Anlatmışımdır…
Çocukluk arkadaşımı, Yılmaz’ı…
Beraber okula gitmiştik onunla. Ben Türk O Ermeni’ydi…
Yoktu aramızda fark, arkadaştık, arkadaş!
Ta ki…
“Aklımız başımıza gelene kadar”
Daha doğrusu ikimizde aklımızı yitirene kadar!!!
Delikanlı olmuş, kimi şeylerin farkına varmıştık…
Yine…
Doğrusu telkin ile farkına vardırılmıştık!
Birden O oldu Hristiyan, bir Ermeni…
Ben, Türk, bir Müslüman…
Sıkı bir ASALA sempatizanı ve partizanı oluvermişti…
Ben…
Bir Atatürkçü, bende solcuydum, ne Marksist – Leninist ne Maocu…
Sadece solcu, hoşuma gidiyordu eşitlik fikri, hala öyleyim, özünde, te köklerinde Atatürkçü…
Ulusalcı…
Kökü – kökeni, inancı ne olursa olsun…
Ben Türk’üm, Atatürkçüyüm diyen, ben bu vatanın evladıyım diyen benim kardeşim, benim yurttaşım!
Türkiyeli değil kardeşim…
Al bayrağı benimseyen, istiklal marşımızın ezgileri kulağında çınlayan…
BIRLIKTE bir geleceği görebilen, arzulayan…
BIRLIKTE acısıyla tatlısıyla her türlü sorunun üstesinden gelebileceğimize inanan…
INSAN, en güzeli insan evladı olan, görmüş – geçirmiş insan.
Karin…
Bir Ermeni kızı…
Nasıl unuturum onu?
Gönül…
Türk, Kürt, Ermeni, Hristiyan, Müslüman, Yahudi dinler mi?
Ve iki çocukluk arkadaşı, can ciğer kuzu sarması…
Biri Israil’i diğeri Arap…
Yollar ayrıldı!
Yok aramızda bir fark…
Köklerimiz bu topraklar kardeşim, her birimiz bir ayva, bir elma ağacı…
Her birimiz farklı farklı birer kır çiçeği, bu farklılıklar kırın güzelliği…
Kök toprakta…
Ve yine, son nefesimizi verdikten sonra gireceğimiz…
Ebediyete iştirak edeceğimiz toprak, aynı toprak…
Ataların kan ile emek ile ter ile suladığı o toprak…
Güzel vatanımız Türkiye!
O sahneye geldim, yolların ayrıldığı…
Aklıma Yılmaz geldi, ben…
Unutmadım seni!