Benden söylemesi, takdir sizin

Yazmışımdır evvelsi…
Biz Türk’üz, Iranı geçeriz diye…
Gün gelecek…
Kahpedoğandan nefes almamıza müsaade eder misiniz diye soracaksınız, izin isteyeceksiniz nefes almak için!!!

Boşuna g.tünü yırtmıyor, polemiğe girmiyor Y-CHP ile TIR davası yüzünden…
Siz…
Ondan ne kadar korkuyorsanız, O da gerçek haktan, insanoğlu adaletinden o kadar korkuyor!

Yazık değil mi, günah değil mi koca bir ulusun…
Şanı ve şerefi, adının – sanının lağıma, evet, siyasal İslam lağımına çekilmesi…
Yazık değil mi, günah değil mi yüce dinimizin, İslam dininin…
Ümmet-i Muhammedin inançlarının, Mevla’mın insanoğluna SON seslenişin…
Çağrısının…
Kendi sapık, düşünceleri ve görüşleri sapık kişilerin eylemleriyle kirletilmesi…
Zan altında bırakılması yazık ve günah değil mi?

Eyyy yüce Türk…
Eyyy ümmet-i Müslimin kalka ayağa, diren bu rezillere, sapıklara, alçaklara…
Diren!

Unutma…
Peygamber Efendimiz başta olmak üzere…
Dünden bugüne şehitler ve gaziler AMA en başta Atatürk ve arkadaşları sana yol gösterdi…
Yürü, yürüyeceksen illa bir yoldan…
Önce Peygamber Efendimizin, sonra Atatürk’ün ardından.

Nota üzerine

Türk askerinin başına çuval geçirilince…
Diplomatik nota oluyor…
„Müzik notası mı bu?“

Bir zamanlar önünde çömeldiği…
Önüne domaldığı, bilmem nesini zevk ile yediği, inleyip – ohhh’ladıgı söz konusu olunca…
Almanya’ya diplomatik nota(!)

Not: çok şükür bir iyi haber ama bende hal kalmadı…
Bir iyi haber daha gelmeli ki rahatlayayım. Kısmetse yarına bitiririm bir önceki yazıyı.

Pavlov çağrışımı

Yok psikoloji okumadım, yaşayarak öğrendim insanı!

Pavlov köpeklerinden falan da söz edecek değilim…
Nasıl ki bir keman, örneğin bir Stradivari bir virtüözün elinde, yani büyük bir ustanın elinde insanları cezp edebiliyorsa aynı keman bir amatörün, söz gelimi sanatçı olmayan, bu alete can veremeyen bir kimsenin elinde değersiz ve etkisiz kalır(!)

Assosiasyon…
İnsan anatomisi, beyin cevheri…
Büyülemiştir hep beni…
Hep derim, itiraf niteliğindedir, kızarım kendime, aptallığıma, saflığıma, salaklığıma…
Okumadım…
Buna rağmen birçok yönüm ama sadece bir yüzüm vardır…
Riya ise…
İnsan doğasında. Yalan, istisnasız herkesin her Allah’ın günü, çoğu zaman birkaç kez kullandığı, bazen kullanmak zorunda kaldığı bir çıkış kapısı!?

Konuyu, size anlatmak istediğimi daha kolay anlayabilmeniz için şu cümleyi kurmak istiyorum, tıbben, psikolojik olarak ama doğru ama yanlış, dedim ya anlamanız için:

İnsanın, bünyesinin kendi korumak için kendine karşı verdiği bir nevi alerjik tepki(!)

Hayatta kalma içgüdüsü, canlının kendini koruma mekanizması!???
Sırasıyla, İngilizce, Almanca ve Türkçe…
Dissociative identity disorder, Dissoziative Identitätsstörung, Benlik ikileşmesi…
Assosiasyon, yani çağrışım…
Psikolojide bir kuramdan yola çıkmaktadır, bu varsayıma göre birbirleriyle ilgili olmayan veya bu görünümde olan kimi olayların, nesnelerin “insan” tarafından ilişkilendirilmesi, birbiriyle bağlantıya geçebilmesi – geçirilmesi, hatırlatma, çağrışımda bulunması “gerçeğidir”.

Sormak isterim size…
İşlenmiş bir suç karşısında kimi cezalandırmalı…
Beyni mi, ruhu mu yoksa insan, insanı mi cezalandırmalı?
Vereceğiniz cevap muhtemelen insan olacaktır (…)
O halde…
Düşsel, düşünce sel…
Beynin, ruhun kimi açık kimi karanlık ve dar dehlizlerinde gizlenen, saklananlar…
İnsansa…
Ve yine insan, düşünceleriyle, duygularıyla bir bütünse…
Neden ülkemizde “kimse” ruhun, beynin hastalanabileceğini, sağlıklı çalışmayabileceği > gerçeğini < ciddiye almaz?

Çağrışım…
Doğrudan konuya değinmeden, doğruyu söylemeden veya tersi yalana baş vurmadan bir pazarlama tekniği olduğu gibi özellikle demagoglar tarafından insan psikolojisini etkilemenin bir yöntemi olarak da kullanılmaktadır. Tek kelimeyle algı ve yönlendirme yönetimidir ve bu şekilde kötü anlamda kullanılır(!)
İnsan, hayatında öyle veya böyle edindiği herhangi bir deneyimin, tecrübenin o insanda bezer olaylar karşısında beyninde bir çağrışım yaratmaktadır, algıyı şekillendirir. Ne yazık ki çok az sayıda insan kendini bu tür yöntemler karşında “koruyabilir”, gerçekçi kalabilir.
Türkçesini bilmiyorum…
İngilizce psikolojik bir terim olan derailment, Almancada Assoziative Lockerung diye tabir edilir. Öyle sanıyorum ki ister tabiat deyin ister Yaradan…
İnsan doğası ve “yaşam şartları” gereği bu tür tecrübelere, önceki deneyimlerine dayanan duygu ve algı manzumesini özellikle geliştirdi ki hayatta kalabilelim. Demek istediğim renkler mesela ister istemez, bilinçaltımızda bazı çağrışımlar yaratır. Derailment bozukluğu…
Yani gerektiği gibi çalışmamsı durumunda “büyük sorunlara” yol açabilir. Çağrışıma bağlı düşünce modelinde bozukluk, şizofreni başta olmak üzere düşünce bozukluğu, duygu durum bozukluğu, otizm ve Recep Tayyip Erdoğan denilen yaratığa koymuş olduğum ambivalenz tanısı “rahatsızlıklarına” yol açabilir.

KORKU…
Sevgi, kin, nefret gibi çok güçlü bir duygu olmakla birlikte yine genelde canlıyı ama özellikle insanı, vücudunu kendini bekleyen “tehlikeye” hazırlayan bir “durumdur”!
Dönelim bu makaleyi yazma sebebime, Recep kahpesine…
Kafasında göz, göğsünde kalp taşıyan, ruhu hür, vicdanı hür, ister okumuş, yani mürekkep yalamış insan olsun veya olmasın herkesin takdir etmesi gereken durumlar meydandadır. Alenen, açık açık görülebilir, gözlemlenebilir. Bu yaratık…
Vatanı – milleti, malı, mülkü ama hepsinden önemlisi evlatların eğitimini, istikbale yönelik karar mekanizmalarını emanet ettiğiniz yaratık;
Ruhen oluğu gibi kafadan da ağır hasarlı…
Hasta, hasta, ağır hasta!

Hasta ve hastalıklı…
Demokrasilerde, hele > ileri < demokrasilerde, demokrasiyi, demokrasinin zaaflarından faydalanarak yıpratan, hatta yıkan ve maalesef “panzehri olmayan” rahatsızlıklar gözlemlenebilir…
Aslında panzehri mevcuttur ancak ülkeler bazında bu düzeye erişmiş toplumlar azdır. Olabildiğince geniş tabanlı sosyo – ekonomik özgürlüğü olan, bağımsız, bağımsız olduğu kadar en azından orta düzeyde diye tabir edebileceğimiz bir eğitim seviyesine sahip toplumlar…
Demagoji ve popülizm salgın hastalıklarına karşı bir noktaya kadar bağışıklık kazanmış oluyorlar.
Dedim ya ne yazık ki çok az toplum bu olgunluk ve refah düzeyine erişmiş durumda. Özellikle Türkiye veya Amerika bu olgunluk ve “refah” düzeyine olabildiğince uzak. Bu yüzden bu ülkelerde Trump veya Erdoğan gibi yaratıkların yaşam hakkı ve faaliyetlerine ne yazık ki şahit olabiliyoruz.
Kim ne derse desin, kadın ailenin de toplumunda temel taşı. Yine geniş tabanlı kadının eğitimli olması özellikle yeni nesilleri koruyacağı, kollayabileceği gibi erkek denilen canlıyı da öyle veya böyle etkiliyor!

Recep Tayyip Erdoğan veya Trump…
Popülist mi?
Cevabını ben vermeyeceğim…
Elinizi vicdanınıza koyarak VE zamanınız el verdiği derecede konu üzerinde düşünerek kendinizin bu soruyu yanıtlamamızı istiyorum. Elinize sadece bazı somut veriler vererek, bazı sorular ile bunu yapabileceğinize olan inancımı muhafaza ediyorum. Popülistler…
Bir tespit; sorun çözümlemeye meraklı ve eğilimli değildir(!)
Sizce “başı örtülü bacım” konusu mesela, kapsamlı ve kalıcı çözümlendi mi?
Terör belası, verilen tüm sözlere rağmen her yönü ile bertaraf edilebildi mi, yoksa Demokles’in kılıcı gibi bizi, ülkemizi tehdit etmeye devam ediyor mu?
Soruları olabildiğince uzatabilirim ama son bir soru ile noktalamak istiyorum…
Ekonomik refah düzeyi…
Ne denli ve hangi kapsamda halka yansıtılabildi, herkes iş – güç sahibi mi, gerçek, kâğıt üzerinde değil, gerçek işsizlik oranı, özellikle gençler arasında nedir?

Devlet adamı biz derken, biz gibi düşünürken…
İster siyasetçi deyin ister politikacı ama özellikle demagog veya popülist neden ben der?
Bunun arkasında yatan gerçekler, nedenler ve bu insanların psikolojisi nedir?

Bir başka tespit…
Popülist halkın diliyle konuşup, kendini halktanmış gibi göstererek halk için, halk adına faal olduğu iddiasındadır. Bunu yaparken en etkili aracı bölücülüktür. DIKKAT, sadece böyle zamanlarda “bizden” söz eder. “Biz”, yani halk, kendini de halktan, halkın parçası sayarak ve üstüne basa basa vurgulayarak “biz” VE >>> onlar <<< diye halkı ortadan ikiye böler. Manipülasyon, Latince kökenli olup “manus” el, “plere” doldurmak fiillerinden türeyen ve genel anlamda “avuç dolusu, elinde bir şeylerin olması” manasında kullanılmaktadır. Kelime…
Siyasette, sosyolojide ve psikolojide de yer alır. Hedef gözeterek ve üstü kapalı etkilemeyi, nüfuz etmeyi öngörür. Bu tür yöntemlere insan psikolojisi açısından baktığımızda karşılaşacağımız tablo korkutucu ölçülerdedir. Kendi isteği ve iradesi dışında insan etkilenir ve yönlendirilir, bu etkileme ve yönlendirme sonucu insanlar davranış ve kanat değişiklikleri gösterebilir.
Basit…
Tabiri caiz ise en aptal insanın bile anlayabileceği bir dil ile, sokak dili ile konuşurlar…
Genelde dilleri ve vücut hareketleri yani vücut dilleri de uyum içeresindedir. Tüm popülistlerin ortak özellikleri arasında mevcut düzeni hedef almaları, hedef olarak, değiştirilmesi gereken bir yanlış olarak göstermeleridir. Onlara göre mevcut kurum ve kuruluşlar AMA özellikle, hadi kalbur üstü diyelim, elitler, yani yaşam tarzları, görgü, düşünce yapıları, hayatı algılamaları ve eğitimleriyle kendilerini toplumun diğer fertlerinden soyutlayan kesimleri hedef tahtasına koyarlar. Bunu yaparken halk adına, TÜM halk adına hareket ettiklerini iddia etmeyi > kesinlikle < ihmal etmezler. Örnek olarak >>> Milli Görüş <<< ifadesini gösterebiliriz. Hedeflerine ulaşmak için en temel, en insani içgüdü ve gereksinimleri lehlerinde kullanmaktan çekinmezler. Otorite (örnek olarak baba rolü), sertlik, cebri icra…
Yani kendini farklı göstermek, alışılageldik, bildikten uzak göstermek yöntemleri arasındadır.

Korku manzumesini…
Biz ve onlar ayrımını çok etkili kullanırlar. Bu bağlamda O yaratığın, Erdoğan denen zibidinin “bildik cumhurbaşkanı olmayacağım” ifadesini hatırlatmak isterim. Bir başka deyişle sadece ben halkı temsil eder, halkın sorunlarını çözebilirim iddiasındadırlar. Hatırlarsanız…
Ne diyordu zibidi “Taraf olmayan bertaraf olur”
Baydemir’in ifadesiyle HAAA SIKTIRRR…
Korkutucu olan, popülizmin bile aşırı uçları olabilmesidir ve Erdoğan olsun Trump olsun ucun…
En dip noktasında yer almaktadır.

Sözlerime devam etmeden bir hatırlatmada bulunmak isterim, büyük Yunan düşünürlerin HEPSI demokrasinin bu en zayıf tarafına dikkat çekmiş ve uyarmıştır. Halkın, halk tarafından yönetilmesinin güzel ve tehlikeli yani insan. Bilgili ve bilinçli kişiler tarafından yönetilen ve yönlendirilen halk…
Refahın, güzel ve kaliteli yaşamın doruk noktasına erişirken…
Bence…
Bilgiden ve bilinçten yoksun, aşırı bencil, hırs duyusunun körelttiği sağduyudan yoksun kişiler tarafından yönetilerek, yönlendirilmesinin ne kadar yanlış olduğunu idrak etmiş olmamız gerekir. Özellikle siyasette liyakat aranmalı VE mutlaka talep edilmelidir.

Hani derler ya her şeyin azı karar, fazlası zarar diye…
Siyasetçi tarafından yönlendirme ve yönetme konularında tutturulan yol ve yöntem orantılı…
Sağduyulu, halk yararına, kısa, orta ve uzun vadeli olmak üzere, kapsamlı ve son tahlilde düşünülmüş ve değerlendirilmiş olmalı ve hayata geçirilmelidir. Siyasete soyunan kişilerin aşırıya kaçan hırs ve bencillikleri, yeteneksizlikleri daima kötü sonuçlar doğurmuş, halk aleyhinde olmuş ve gelecek nesillere pahalıya patlamıştır (söz etmiştim, arşivlerim meydanda, ilk aklıma gelen Mao’dur, keza Stalin. Özellikle Mao’nun çocuk politikası ki çocuk benim için her şey demek, ne kadar acı verici bir durum. Yetişkin, reşit insanlar istedikleri sayıda çocuk yapamıyorlar. Bugün yaşanan bu facia Mao siyasetinin bir sonucudur)

Çok şükür arabama kavuştum…
Kardeş bile olsa, el âlemin arabası ne rahatsızlık vermek isterim ne zahmet…
Ortak mal…
Ortak karı gibidir, istediğin gibi “kullanamazsın” (!)
Paylaşmak zordur, olmaz yani.

Dün evlat geldi…
PEZEVENK, çok kızdım ona. Geldiğimden beri ilk defa görüyorum…
Konuşmadım, yüzüne bile bakmadım. Oturdu yanıma…
Bakıyor melül melül yüzüme…
“Baba…
Neden bana kapris yapıyorsun?”

“Bakma bana öyle”

Oğlum…
Arabanın benim için ne demek olduğunu biliyorsun. Neden SEN arabayı götürmedin?

Bir parantez açalım, arabanın kontak anahtarı bozulmuş. Silindir değiştirilecek. Kanunlara göre sahibinin mutlaka arabayı teslimata orada olması lazım. Ben Türkiye’deyim, hanım, dükkân…
Oğlum…
Oğlum olduğu için O yapabilirdi. YAPMADI!

Bana bir şeyler anlattı, genç adam…
İhtiyaçları falan…
Peki, neden beni arayıp, baba böyle böyle demedin?
Aradım, sen telefona çıkmadın. Defalarca aradım(!)
Olabilir…
Sözde izin yapmaya gittik. Ana – oğul kaplıcalara falan gidecektik. Bir “ön çalışma”. Allah nasip ederse, yılbaşında hanımla. Hiçbir işimiz yoktu Almanya’dan yola çıkarken, annem öncüydü, ben birkaç gün sonra, bana da bir şey demedi telefonda. GITMEMLE BIRLIKTE DÜNYA BAŞIMA YIKILDI
Git oraya, koştur buraya…
İstanbul trafiği, yok kimse kusura bakmasın, adıyla sanıyla…
Hayvanlar sokakta, yolda. Telefona bakmak mümkün mü?
Kaç tane ciddi kaza atlattım biliyor musunuz? Her sene ayni manzara!

Uzatmayalım…
Küçükler yapar, büyükler bağışlar…
Ben…
İster inanın ister inanmayın ASLA yapmadım böyle bir şey. Babamın, rahmetlinin bu yüzdendir O sözleri bana. Kardeş…
Bak kardeşte faklı, bencil. İki elim kanda olsa, ihtiyaç hasıl olduğunda ben olmam gereken yerdeyim.
Karakter meselesi, her insan farklı. Kınayamazsın, yargılayamazsın.

Akşam oldu, hadi dedim ben seni götüreyim…
Yolda…
Ya gerçekten resmen gurur duyuyorum evladımla. Bir baba olarak evladımdan bir şeyler öğrenmek çok hoşuma gidiyor.
Bir şekilde konu popülizme geldi…
Erdoğan olsun, Trump olsun piri…
Dedi “… popülizm negatif tanımlı. Master’i bitireyim pozitif popülizm üzerinde bir çalışma yapacağım, acaba pozitif popülizm var mı?”

Birlikte hatırlayalım, popülizm neydi?

Basit kelimeler ile…
Kendi şahsi ikbali, menfaatleri veya görüşleri doğrultusunda halk diliyle, halk namına hareket eden ve konuştuğunu iddia eden, konuşmalarıyla halkı ikna edebilen, sözü, özü ve eylemleri birbirini tutmayan, tutarsız kişilere popülist denir. Bilimsel tanımlaması ve “belirtileri” farklıdır, ben çok basite indirgeyerek tarif etmeye çalıştım.

Dedim…
Bana göre pozitif popülizm var. Hem dış etken olarak belirleyici olabilir, negatif veya bildiğimiz şekliyle popülizmde olduğu gibi hem içten gelen bir dürtüdür pozitif popülizm…
Populus, halk demek(!)

Halk, kendi içinde, bir nevi gurup dinamiği ile doğru olanı, yine bir nevi içgüdüsel olarak algılayarak harekete geçebilir.

Örnek olarak kurtuluş savaşımızı vermek isterim (…)
Sözlerimi bitiremeden sözümü böldü ve sordu:
“Baba, Atatürk bir popülist miydi?”
Hayır oğlum onu demek istemedim. Kişi ve veya zamanlama, gelişen olaylar zinciri…
Bu gibi hareketliği, algıyı tetikleyebilir. Mesela Vahdettin’in, Yunan’ı çağırması halkta infial yarattı.

Evet…
Bana göre pozitif bir popülizm vardır…
Salt kişinin retorik yani belagat sanatına veya herhangi bir ideolojiye bağlı olmaksızın…
Bazen kişiye, zamanlamaya, gelişen olaylar zincirine bağlıdır…
Tetikler, Newton beşiği gibi!

İçten veya dıştan kaynaklanan bir güç ile…
Kimi kişi, kaderin cilvesi veya doğan fırsattan yararlanmasını bilmesi sonucu öyle bir çıkar ki karşınıza, feleğiniz şaşar, tutturduğunuz yolunuzdan saparsınız…
Yerseniz, kanarsanız…
Haliyle insanız ve insan olarak, tek başına, bir başına güçsüz birer varlığız…
Hani derler ya ateş olsan cirimin (cürümün*) kadar yer yakarsın…
Ona benzer…
Eylemler, faaliyetler hele toplumsal ise >>> ekip <<< işidir! Bizim yandan fırlama, Kasımpaşa ayısı bir kez daha başarılı oldu… En azından görüntüde öyle… Dedim ya, yersen veya kanarsan… Kendini… Atatürk ile aynı cümlede, aynı anda andırmayı başardı… Mesele şahsidir… Bir çete başı, hırsızların Padişahı ve çetesi… Adi bir suçlu, hüküm giymiş bir yaratık, hükümlü, hükümlü bir suçlu… Huylu huyundan vaz geçer mi? Ülkende çaldın – çırptın, dolandırdın… Hesap soran olmadı(!) Dünya kamuoyu alt tarafı adi bir hırsız, usta, evet usta bir popülist karşısında dize gelir, susar mı? Çağrışım kardeşim, çağrışım… İnsan ve toplum psikolojisinde > mutlak < yeri olan, etkisi olan… Kısmen bilinçaltını doğrudan veya dolaylı yollarda etkileyen bir olgu… Güçlü, çok güçlü… Devam edecek… * Cürüm suç, hata, kusur. Doğrusu cirimdir = cüsse, hacim demektir. Bence… Yerine göre ikisi de kullanabiliniz. Ancak, tekrarlamakta fayda var, ben dil bilimcisi falan değilim! İkisi de doğru ve yerinde kullanıldığında farklı anlamlar taşır. Bilmenizde fayda var diye düşündüm

Bence Avrupa yanlış yolda

Kan şekeri…
Gideyim, geleyim kısmetse bitiririm yazımı. Avrupa yanlış yolda!

Bu zihniyeti…
Bu zibidiyi, bu Kasımpaşa ayısını durdurmanın yegâne yolu vardır…
Ya kafasına sıkacaksın bir kurşun veya para musluklarını keseceksin.

Nedense herkesin demokratlığı tutu…
En başta TSK’nın ve liboşların…
Hâlbuki tarih göstermiştir ki Hitler örneğinde olduğu gibi…
Geciken tepki…
Başa büyük dertler açar!!!

Öte yandan Trump gibi kendini bilmezlerin eline olağanüstü güç verilmesinin dünyayı nasıl gerdiğini yaşayarak görmekteyiz. Güç…
Liyakati olan “ehliyet sahibi” kişilere vermeli!

Mutlaka oku

oku

Veee aklıma HARP gelir

Askeriyenin hayaliydi…
Doğayı silah olarak kullanmak, HARP…
Yazmışımdır evvelsi bu konuda, arşivlerim meydanda…
Bundan yıllar öncesiydi, galiba Obama yönetimi sıralarında…
Amerika’yı kasırga vurdu, ama ne vurmak…
Rivayete göre Çin ve HARP bu felaketin sorumlusuydu, radyo dalgalarıyla çalışan bir “silah”
Muhteliftir söylentiler, bu silah var – yok, çalışıyor…
Çalışmıyor(!)

Recep Tayyip Erdoğan, deli p.zevengin teki…
Şuursuz…
Kör cahil ama aptal değil. Zararı ülkemize, gidebildiği, varabildiği, elinin en fazla uzanabildiği…
Bazı komşularımız ve Türkiye Cumhuriyeti…
Trump…
Bir başka deli, p.zevenk mi değil mi kararsızım, en azından ülkesini satıyor görünümünde değil…
Ancak…
Etkisi dünya çapında(!)

Haberler bir öyle bir böyle…
Çin ile ticari savaş kapıda…
Aslında…
Haktır böyle herifleri, kovboyları çıktıkları yere geri sokmak…
Ders vermek…
Ama…
Aması var işte korkarım evlatlar için, Erdoğan gibileri…
Trump misali kendini beğenmişleri gebertmeli…
Bir köpek gibi sadece gebertmeli böyle şuursuzları!

Söyleyene bak hizaya gel

Dalkavuk…
Dal y…k kuklası(!)

Sosyal medya “dilini” eleştiriyor, Türkçemiz, dilimiz, iletişim aracımız…
Ortak bir değerimiz yozlaşmamalı buraya kadar doğru AMA…
Ya bizi biz yapan diğer değerler?
Nesilden nesille özenle bugünlere kadar gelenler ve son on – on beş yılda yitirdiklerimiz…
Onlar ne olacak?

Bu değerleri yitirmemizin yüzde yüz sorumluları kendileriyken…
Ya bunlar nasıl yaratıklar, nasıl mahluklar, nasıl herifler?
Ve…
Bunları insan yerine koyup seçenler, bu yaratıklar bunun bedelini nasıl ödeyecek, söyle nasıl?

Kötü haber tez gelirmiş

Yine öyle oldu…
Allah…
Taksiratını af etsin, mekânın cennet olsun.

Seniha teyze…
Annem anlatıyor şimdi, küçükken onunla kızma birader oynar hep kavga edermişim…
Hayal mayal hatırlıyorum, yıllar oldu görmeyeli, ölüm haberi geldi…
Eşi telefonla aradı bizi, kırkı okunacakmış Cumartesi.

Nedendir bilmem…
Ölümü en az hak edenler en erken gidiyorlar…
Dönüşü olmayan o yolculuğa çıkıyorlar…
Arkadaş, şu üç günlük dünyada…
Yapma, yapma, yapma…
Marazdan, küslükten, kavgadan, fitne – fesattan, kötülükten kime ne fayda?

Başörtülü bir kadıncağızdı, türbanlı değil…
Orucu, namazı…
Dua dilinden eksik olmazdı, güler yüzlü bir insandı.

Çok değil, ne insanlar tanıdım sözde namazında, orucunda…
İnandım, aldandım, kandım…
Yanalın bini bir para…
Yürek temiz olmadıktan sonra, beden, ruh, eller ve dil kir – pas içinde, başına, kıçına sardığın bir damla paçavrayla ne insan olunur ne Müslüman. Zamanında uzanan bir el, bir tatlı söz, bir tebessüm, teselli edici bir iki cümle, sımsıcak, yürekten bir sarılma…
Seninleyim bu acı gününde, seninle…
Dualarım seninle, acında ve sevincinde seninleyim seninle…
Ama nerede?
Arada bul insanı, ara dur insan evladını!

Öyleydi, aynen böyle, insandı, insan evladıydı…
Allah…
Taksiratını af etsin, mekânın cennet olsun…
Seniha teyze.

Kan şekeri üzerine

Yedi yüzdü, yani 700 mg/dl veya 38,9 mmol/l…
Koma!

Düşmedim şeker komasına…
Neden?
Bilmem, tıpkı benimle ilk defa tanışıp raporlarımı okuyan doktorların “sen neden hala yaşıyorsun, neden ölmedin” sorusu gibi bir şey buda(!)

Birkaç ay öncesi…
> Ağır < ilaç tedavisiyle şeker yediye, yani 130 mg/dl’ye indi…
Annem geleli bir hafta falan oldu, kadın indiriyor bindiriyor “Önder çok zayıfladın” deyip duruyor…
Bence zayıflamadım ama O öyle diyor. Sinsi bir hastalıktır şeker, sinsi, kanser gibi içten içe yer bitirir insani…
Körlükten felce her şey mümkün, dikkat etmezsen öyle. Beni en çok etkileyen halsizlik, baş dönmesi, bayılmalar. Çok şükür bayılma yok bu ara ama bayılmaya çok yakınım, geçenlerde karşıdan karşıya geçerken, trafik vızır vızır, ramak kaldı, tamamen şans bir anda kendimi dükkân önünde buldum (…)
Veya araba…
Tüm gün direksiyon başındayım, zırt oraya zırt buraya. Kalp, şeker, tansiyon…
Kısmen kalıtsal…
Ne beslenmeme dikkat ediyorum ne ilaçlarımı düzenli içiyorum…
Kimin için ve neden?

İlginç olan…
Aylar var ağzıma içki sürmüyorum, konyaklar, viskiler, rakılar beni bekler!

Aklım gider iğneden, nefret ediyorum ya, nefret…
Dün…
18 suları…
Sabahtan doktora gitmiş kan vermiştim. Birkaç hafta öncesi verdiğim kan “donmuş” Diabetes mellitus…
Tek o olsa, mellitus, yunanca bal gibi tatlı demek…
Kanımdaki yağ, çok güldüm doktora. Alınan kan tüpte bir süre sonra aşağıya çökermiş, üstünde “su gibi” bir sıvı kalırmış, sarı ama “saydam”, yani öteki tarafı görüyormuşsun. Bende > koyu sarı <. Öyle sarı ki öte tarafı görmen mümkün değilmiş. Motordaki hortumlar…
Yani kalbimdeki kılcal damarlar selam söyler(!)

Doktor diyor; “IMKANSIZ!!! imkânsız o ilaçlarının hala sende olması, çoktan bitmiş olması lazımdı” Şeker iğnesinden bir öncesi verilen > ağır < bir ilaç, O ve bir tane daha ona benzer “ağır” bir hap…
Ta Şubat ayında vermiş en son, şimdi Ağustos ayındayız…
Unutuyorum, canim içmek istemiyor falan filan…
Dedim ya neden ve kimin için(!)
Saadete gelmek gerekirse, dün 18 sularıydı annem bir telaşla girdi odama “Önder, doktor!”

“ >>> Hemen <<< gelebilir misin?”
Sesimden anlamış olmalı, bir şeylerle uğraşıyordum, hiç zamanı değildi…
“On, on beş dakika sonrada olabilir AMA mutlaka gelmen lazım”
Hayda!!!

Annemin beti – benzi atmıştı…
Atladım arabaya doğru doktora, yolda…
Aklımdan ne senaryolar geçti, oğlan, Allah korusun…
Annem, hanım, Oma falan korktum…
Yeminle…
Hayatımdan öyle bezdim ki kendimi düşünmedim. Ama sevdiklerim, kalbimde olanlar…
Çok korktum. Doktorda…
Sabah alınan kan yine donmuş, analiz edilemiyormuş…
O kadar koyu yani, şeker fırlamış yine 11 üzerine…
Tamam komaya uzak ama kanımdaki yağ tek kelimeyle feci!

Peki, neden anlattım bunları size?
Neden durup dururken bir önceki yazımda paraya değindim?
Beni bilen bilir, sebepsiz ne bir şey söylerim, yaparım veya yazarım…
MUTLAKA vardır bir sebebi…
Önce parayla başlayıp kan şekerine geçelim…
Bundan iki gece öncesi Alman televizyonunda Dubai ile ilgili çok güzel bir belgesel vardı…
Konu Dubai’ydi, genelde bu emirlikti ama özelde Arap anlatılıyordu…
Ben bu insanlardan boşuna tiksinmiyorum, “çağdaş” Arap’tan boşuna iğrenmiyorum…
Müslümanlar ya…
Lanet olsun onlara…
Gerçi “eski” Arap, ataları da deve ve insan tüccarıydılar…
Pek bir şey değişmedi yani…
Bedevi…
Bak Persler, yani Iranlalar çok başka!

Peygamber Efendimizin “ümmeti”
Peygamber Efendimizin hak, adalet anlayışı…
Peygamber Efendimizin yaratılana olan sevgi ve saygısı, taş – toprak, insan, hayvan hiç fark etmez…
Hele kadına bakışı…
Çok farklı…
Yakışmadı ümmetine, yakışmıyor, yakışmadı!

Gurbetçi bir ailenin evladıyım…
İki lokma ekmek, bir avuç para için gelmiş ailem buralara…
Allah razı olsun, hani Hristiyan diyeceğim ama “değil”, Alman insan, verdi hem ekmek hem para…
Ha canımızı çıkardı mi? Çıkardı! Ama verdi > hak < olanı…
Bilirim gurbet eli, bilirim parasızlığı, bilirim açlığı…
Ve biliyorum mesela Dubai…
Arap…
Çalıştı da mı yaptı? El emeği, göz nuru harcadı da mı kazandı onca parayı?
Yoooo…
Dişinden, tırnağından arttırıp da mı servet sahibi oldu?
Kafayı mi çalıştırdı? Ne yaptı ne yaptı da servet sahibi oldu?
Allah verdi, yiyor hayvan, yiyor düşünmeden…
Hindistan’dan geliyor işçiler, Afrika’dan…
Müslüman ya, Müslüman!???
300 dolara çalıştırıyor koca bir ay 40 – 50 derece sıcakta…
Söyle…
Bunların neresi Müslüman, neresi Peygamber Efendimizin ümmeti?
Nasıl ki şeker, kanser gibi sinsi hastalıklar bir insanı içten içe kemiriyor, bitiriyor, tüketiyorsa…
Toplumu zararlı akımlar…
İnsanı…
Cehalet, düşüncesizlik, vurdum duymazlık gibi durumlar etkisiz ve tepkisiz kılıyor.

Remember time is money

Türkçesi; vakit nakittir…
Benjamin Franklin’in sözü. İktisadi, yani ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olmaz ilkesinden yola çıkan Atatürk bir kez daha uzak görüşlülüğünü kanıtlamıştır.
Bak ülkenin haline, gör işsizliği. Yaşıyorsun borç batağını, harcıyorsun karşılığı olmayan paracıkları(!)

Napolyon ne diyordu?
“Para, para, para!”

Para…
Kadın gibidir, işin gücün yoksa peşinden koştur dur!?
Sonunda…
İkisine de sahip olduğunda, doymazsın…
Ne kadına ne paraya, oldukça olsun istersin…
Halbuki ikisine de ölçü ile sahip olursan tevazuunun sukutu, iç huzurun mutluluğuna erersin.