Temel ve Dursun kahvedeler…
Laflarken bir ara Temelin gözü yan masa üzerindeki gazeteye ilişir. Sahipsiz gazeteyi alır, okumaya başlar. Bir süre sonra Dursun’a dönerek „ula Dursun, gazeteyi zor okuyrum. Göz doktoruna citmek lazum“ der…
Öylede yaparlar…
Temel güzel bir kadın doktor ile karşı karşıyadır. Doktor muhaynesine başlar, bir süre sonra doktor hanım Temele
„Temel Bey, gözleriniz çok sarı, vâriz rahatsızlığınız mı var“ diye sorar…
Temel çok utanır ve öyle bir rahatsızlığı bulunmadığını söyler. Uzatmayalım…
Temel ve Dursun doktordan çıkıp bir kahvede çaylarını yudumlarken Dursun, Temele sorar:
„Ula Temel bende mi doktora gitsem, tohtor nasıldur, iyi midur?“
Diye sorar…
Temel kısa bir duraksamadan sonra:
„Karu gözlerimin içine bakarak götümdeki rahatsızluğu gördü“ diyerek cevap verir.
Bu fıkra misali…
Bu yazım, Tayyipistans giriş yaptığım bir andan, bugüne kadar gözlemlerim ve geldiğimden beri yayınladığım yazıların devamı, tamamlayıcısı niteliğini taşımaktadır.
Bilmem hatırlar mısınız…
Bademler bundan yıllar öncesi Anadolu yakasında „dağları“ köylüye „satın“ alma hakkı tanımıştı. Bilinmesi gereken her köyün, yerleşim çevresinde bulunan dağlar dahil ormanlardan kendi yakacak ihtiyacını karşılayacak kadar ağaç kesme hakkı vardı. Köylü, bu parsel benim bu dağ senin diye yine kendi aralarında paylaşım yaparmış. Bizimkiler hep derdi, ta çocukluğumdan beri duyarım…
Bu dağlar bizim, bu Hasan’ın, bu Hüseyin’in falan. Tabii tapu mapu yok. Koca köyde tek tapulu ev yok!
Eskiden böyleymiş. Türkiye bu uygulamaya dahil mi bilmiyorum. Avrupa’nın birçok ülkesinde „alışıla gelmiş“ hak diye hukuki bir deyim vardır. Örnek vermek gerekirse, yüzyıllardan beri tapusuz dahi olsa bir ailenin kullanımında bulunan bir arsa veya ev O ailenin malıdır. Güncel, eğer doğru hatırlıyordam Almanya’da bu süre kesintisiz yirmi yıl. İyi niyetli bir yaklaşım ile diyebiliriz ki Bademler bu duruma bir resmiyet kazandırmak istedi.
Ancak Bademler badem olmazlardı…
Her yaptıklarının altında bir hinoğluhin yatmasa. Belki…
Bu millete gerçekten bir hırsız gerekiyordu!
Neticede „dağlar“ yandaş – yoldaşa veya ki çok üzücü bir durum candan can, kandan kan olanlar Sedat Peker gibi Mafya babalarının eline düşüyorlar.
Dedim ya aslında izin yapacak, rahmetliler için hatim duasına eşlik edecektim. Öyle olmadı, yine kendimi birçok sorunun ortasında buldum. Çok YORULDUM
Bilmem Galata kulesini bilir misiniz?
Kuledibi diye tabir edilen yerde bir taşınmazımız var. Yeni bir yönetim seçilmiş. Galata kulesine 100 metre var, yok. Yönetim vekalet istiyor. DİKKAT
Her türlü tapu işlemi yapabilmek için. Allah Allah…
Vekalet, hukuk, her türlü…
Çocuk oyuncağı mı bu?
Sahi…
Birkaç yılda bir her reşitte bilmediği, tanımadığı ama güvenmek isteyip, güvenmek zorunda kaldıklarına VEKALET vermiyor muydu?
Jenosidin ne demek olduğunu bildiğizi sanıyorum. Peki, Ökozid nedir biliyor musunuz?
Evet, çevre katliamı!
Yine Taksim…
Taksimin, Türkiye Cumhuriyeti için önemi, anlamı?
Taksim…
Türkiye Cumhuriyetinin gayrı resmi yüzüdür. İşçi sınıfının simgelerinden, Beyoğlusu ile eğlence merkezi, tüm Hak dinlerinin temsil edildiği bir mekân.
Sankiii…
Gözle görülür, his edilir bir değişiklik var memlekte, sanki!???
Göstermelik…
Yollar yapılmış(!)
Etrafta çiçek, böcek, mis gibi(?)
Çöp, möp hak getire…
Belediyecilik…
Halkın gördüğü bu VE fazlasını görme „zorunluluğu“ da yok!?
Halk günlük yaşam derdinde. Peki…
Bu entel – dantel geçinenler, gerçek entelektüel nerede?
Etraf pis kokuyor…
Çok pis! Bugün tapudaydım…
Bakın burasını anlamanız önemli. Galata…
Beyoğlu’ndan sonra „iki numara“ olma yolunda. Bakmayın bademlerin din, iman dediklerine. İçki, eğlence falan. PARA…
Bir yerlerden para gelsin, isterse fuhuştan olsun, yeter ki gelsin. Bienale gidecektim, çok yorulduğum için gidemedik. Saldırdılar…
Ucubeymiş(!) kimden yüz buluyorlarsa. Tetikleyicisi…
Osmanlı artıkları. Bilmem kimin piçleri. Cumhuriyet düşmanları.
Evet gerçekten Osmanlı varisleri fiştekliyor. Bakalım nereye kadar?
Bir – iki gün oluyor…
Yıldırım mı, şimşek mi yoksa kuklamı bilemedim açıklama yaptı…
Milli yazılımmış mış…
Kendim yaşadım, Mehmet…
Ata toprağından oldum. Bir bilseniz neler dönüyor. Affederdiniz…
Bırak gözünün üstünde kaş var meselesini, kolundaki kadını (…)!
Ne katakulliler, ne dalavereler…
En kötüsü, „hak – hukuk“ eğilip bükülerek ortama uyduruluyor. Hukukun üstünlüğü, kanun önünde eşitlik ilkesi, hukukun geriye yönelik işletilemeyeceğini veya emsal kararlar bazında, tutarlılık, istikrar namına bir şey kalmadı. Kaç kişinin böyle veya bezer yollar ile mal ve mülkünden ettiler.
Devam edecek…