### DIKKAT ### DIKKAT ### DIKKAT ###

Yurtiçi ve yurtdışı Türklerin dikkatine…
Türkiyeliler ne yaparsa yapsın, kendi düşen ağlamaz derler ya…
Bana ne!?

Bilişim…
Dijitalleşme ve verilerin, bilgilerin güvenliği(!)

Beni bilen bilir…
Mesleğim olmasına rağmen konuya mesafeli duruşum bilinir…
>>> İstinsahlar kaideyi bozmaz! <<<
2018 yılı itibarıyla…
TÜM AB ÜLKELERI, ABD ve KANADA olmak üzere…
Konunun uzmanı iki meslektaş, ÖZELLIKLE TAYYIPISTAN, Çin ve Rusya’ya giriş ve çıkışlarda…
Cep telefonlarınızda ve bilgisayarlardaki verilerin KEYFI veya ŞÜPHE üzerine aranabileceğini bildirmekte!!!

Bu sadece Türk vatandaşlarına yönelik bir uygulama değildir, herkes bu sorunla mustarip olacak…
Olur ya uygunsuz, mahrem fotoğraflar olabileceği gibi…
Herkesin görmemesi gerektiği, kimi özel, gizli yazışmalar, bilgiler, ticari sırlar, belgelerde olabilir yanınızda. AMAN DIKKAT…
Bu “hak” gümrük memurlarına, yani keyfi uygulama yeni verildi, şüphe üzerine hep vardı ama durum artık bir daha tehlikeli.

Peki ne yapacağız ne yapabiliriz?
Biliyorsunuz Cloud yani bulut hakkındaki düşüncelerimi…
Giderken şifreli bulluda yükleyip, geldikten sonra indirilebilir veya tersi…
Yanınızda bu tür belge, bilgileri hiç götürmeyebilirsiniz…
Veya benim yaptığım gibi heriflerin gözüne sokarsınız!

Hani benden söylemesi, görevim, sorumluluğum gereği…
Uyarmak istedim, herkes reşit ve çokbilmiş…
Tıbbi terim kullanmak gerekirse, dünya çapında deli ettiler milleti teknoloji manyağı ettiler…
Bakınız AB(D)’ye, Tayyipistana…
Plasebo etkisi, sözde yetkili hükümetler karşısında psikolojide kullanılan EFT (duygusal özgürlük tekniği) veya psikoterapi gerekli.

Benim bildiğim ilk İngiliz’di AMA

Kendisine bir kez üstadım dedim…
Ve ben sarf ettiğim her kelimenin ardında dururum…
Önemlide değil zaten, ha Fransız söylemiş olsun ha İngiliz…
Kendisine olan saygım ve sevgim baki.

Önemli olan kimin ne söylediği değil, söylenenin içeriğidir…
Bana göre Kemalizm…
Mücadeledir, pes etmeyen, teslim olmak nedir bilmeyen bir ruh, bir anlayıştır Kemalizm benim için…
Milliyetçiliktir…
Kuvayı Milliye, nasıl ki Atatürkçülük dendiğinde ilk aklıma gelen çağdaşlıksa, mantıksa…
Göz hizasıysa, bireysellikse, dini duyguların vicdan ve cüzdan arasına sıkışmaması ise…
Laiklikse…
İster Kemalizm de ister Atatürkçülük…
Gazi Mustafa Kemal Paşa, şehitler gelir, imkânsızlıklar gelir, vatan gelir, millet gelir…
Küllerinden doğan Anka kuşu misali TÜRK ULUSU gelir…
Türkiye Cumhuriyeti gelir benim akla!

OKUYUN LÜTFEN…
ÖNCE Soner, ardından Uğur Beyi…
Ve düşünün arkadaşlar, düşünün kardeşler, düşünün…
Nerelerden nerelere geldik…
Bu nasıl bir düşüştür, bu nasıl bir faciadır geldi başa…
Ata…
Bizi uyarmamış olsa, ah ATAM ah…
Ne ettik, nasıl ettik, nasıl geldik bu günlere?
Ayaklar baş, g.t kılları baş tacı olunca ne vatan kaldı ne millet(!)


CHP kongresi
2 Şubat 2018

İşgal günleri…
İstanbul Hükümeti, Musta¬fa Kemal etrafında Ankara’da toplananları -Osmanlı’ya isyan eden- Celalilere benzeterek “Kemali” diye isimlendirdi.
İngiliz istihbarat raporlarına göre Vahdettin, ulusal direniş¬çilere “Kemalist” diyordu.
Dönemin Alemdar-Yeni Sabah gibi saray yandaşı ga¬zeteler de “Kemali Çeteler” diye yazıyordu.
Fakat…
“Kemalist” isimlendirme¬yi ilk yapan işgal döneminde -Yunan parasıyla yayın yapan- Fransız gazetesi “Le Bospko¬re” sahibi ve yazarı Michel Paillares oldu. Hatta -sanırım Türkçe’ye çevrilmeyen- “Le Kemalizme Devan Les Allies” (Müttefikler Karşısında Kema¬lizm) adlı kitap yazdı.
Avrupalılar, 1919 yılından itibaren bağımsızlıkçı Kuvay-ı Milliye’ye “Kemalist hare¬ket” ve daha sonra meydana getirilen ulusal orduya “Kema¬list ordu” adını verdi. TBMM Hükümeti’ne ise “Kemalist hükümet” dediler.
ABD farklı değildi. Anado¬lu mücadelesini New York Times gibi gazeteler “Kemalist hareket” diye yazdı hep.
Cumhuriyet sonrası “Ke¬malist” nitelemesini Türk basınında ilk kullanan 1927 yılında Yakup Kadri oldu. Hakimiyeti Milliye gazete-sindeki makalesinde “Kemaliz¬m”in bir şahsa, bir hizbe ait olmadığını daha geniş anlamı olduğunu yazdı.
“Kemalizm”, vatanseverliğin, bağımsızlığın, halkçılığın ve devrimciliğin adıydı. Keza…
“Kemalizm” ulusal ege¬menlikti. Demokrasinin mektebiydi.
“Kemalizm”, Türkiye Cum¬huriyeti’nin parolasıydı.
Gerçekçi ve dinamik olu¬şuyla ulusun yolunu çizen “Kemalizm” tarihin seyrinden süzülüp bugünlere geldi.
Hiç de kolay olmadı…
O YILLAR
Üstadımız Oktay Ekşi ga¬zeteciliğe Ankara’da 1952 yılında başladı.
Yeni yazdığı “Gazetecilikte Geçen O Yıllar” adlı kitabını okudum. Yakın tarihe ilişkin çok bilgi edindim…
CHP’nin, iktidarı 1950’de kavgasız-gürültüsüz terk etme¬siyle, DP milletvekilleri İsmet İnönü’ye saldırmaya başladı. Amaç, CHP liderinin itibarını zedelemekti…
Neler yapmadılar:
-(İçyüzünü “Saklı Seçil¬mişler” kitabımda yazdığım) ABD’nin tarımsal Marshall Yardımı’nı koordine eden DP kurucusu Fevzi Lütfi Kara-osmanoğlu, “İsmet Paşa II. Dünya Savaşı’na girmemizi önleyerek, milletin erkekliğini öldürdü” dedi.
-DP Bolu Milletvekili Zuhuri Danışman, “tarihte İnönü Zaferi diye bir şey yoktur. Olan küçük bir çatışmadır onda da kuvvetlerimiz yenilmiştir” dedi.
-DP Tokat Milletvekili Ah¬met Gürkan, “Ömer İnönü arabasıyla bir genci öldürdü, hakkında adli işlem yapılmadı” dedi.
TBMM dışı da hareket¬liydi:
-DP İzmir Belediye Başka¬nı Rauf Onursal, “İsmet Pa¬şa’yı sınır dışına sürmek gerek” dedi. (CHP’li Belediye Başkanı Muzaffer Akalın’ın makam odasını Jandarmalar basıp duvarda asılı İsmet İnönü resmini indirip el koydu. Emir “yukarıdan” idi; ve el konulan resim baş aşağı taşınacaktı!)
İnönü’nün halkla buluşması engellendi; taş atarak alnından yaraladılar.
Yandaş basın durur mu:
Cumhurbaşkanı İnönü’nün ziyaret ettiği fabrikadan hediye edilen elbiselik kumaşın para¬sını ödemediğini yazdı! (He¬nüz İnönü’nün her aldığının kaydını tuttuğunu, faturaları sakladığını bilmiyorlardı!)
Bu arada işsiz kalan CHP’li bakanlar iş arıyordu. Ör¬neğin… Maliye Bakanlığı yapmış Mülkiye mezunu İs¬mail Rüştü Aksal, Hukuk Fakültesi’nde ara dersleri verip duruşmalarda stajyerler için ayrılmış taburede oturup dava takip ediyordu!
“Gardropçuluk” DP dö¬neminde başladı; “Atatürk, Atatürk” diyerek aydınlanma faaliyetlerini yok ettiler:
-Köy Enstitülerini kapattılar.
-Halkevleri’ni kapattılar.
-Ulus gazetesini kapattılar.
-CHP’yi kapatmak için DP milletvekillerinden Tahkikat Komisyonu kurdular. Sadece Atatürk’ün mirası olan CHP’nin İş Bankası hisseleri değil; CHP’nin 274 taşınmazına da el koy¬dular. CHP genel merkez binasız bırakıldı. Tüm baskılara rağmen yurdun dört yanında partililer kiralarını ödeyerek CHP levhasını astı.
CHP direndi.
EY CHP’Lİ
CHP hep direndi…
İl başkanları katledildi, direndi.
Partililer işkencelerden geçirildi, direndi.
Askeri darbeyle partisi kapandı, direndi.
Genel başkanı, milletvekil¬leri hapsedildi, direndi.
Peki… Birçok parti kuru¬lup, iktidar olup, yok olur¬ken…
CHP her zorlu dönemden nasıl başarıyla çıktı?
Çünkü CHP…
Cephede savaşmış parti.
Kurtuluşu gerçekleştirmiş kurucu parti.
Büyük dönüşümü sağlamış parti.
Ve mücadeleci parti…
CHP’nin “Kemalizm” gibi büyük tarihsel teme¬li var.
Bu nedenle diyorum ki:
CHP’liler!
Makamın-koltuğun-paranın ve siyasi ihtirasın köle¬si “profesyonel politikacıla¬ra” gerekli dersi verin.
Şeytani hilekarlıkla partiye sızanlara gerekli dersi verin.
“Kemalizmi”, pragmatist demogojiye kurban edenlere gerekli dersi verin.
Biliniz ki, her yerde olan hiçbir yerde olamaz. Kökü¬nüzü unutmayınız.
“Kemalizme” inançsız¬lık yıkım getirir.
CHP, kendi tarihinden, devriminden korkmamalıdır, utanmamalıdır.
Batı’nın köhnemiş siya¬si-ekonomik rüzgarların¬da savrulmamalıdır.
CHP’ye “Kemalist ruh” yeter!
Yarını inşa edecek olan ülkü “Kemalizm”dir.
Kendinize güveniniz. Yapa¬bilirsiniz.
İşte o zaman yine…
Bugünün yenilmişleri, yarı¬nın yenenleri olacaktır.
Türkiye kazanacaktır…

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/chp-kongresi-2199487/


CHP genel başkan adaylarına tarihi çağrı!..
2 Şubat 2018

Son 15 yılda seyredenlerin hiç unutamayacakları üç büyük ekran tartışması yaşandı.
Birincisi 2002 Genel Seçimleri öncesinde “Büyük Buluşma” adı altında ve AKP lideri Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal arasında gerçekleşti. AKP’nin tek başına iktidar olmasıyla sonuçlanan seçimlerin ardından Erdoğan, bir daha hiçbir parti lideriyle televizyonda bir araya gelmedi!..
* * *
İkinci ve büyük ilgiyle seyredilen tartışma programı, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında oldu. Dönemin AKP yöneticilerinden Dengir Mir Mehmet Fırat ve CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki düello, soluk soluğa izlendi ve milli maç kadar reyting aldı.
* * *
Üçüncü büyük kapışmada ise CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek karşı karşı karşıya geldiler. Nefeslerin tutulduğu bu programda da reyting rekorları kırıldı. Kılıçdaroğlu’nun yıldızı bu tartışmalarda parladı.
* * *
Okuduğunuz satırların yazarı tarafından yönetilen üç açık oturum, medyada çok sesliliğin vazgeçilmezliğini, parlamenter demokratik sistemlerde muhalefetin denetim görevini yerine getirmesinin önemini ve iktidarın şeffaf-hesap verebilir yönetim anlayışına sahip olması gerektiğini kanıtlamaları açısından tarihi değer taşıyordu.
* * *
Ama ne yazık ki, çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazı kabul edilen bu açık oturumların arkası gelmedi. İktidar kanadı medyayı süratle tek sesli hale getirip bildiğini okumayı tercih etti. Böylece halkın “Kim doğru söylüyor” sorusuna cevap bulmasını sağlayan demokratik hakkı elinden alınmış oldu. Oysa Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan bu hakkı her fırsatta kullanarak yükselmiş bir liderdi.
* * *
İzmir’de Gazeteciler Cemiyeti’nin önderliğinde basın emekçisi meslektaşlarımızın yayımladığı saygın bir gazete var. Adı; 9 EYLÜL…
Gazetenin değerli köşe yazarlarından Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok, geçenlerde toplumun çok sesliliğe ve demokratik tartışma örneklerine duyduğu özlemi dile getirdiği yazısında şu çağrıda bulundu:
“Halk Partisi, ‘halk’a güvenmelidir.
Yakında CHP Genel Başkanlığı için seçim var. Elimizde de Halk TV ve herkesin güvendiği Uğur Dündar gibi bir gazeteci. Adaylar Halk TV ekranlarında Uğur Dündar’ın moderatörlüğünde bir araya gelip tartışsalar; bizlerin ve bizleri temsil eden delegelerin, hangi adayın CHP ve Türkiye için daha iyi olduğunu anlama şansları olsa, daha demokratik olmaz mı?
Kılıçdaroğlu her seçimde Erdoğan’a ‘Geç karşıma, tartışalım‘ diye meydan okuyor. Kendisi gönüllü olarak rakiplerinin karşısına çıkarsa, büyük olasılıkla kazanacağı bu yarışta halkın desteğini de arkasına alır.
Bu gelenek geri kazanıldığında, ileride Erdoğan da kendini tartışmaya çıkmak zorunda hisseder, çıkmaması durumunda puan kaybeder.
(…) Program öncesi halkın adaylara yönelik soruları SMS, Twitter ve e-posta ile toplanıp, en çok merak edilen hususlar adaylara yöneltilebilir. Böylece adayları karşılaştırma fırsatı bulan delegeler, özgür iradelerini kullanabilirler.
AKP ve Erdoğan’ı haklı olarak demokrasiyi katletmekle suçlayan CHP ve Kılıçdaroğlu’nun böyle bir programla demokrasinin anlamını hatırlatmasını umuyorum.
Hangi adayı, hatta hangi partiyi desteklerseniz destekleyin…
Demokrasinin gereğinin bu olduğuna inanıyorsanız, lütfen bu yazıyı dostlarınızla ve sevdiklerinizle paylaşın ki amacına ulaşsın…”
* * *
Geçen hafta izinli olduğum için bu yazıyı okur okumaz Twitter’deki @ugurdundarsozcu hesabımdan paylaşımda bulundum ve çok yerinde gördüğüm öneriyi hayata geçirebilmek için hazır olduğumu duyurdum.
Adaylardan İstanbul Barosu’nun eski Başkanı Prof. Ümit Kocasakal ile YARSAV’ın Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu çağrıma hemen olumlu cevap verdiler ve tartışmak için hazır olduklarını açıkladılar.
Yalova Milletvekili Muharrem İnce de Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun yer alacağı bir açık oturuma memnuniyetle katılacağını belirtti.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’ndan ise henüz cevap gelmedi!..
* * *
Yarın kurultay başlıyor.
Yani bugün son gün. Delege hesaplarını, “Aday olmak için delegeden yeterli oyu alamayacak olanlarla Genel Başkan niçin karşı karşıya gelsin” gibi antidemokratik söylemleri bir kenara bırakarak, çağrımı yineliyorum.
Akşam Halk Arenası var. Daha önceden adlarını açıkladığımız değerli konuklarımızla yapacağımız programı 9 Şubat’a ertelemeyi göze alarak adaylara son kez sesleniyorum:
Halk Arenası’nda bir araya gelip tartışın ve halkın elinden alınan “karar verme hakkını” ona yeniden kazandırın.
Bu bayrağı taşımak, demokratik hoşgörü ve çok sesliliğe saygının simgesi olan CHP’ye ve onu yönetecek olanlara çok yakışır…

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/ugur-dundar/chp-genel-baskan-adaylarina-tarihi-cagri-2199470/

Tamamdır bu iş, MAVI KART

Allah geçinden versin…
İleriye yönelikte lazım ama şu an için sadece silah ruhsatı yüzünden alacağım…
Dedim ya benim mavi kart, “ilklerinden”, Nuh nebiden kalma…
Yenilemem gerekiyormuş, Tayyip’e gelir kapısı anlayacağınız.

TÜM MAVI VE PEMBE KART SAHIPLERINE…
Pamuk eller lütfen cebe(!)

Kadın…
Seni unutmadım…
Bak gülüm aslında atıcılık “çocuk oyuncağı”
Bilirsen püf noktasını(!)

Nefes çok önemli…
Hani nefes, su ve toprak gibi…
😊
Tabanca mesela, işaret parmağının bir uzantısı misali…
Geri tepmesini, onu bunu geçelim, unutalım bir an…
Gez, göz ve arpacık dedikleri…
Her modelde bu olmaz, üç noktaya dikkat et, onun yerine gezin, hani > u < şeklinde…
Çeliğin iki uç noktası…
Arpacıkla, ortada olan aynı hizada olacak…
Ufuk çizgisi…
Bas tetiğe, vur Kahpedoğanı tam poposundan.

Anladın mi beni kadın, anladın mi Adanalım, anladın mi beni?

Gizemlidir bir kadının iradesi

Dizlerinin bağı çözülse…
Tir tir titresen bile…
Yürekle sormadan bilemezsin…
Dokunamazsan, değemezsen yüreğine…
Sevdanın ılık meltemiyle ruhunu sarmalayamazsan…
Aşk dolu kelimelerin ardında duracağını his ettiremezsen…
Gizemlidir bir kadının iradesi…
Bırak bir tarafa sahip olmayı, bilemez, anlayamazsın kadın denilen varlığı.

Yok kardeşim yok…
Aklımın bir taraflarında, bir hayalet gibi, ruhumda, kalbimde, içimde…
Ya kadın…
Ne istedin benden?
Çık içimden…
Azat et beni!

Almanya yolcusuyuz

Kimi geleneklerim vardır…
Kendime göre adetlerim, yolculuk İstanbul’aysa mutlaka vapura bineceğim…
Mutlaka…
Bir Kadıköy yapacağım, Küçüksu, Çengelköy, boğazda, iki yakasında da bir yürüyüş…
Üsküdar’da – Kuzguncukta aylak aylak gezmek…
Arnavutköy’e, Ortaköy’de…
Kokoreç yemek, sahilde bir şekerli kahve, Ortaköy Camisinde bir ibadet…
Fırsatım olursa adalar, en başta Heybeli…
Yıllardan beri, O olay olduğundan beri adeta çekiyor beni Florya…
Adakale, Yeşilköy gibi, Eminönü…
Balık ekmek, mutlaka gitmeye, görmeye, gezmeye çalışırım…
Tarihi yarımadayı.

Yüzlerce kez görmüş olsam bile, yine, yine ve yine…
Her seferinde yeniden…
Hasretim İstanbul’a, insana…
İstanbul Hanım ve Beyefendilerine!

Bu senede geleneği bozmadım, sabahın köründe kalkıp hem kendime hem hanıma stres yaptım…
Vakit var, çok var…
İstanbul trafiği, Pazar olmasına rağmen, biliyorum yani…
Sahil boyu doğru Atatürk havalimanına, geçtim, daldım Florya’ya…
AMA NE KÜFÜR ETTIM, saatler boyu gezdim, gezdim ve küfür ettim…
Hop hop hoplattım, zıp zıp zıplattım mezarında…
Oradan vurdum Yeşilköy’e, hanımın karnı açıktı, var benim bir kahvem hemen Yeşilköy sahilde…
Her dönüşümde orada mutlaka bir kahve içer, tadını çıkarırım sahilin, insanların, İstanbullun..
Hadi oraya gidelim kahvaltı etmeye dedim…
Ya kardeşim bu ne?
Razıyım para ödemeye, bulsam vallahi billahi fazla fazla vereceğim, park edilecek yer yok bir…
Yolları bir değiştirmişler, kapamışlar, inşaatlar falan iki…
Ana bir baktım Yeşilköy’ün ucundayım…
Neyse buldum bir yer, ikimizin de karnı zil çalıyor…
Allahtan bir kadın gördüm sahilde, açmış kendine bir büfe…
Gözleme…
Öffffffffffffffffffffffffffffffffffff…
Mis gibide kokuyor, cızır cızır pişiriyor…
Neyli diye sordum, patatesli, peynirli…
Ispanaklısı, pancarlısı da var…
Ver kadın ver, doldur, Allah ne verdiyse ver…
İndik sahile…
Önce liman ucuna doğru yürüdük, oturduk dalgakıranlar üzerine, gözlemeler hanımın elinde…
Ben bir sigara yaktım bakıyorum denize, anaaa, bizim hatun yatay geçiş yapmış ya, dalmış gözlemelere…
Ya kadın bana da ver dememe kalmadı sardı etrafımızı kediler…
Çıkardı yeni bir gözleme torbadan, kopardı bir lokma…
Tıkadı ağzıma, sen sus dercesine…
Bir baktım, harıl harıl kedi besliyor bizim hatun…
Yok olacak gibi değil tek tek gidiyor canım gözlemeler, kalk kadın dedim sert bir şekilde…
Zıpladı yerinden…
Oturdum parka, deniz “hemen” ayaklarımızın dibinde…
Dur dedim, hatunuma bir çay alayım, başlıyla onayladı…
20 – 30 metrede bir…
Sahilde bir çaycı, gezer yani, gittim birisine…
İnsanlarla konuşup öğrenmeyi severim, çay aldım, gittim hanimin yanına, yedim bir gözleme…
Hem yiyorum hem çaycıyı gözlüyorum, adam tedirgin, korkuyor…
Hanim kendi keyfine, döndüm yine çaycının yanına, sordum ne oluyor kardeşim?
“Abi, zabıtalardan kokuyorum”

Uzun lafın kısası…
Geçen gittiğimde böyle değildi…
Türbanlı, cipli şırfıntılar “sarmış etrafı”, Yeşilköy’ü kardeşim Yeşilköy’ü…
Henüz tek tük AMA girmeye başladılar mı, anla, gerisi gelir yani…
Dün açıklandı…
Tayyipistan nüfusu 80 milyon 800 bin…
Resmi rakamlara göre İstanbul nüfusu 15 milyon…
Hadi canım sende…
Yürüüü…
Öküz arabası başka semte!

Not: Resmen on beşse, sen ona en az yirmi, yirmi beş de…
Yanlışlıkla, dalgınlıkla fotoğrafları silmeseydim, neler belgeledim neler
Bak unutmaya başladım yine, dertler…
Kendileri milyarlar götürürken, kendini, çoluğunu çocuğunu geçindirmeye çalışan insancıkların peşine takılıyorlar. Resmi izin vermiyorlarmış, avuç dolusu rüşveti yedir bak nasıl veriyorlar. Ya neler neler…
Yazmak, anlatmak bile yoruyor beni…
Yoksa her seferinde şahit olduklarımı yazsam, hele hele bizim yani ailemin başına gelenleri ağzı açık şaşarsınız!