular.
“Hayatımın en unutulmaz akşamıydı” dediği akşamı yaşadı Ali Şamil.

Sonra?
Üç sene boyunca İsmail Hakkı nereye, Ali Şamil oraya, kah su taşıdı, kah telgraf taşıdı, kah boyu kadar tüfek… Elinden ne gelebiliyorsa, çırpındı, fazlasını yaptı. Her cephede kelle koltuktaydı.
Efe cepkeniyle de vuruştu.
Kalpakla da çarpıştı.
Trikupis esir alındığında, oradaydı.
İzmir’e girenlerin hemen arkasındaydı.

O göğsünde gördüğünüz İstiklal Madalyası.

Enver paşa’nın doğu teftişi sırasında özgürlüğü elinden alınmış, adeta mal gibi hediye edilmişti. Osmanlı’nın zoraki kulu-kölesiydi.
Cumhuriyet’te eşit yurttaş olmanın onurunu yaşadı.

Osmanlı’da ona gülüyorlardı.
Cumhuriyet’te onun yüzü güldü.
“Güler” soyadını aldı.

9 Eylül’de süvarilerle girdiği İzmir’den ayrılmak istemedi.
Basmane Garı’nda memur oldu.

Cumhuriyet ona sadece özgürlüğünü değil, ailesini de geri verdi.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, henüz çocuk yaşlarındayken ayrıldığı akrabalarını buldu.
İki defa evlendi.
Neticede vade doldu, 1978’de rahmetli oldu.
Alsancak Hocazade Camisi’nden kaldırıldı.
Kokluca’ya defnedildi.

Ahlatlı’ydı!

26 Ağustos’ta asrın liderimizin Ahlat’a saray yaptıracağını duyunca…
Ahlat sarayının beş dönümde sıkış tepiş olacağı için, 10 dönüm üzerine kurulacağını, 1071 metrekare oturum alanı olacağını duyunca…
İçim cızz ederek, mübarek Anadolu toprağında sadece 1 metre 10 santimlik yer kaplayan Ali Şamil’i hatırladım.

Ve, içinizin cızz edeceğini düşünerek, sizin de hatırlamanızı istedim.

10 dönümlük değil, 100 bin dönümlük saray yapsanız…
Ali Şamil’in yüreğini oraya sığdırabilir misiniz acaba?

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/ahlat-sarayi-2598906/

Kuru soğan…

30 Ağustos Büyük Taarruz’da canlarını vererek bize bu ülkeyi bırakan yiğitlerin bezden torbalarında üç şey vardı:
Kuru ekmek, tuz ve bir soğan…

Adama desen “Hukuk elden gitti…”
Onun için bir şey ifade etmiyor…
Kaçak yapısına af geliyor… Vergi vermiyor bağışlanıyor… Doktoru döverek kendisi cezalandırıyor… İnsanlara saldırıp, adam dövüyor, kadınları öldürüyor, kravat takarak iyi halden yırtıyor…
Hukuka ihtiyacı yok…

Adama desen ki “laiklik bitti…”
Müslüman olmayanı zaten insandan saymıyor… Ramazanda ağzı oynayanı bizzat dövüyor… Elinde Kuran ile kürsüye çıkan adamın peşinden koşuyor…
Laikliğe ihtiyacı yok…

“Cumhuriyet devrimleri” desen…
“Camileri ahır yaptılar” diyor…
Hatta cumhuriyete kızıyor, ihtiyacı yok…

“İfade özgürlüğü…”
Konuşmak yerine insanları dövüyor… Doktoru pataklıyor… Anlamadığı bir dilden okunduğunda, anlamadığı şeye ağladığı için, mağdur olduğunda ağlayınca, anlaşıldı sanıyor…
“İfade özgürlüğü” gerekmiyor

Kuvvetler ayrılığı, insan hakları, parlamenter sistem…
Hiçbirisi onu ırgalamıyor…
Zaten milyonlar böylece sessiz kaldığı için, reisleri de tüm dünyaya bunlar varmış gibi yapıyor…
Demokrasi falan…
Ona lazım değil…

Ama kuru soğan 4 liraya çıktığı gün…
Anladı…
Bir depo benzin yarım maaşa, doğalgaza %50 zam, elektriğe %14 zam, ekmeğe %20 zam, dolmuşa %25 zam, süte %33 zam, tereyağına %65 zam, yumurtaya %27 zam, dana kıyma 42 lira…
Kuru soğanı hiç 4 lirayken görmemişti…
Başına geleni şimdi çaktı…

Ekonomi yoksulların başına çöküyor…

Bizim için ise artık muhalefete gerek yok, kuru soğan var…
Hıyar var, domates var, patates var, sivri var, turp var, kuru var… İttifak yaptıklarında neler olacak göreceksiniz…
Kuru soğan cumhurbaşkanı olup oraya çıkamaz ama, nicelerini indirdi bir bilseniz…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/kuru-sogan-2598868/


Ben…
E, e, eee yapmaya gidiyorum…
Hadi bana iyi uykular!

😊

São Paulo metrosu

Ulaşım…
İletişim…
Besin, eğitim…
Huzur kardeşim huzur…
Güvenlik…
İnsanoğlunun temel ihtiyaçları arasında değil mi?

Sevginin ta kendisi, şefkat dedikleri!

Bak kardeşim…
Mesele yapıp yapmamak değil, mesele nasıl ve hangi şartlar altında bir şeyin yapılması veya yapılmamasıdır. Tokyo…
38 milyon nüfusu ile bildiğim kadarıyla hala birinci…
Sırasıyla o bu geliyor…
İstanbul gayri resmi nüfusu ile 20 milyonu çoktan geçti…
São Paulo, Brezilya’da 21 milyon nüfusu ile ülkenin can damarlarından biri.

BAK, iyi dinel beni…
Yine kendimi örnek vereceğim ama yanlış anlama…
Sadece bilimsel kanatılanmış bir gerçek, evet evet adamlar merak etmiş yazar çizer nasıl başarılı olur diye. Ben…
Bilimsel bir insanim on göre!!!

Biri bizi gözetliyor…
Yok evlendirme yayınları falan HEPSININ temelinde şu gerçek yatıyor…
İnsana insan lazım, insan için…
Kişiselleştirdiğin anda bir konuyu başarının yarısı. Bilmiyorduysan bunu öğren…
Instagram!

Tekrar teşekkür etmekte fayda var…
İlginize…
Buna rağmen veya bu yüzden doğru bildiğimi, örnekleyerek yazmaya devam edeceğim…
Yani…
Kendini, sevdiklerini teşhir eden bir sapık değilim, bilimsel veriler, gerçekler etrafında ne yapıyorsam onu yapıyorum. Maksat…
Okuyucu kazanmak, insanları bir nebze bile olsa düşünmeye davet etmek, BILIYORUM…
EMINIM…
İnsan, bilmiyorsa, yaşamadıysa farklı GERÇEKLERI, bildiğini, tanıdığını esas sayıyor…
Halbuki bu, bir yerde yanlış…
Okumadım ki ukdedir içimde ama çok gördüm ve bir o kadar çok yaşadım…
Allah’ın, şüphesiz her kuluna nasip etmediğini…
Yoksa nasıl yazacaktım binlerce sayfayı?

Ben…
Dirime verdiğim değerin en azından bir o kadarını ölmüşüme karşıda göstermeye çalışıyorum…
Bazen hak etmeseler bile bunu bile bile yapıyorum…
Allah…
Beni böyle yaratmış. Yanlış mi?
Öf hem de nasıl bir yanlış, hak ettiğinin ötesinde değer ve ilgi şımartır karşındakini…
Sen olursun eşek, benim gibi!

Şikâyet etmiyorum, ben böyle mutluyum…
Çünkü biliyorum, hani verdiğimin yüzde onu MUTLAKA geri gelecek…
Ticaretten iflas demek olan bu durum insani açıdan beni tatmin ediyor. Çünkü yapıyorsam sevdiklerime yapıyorum. Can benim için çok önemli…
Kaybet, kayet sevdiğini O zaman öğreniyorsun baktıkça kara toprağa hayat anlatıyor sana kendini!

São Paulo metrosu…
Günde 800 bin kişiye hizmet veriyor, bir oraya bir buraya…
Bak Brezilya…
Avrupa, Amerika değil…
Hele hele Tayyipistan hiç değil…
Öyle bir yoğunluk ki sabah ve akşamları…
Yeminle…
İğne atsan düşmeyecek yere…
SORUMLULAR…
Korkuyorlar, günün birinde birisi kalacak tren altında…
BAK, HENÜZ YAŞANMAMIŞ…
IHTIMAL DAHILINDE YANI…
Salt ihtimal, olabilir belki.

Çağırıyorlar mühendisleri…
Anlatıyorlar dertlerini, çözüm üretin, can kurtarın…
VAR MI BUNUN ÖTESI???

Can ulan bu can…
Para, pul…
Mal, mülk her şey bir yerde gelir geriye…
Kaybet sağlığını kaybet canını, kaybet sevdiğini…
Bak bakalım geliyor mu geriye!?

Her bayram…
Her Allah’ın günü…
Trafik, yağmur ya yağmur…
İhmal…
A…
K..
P’e!

Anlamadın değil mi ne demek istediğimi…
Ne anlatmaya çalıştığımı…
Anlamadın değil mi?

Not:
Mühendisler öyle bir teknik çözüm getirmiş ki…
Şaşırdım kaldım. Helal olsun. Sensörler, tren kapıları ve ayriyeten raylar ile insanlar arasına camdan duvar. Tren…
Senkronize ediliyor, kendi kapıları TAM cam kapıların önünde duruyor, TAM…
En önde…
İki tekerlek arasında yine bir sensor. Lokomotifte yani, tren DURACAK KI kapılar açilsin…
Yani olabildiğince güvenlik…
İnsan hayati, canlı…
İster hayvan ister insan can kıymetli!