Kadına şiddet, çocuğa, insana…
Çok boyutlu, o kadar çok yönü var ki(!)
Hangi yüzyılda yaşıyoruz?
21. Yüzyılda, yıllardan 2018…
Köle ticaretinden tutun, evet, evet bildiğiniz köleden tutun kadının cinsel köle olarak satılmasına varana, sünnet ya sünnet, kadının sünnet edilmesine kadar ne ararsanız var(!)
Çağımızda bile ve bu durumun yok Müslümanı, Hristiyan’ı, Musevi’si, Budist’i…
Yok Avrupası, Asya’sı, Amerika’sı, Afrika’sı, YOK…
Günümüzde Hanımlar ve Beyler, günümüzde…
Öyle tahmin ediliyor 130 milyon kadın “sünnet” mağduru. Her sene, her Allah’ın senesi 2 milyon, tekrar iki milyon genç kız veya kadın bu rakama katılmakta.
Kim diyor bunu?



Çocuk can veriyor can alıyor, çocuk!
Adi sapıklara satılan erkek çocuk konusuna hiç girmeyeceğim, midem bulanıyor…
Nasıl ki küçücük bebeler, ya onlar daha bebe, küçük kız çocukları sapıklara peşkeş çekiliyorsa aynen öyle ikisi de tiksindiriyor beni, kendime insan demeye utanıyorum çünkü onlarda sözde insan, bende!

Gerçi 1999 verileri, yayınlayan BM’nin bir örgütü UNRIC…
Ancak EMINIM değişen çok fazla bir şey olmadı. Buna göre Dünya Bankası 1993 yılı tahminlerinde dünyada ev içi şiddetten ölen kadın sayısını (doğum yapabilecek duruma gelebilenler) kansere kurban gidenlerle eşit olduğunu söylüyor VE yine şiddete mağdur kalan kadınların DIKKAT trafik kazalarında ve sıtmadan hastalananların toplamından daha fazla sağlık sorunlarına sahip olduklarını belirtmekte.


Bu kızların anneleri yok mu???

Ortalık bembeyaz. Boşuna bizim burası için küçük Sibirya demiyorlar, hava çivi gibi.
Dün cumartesiydi, dükkân yarım gün açık. Saat birde kapadık. Karnım açıktı, baktım hanımın yüzüne, yorgun kadın. Benimde evde artık bir faydam olmuyor…
Eskiden en azından bir yemek yapabiliyordum…
Artık onu bile yapamaz hale geldim. Çok nadiren (…)
Sordum karının aç mı? “Aç!”
Hadi yürü o zaman Wiesbaden’e dedim.

FastFood…
Öggg…
İtalyan, Çin, Hindistan falan…
Almana zaten neredeyse hiç gitmem. Taunusstein…
Üç köyün birleşmesinden oluşur. Hahn merkez, sağında ve solunda Wehen ve Bleidenstadt…
Hahn’a girerken ki dikkatinizi çekerim otuz senenin üstünde otururuz buralarda solda kalır eski bir villa. Wiesbaden zaten, Frankfurt, Offenbach, Eschborn, Darmstadt…
Yemin ediyorum bak yemin…
Cuma’dan – pazara insanlar yüzlerce metre yol kenarına park eder ki YASAK…
Park yeri var yetmiyor…
Poliste bir şey demez oldu artık, nedeni…
Bir gir de bak…
Alman mutfağı ama o ne lezzet!!!

Hele şarap mahzenine diyecek yok.

Bugün gideriz, yârin gideriz derken geçti yıllar. Bundan bir – iki sene önce anca gidebildik. KESINLIKLE tavsiye ederim. Tabii gündüzleri kapalı. Bizim milletin “ahlaksızlığı”, terbiyesizliği…
Birisi bir şey yapsın, başarılı olsun…
Ehliyete, liyakat’a bakmaksızın, BENDE YAPARIM!

B.k yaparsın(!)
Bir – iki istisna. Bakkalından tut, berberine restoranına varana kadar…
Başarılı olanın ya tam dibine veya karşısına açarlar dükkân, sıra sıra ya, gir birinden, bir uçtan, arada kapı olsa caddenin sonundan çıkarsın, öyle yani. Müslüman!???
Dinimizin öğretisi, ahlaki değerleri bunu mu emreder?
Yılların restoran sahibi, bu ortak insani bir yanlış, falso…
Bilirim, tanırım kendisini O da beni. Küçücük bir dükkânı vardı, Haxxx’tu adı. Zaten oralı, bir kuşbaşı pidesi vardı, elini, ayağını beşte parmağını birlikte yersin. Allah…
Yürü ya kulum dedi, restoran kocaman açıldı, kahvaltı yeri, tatlıcısı falan filan AMA kalite gittikçe düşmeye başladı!!!

Çaprazına yeni bir restoran açıldı, önceleri sadece restoran. Türk yemekleri…
Dün gördüm, hemen yanına ayni işyeri sahibi kahvaltı yeri açmış…
Maymun mu desem ne desem bilmiyorum. Bu maymunluğa sonrada yine değineceğiz.

Haftada, olmadı iki haftada bir yemeliyim içli köfteyi…
Seviyorum ya…
Hem iki ayaklısını hem gerçeğini…
Yeni açanın içli köftesi benim damak tadıma daha uygun. Oraya gittik…
Yemin ediyorum içerisi tıklım tıklım, kısa bir süre için masa boşalmasını bekledik. Şansımıza kapı yanı düştü, hava buz gibi. Bir – iki masa değiştirdik, bekledik yani. Ne yiyeceğiz ne yiyeceğiz, hanımın canı lahmacun istedi, benimki malum, hadi yanına birde köfte ısmarlayalım dedik, hanim patateste istedi.
Üç çeşit yemek, daha ne olsun?
Kebap falan gına geldi…
Hanım dikkatimi çekti, o kadar açım ki yemekten başka ne bir şey düşünüyorum ne görüyorum.

Özellikle genç kızlar ama yaşını başını almış kadınlarda var aralarında…
Hemen yan masamızda, çaprazımızda bariz bir örneği…
Hanım dedi: “alemin kadınları berberden çıkmaz, manikür – pedikür …”
Anlayacağınız kafamı yarıyor yani AMA Allah var yukarıda, benim hanim gerçekten çok masrafsız…
“Kirpik uzatmalar!!!”

Bakın hanımlar…
Birincisi ben kimim ki sizlerin işinize karışayım?
AMAAA…
Her şeyin fazlası fazla…
Tabii ki bakımlı olmak, alımlı olmak güzel bir şey…
Elbette sizler kendinize yakıştırdıktan sonra bir başkasına söz demeyelim laf düşmez…
ANCAK…
Yapılan fazlaya kaçınca hem doğal güzelliğiniz bozuluyor hem gerçekten…
KOMIK…
Duruma düşüyorsunuz. Dedim ya bariz bir örnek hemen yan masadaydı, genç bir kız…
Ya zaten gençliğin verdiği bir güzellik, çekicilik var…
Hafif bir makyaj güzelliğe güzellik katar AMA…
Kız bir kirpiklerini uzattırmış…
YEMINLE, ALLAH BELAMI VERSIN YALANIM VARSA…
Gözleri görünmüyor, vallahi billahi gözleri zor görüyorsun…
Yine…
Bir fondöten Allah ne verdiyse sürmüş yüzüne…
Ya yazık günah değil mi doğal güzelliğinize, sadeliğinize…
Bunların…
Anneleri yok mu öğretsin, bu çocuklar neden bilmem ne karıları gibi dolaşıyor ortalıkta?
Baktım diğer kızlara, bu kadar abartılı olmasa da neredeyse hepsinin kirpikleri ok gibi…
Maymunluğun böylesi!

Af edin beni…
Kendimi birden Tayyip gibi his ettim ama inanın hanımlar her şeyin fazlası gerçekten fazla!

Neyi merak ediyorum biliyor musunuz? Sıfır meselesi!!!

Yüzyıllardır insanlık Arap sayılarıyla hesap – kitap yaparlar…
Arapların en büyük buluşu sıfır diye geçer, öyle öğrendi nesiller…
Ve yine böyle biliyoruz ki…
İnsanlık hareket etmekle mükelleftir…
Ne demiş atalar?
İşleyen demir paslanmaz!

Benim için kimse dinci diyemez, diyemez…
Mümkün değil bu…
Ama…
Elhamdülillah Müslüman bir ana – babanın evladıyım…
Kafamı kurcalar durur, niyet ne?

Tamam…
Bilim ve en son bulgular ancak yine de bu konu kafamı kurcalar. Tayyip değildir benim adım…
Ben, Önder’im…
Bir taraflarımdan uydurmam Küba’da Camii, Amerika’yı Müslümanlar kesif etti…
Bilimdir benim hocam, kendisini sürekli yenileyen mükemmeliyete ermeye çalışan…
Yine de nereden çıktı bu Hindistan meselesi, ispati nerede, neye dayandırılır bu iddia?
Sıfırı…
Gerçekten Hintliler mi icat etti?
Öyle ise…
Gözler, yürek, beyin ispat ister?

Kendime sormadan edemem…
Çünkü iddia sahipleri ciddi kaynaklar ancak iddia var ortada ispat yok…
Yakıştıramıyor mu çağdaş medeniyet böyle bir buluşu Müslümana?

Lütfen aranızda bilen varsa…
Beni ve okuyanlarımı aydınlatsa.




Evlat büyümüş, kendi derdine, kendi hayatını yaşıyor…
Yalnızlık nedir bilir misin?
Onlarca insan içinde hiç mi kendini yalnız his etmedin mi, bende süreklilik arz eden bir durum…
Onun için böyle konulara koy bir…
NOKTA

Nedenler muhtelif olabilir…
Cinsellik her şey demek değildir!
Bu yüzden bilmeden, anlamadan…
Yadırgama!

Gel ben sana başka bir örnek vereyim, isim sorma. Dün geçti haberlerden, daha dün
İtalya…
Tanınmış bir sanatçı, hatırlamıyorum galiba beraber yaşadığı insanda öyle…
Kavga ediyorlar…
Her ailede olabilecek bir şey, evli ol olma…
Erkek (tanınmış olan) bir tokat atıyor kadına, hep korktuğum şey insan kendini kaybetti mi elinin ayarı olmuyor çünkü…
Tokat çok şiddetli, kadın ölüyor. Uzatmayalım, adam kasten değil, kaza ile de değil ikisinin ortasından bir şeyler hüküm giyiyor, düz hesap galiba dokuz sene. İtalya’da bir tartışma patlıyor kamuoyunda…
Hüküm giymiş bir sanatçı, sanat hayatına dönebilir mi?
Kimisi kadını ve kadın öldürmüş olması sebebiyle dönemez derken diğerleri cezasını çekti dönebilir demekte.

Karmaşık değil mi?
Kıstas ne?
İtalya’da, bizim yavşağın kanıkası O da hüküm giymişti, seçimlere katıldı. Bizim ki zaten hapis bile yattı, bir mahkûm devletin başında. Kafa karıştırıyor, insanı bunaltıyor değil mi böyle kıyaslar?
Genellemeden sonra biraz daha ayrıntısına değinelim…
2016 yılında, 367 kadın ve aile bireyi öldürüldü, 109’u yaralandı.


Uğur Beyi, MUTLAKA okumalısınız MUTLAKA

Üç çocuk, beş çocuk…
Sal sokağa, Tayyip’e oy, dinciye malzeme(!)

Marketlerde bebek maması hırsızlığı niçin artıyor?..
16 Mart 2018
Önceki gün ünlü bir marketler zincirinde üst düzey yönetici olan dostumla konuşurken, söz döndü dolaştı ürün hırsızlıklarına geldi. Meğer son dönemde en çok çalınan ürünlerin başında çocuk mamaları geliyormuş!..
Nedenini sordum. “Hem büyük boyutlara varan işsizlik, hem de bilinçsiz toplum kesimlerinde doğum oranlarının artması” dedikten sonra, yürek yakan bir örnek verdi:
“Kısa süre önce kucağında altı aylık bebeğiyle 2 paket mama çalan bir kadın yakaladık. Ağlayarak eşinin işsiz, üstelik ileri derecede kanser hastası olduğunu söyledi. Anlattıklarına bakılırsa, ikiz küçük çocukları daha varmış. Onlara evlerde temizlik işleri yaparak bakıyormuş. Ancak kocası yatağa mahkum olunca, temizliğe de gidemez olmuş!.. Çalmasa saatlerdir besleyemediği bebeğinin ölmesinden korkmuş!..”
Polis çağırıp, işlem yaptırmaya hazırlanıyorduk ki, aklıma söylediklerini soruşturmak geldi. Çünkü bazı hırsızların mamaları dışarıda satmak için çaldıklarını biliyoruz. Arkadaşlardan birini görevlendirerek kadının verdiği adrese gidip bakmasını söyledim. Bir saat sonra döndüğünde, ağlamamak için kendini zor tutar haldeydi. Varoştaki evde tam bir sefalet tablosuyla karşılaşmış. Üstelik hasta adamcağız yatağında inim inim inliyormuş.
Kadını polise teslim etmek yerine, “başımızın gözümüzün sadakası olsun” diyerek, çocuk mamaları ve diğer ihtiyaç malzemeleriyle dolu bir koliyle evine gönderdik.
Bunu yaparken bir daha böyle bir davranışa yeltenmemesini, cezasının da 3 yıla kadar hapis olduğunu tembihlemeyi de ihmal etmedim!..”
* * *
Dün sabah yazı için bilgisayarımın elektronik posta kutusunu açtığımda CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ün Meclis’e verdiği yazılı soru önergesiyle karşılaştım…
Gök önergesinde, son bir yılda bebek maması fiyatlarına yüzde 70’e varan oranlarda zam yapıldığını belirterek, Başbakan Binali Yıldırım’a şu soruları yöneltmiş:
– Bebekler için hayati önem taşıyan mamalar neden Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ödeme kapsamına alınmıyor?
– Bebek sahibi olan her ailenin önemli gider kalemini oluşturan mamalardaki yüksek fiyat artışları neden önlenemiyor?
– Anne ve bebek sağlığı için gerekli olan temel ilaç ve gıdaların hangileri Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ödenmiyor?
– 2014-2018 yılları arasında hayatlarını kaybeden 0-7 yaş arası bebek ve çocukların sayısıyla ölüm nedenlerini açıklar mısınız?..
* * *
Önerge vahim tabloyu gözler önüne seriyor:
İşsizliğin dorukta bulunduğu, hakça paylaşım anlayışının yerlerde süründüğü bir ülkede “Çok çocuk yapın” demek, hiçbir sorunu çözmediği gibi, mevcut sorunları içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Çok şey vaatten ibaret kalınca da, bebekler açlıktan ölebiliyor!..
Ve o bebekler ki, dünyaya gelirken kendilerine hiçbir şey sorulmuyor!..

Yokkk, bu sefer Soner Beye mail yollamadım. Utanıyorum, öyle ikide birde insan rahatsız edilmez AMA sanki yollamış gibi ona yönelik yazacağım

Yazmıştım evvelsi, ima ettim…
Gıda maddeleri zorunlu olarak ilgi alanımda…
Bildiklerimi, okuduklarımı yazsam, ispatlı…
Yemin ediyorum ağzınıza bir daha bir şey sürmezsiniz.

Allah var yukarıda…
Bademler ile mesele ayyuka çıkmış olsa bile bademler öncesi de vardı bu sorun Türkiye’de…
Sadece Türkiye’de mi?
Tabii ki hayır dünyada…
Ağıza atacak lokmayı bulabilmek bir mesele ise dünyaya hâkim olan açlık mesela…
Bu çağda…
Diğer mesele buldun diyelim, ne yediriyorlar sana?

Bilmem kaçta kaçınız bundan haberdar…
Bilim…
Uzun süre deneyi yaptı, bir ikiz, ikisi de astronot…
Kardeşlerden birini dünyada tutarken diğerini uzaya yolladılar uzun süre…
Hani evrim teorisi var ya, hani dinci inkâr ediyor, diyor din ve bilim olmaz yan yana…
Halbuki yüce dinimiz bizzat bilimin dili, mantığın…
Allah “diyor” gör beni, her yerde her an, kullan ulan kullan sana verdiğim aklı, kullan…
O misal bilim tespit etti radyasyon, gıda falan uzaydaki astronotun genetiği değişti.

İkiz, ikiz tek yumurta ikizi…
İnsanda otozomlar (Autosom) iki kere 23 eder 46 kromozom…
Birden yirmi ikiye otozomlar yirmi üçüncü kromozom cinsiyeti belirler…
Bilim XY erkek, YY için kadın der.

Soner Bey salçayı falan saydı…
Hazır çorba kardeşim hazır çorba bile genetiğini değiştiriyor ondan sonra soruyor millet…
Bu evlatlar neden ikide birde hastalanıyor?

Bilmemek kötü de cehalet…
Bilip de…
Uyarmaktan başka bir şey yapamamak daha beter be!

Konuyla ilgili, Almanca…
Oku derim oku.

oku


Gıda yalanları
16 Mart 2018
Bu konunun öncüsü usta¬mız Uğur Dündar…
Son dönemde; İsmail Küçükkaya… Fatih Por¬takal… Ahmet Hakan… Sefer Levent… Meliha Okur… Gürkan Akgüneş… Başta olmak üzere meslek¬taşlarım “gıda oyunlarına” dikkat çeken haberler yapıyor.
Konu, salt bıktırıcı “onu yeme-bunu içme” kıska¬cı dışına çıkıyor. Bunu da önemsiyorum kuşkusuz. Ama meselenin diğer yönlerine hiç değinilmiyordu!
Hele… Gıda’nın ekono¬mi-politiği konusunda pek yazan yoktu…
Farkındalık oluşmaya başladı. CHP sayesinde bu “zehir düzeni” siyasetin de gündemine geldi. Evet, peşini bırakmayacağız!
En büyük desteği namuslu vatansever gıda mühendisle¬rinden alacağız.
İşte bir gıda mühendi¬sinin uyarısı:
“Kıymalı mantının maliye¬ti yüksek olduğundan soya karıştırılmış hazır kıymalar kullanılıyor. Mantı makinesin¬de kullanabilmek için galeta veya irmik katılıyor. Bu mantının içini krem rengine çeviriyor. Ayrıca kahverengi veya pişmiş kıyma görünü¬mü veren boyalar kullanıla¬rak iç malzemesi kıymaya benzetiliyor. Vatandaş da ‘ne bol kıyma koymuş¬lar‘ diye seviniyor!
Diğer yöntem ise, kıyma yerine tamamen soya kulla¬nıp, gıda boyası ve et bul¬yon ile iç malzemesini kıy¬malıymış gibi göstermek!
İnsanların çocukları¬na besleyici olsun diye tercih ettikleri ve ambalaj üzerinde ‘ıspanaklı, doma¬tesli, havuçlu‘ gibi sebzelerin yazılı olduğu makarnalara bir gram bile sebze katılmıyor! İstenilen sebzenin, boyası ve biraz da aromasını hamura kattığınızda rengarenk ma¬karnanız hazır oluyor. Sade¬ce domatesli makarnada salçayla renk elde edenler var, onu da maliyeti nedeniyle kaç firma yapar bilemem…”
Bitmedi…
PLASTİK SALÇA
Türk mutfağı salçasız olmaz.
Peki hangi salça?
Sözü yine bir gıda mü¬hendisine bırakayım:
“Son yıllarda salça sanayinde plastik amba¬laj (plastik kova ve pet am-balaj) içinde satılan salçalar çok talep görünce satış mü¬dürlerimiz bizden böyle ürün¬ler talep etti. Konu üzerine eğildik; ve Gıda-Tarım-Hay¬vancılık Bakanlığı tarafından bu tip salçalara kimisine ‘ev tipi‘ kimisine de ‘kon¬santre tuzlu salça‘ diye üretim izni verildiğini gördük. Üretmeye karar verdik.
Ancak aklımıza takılan sorular vardı nasıl oluyor da pastörize edilmiş bir salça (92-93 derecede) böyle plastik ambalajlara kona¬biliyordu!
İlk önce aklımıza tuz gel¬di; Türk Standardı 1466’ya göre, yazılan kuru madde oranına bakarak tuz koy¬duk, fakat salça uzun süre dayanmadı; 10 gün içinde küflendi.
Diğer firmaların nasıl yap¬tıklarını araştırdık; sodyum benzoat ve potasyum sor¬bat koruyucular ve aşırı tuz kullandıklarını öğrendik.
Tarım Bakanlığı’nın verdiği üretim izinlerinde yani etiket bilgilerinde koruyucu ola¬rak sadece tuz ibaresi var¬dı ama değişik koruyucu¬lar kullanılıyordu! Üstelik binde 1 olması gereken koruyucuların oranı yüzde 1 seviyesindeydi! Ayrıca 30 brix salçada yüzde 4.2 olması gereken tu¬zun yüzde 7 oranlarında kullanıldığını gördük.
Halkımızın sağlığı ciddi tehlike altına atılmaktadır; çünkü sodyum benzoat ve potasyum sorbat kansero¬jen maddelerdir…”
KİREMİT BOYASI
Kimi okur; “okumaya¬cağım moralim bozulu¬yor” diyor!
İyi de arkadaş söz konusu olan sadece sen değilsin ki; çocuğun, torunun! Daha da kötüsü, hastalıklar gene¬tik olarak sonraki kuşak-lara geçiyor!
Oysa. Tüketimden gelen gücümüzü kullanabiliriz. Şir¬ketlerde bunu dikkate alarak üretim yapmak zorunda kalır. Yapabiliriz.
Gıda, Tarım ve Hayvan¬cılık Bakanlığı harekete geçirilebilir; en başta büyük bir denetim sorunu var. Gıda üretiminin yüzde 60’ı denetlenmeden sofranıza geliyor.
Size ne yedirdiklerini bilmek zorundasınız!
Son bir mail daha yazayım:
“Kırmızı toz biberin yapılışı insanları hayrete düşürecek boyuttadır. Çoğumuzun sal¬çalık biber olarak bildiği kırmızı biberler fabrikalarda, ‘biber salçası‘ veya ‘küp biber‘, ‘şerit biber‘ olarak üre¬tilirken, bu biberlerin sap¬ları, tohum kısımları, çü¬rük-hastalıklı biberler çöpe atılması gerekirken hiçbi¬ri atılmaz! Fabrikadan uzakta bir açık alana taşınır, güneşin altında kurumaya bırakılır. Açık alandaki si¬nek, böcek, fare, kedi-köpek içinde cirit atar! Bu arada güneş görmeyen toprağa temas eden yerlerdeki biber¬ler çürür, küflenir kanserojen toksik maddeler oluşturur. Bu döngü; tarlada biber kalma¬yıncaya veya fabrika biber üretimini bitirinceye kadar devam eder. Daha sonra bu kurutulan biber çöp¬lerinden kırmızı toz biber yapma aşamasına gelinir. Ama nasıl oluyor da yeşil biber sapından ve beyaz to¬humdan kan kırmızı toz biber yapılır sorusu akla gelebilir! Burada devreye kırmızı kire¬mit boyası denilen toz boya girer. Tamamen kimyasal bu toz boya ile bu biber çöp¬leri karıştırılır ve değirmen¬lerde çekilerek kırmızı toz biber elde edilir. Maalesef kanserojen olan bu ürünler ülke halkına yedirilir…”
Son söze gerek yok…
Bu mücadeleyi hep birlikte yapacağız…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/gida-yalanlari-2290727/

Genç kız olduğundan beri

İlk defa kulaklarında küpe görüm. Çok hoşuma gitti. Yağmur damlası, bilmiyorum üstündeki taşlar gerçek mi? Sormam lazım annesine, değilse bir daha gidişimde!
Bir masraf kapısı daha kardeşim, hatunlar zaten çok başımda, bunun dertleri küçüklüğünden beri ama en azından oyuncak dışında masraf açmıyordu başıma!
😊

Aslında geçen cumartesi gidecektik, ben unuttum. Açtı telefon “Dayday gidiyor muyuz?”
Kızım neden cumadan telefon açmadın, unuttum. Ajandaya da yazmamıştım. Saç – sakal birbirinde, üst – baş uygun değil. Benden utanmasın diye götürmedim. Bu hafta unutmadım tabii…
Yine telefon…
Hadi üstünü kalın giyin gel. Zannediyor ki ben başında dikileceğim, tüm gün onunlayım(!)

İstiyorum, O da istiyor okçuluğu…
Utanıyor, çekingen, birazda psikolojik baskı yapıyor kendine benim oğlan gibi…
Şişman, çok şişman. Evlat ne güzel zayıflamıştı, zıpkın gibi diyemeyeceğim ama çok toparlamıştı kendini, hani bizde derler ya bazen erkekler için çakır…
Gerçekten, evladım diye değil…
Tam bir çakır erkek olmuştu. İmtihanlar, üniversite falan son sınav herif gene şişti…
Hele mastere başladığından beri kafayı yiyeceğim. Bu da öyle başım dertte.

Erkek adam…
Gün gelecek aile sorumluluğu çekecek inşallah, baba olacak…
Kızı – erkeği yok bu işin, birisi baba olacaksa diğeri de ana…
Yuvarlanıp gidiyoruz çok şükür…
Ben çok çektim, çok bol büyüdüm, çok çektim çok. Arsız – hırsız etmeyecek şekilde…
BILINCLI…
Belli bir yaşa geldikten sonra kesenin ağzını daralttım, gerçi annesini, babaannesini, halasını hep gıdıkladı ama benden ancak belli bir miktar alabildi.

Yok…
Cimrilik falan değil kardeşim, bir evlat…
Bir tarafıma mı sokacağım parayı, malı – mülkü…
Benim çektiklerimi çeksin istemedim, anne – baba hırsızı olmuştum rahmetli için…
Yetiştiremiyordum…
Onlar için alışverişe giderdim, beze, meyveye…
En azından bir bölümüne kalk gidelim derdim. Maddiyatsızlıgı çok iyi bilirim…
B.k gibi parayı da!

Uzun lafın kısası…
Bir anne – baba olarak sen istediğin kadar koruyup kolla…
Allah koruyacak…
Sen istediğin kadar öğret, en iyi okullara yolla…
Hayat…
Allah korusun, hayat öğretmeye, evlatlar kötü gün görmeye.

Dayday…
Çok utangaç, sıkılgan…
Koca kız oldu, bıraktım geldim…
Ben zamanin da öğretmezsem gün gelecek ya birileri öğretecek…
Veya hayat çektirecek…
Allah…
Tüm Dayday’lara, Dada’lara…
Evlatlara hayırlı, bereketli, sağlıklı ve mutlu yazılar yazmış olsun…
Ne insan ne hayat kötü şeyler gösterip, öğretmesin.

Hani yazıyorum bir > makale <
Ne bilirkişiyim ne bir şey ancak yazabiliyorum çünkü biliyorum…
Tecrübe, hayat öğretti çok şey. Tayyipistanda…
Kadın ve çocuk olmak; bir KESIT:




2010 yılından 2017 sonlarına kadar…
1915 kadın öldürüldü…
Bu verilere dikkatinizi çekmek isterim, Öldürülen her iki kadından birinin faili kocası veya erkek arkadaşıydı. En az 396 cinayet ayrılık veya boşanma aşamasında gerçekleşti. 355 cinayetin öncesinde kadınlar şiddet, taciz veya tehdide maruz kalmıştı.
> En az 237 cinayet, kadınların güvenlik endişesiyle resmi bir başvuruda bulunduğu halde işlendi. <
Öldürme bahanelerine gelince…
Kadın cinayetleriyle ilgili resmî verilerin paylaşılmaması nedeniyle bianet’in erkek şiddeti çetelesindeki cinayet bilgilerinden yola çıkarak yürütülen çalışmaya göre, öldürülen 1915 kadının 1193’ünün faili (yüzde 62’si) kocası, erkek arkadaşı, eski kocası ya da eski erkek arkadaşıydı. 213 kadın babası, oğlu ya da erkek kardeşi tarafından öldürüldü. 114 kadının faili ise erkek akrabası oldu.
Aldatılma şüphesi, kadının boşanma isteği, erkeğin barışma isteğinin reddi ve namus/ töre, erkeklerin kadınları öldürme bahanelerinden önde gelenler oldu. Bunun yanı sıra „Kadının yemeğe salça koyması“, „Erkeğin ‚erkekliğiyle‘ dalga geçilmesi“, „Kadının erkeği şikâyet etmesi“ ya da „Kadının telefon şifresini söylememesi“ de kadınları öldürmenin medyaya yansıyan bahaneleri arasında yer aldı.


İzmirlim yazdı

Psikolojik…
Ve sosyolojik bir analiz

İttifak
15 Mart 2018
Azı karar çoğu zarar ise…
Fazla mal göz çıkarmaz nedir?
*
Son gülen iyi gülüyorsa…
Neden, sona kalan dona kalır?
*
Ayağını yorganına göre uzat ama…
Borç yiğidin kamçısı değil midir?
*
Söz gümüşse sükut altındır.
O halde niye, sükut ikrardan gelir?
*
Çünkü sayın ahalimiz bizatihi “ittifak”tır!
*
Biraraya gelmesi imkansız gibi görünen, birbirine karşıtlığı temsil eden, taban tabana zıt fikirler, gayet uyum içinde yaşar.
*
Mesela, işimize gelirse “bir elin nesi var, iki elin sesi var” diye akıl öğretiriz. İşimize gelmezse “nerde çokluk, orda bokluk” deriz.
*
Malı götüremiyorsak, “azıcık aşım kaygısız başım” ayağına yatarız. Fırsatını bulursak “atın ölümü arpadan olsun” diye kestirip atarız.
*
“İyi insan lafının üstüne gelir” diye, o insanın yüzüne gülümseyen de biziz… “İti an çomağı hazırla” diye, o insanın arkasından ağız burun kıvıran da biziz.
*
“Eğri oturalım doğru konuşalım”la “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” arasında sadece bi milim vardır.
“İyilik yap denize at”la “merhametten maraz doğar” arasında sadece bi saniye vardır.
*
O sağlam duruştan bu yavşak duruşa…
O dik duruştan bu yamuk duruşa tık diye geçilir!
*
Birlikten kuvvet doğar, her koyun kendi bacağından asılır.
Dost kara günde belli olur, düşenin dostu olmaz.
Ele verir talkını kendi yutar salkımı, üzümünü ye bağını sorma.
Damlaya damlaya göl olur, taşıma suyla değirmen dönmez.
Erken kalkan yol alır, acele işe şeytan karışır.
Gün doğmadan neler doğar, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
Acı patlıcanı kırağı çalmaz, kurunun yanında yaş da yanar.
Cana geleceğine mala gelsin, mal canın yongasıdır.
Zararın neresinden dönülürse kardır, battı balık yan gider.
*
Hep böyledir.
İyiyle kötü, doğruyla yanlış, güzelle çirkin arasında gel-gitler yaşanır.
*
Dünyada böylesine “ikiyüzlü” davranış biçimine sahip bir başka millet yoktur.
“Binbir surat” bile denilebilir.
*
Bu çerçevede, solcu aniden sağcı olabilir, devrimci aniden liboş olabilir, milliyetçi aniden özerkçi olabilir, rabiacı aniden ülkücü olabilir, pişkin pişkin tükürdüğünü yalayabilir.
*
Akp’nin keşfettiği damar işte budur.
İşine geldiğinde işine geldiği gibi davranan, kendi söylediğini kendisi yalanlayabilen sayın ahalimiz, doğuştan “ittifak”tır.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/ittifak-2287998/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger


Ve yine…
Bilgilendirdiğiniz için teşekkürü bir borç bilirim!


Korkmaz sönmez
16 Mart 2018
Her kuşu öpmüştü.
Bi leylek kalmıştı.
Asrın liderimiz “en büyük üzüntüm, İstiklal Marşı’nın hakiki manasını yüreklere nakşedecek bir bestenin bulunamamış olmasıdır, burada bestekarlara büyük iş düşüyor, temenni ediyoruz ki o da çıkar” dedi.
*
Aslına bakarsanız…
*
Babasının oğlu Bilal konsere gitmiş, “efenim beğendiğiniz parça varsa okusunlar” denmiş, Bilal hemen istek parçasını söylemiş, “Sabile’yi çok severim” demiş… Herkes şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakmış, “efenim maalesef o bahsettiğiniz şarkıyı bilemedik” demişler, Bilal sinirlenmiş “nasıl bilmezsiniz yahu” demiş, “eller ayır sabile, yollar ayır sabile, yıllar ayır sabile!”
*
İstiklal Marşı’nın dramı budur.
*
Sözle müzik birbirine oturmaz.
*
Ben kendi payıma ilkokulu bitirine kadar “lardaaa yüzeen al sancaaak” bölümündeki “larda”nın ne olduğunu kavrayamamıştım.
Habire öğretmenime soruyordum, larda ne demek öğretmenim?
*
“Tüteeen en son ocak obe” var bir de.
Deliriyorduk meraktan, Allahım yarabbim “obe” ne?
Sınıf arkadaşlarımla birlikte “Japonca kelime mi acaba?” diye fikir yürütüyorduk, rahmetli öğretmenimiz de obe’nin aslında “o benim”in obe’si olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
*
Böylece “nim milletimin yıldızıdır parlayacak” bölümündeki “nim”in nereden kaldığını da öğrenmiş oluyorduk.
*
Çünkü…
Güftesi 1921 yılında, bestesi 1924 yılında kabul edildi.
Yani, üç sene önce yazılan sözlere, üç sene sonra müzikal gömlek dikildi.
Marştan çok acemaşiran makamında, bildiğin alaturka şarkı gibiydi.
Haliyle cuk oturmadı, pot yaptı.
Altı yıl o şekilde vaziyet idare edildi.
Baktılar ki olmuyor, 1930 yılında bestesi gene değiştirildi.
Bu hali kabul edildi.
Anca bu kadar oldu.
*
İşte bu nedenle çık sokağa sor, nüfusun en az yarısı “korkmaz sönmez” der.
Halbuki “korkmaz” diye bir kelime yoktur İstiklal Marşı’nda.
*
Türk halkı, sadedir.
Marşımız, çetrefillidir.
Oturmaması ondan.
Oturmaz, uymaz, istersen elli beste daha yap, mümkün değildir.
*
İyi bir şey yapayım derken, illa abartıp kuş kondurma merakımız olduğu için, ses aralığı yüksek tutulmuştur.
Söylerken mesela, Edirne’den şak diye Erzurum’a, şak diye Trabzon’a, şak diye Muğla’ya geçmen gerekir ki, konservatuvar öğrencileri için bile çok zordur.
*
Sadelikten uzak olduğu için…
Söz başka telden çalar.
Saz başka telden söyler.
*
(Peki neden böyledir derseniz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelleri arasında yeralıp, Mustafa Kemal vizyonuna danışılmadan yapılan, Mustafa Kemal’e sormamıza gerek yok, biz çok daha iyi hallederiz diye TBMM’de emrivakiyle yapılan, ilk ve tek işti!
Olacağı maalesef buydu.)
*
Neticede…
Bunu öğrenene kadar göbeğimiz çatladı.
Dombıra’yı araklayıp üstüne tırışkadan söz yazmaya benzemez, gözünüzü seveyim bi daha dokunmayın kardeşim.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/korkmaz-sonmez-2290743/

Of Allah’ım of, güleyim mi ağlayayım mi?

Söyle ne yapayım?
Çatım bir “belaya”, yamuldum…
Zaten yamuğun tekidim iyice yamulttun beni…
Bunca insan içinde bula bula beni mi buldun?

Kendimi Tayyip’e çarpmış Türkiye gibi his ediyorum…
Abdullah’a soru sora sora sonunda “kafayı yiyen” Mustafa Mutlu’ya…
Söyle…
Ben seni ne yapayım?

En çok neye kızıyorum biliyor musun?
Kendime…
Salaklığıma. Biliyorsun, beni benden iyi biliyorsun hayır diyemeyeceğime…
Değil mi biliyorsun?

Hem kadın olman hem insan ruhunu okumuş olmanla istediğin gibi oynatıyorsun beni…
Olsan yanımda…
Elimin altında bunları yapamayacağını da biliyorsundur…
Oyna böyle benimle uzaktan uzağa…
Tarkan’ın şımarık şarkısını duymuşsundur, YAKALARSAM seni…
Ne olacağını bilirsin.

😊