Tek taraflı beslenme…
Aç gözünü, bak dünyada olup bitene…
Bak dünyada, kendisi özgür ve vicdanı hür basın ne diyor!
Kahpedoğanı boş ver, O sadece bir kahpe…
Bir fahişe, gerçi diğerinin de ondan yok bir farkı ama hiç olmazsa gücü var…
Siyasi, ekonomik ve askeri…
Teknolojik öncülüğü ise unutulmamalı…
Bu açıdan bakıldığında…
Söylediği > lafların < ağırlığı ve değeri farklı!
Kaşıkçı meselesi…
Suudi Arabistan ve petrolden aldığı güç…
Trump ve açıklamaları, bu sabah aklına estiği gibi…
Önce tehdit etti, gözdağı niteliğinde laflar sarf etti, Suudiler etkilenmeyip, ekonomik yani petrol yaptırımları ile tehditte, tehdit ile karşılık verdiğinde…
Hiç utanmadan, sanki o lafları kendisi sarf etmemiş gibi Suudi köpekleri savunmaya geçti…
İyi kötü aklı başında bir insan olarak…
Gel de çık işin içinden çıkabilirsen!
Ben kaçtım…
Daha doğrusu kaçmaya çalışıyorum, bir bebe bile emekleye emekleye geçer beni!
Evet…
Gerçekten kafayı yiyeceğim, çok hâklisin. Nereden…
Nereye değil mi???
Fırsat buldukça araştırıyorum…
Bir ima…
Bir ifade, bir ipucu…
Yok, yok, yok…
5,60 meselesi. Dikkat et bu pezevengin dediği, 5,60’da sabitlenmesi…
İnan…
Bilgi, çok fazla merak…
Ölümcül olabilir bazen. Buna rağmen…
Her şeye rağmen. Kafamı kurcalayan nedir biliyor musun, tesadüf mü…
Rahip ve Kaşıkçı meselesi…
Yoksa yine dikkatleri başka bir tarafa mi çekmek istedikleri?
Bir şeyler bulabilsem, ah bir bulabilsem…
Önümüzü görebilsek…
Böyle…
Kaldık pezevengin eline ne mantık ne bilgi ne bir artı bir…
İnsan…
Huzursuz, güvensiz, önünü görmeden, nereye gittiğini bilmeden yaşayabilir mi?
Yok ya dayanamazlar…
Hep dedim, diyorum…
İki…
Bilmem ne ağızlı, hele birinin ayranı yok içmeye tahterevalli ile gidiyor s.çmaya…
Dolar…
Taviz vermiyor, kuruş bazında bir aşağıya bir yukarıya. Demiştim…
İntikamı korkunç olacak!
Açılışa ve şu anki duruma dikkat et!
Demiştim vakti zamanında manyak psikoloğuma…
Bu gibiler, bizim millet anca sopadan anlar, vuracaksın kafasına kafasına…
Aman ne kızdı ne kızdı bana…
Gör bak bundan sonra her fırsatta sopa…
Kafasına, kafasına!
Yazmadığın, belki bilmediğin…
Savaş dahil her yol masadaydı, savaş dendiğinde ilk aklına gelen muhtemelen er meydanıdır…
😊
Evladım…
Savaşın değişik şekilleri vardır!
Okuyun İzmirlimi…
O en “zararsız” şekillerini sıralamış…
Bir insanın, bir toplumun onuru…
Yeri gelir şerefsizde yaşarsın, adin lekelenmiş…
Kendine yedirebilirsen, haysiyetine…
Ama…
Aç kal, evladın gözünün önünde açlıktan ölsün bakalım buna dayanabilir misin?
Bak…
Şerefsiz şerefsiz, haysiyetsiz…
Yüzsüz gayet güzel yasayabiliyorlar AK Saraylarda, orada burada!!!
—
Papaz gitti zannedenler yanılıyor, asıl şimdi gelecek!
1970’li yılların başında ABD’nin en ciddi sorunu, uyuşturucuydu.
Amerikan gençliğinde salgın gibi yayılmıştı, mücadele edilemez hale gelmişti.
Uyuşturucuyu kaynağında kurutmak için, haşhaş üreten ülkelere baskı yapmaya başladılar.
Hedefte Türkiye vardı.
Çünkü o dönemin en büyük haşhaş üreticilerinden biri Türkiye’ydi.
★
Demirel’e “haşhaş ekimini derhal durdur” dediler.
Demirel kabul etmedi. “Adını afyon’dan alan şehrimiz bile var, çiftçimizin çok önemli gelir kaynağı haşhaş, durduramam” dedi.
★
Ambargoyla tehdit ettiler.
Demirel havayı biraz olsun yumuşatabilmek için sınırlama getirdi, “haşhaş ekimi sadece yedi şehirde yapılacak” denildi.
★
ABD tatmin olmadı.
“İlla yasakla” diye yükleniyordu.
★
Tam o sırada… Amerikalı bir üniversite öğrencisi Atatürk Havalimanı’nda vücuduna sarılmış halde iki kilo esrarla yakalandı.
★
Tıpkı Amerikalı rahip Brunson meselesinde olduğu gibi “hukuk” ve “diplomasi” üzerinden çok vahim taktik hata yapıldı.
ABD’ye misilleme olarak kullanılmaya kalkışıldı.
★
Şuursuz medyamız devreye sokuldu.
“Görüyorsunuz işte, bizim uyuşturucuyla alakamız yok, ABD’ye giden uyuşturucuyu bizzat Amerikalılar taşıyor” manşetleri atıldı.
★
Normalde en fazla dört yıl hapis verilmesi gerekirken, 30 yıl yapıştırıldı.
Aklımız sıra ABD’ye dersini vermiştik yani.
★
ABD burnundan soluyordu.
Şak…
12 Mart Muhtırası verildi.
Amerikancı generallerimizin güdümünde ara rejim hükümetleri kuruldu.
Bu hükümetlerin ilk icraatı, elbette haşhaş ekimini yasaklamaktı.
ABD muradına ermişti!
★
1974…
Ecevit iktidara geldi.
İlk icraatı haşhaş ekimini serbest bırakmak oldu.
ABD öfkeden deliye döndü.
Üstüne, Kıbrıs’a çıktık.
Haşhaş için hazırladıkları ambargoyu, Kıbrıs vesilesiyle uyguladılar.
★
Ecevit düşürüldü.
Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu.
Şak…
Amerikalı üniversite öğrencisi hapis yattığı İmralı adası’ndan kaçtı!
★
Güya İmralı’ya kum taşıyan bir balıkçı motoru gelmişti. Arkasında sandal bağlıydı. Amerikalı gece karanlığından faydalanarak bu sandala saklanmıştı. Motor denize açılınca sandalın ipini keserek, kürek çeke çeke Bandırma’da karaya çıkmış, otobüsle Bursa’ya, oradan İstanbul’a, oradan Edirne’ye gelmiş, Meriç nehrini yüze yüze Yunanistan’a geçmişti!
★
Buna inanmak için gerizekalı olmak gerekiyordu.
★
Peki neydi?
★
ABD’de üniversite öğrencisinin serbest bırakılması için geniş çaplı kampanyalar başlatılmıştı. ABD Kongresi başta olmak üzere, Türkiye’ye büyük baskı uygulanıyordu.
Bu baskılar neticesinde, 30 yıl hapis cezasına çarptırılan Amerikalı üniversite öğrencisi, kapalı cezaevinden alınmış, İmralı’daki yarı açık cezaevine nakledilmişti.
Sonra da, MİT-CIA işbirliğiyle kaçırılmıştı.
Selanik’teki Amerikan konsolosluğuna götürülmüş, Almanya üzerinden uçakla New York’a götürülmüş, medya ordusuyla karşılanmıştı.
★
Tıpkı Amerikalı rahip Brunson meselesinde olduğu gibi, “hukuk” ve “diplomasi” üzerinden yapılan bir başka vahim hataydı.
★
Sayın devletimiz pazarlık etmişti.
Bu pazarlık çerçevesinde, Amerikalı üniversite öğrencisi cezaevinden firar etmiş gibi bırakılacak, ülkesine gidince basına konuşmayacak, susacak, hadise kapatılacaktı.
★
Sayın şuursuz medyamız, bu vahim pazarlığı afişe etmek yerine, yalanlara çanak tuttu. “İmralı’dan müthiş firar” manşetleri atarak, sayın ahalimizi organize yalana inandırdı.
★
Sonra?
★
Amerikalı üniversite öğrencisi kitap yazdı.
Hollywood zaten aportta bekliyordu.
“Geceyarısı Ekspresi” adıyla filme çekildi.
★
Biz Türkleri komple ırkçı, işkenceci, tecavüzcü, iğrenç insanlar olarak gösterdi, Türkiye’yi asla adım bile atılmaması gereken, hukukla alakası olmayan, hırıstiyan düşmanı, ilkel, vahşi, korku imparatorluğu gibi gösterdi.
Tecavüz edilirken fonda ezan okunuyordu.
İşkence yapılırken Türk Bayrağı gösteriliyordu.
Dünyaya Türkiye’yi böyle tanıttı.
Dünyada yankı uyandırdı.
Türkiye’nin imajı tarihte görülmemiş şekilde karalandı.
Kalıcı tahribat yarattı.
Karşılığında iki Oscar aldı!
★
Misilleme yapalım derken, misillemenin feriştahını görmüştük.
Haşhaş direnişimiz, hukuku eğip bükelim derken, faciayla sonuçlanmıştı.
★
(Şimdi bu okuduklarımıza kısa bir ara verelim, parantez açalım.)
★
(1 Mart 2003 tezkeresinin Tbmm’de reddedilmesinden hemen sonra Amerikan dizilerinde ve Hollywood filmlerinde aniden “köktendinci Türk teröristler” peydah oldu.
ABD’nin en çok izlenen istihbarat dizisi 24’e Thomas Sherek adıyla Türk terörist monte ettiler, Türk vatandaşıydı, İzmir doğumluydu, Türkçe bilmiyordu, anadili Arapça’ydı, nükleer santralı havaya uçurdu, ABD savunma bakanını kaçırdı, ABD başkanının uçağını bile düşürdü!
Bu diziye göre, Los Angeles’ta oturan, normal bir aile gibi yaşayan uyuyan hücre vardı, onlar da Türk’tü, elebaşları Habip diye biriydi, Türk’tü, Ankara’dan İstanbul’dan talimat alıyorlardı.
Bu dizi beş dalda Emmy ödülü kazandı!
Bitmedi…
Libya’da ABD büyükelçisinin öldürülmesiyle alakalı film çektiler. “Bingazi’nin Gizli Askerleri” adıyla vizyona giren filmde elçilik binasını yakan terörist, Türk bayraklı tişört giyiyordu.
“NCIS Los Angeles” dizisinde, beyaz takkeli kalaşnikoflu teröristleri taşıyan gemi, Türk gemisiydi, Türk bayraklıydı, adı Hamidiye’ydi.
“Out of Reach” filminde, Polonya’daki Türk konsolosluğu terör yuvasıydı, üstüne, çocuk ticareti yapılıyordu.
“War Dogs” filminde silah ticareti filan anlatılıyordu, Türk tankları ve bizzat Tayyip Erdoğan gösteriliyordu.
En son… ABD eski başkanı Bill Clinton roman yazdı, bir milyondan fazla satan bu romanda Cihadın Oğulları adıyla çok tehlikeli bir terörist örgüt var, ABD’ye savaş açan bu terör örgütünün elebaşı Türkiye doğumlu, adı da Süleyman Cindoruk!)
★
Vaziyet bu haldeyken…
Türkiye köktendinci terörizmin merkezi olarak sunulurken…
Amerikan düşmanı, hıristiyan düşmanı olarak gösterilirken…
★
Güya misilleme yaptık, “ver papazı al papazı” diyerek Amerikalı papazı “casus” suçlamasıyla içeri attık, eyy Amerika dedik, bu teröristi asla alamazsınız dedik, bizim Allahımız var filan dedik.
Bilahare, tıpkı esrarkeş Amerikalı öğrenci meselesinde olduğu gibi, yüzümüze gözümüze bulaştırdık, tükürdüğümüzü yaladık.
Yalancı gizli tanıklarla hapse tıktığımız papazı, ABD başkanı devlet töreniyle ağırladı, tüm dünyada birinci haber oldu.
★
Analiz yeteneği sıfır olan… Algı operasyonu yürüteyim derken, senaryosu çoktan yazılmış algı operasyonuna figüran olan sayın yöneticilerimizi tebrik ederim.
★
Başrolünde papaz bulunan “Geceyarısı Ekspresi”ne herkes hazır olsun.
Sayın Yalçın,
Böyle yazın benden ne dilerseniz dileyin, canım sizin. Tanıdığım, sevdiğim, saydığım Soner Yalçın işte bu!
Bilgilendirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Muzafer Şerif Beyefendiyi tanımıyor, bilmiyordum…
Hemen gerekli araştırmaları yaptım, en kısa zamanda bulabildiğim bu kitabini okuyacağım. Bahis ettiğiniz kitabi makul bir süre içinde bulamadım, bir daha gidişimde temin etmeye çalışacağım.
Acı bir deney
Sözü Erdoğan’a getireceğim…
Sözü AKP’ye getireceğim…
Sözü yandaşlara getireceğim…
Ama önce yazacaklarım var:
Muzaffer Şerif Başoğlu (1906-1988)…
Dünya onu sosyal psikolojinin kurucularından “Muzafer Sherif” olarak tanıyor.
Ödemişli varlıklı ailenin çocuğuydu. İlçenin Yunan işgali sırasında ölümden şans eseri kurtuldu.
İzmir Amerikan Koleji’ni bitirdi. Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) felsefe okudu. Burs kazanarak ABD’ye/Harvard Üniversitesi’ne gitti, psikoloji konusunda master yaptı. Sonra…
Fransa, İsviçre, Almanya’da akademik araştırmalar yaptı.
İlk eserini yazdı: “Bir Öğrenme Faktörü Olarak Açlık.”
İstanbul’da bir yıl öğretim üyeliği ardından tekrar ABD’ye giderek Colombia Üniversitesi’nde psikoloji doktorası yaptı. Ardından…
Tekrar Türkiye’ye döndü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde psikoloji kürsüsünü kuran ekip içinde yer aldı. Yıl, 1939 idi.
Aynı fakülteden yakın akademisyen arkadaşlarıyla “Yurt ve Dünya”, “Adımlar” gibi anti-faşist dergiler çıkardı.
Dönem İkinci Dünya Savaşı idi; faşist saldırılar yoğundu. Muzaffer Şerif, 1944 yılında tutuklandı; TKP üyesi olduğu iddia edildi. Ve:
Muzaffer Şerif, kumpasları, hakaretleri kabullenemedi; Türkiye’ye kırıldı. Princeton Üniversitesi’nin daveti üzerine 1945’te ABD’ye gitti. (Pertev Naili Boratav, ABD Stanford Üniversitesi ve Niyasi Berkes Kanada McGill Üniversitesi’ne gitti. Behice Boran ülkede kaldı ve başına gelmeyen kalkmadı!)
Muzaffer Şerif, ülkeye dönmek istedi. Ancak yabancı ülke (ABD) vatandaşıyla -akademisyen Carolyn Wood ile- evli olduğu için memurluk yapmasına izin verilmediğinden Türkiye’ye dönemedi.
Hayır anlatmak istediğim “beyin göçü” değil.
Bu girişi şundan yaptım:
ÇATIŞMA VE BARIŞ
Dünya üniversitelerinde Muzaffer Şerif’in kitapları, araştırma programları okutulur. 24 kitap, 60 bilimsel makale yazmıştır.
Yıl, 1961. Muzaffer Şerif’in devrim yapan grup çalışmalarından biri şudur:
Deneyden haberi olmayan 11 yaşında 22 çocuk seçilir ve bir tatil kampına götürülür. Birbirlerini hiç tanımayan çocuklar iki gruba ayrılır.
Ve bir süre sonra rekabete dayalı aktiviteler gruplarda “bize karşı onlar” duygusuna yol açar. Çünkü…
Kazanan grup galibiyetini kutlamaya başlar; önce bayraklarını gelip ortaya dikerler. Sonra zafer şarkıları söylerler ve karşı grupla alay ederler!
Mağlup grup, kazanan için “kurnaz”, “hileci”, “sinir bozucu” der. Ardından gizlice bayraklarını parçalar. Keza… Kampta yemek sırasında itişip kalkışmalar başlar; birbirlerini görmeye tahammül edemezler.
Bu aşamada deneyin ikinci dönemi başlar:
Gruplar barıştırılacaktır! Ama nasıl?
Deney yürütücüleri, gruplar arasındaki çatışmayı giderebilmek için aynı ortamda sinema izlemek, piknik yapmak gibi sosyal aktiviteler düzenler. Fakat…
Tüm bu eğlenceler kavgalara yol açar! Harcanan çabaların hepsi boşa çıkar, gruplar hiçbir şekilde barışmaya yanaşmaz.
Deneyin üçüncü aşaması başlar: Deney yürütücüleri gruplar arasındaki rekabetin herkese zarar vereceği kazara durumlar yaratır! Şöyle:
– Kampa yemek getiren kamyon çamura saplanıp kalmıştır. Araç ancak tüm çocukların itmesiyle kurtulur!
– Birileri kampa su getiren boruları tahrip etmiştir. Çocuklar işbirliğiyle sorunu bulup çözerler!
– Sevdikleri filmi seyredebilmek için tek grubun harçlığı yetmeyince iki grup paralarını birleştirir! Vs.
Yani:
ESİN KAYNAĞI
Çocuklar, ortak fayda için iki grubun güç ve işbirliği yapmasının şart olduğunu kavrar.
Bunun sonucu şu gerçekleşir:
– Çok geçmeden kampta kavgalar son bulur.
– Yemek masalarını birlikte paylaşılmaya başlanır.
– “En iyi arkadaşını sırala” anketinde karşı gruptaki çocuklar da yer alır.
– Karşıt gruptaki kimi çocuklar molalarda birbirine sütlü çikolata ısmarlar.
Bu şaşırtıcı değişimin sebebi bellidir; ortak hedefler!
Muzaffer Şerif ve arkadaşları aynı çalışmayı lise ve üniversite öğrencilerine de yapar; sonuç aynıdır: Ortak amaç ortak çabadan çıkınca ekip arkadaşlarına düşmanlık beslemek zordur.
Muzaffer Şerif dünyaca ünlü bu (robbers cave experiment) deneyi yapmayı nerden esinlenmişti biliyor musunuz: Kurtuluş Savaşı’mızdan!
Osmanlı’nın paramparça ettiği “birlik duygusunu” Mustafa Kemal ortak ülküyle sağlamıştı.
Bugün Muzaffer Şerif’in bu çalışmasından çıkarılacak dersler yok mu?
İşte… Geldik yazının ana konusuna…
– Dillerinde bir İnönü yalanı…
– İcraatlarında bir İş Bankası hisselerine el koyma kurnazlığı…
Yerel seçim startını verdiler yani!
Gruplarının sandık başarısı için her yol mubah! Zaten her seferinde…
– FETÖ darbesi sonucu oluşan toplumsal ittifakı paramparça ettiler.
– Fırat Kalkanı’ndan Zeytin Dalı Harekatı’na uzanan Mehmetçik operasyonlarını siyasete malzeme yaptılar.
Gruplar arası çatışmayı ortak hedefle– barışla sonlandırmayıp körüklediler.
Toplumsal ittifak sandık başarısı için her seferinde paramparça edildi. Baksanıza Türkiye’yi/grupları barıştıracak tek ortak projeleri/hedefleri yok!
Hâlâ…
Yok İnönü..
Yok İş Bankası…
UNUTTUM
1936 orijinal baskının dijitalleştirilmiş şekli, yani değerli!
Not: Kitap cildinde ismi bir F ile yazılmış, bende kitabi esas aldım. Açıkçası bilmiyorum, buralarda yazım değişikliği oluyor bazen, rahmetli eniştemin adi…
Muzaffer…
İki f ile yazılır ama !???
Dövizi izliyor musunuz?
Yokkk…
Euro yamuldu, İtalya, İngiltere…
Brexit…
Euro, yaratana yan bakıyor şimdilik!
Dolar, doları takip ediyor musunuz?
Daha dün yazdım…
UYARDIM, elimden başkacası gelmiyor ki!!!
Bak kardeşim…
Araya sıkıştırmaya çalışıyorum, yeminle…
İçim içimi yiyor, KORKUYORUM, endişeleniyorum…
Doğurduğum topraklar…
Ve Allah nasip, kısmet ederse bir gün gömüleceğim O aynı toprak.
KADIN…
Hayatımda her yönden çok önemlidir…
Ne onlarla ne onlarsız(!)
Olmuyor yani, olmuyor…
Hayatımdaki en önemli kadınlardan biri tabii ki annem, valide sultan…
Kütüphanemizde yer alır bu yapıt, ne yalan söyleyeyim bende bu insana hayranım…
Farah Pehlevi…
Anıları…
Yok okumadım, ben farklı acılardan ilgilendim onunla, siyasi…
>>> Bir kadının erkeği üzerindeki etkisi <<<
Kadın…
Kadınsa tabii…
Okumanızı tavsiye ederim, valide öyle her kitaba değer vermez…
Ben ise vaktim olduğu zaman anlatmaya çalışacağım gerçek siyasetçiyi, devlet adamını…
Ve dinciyi…
Namussuz numaracıları, bak dün yayınladım, Avrupalı g.t kılları nasıl naneyi yedi!
Güçlü kadınlara örnek…
Bilgili, bilinçli, şuh…
Vatanı, milleti için gerçekten bir şeyler yapmaya çalışan…
Sevdiklerine…
Ailesine, vatan ve milletine.
Tabii ki insanız, ama doğruyuz ama yanlış…
Tabii ki madalyonun var iki yüzü…
Senin görevin, haddim olmayarak söylüyorum…
Madalyonun iki yüzüne de bakmak!
Yok…
Yetiştiremedim, telefon edip randevuyu iptal edeceğim…
Ben…
Gerçekten bitmişim, çocuktan beterim…
Başım yastık görmesin. Tek olumlu yanı…
Ağrılar kontrol altında!!!
Hafta sonu, bugün okuyamadıklarımı…
Dün Almanya’da yaşanan seçim ve sonuçları, belki yarına…
“Sonuçlar”, gelir – gider çizelgesi belli olduğunda…
İlk aklımdan geçen SPD, Yeşillere…
CSU, AFD’ye seçmen kaybetti.
Şaşırmamak lazım, aslında ikinci düşüncem Almanca sitemden bir bildirge yayınlamak oldu…
O bunak…
Yabancı düşmanlığı ile puan alacağım sandı ama çoğu seçmeni ürküttü…
Kanıtı Berlin, 240 bin insan sokaklardaydı…
SPD…
Daha O insan azmanı başa geçer geçmez yazdım…
Bundan bir b.k olmaz!
Analiz edeceklermiş…
Analiz…
Türk…
Sorunu te kim bilir ne zaman çözdü; “Balık baştan kokar!”
BILDIGIM, EMIN olduğum…
Sandık ile geldiler AMA sandık ile gitmeyecekler…
İsteseler bile gidemezler artık…
Çünkü…
B.k, pislik paçalarından akıyor, ülkeyi b.k. leş kokusu sardı…
Kasvetli, ağır bir hava…
Teneffüs etmek mümkün değil artık!
Tek çözüm, tek yol…
Devrim, yıkacaksın hayal alemlerini…
Yıkacaksın AK sarayları başa!
İstersen darbe de…
Var mu ulan bir diyeceğin?
Hiçbir zaman kendimi saklamadım…
Adım, sanım meydanda…
Senden mi korkacağım?
EVET…
KANLI olacak, yok başka çaresi!
Oku Bekir hocayı, Bekir Coşkun Beyefendiyi…
— Konsolosluktaki hayalet…
13 Ekim 2018
Krala muhalif Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı, girdiği Suudi Arabistan Konsolosluğu’ndan çıkmayınca ortalık karıştı… Suudi Arabistan, Türkiye, Amerika başta olmak üzere diplomasi ile polisiye birbirine girdi…
Kimisine göre içeride infaz edildi, bunlar da kendi aralarında üçe ayrılıyor:
– Parçalanarak bavulla götürüldü…
– Canlıymış gibi uçağa bindirdiler…
– Buzdolabında duruyor…
★
Kimine göre hayatta…
Bunlar da üçe ayrılıyor:
– Nişanlısı ön kapıda beklerken arka kapıdan tüydü gitti…
– Mutfakta oturuyor…
– Suudi Arabistan’a götürdüler pataklıyorlar…
★
Yabancı gazeteci meslektaşlarımız, gazetecilerin başına gelen her türlü bela konusundaki deneyimlerimizden dolayı bize sordular “Ne olmuş olabilir?” diye…
“İçeriden çıkmayan gazetecilerden ziyade içeri giren gazetecileri biliriz… Keşke karikatür çizseydi, yerini söylerdik” dedik…
★
Kimi gazeteci arkadaşlarımız ise çözdüler meseleyi:
“Kaşıkçı kaybolduktan sonra iki Suudi uçak geldi, içindekiler üç-beş saat sonra binip gittiler… Bavullarında adamın parçalarını götürdüler… Uzun bavullara bacaklarını koymuşlardı… Şapka çantasında kafası vardı…”
Dilerim adam çıkıp gelsin…
★
Burası Ortadoğu’dur arkadaşlar…
Kılıç, satır, kesik kafa, cinayet, ölüm diyarı…
Hukukun uğramadığı, bireyin insan sayılmadığı, iktidarlar uğruna kafaların kesildiği, kin ve nefretin hüküm sürdüğü, canlı bombaların patladığı, ahlaksızlıkların iktidarda olduğu, kan kokan topraklar…
Ellerindeki en büyük silah dindir…
Din adına hırsızlık yaparlar, din adına uçaklar dolusu uyuşturucu-altın-kara para taşırlar, din adına zulmederler, din adına kafa keserler…
Toplumlarını din ile uyutup kirli ve kanlı iktidarlarını sürdürürler din adına…
Bu nedenle laiklikten nefret ederler…
★
Bizler sadece Batı gibi çağdaş ve medeni olmak istedik…
Ama millet işte bu Arabistan gibi olmayı seçti…
Bir defa girdiysen o kapıdan…
Çıkamazsın…