Sayın Çölaşan, çok değer verdiğim, görüşlerine saygı duyduğum bir gazetecisiniz

AMA…
Yazınızın ilk bölümündeki görüşlerinize muhalefet şerhi koymak isterim…
Şöyle ki…
Asimilasyon diye bir kavram var genelde sosyolojide kullanılır ancak psikolojide de yeri vardır…
Etnisitesi ayrı bir gurubun bütünün içinde açılması, bazen zorbalıkla. Asimilasyon…
Örneğin Bulgaristan …
Ve yine psikolojide W. Wundt’un ortaya koyduğu bir kuram, yok aslında kuramdan öte bir gerçek…
Bilinç ile ilgili, bilinç ile bilinci biçimlendirilerek, biçimlenmesi. Kısacası yeni, farklı bir bilincin oluşması. Bu konunun uzmanları sırasıyla Ruslar, Çinliler ve Amerikalılardır efendim.
Bu açıdan ve bu bilgi ışığında…
Türki Cumhuriyetler konusunda söylediklerinizi tekrar değerlendireceğinizi umarım. Buna rağmen…
Özellikle Kıbrıs konusunda söyledikleriniz kısmen doğrudur…
ANCAK…
Kendisi himmete muhtaç dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede?

Lafla ne peynir gemisi yürür ki bu AKP öncesi de böyleydi, AKP ile zirve yaptı…
Ne >>> ağabey<<< konumuna bürünnünülüne bilinir (öf be bu ne ya 😊 ) !

Ne demiş atalar?
Önce can sonra canan!

Şu bizim “Türk” dünyası

Sevgili okurlarım, coğrafi olarak Türkiye’den oldukça uzakta, Orta Asya’da kurulu bazı devletler var.
Biz bunlara “Türkî Cumhuriyetler” ya da “Türk devletleri” diyoruz.
Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan vesaire…
Fakat gelin görün ki, Azerbaycan dışında bunların hiçbirinin ana dili Türkçe değil.
Bazıları yarım yamalak Türkçe biliyor olsa bile aralarında konuştukları dil genelde ya kendi dilleri, ya da çoğunlukla Rusça.
Aralarındaki resmi yazışmalar Türkçe değil, Rusça veya kendi dillerinde yapılıyor.
Hemen hepsi Rus kültürünün egemenliği altında yaşıyor.
Bazıları zengin, bazıları fakir.
Hemen hepsi despot yönetimler tarafından yönetiliyor.
Hiçbirinde demokrasi falan aramayın, bulamazsınız.
Rus kültürü onları silindir gibi ezip geçmiştir.
Aralarında en büyüğü ve en güçlüsü olan Kazakistan’a bakın…
Ahalisinin çoğunun ismi Rusçadır.
★★★
Eeee, o zaman nasıl oluyor da bunlara Türk devletleri deniliyor.
Kökenleri Türk, tamam yani…
Ama günümüzde bir teraziye vursak, acaba bunlar ne ölçüde “Türk”!
İşin ilginç yanı, bu hükümetlerin bir bölümü ne yazık ki Türkiye’nin dostu falan değil.
Ülkelerinde iş yapan Türk şirketlerine, ülkelerinde yaşayan Türk vatandaşlarına her türlü güçlüğü çıkarmaktan çekinmezler.
★★★
Bakınız, Akdeniz’in ortasında KKTC diye bir devlet var.
Tamamı Türk ve Müslümanlardan oluşan küçük bir devlet.
Hıristiyan dünyasının ambargosu altında inim inim inliyor.
O Türk devletini bizden başka tanıyan yok!
O halde nerede o bizim “Türk Cumhuriyetleri”?
Bırakın tanımayı falan bir yana, bugüne kadar onların ağzından KKTC ile ilgili bir tek cümle duymadık.
Diyelim ki KKTC’yi adam yerine koymuyorlar, iyi de Türkiye’nin bir hatırı yok mu o sözde Türk kardeşlerimizin indinde?
Bu söylediklerime Azerbaycan dahildir.
Bir millet iki devletmiş!
Hadi canım, sen de!
★★★
Son olarak birkaç gün önce Kırgızistan’da devlet başkanlarını bir araya getiren Türk Konseyi toplandı…
Türkiye’yi her zaman olduğu gibi Recep Bey temsil etti.
Yuvarlak masanın çevresine oturdular, herkes kendine göre nutuk attı.
Recep Bey konuşuyordu:
“Aramızdaki ticaretten, alım satımlardan doları çıkaralım.”
Peki ne yapalım?
“Kendi para birimlerimizi kullanalım!”
★★★
Recep Bey yönetimi yükselen döviz kurlarıyla baş edemeyince nutuk atmaya soyundu:
“Dünyada zaten doların önemi kalmadı. Bütün ülkeler doları ve Euro’yu bir kenara bıraksın, dış ticaretimizi kendi para birimlerimiz üzerinden yapalım!”
Olmayacak duaya amin dediklerini kendileri de biliyor…
Bu gibi sözler tamamen iç siyasete, Türk Milleti’nin gözünü boyamaya yöneliktir.
Varsayalım iş adamısınız…
Tacikistan, Özbekistan gibi bir ülkeyle ticaret yapacaksınız.
Allah aşkına söyleyin, hangi iş adamı onların para birimiyle ticaret yapmaya razı olur, bu mümkün müdür?
★★★
Bu gibi uçuk ve gerçekleşmesi asla mümkün olmayan sözleri izleyen dünya ticaret piyasası herhalde bıyık altından gülüyordur.
Dövizin yükselişini nutuk atarak durdurmak mümkün değildir.
Nitekim durmuyor.
Efendim dış güçler Türkiye üzerinde oyun oynuyormuş, onların Allah’ı yokmuş, dolar zaten dünyada eski önemini yitirmiş falan filan…
Olmuyor işte…
Böyle sözlerle ekonomi düzelmiyor.
Her gün yeni zamlar geliyor, enflasyon zıplamayı sürdürüyor.
★★★
Tüm akaryakıt ve petrol ürünlerini dolarla satın alıyoruz ve milyarlarca dolar ödüyoruz.
Onları bize satan ülkelere sorsanıza!..
“Abicim biz size bundan sonra dolar yerine Türk Lirası ödeyelim mi?”
Bakalım nasıl bir yanıt alacaksınız!
Denemesi bedava!

Sevgili okurlarım, şu ekonomik ortamda insanlarımız perişan durumda sürünürken Recep Bey sarayında 30 Ağustos daveti verdi.
Şimdi okuyacağınız yemek listesini Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazısından aldım.
Sizler evlerinizde kuru fasulyeye talim ederken Saray’ın ikram mönüsüne bakın:
Susamlı levrek simidi… Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie… Liçi eşliğinde efuli… Stareks eşliğinde aloevera …Orman meyveli spesiyal… Pataşur içinde Çerkez tavuğu… Zencefilli somonlu şuşi… Tartalet içinde humus… Aydın usulü kuzu çöp şiş…
★★★
Bu Saray yemeklerinin ne olduğunu çoğunuz gibi ben de anlamadım.
Ama yemişler…
Günün birinde bizler de inşallah o yemeklerin tadına bakma fırsatı buluruz…
Saray sofrasına çöküp yiyenlere afiyet olsun, bu listeyi okuyunca ağzı sulananların kısmeti bol olsun!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/su-bizim-turk-dunyasi-2608383/?

### BAK UNUTTUM YINE, DÜNKÜ GELIŞME ###

Bugün piyasaları KARTAL GÖZÜ ile IZLE…
Duyum!?
Daha doğrusu ben öyle düşünüyorum…
Bilinçli bir söylenti…
Merkez Bankası sözde faizi yedi puan birden yükseltecekmiş miş…
Yatırımcı ve tepkisi önemli…
Döviz “ciddi” düşerse > güven < tekrar tahsis edildi…
Yok düşmezse…
Yedin, hadi terbiyeli terbiyeli…
Yedin naneyi!

Önder ne yapar?
Kaçar…
Hadi bana güle güle, belki öğle…
İlaç vakti görüşmek üzere!

Gaza and / or West Bank the difference between … The Impact on the Palestinian

Endogene & Exogene…
İstatistikler…
YETER!

Anlatmışımdır anılarımda, aklımı aldı piçler…
Tel Aviv’de…
O kadar yorulmuştum ki yatıyordum kumsalda…
Muhteşem bir manzara…

Başladılar bağırmaya…
“Freedom for Palestine, freedom for Palestine”
Gençten çocuklar henüz on altı, on yedi yaşında…
Benim elime silah verdiklerinde birkaç yaş gençtim onlardan…
Çocuk ya çocuk, ne anlar bu yaşta siyasetten, uluslararası ilişkilerden ağzı hala süt kokan…
Anasının etek altından henüz başını çıkarmış…
Ürkek, çekingen, korkulu ve merak dolu gözlerle etrafa bakan…
Ya kendimden biliyorum, henüz sıyrılmışın ananın dizinin dibinden…
Birikimin ne olabilir, deneyimlerin, bilgin…
Tecrüben?

Olursun Hamas gibilerinin maşası, gelirsin dolduruşa…
Olursun gerçekten bir maşa…
Başkasına, senin sayende emellerine ulaşmaya çalışana kukla…
Umursanmadan ateşe atılan, cayır cayır yanan…
Çocukluğu, gençliği heba olan, gencecik ömür ki feda edilen!

Herkesin benim kadar şansı yok bir, ikincisi herkes babam gibi bir insana sahip değil…
Sen leb demeden leblebiyi anlayan, nasıl eti ne yaptı hala bilmem…
Geldi geriye…
Çekip aldı bizi, kardeşimi, annemi ve beni…
Vatana can kurban…
Fark etmez ha erkek ha kadın ha çocuk AMA…
Ayırt edebilmeli insan koyarken canını ortaya, kimin için ve neden!

Bu benim ilk deneyimdi, onların bilmem kaçıncı…
Babam…
Bana can veren, bu ilk kurtarışıydı sonu muhtemel ya hapis ya ölüm olandan…
Bir ikincisi yıllar sonra bu olaya bir yerde bağlı peşinden geldi…
Ancak o zamanlar yetişkindim, biliyordum ne yaptığımı.

Acırım çocuklara, acırım önce analara sonra babalara…
Bak güzel kardeşim, samimiyim bir taraftan sana Filistin’i anlatırken vereceğim sana…
>>> Başka bir örnek <<<
Katacağım ki yine, DIKKAT üçünü birbirine…
Düğüm sonradan çözüle…
Konuya girişi HUKUK ile yapmam lazım…
Korkma, çekinme kafa ütülemeyeceğim, mümkün mertebe yalın bir dil ile anlatacağım sana…
Kiii…
Anla, anla ve gör perde arkasını…
Gör iğrençlikleri, menfaatler yumağını VE taraf olurken bilgili ve bilinçli ol diye…
Özgür iradenle seç tarafını, yönetilip yönlendirilme!

Evrensel kabul gören hukuk anlayışına göre…
Saldırgan, saldırıya uğrayan…
Ve meşru müdafaa, buraya kadar tamam mı?
Sanırım TAMAM!

Bak bunu anlaman çok önemli, bunu illa anlaman lazım…
Sen saldırıya uğruyorsan senin en doğal hakkın meşru müdafaa…
Adı üstünde MEŞRU ve yine bu esnada sen o ateşle, o hızla ne yaptıysan yaptın…
Kişileri değil devletleri anlatıyorum, çünkü kişiler ve hukuki konumları bu durumda ayrı…
Dediğim gibi sen o ateşle…
DIKKAT kimi zaman bahane…
Sana saldıranı kovalıyorsun, topraklarını ilhak ediyorsun yani zapt ediyorsun…
Uydurursun bir bahane, devlet güvenliği şahane, dersin kardeşim güvenliğim açısından ben bu topraklarda bulunmak ZORUNDAYIM. Bana saldıran O…
Ben kendimi sadece müdafaa etim(!)

Buraya kadar anladın mı anlattıklarımı?

Anladıysan devam edelim, kısadan toparlayacağım…
Yıl 1948…
Israil devleti resmen ilan ediliyor…
Nerede?
Vaat edilmiş topraklarda!

Kim vaat etti peki?
Allah, var mı daha yüksek bir merci?
Bu gerçek…
Sen ister kabul et ister etme…
Yazıyor mu Tevrat’ta, İncil’de…
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerimde?
Yazıyor(…)
NOKTA

Bundan sonrasını dikkat et emi. Tarihler, terimler kafanı karıştırmasın…
Karmaşık bir konuyu sade bir dil ile anlatmaya çalışıyorum, sürçü lisan olursa af ola…
Hani diyorum ya bir harf, bir kelime yazmam nedensiz. Kurmam BILINÇLI cümleyi kurduğum gibi…
Sen…
Iman sahibisin değil mi?
Pekiii…
Ya diğerleri?
Kardeşim herkesin inancı kendine, önemli olan Allah’a inanması…
Tüm İbrani dinlerin ortak yanı, ahlaklı insan…
İyilik, güzellik, mesuliyet kardeşim, sorumluk taşıman…
Sende eksik olan…
Mesuliyet kardeşim, sorumluluk taşımak kimin affedersin götü, başı açık meselesi değil…
Peygamber Efendimizin dediği gibi…
“Komşusu aç yatan, olan… Bizden değildir, olamaz” meselesi…
Kendine, sevdiklerine, karşındakine, çevrene, canlıya ve cansıza karşı insan olarak…
Allah’a karşı mesul bir insan olman, Ona laik bir hayat sürmen…
Ne sormuştum?
Kim vaat etti?
Çocuk yaştan itibaren ki ben şahidim buna, BEN, bizzat…
Gördüm, yaşadım kendi gözlerimle…
Var Hristiyan var Musevi dostlarım, tanıdıklarım
DIKKAT, buraya ÇOK DIKKAT ET…
Her biri kendi kitabına, inancına göre yetişiyor, yetiştiriliyor…
Senin gibi…
Yazıyor değil mi, yazıyor…
Lanetli ırk, yazıyor ulan yazıyor…
Vaat edilmiş topraklar!

Sana bunları öğretmediler mi?
Yokkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk…
Yok kardeşim yok, KIMSE bana Yahudi methiyesi yapıyorsun diyemez…
Dedirtmem…
Hak olan, doğru olan…
Haklıdan yana olan ben. Yeri gelir…
Ki daha gelmedi, yüzüne vururum insanın yanlışlarını…
Arkasından konuşmam…
Bekle, yeri daha gelmedi. Önce Filistinlilerin, sonra O ah bademlerin çok sevdiği Arap’ların ağzının payını vereyim sonrasında geleceğiz Israil’le!

Doğruysa doğru, yanlışa yanlış anladın mı?
Doğruysa doğru, yanlışa yanlış!!!
NOKTA

###
Çocuklar…
Ve yetiştirilmeleri…
Çok önemli!
Dolduruşa getirilmeleri(!)

###

Umarım buraya kadar anladın ne demek istediğimi…
Suçu hep başaklarında arama, önce kendinden başla!!!

Belki duydunuz belki duymadınız, ilgilenmediniz…
TRUMP yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri, Filistinlilere verdikleri yardımı kesti…
Gerekçeleri ama ona sonra değineceğim öncesi eğitim…
Evet, en büyük pay ile Amerika yardımı kesince Gazze’de çocuklar eğitimlerine devam edemeyecekler.

Durum bunu gösteriyor…
Ve yine dün Frontal 21 diye siyasi bir magazin yayını var…
Şok oldum, yok kardeşim konuyu dağıtmıyorum, aksine derinleştiriyorum çünkü hepsi birbiriyle bağlantılı. Tabii…
ANLAYANA!

izle

Almanya…
Okulların durumu içler acısı. Yok 300 milyar Euro buradan gelir, yok 54 mü 60’mı şuradan…
Ama okullar perişan. Para var yani…
Merkel yandaş veya taraftarı değilim AMA Allah var yukarıda kadın ülkeyi iyi yönetiyor…
Ancak tasarruf tedbirlerinin de bir sınırı var…
Amerika’nın tutumu tasarruf değil, 200 milyon dolar ne ki?
İyi ya peki neden kestiler parayı?

HAMAS kardeşim HAMAS…
Filistinli neyse Türk’te O, Arap neyse Filistinli veya Türk karındaş…
Aynı lanet olası zihniyet…
Sığır sürüsü…
Koyun, koyun illa bir çoban lazım…
Allah akıl vermiş ama kullanmasını bilmezsen, okuma ve düşünme özürlüysen…
Allah daha ne yapsın ne yapabilir?

Evet, ABD’nin parayı kesme gerekçesi…
HAMAS’IN eğitime hâkim olması, resmen bebelere Yahudi düşmanlığı aşılamaları…
Avrupalı için sağ neyse, sözde muhafazakâr, kafatasçılık…
Bizim coğrafyamızda DINCI koyun sürülerine hâkim, muktedir kardeşim, hükümdar!

Anlatmışımdır, başka bir vesile ile ben kendi evladımdan biliyorum ya kendi evladımdan…
Babaannesi…
Kendi çocukluğundan, kulaktan dolam bilgileri anlatmış çocuğa, ballandıra ballandıra…
İşte Yunan bunu yaptı, şunu etti…
Oğlan…
Daha ilkokulda, sınıfında bir Yunanlı. Gitmiş bir güzel çocuğu dövmüş…
İşte senin yüzünden askere gideceğim, senin yüzünden şu, bu…
Ailesinden nasıl özür dileyeceğimi bilemedim.

Neyse…
Gelelim saadete, muhtemelen bilmediklerine…
Evet, ne demiştik? 1948’de Israil ilan edildi…
Milchemet haAtzma’ut
Yani felaket…
1947 -1949 arası ilk Arap – Israil çatışması…
29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler Paylaşım Planının kabul edilmesinden sonra…
### DIKKAT ###
> Savaş ilan edilmeden <
30.11.1947…
İsrailli kuruluş Hagana (bir nevi düzenli ordu ve istihbarat) ve Arap milisleri arasında başlıyor çatışma…
14 Mayıs günü Israil bağımsızlığını ilan ediyor (unutulmamalı, o zamanlar orası İngiliz mandası altında yönetiliyordu) 15 Mayıs gecesi, yani bir gün sonra gece yarısı…
Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak orduları Israil’e saldırıyor!!!

Anladın değil mi?
Araplar, Israil’e saldırıyor

Buraya kadar okuduğun verileri her kitaptan, internetten öğrenebilirsin…
Bilmediklerin, muhtemelen bilmediklerine geliyor yavaş yavaş sıra…

Saat oldu beş ve ben gerçekten yoruldum. Yarına devam…
Dedim ya Onun dört saati benim iki günüm. Aslında tüm gün dinlene dinlene dayanabilseydim yarına gitmeme gerek kalmazdı…
AMAAA
Bir, iki dendim böylesini…
“Ölüyorum”
Ancak birkaç günde toparlanıyorum, bu yüzden böyle yapmak zorundayım…
Anlayacağınız…
Yarın sabahtan yokum!

Aç haberleri

HERKES bakıyor açıklanan TÜFE’ye…
Tüketici Fiyat Endeksi…
Yüzde 18…
Tüketim almış aklınızı başınızdan…
Önder bakar ÜFE’ye…
Üretici Fiyat Endeksi, yüzde 33’lük bir artış…
Elemeği, göz nuru…
İğnenin ucu…
Ben üretici bir aileden geliyorum, üreteceğiz ki yiyeceğiz…
Yoksa açız, aç…
VE…
Çekirdekten yetiştiğim için biliyorum ÜFE…
Eninde sonunda yansır TÜFE’ye!

Yaaa…
Birileri üretecek ki sen tüketesin…
Bu…
Tükettiğin ithal edilse bile geçerli.

Üretici her artışı tüketiciye yansıtmamaya çalışsa bile…
Hiç kendine sordun mu bilenler…
Yıl sonuna neden yüzde otuz civarı beklentisinde?

Mümkün olan 376 puandan 300

Kiii…
Tabancayla, desteksiz ayakta…
Tüfek ile…
😊

Verin elime istediğimi, verin…
İnsan…
Bilirse ne yaptığını, neye dikkat etmesi gerektiğini…
Ve yine varsa hazırlık yapmaya gereken zaman ve imkân…
Birazda şans, bak neler yapabiliyor!

1000 metre kare yani bir kilometre kare yüksek güvenirlik alanı olsa bile…
Bir kente, insanlar ve binalar, araçlar arasında kontrol edilmesi neredeyse mümkün olmayan bir alan!

Ve evet…
İddialıyım, verin elime istediğimi…
Trackingpoint Smart Rifle’yi, söz veremem alnının tam ortasından vuracağıma…
AMA…
Oturttururum mermiyi başına…
Dönerse İbrahim Tatlıses’e…
Yeter be anam sana, bana…
Girer geriye, anasının a.ına!


İyi geceler, Allah rahatlık, mutluluk, huzur versin…
Yarına deli bir gün bekler yarım g.tü…
Allah büyük…
Önder ise çok küçük, çok yorulacağımı sanmıyorum. Kısmetse yarına dostlar, yarına…
Özür dilerim ama söz vermemiştim.

Bunu hiç beklemiyordum

Teşekkür ederim, yürekten, içten…
Galiba rekor bir günde 4000 küsur okur, 8000 küsur kez sayfalarımın görüntülenmesi…
Bakma unique’e…
Birincil ip, tek numara…
Ya ağ?
Iş yerlerinde mesela, yani gerçek okuyucu sayımı bilemem…
Sadece bir tahmin, ortalama yüzde 25-30 fazla say. Bu ayın şimdilik ortalaması 970…
Dünyanın dört tarafından…
Üç günde 2911 oturum…
Teşekkür ederim ilginize.

İyi değilim dostlar…
FILISTIN…
Çok önemli, yazmaya çalışacağım ama ancak biraz iyi olursam. Yarına daha sabah yedi…
Fuzuli işler müdürü görev başında, bugün söyledi…
Görsen, bir görsen herifi…
Taşı sıksa suyunu çıkarır, dedi “bunu yapmam benim dört saatimi alır”
Onun dört saatini alırsa…
Benim bir, iki günümü!

Ama…
MUTLAKA yazmaya çalışacağım Filistin meselesini!

Doktor mu?
Boş verrrr!!!


Üstadım, ben mi bunu sana öğreteceğim? Birileri eşek olacak ki bir diğeri semer vursun

Yine arşivlerimi sağlık vereceğim…
Çağdaş demokrasi, liberal ekonomi(!)
Kılıftır, kılıf sömürüye…
Ulus devlet öldü, makro kozmos…
Böl ve yönet, yok yetmezzzz…
Sınırsız kazan, Win Win yani…
Yaşasın mikro milliyetçilik yaşasın deli para…
Gel bu yana, bana, bana!

Bir not Soner Yalçına; solu bilmem ama…
Sağ fena yükselişte, tüm dünyada…
Ve insan…
İnsan olalı, hep bana hep bana…
Ben mi öğreteceğim bunu sana?!

Önyargıları yıkın

Tespit 1)
Lenin, Rusya ekonomisini çöküşten kurtarmak için, 21 Mart 1921 tarihinde “Yeni Ekonomi Politikası” (NEP) benimseyerek bir nevi “karma ekonomiyi” hayata geçirdi. Amaç, -tarım başta olmak üzere- özel işletmelere izin vermekti… Stalin NEP’e son verdi…
Tespit 2)
Yıl, 1982… Leonid Brej¬nev ölünce yerine geçen -15 yıldır KGB başında bulu¬nan- Yuri Andropov, sis¬temdeki tıkanıklığı tıpkı Lenin gibi mülkiyet ilişkisini yeniden düzenlemeyle -devle¬tin piyasadaki rolünü kısıtla¬mayla-çözme arzusundaydı. Örneğin, kısa vadede hemen 10 serbest bölge kurarak re¬kabeti ana hedef haline getirmekti. Görevde -has¬talığıyla boğuşarak- 15 ay kalabildi; vefat etti. Reformları askıya alındı. Yerine, statü¬koya sıkıca bağlı yüksek devlet bürokratlarının dos¬tu Konstantin Çernen¬ko geldi. Onun da ömrü uzun olmadı; 1985’te öldü. Ve… Mihail Gorbaçov ile “bürokrat zenginler” Sovyetler Birliği’ni yıkıp Rusya’yı vahşi kapitalizme teslim etti. 10 yıllık büyük çöküşün ardından iktidara gelen Vladimir Pu¬tin kamulaştırmalar yaparak Rusya ekonomisini diriltmeyi başardı…
Aslında…
Yuri Andropov’un yap¬mak istediğini Deng Şia¬ping Çin’de aynı dönemde gerçekleşti.
Sonuçta…
Bugün Çin ile Rusya “kar¬ma ekonomiyle” dünyanın en büyük ekonomik gücü haline geldi.
Türkiye’de ne oldu:
1950’de Adnan Menderes ile 1980’de Turgut Özal, ABD destekli ekonomi darbe¬leriyle -Atatürk döneminde başlatılan- “karma ekonomiyi” yıkıp -”serbest piyasa” yalanıyla- devleti piyasa¬dan tamamen kovarak, ülke ekonomisini bitmek bilmez krizlere teslim ettiler. Peki ne yapmak lazım?
BAŞKA DÜNYA MÜMKÜN
Habertürk’te -New York’ta yaşayan- Oray Eğin yazdı:
ABD’de sosyalizmin topuk sesleri duyuluyordu. Demok¬rat Parti’nin geçen seçimde başkan adaylığı için yarışan ve kendisini “demokratik sos-yalist” olarak tanıtan Bernie Sanders, valilik seçimleri¬ne ağırlığını hissettiriyordu. Örneğin, “sosyalist” Andrew Gillum’u Florida’da vali adayı olmasını sağlamıştı. Keza…
New York’un şimdiki valisi olan Andrew Coumo’nun kar¬şısına aday olarak çıkan Cy¬nthia Nixon da bir sosyalistti; ve onun da Bernie Sanders ile bağlantısı vardı.
ABD’de bazı valiliklere sos¬yalistler seçilebilirdi!
Sonra…
Yine Habertürk’te -Was¬hington’da yaşayan- Serdar Turgut yazdı:
“New York’ta bir süre önce Demokrat Parti’yi Temsilci¬ler Meclisi’nde kimin temsil edeceğini belirlemek için ön seçim yapıldı. Herkes Joe Crowley’in kazanaca¬ğını düşünüyordu. Crowley, Demokrat Parti içinde çok güçlü bir isimdir. Ön seçimde karşısına Alexandria Oca¬sio Cortez adlı genç kadın sosyalist çıktı. Ve sonunda Amerikan siyasetini sarsan deprem oldu; seçimi sosyalist aday Cortez kazandı.”
Serdar Turgut’a göre, “2020 başkanlık seçimin¬de Bernie Sanders’ın çok güçlü bir aday olarak Do¬nald Trump’ın karşısına çıkmasına da kesin gözle bakılıyor…”
Gelelim sonuca…
Şunu demek istiyorum:
ÜRKEK PARTİ
ABD’de esmeye başlayan sol rüzgar kendini üç yıl önce İn¬giltere’de hissettirdi:
İşçi Partisi liderliğine 32 yıl sonra tekrar demokratik sos¬yalizme inanan bir isim seçil¬di: Jeremy Corbyn. Dedi ki:
– Demiryollarını yeniden kamulaştıracağım…- Enerji şirketlerini yeniden kamulaştıracağım…- Sağlık hizmetlerini yeniden kamulaştıracağım…
– Üniversiteleri parasız yapa¬cağım… Vs.
Bu uzun girişle şunu demek istiyorum:
Hem de “kapitalizmin mabe¬di” ABD ve İngiltere’de…
– “Başka dünya mümkün” diyenlerin sesleri çıkmaya başladı.
– “Vahşi kapitalizme esir düş¬meyeceğiz” diyenlerin sesleri çıkmaya başladı.
(Ve kuşkusuz: “Birileri” bu sesleri boğmak için hemen harekete geçti. Örneğin: Üç İngiliz gazetesi, Jeremy Cor¬byn’i bir aydır linç ediyor.
“İsrail’e silah ambargosu ko¬yacağını” açıklayarak Siyonist lobilerin şimşeklerini üzerine çeken Corbyn bugün niye hedef?
“Uluslararası Holokost Anma İttifakı” adlı kuruluş, İsrail’in herhangi bir politikasını Nazi Almanya’sına benzet¬meyi anti-semitizm saya¬rak bu kararı, ABD ile 21 AB üyesine onaylattı. Corbyn bu karara itiraz etti. Hemen kimi medyanın hedefi oluverdi. Aslında meselenin aslı sekiz yıl öncesine dayanıyor: 2010 yı¬lında Holokost Anma Günü’n¬de Hitler’in Auschwitz ölüm kampından kurtulan ve 90 yaşında ölen siyonist karşıtı Hajo Meyer, İsrail politikasını Nazi rejimine benzetmişti.)
Söylemek istediğim şu:
Özellikle de “karma eko¬nomi” modeliyle sol dünyada yeniden diriliyor. Büyük yanılgılarından çıkardığı dersler ile sol, geniş kitle¬lerin (İngiltere ile ABD örne¬ğinde görüldüğü gibi özellikle de gençlerin) umudu olarak yeniden doğuyor.
Birileri yine yalanlara başvu¬rarak sol’un önüne geçmeye çalışıyor. Peki…
Ya bizde neler oluyor?
70 yıllık süreçte olduğu gibi Türkiye, yine ağır ekonomik kriz yaşıyor. Daha kaç kez daha benzer krizleri yaşama¬yı sürdüreceğiz? Bu karanlık girdaptan nasıl çıkacağız?
Tek yol; Atatürk döneminde olduğu gibi devleti tekrar piya¬saya sokmak değil mi?
Atatürk’ün partisi ürkek¬liği üzerinden hâlâ atabilmiş değil.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/onyargilari-yikin-2606574/

Ah Sayın Çölaşan ahhh…
Kör olası sevdiklerim, elim kolum bağlı, dilim…
KALEMIM!!!

Bir devlet bankasının acınacak durumu

Sevgili okurlarım, dün açıklanan yıllık enflasyon rakamlarına sakın ola ki güvenmeyin.
Bu rakamlar bir devlet kuruluşu olan TÜİK tarafından açıklanıyor.
Doğruyu söylediğine, rakamlarla oynamadığına inanır mısınız?
Tüketici fiyatlarında yıllık enflasyon yuvarlak rakamla yüzde 18 olmuş!..
Bize böyle resmi açıklamalar değil, rahmetli Güngör Uras’ın deyişiyle “Ayşe teyzenin” rakamları gerekir.
İşte o enflasyon rakamları mutfaktaki ve günlük yaşamdaki yangını biraz olsun gösterir… Yoksa TÜİK’in masa başında hazırlayıp medyaya servis ettiği indirimli rakamlar değil!..
★★★
Şimdi gelelim şu Halkbank’ın son marifetine… Çok basit olarak anlatayım. Geçtiğimiz cuma gecesi bankanın resmi sitesinde dolar satış fiyatları açıklanıyor…
Öyle bir açıklama ki, örneğin dolar o sırada serbest piyasada 6.55 lira iken Halkbank doları 3.88 liradan satışa sunuyor.
Arada her türlü vurguna açık olan korkunç bir fark var.
★★★
Öte yanda ise günün 24 saati bir dakika bile ara vermeden döviz piyasasını izleyen yamyamlar var.
Dövizdeki bir kuruşluk bir değişim bile bunlara, anında yaptıkları alım satımlarla milyonlar kazandırıyor…
Ve piyasayı dikkatle izleyen tam 1.763 yamyam, devlet bankasının sitesine anında balıklama dalıp 4 milyon 600 bin dolarlık alım yapıyor…
Ve bankanın yetkilileri bu rezaletin farkına ancak yarım saat sonra varıyor!
Hadise birkaç saat sürse yamyam takımı belki bir kalemde 500 milyon dolar götürecek.
★★★
Bankanın genel müdürü olan beyefendi olay açığa çıkınca açıklama yapmak zorunda kaldı:
“Bu ucuz döviz kurundan alım satım yapan müşterilerimizin hesapları derhal bloke edildi. Bankamız herhangi bir zarara uğramadı. İşlemleri eski haline getirdik.”
Meğer bu gibi işlerde taşeronluk yapan belli firmalar varmış, Halkbank’ı onlardan biri ketenpereye getirmiş.
“Teknik hata” imiş önemli değilmiş!
Bu nasıl devlet bankasıdır, bu bankaya toplum nasıl güvensin?
★★★
İran’a uygulanan ambargoyu delip şu bizim meşhur Reza Zarrab olayına bulaşan bu bankanın yönetimi ABD’de yargılanıyor. Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla şimdi ABD hapishanelerinde Reza ile birlikte tutuklu.
O dava henüz bitmedi. ABD yargısından Halkbank’a milyarlarca dolar boyutlarına ulaşan çok ağır bir para cezası gelmesi bekleniyor ve bizim hükümet bunun paniğini yaşıyor.
★★★
Şimdi yine gelelim şu son döviz vurgununa!..
O gece yarım saat içerisinde malı götüren yamyamların hesapları, durum anlaşılınca bloke edilmiş. Yani banka (iddialara göre) herhangi bir zarara uğramadan işin üzerini örtmeyi başarmış!
Peki kimdir bu 1.763 yamyam?
İsimlerini ne yazık ki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
★★★
Evet, bu nasıl bir devlet bankasıdır ki, kendi sitesinde böyle acayiplikler oluyor ve suçu “Taşeronun” üzerine atıyor!
Yeri gelmişken unutmayın, 17-25 Aralık sürecinde yapılan polis baskınlarında bu bankanın eski genel müdürünün evinde ayakkabı kutuları içine gizlenmiş milyonlarca dolar bulunmuş ve bunların rüşvet parası olduğu iddia edilmişti.
Halkbank’a daha nice başarılar dilemek boynumuzun borcudur!

Sevgili okurlarım, Türk tarımıyla birlikte hayvancılığını da mahvettiler. Artık hemen hemen bütün tarım ürünlerimizi gübre gibi temel girdiler dahil dışarıdan ithal ediyoruz.
Zamanında rahmetli Süleyman Demirel’in gururla, övünerek söylediği bir söz vardı:
“Türkiye dünyada tarım ürünleri açısından kendine yeterli olan, ithalat yapmayan yedi ülkeden biridir.”
Gerçekten de öyleydik.
Bir de şimdiki duruma bakın!.. Buğday dahil, nohut, mercimek, hatta ay çekirdeği dahil her şeyi dışarıdan satın alan, çiftçisini de mahveden bir ülke olduk.
★★★
Bu iktidar tarımla birlikte hayvancılığı da yok etmeyi başardı!
Et üretimi yetmiyor…
Bu durumda gelsin ithalat… Dünya piyasalarında ucuz et ara…
Kalitesiz, yaşlı ama ucuz sığırları taa Latin Amerika ülkelerinden satın al, ya da kesilmiş karkas ve sağlıksız etleri nerede bulursan bastır parayı, ülkeye getir…
★★★
İstanbul ve Ankara dahil pek çok yerde şimdi bulaşıcı şarbon hastalığı çıktı.
Şarbon mikrobu hayvandan insana geçen bulaşıcı bir nesne. Hayvanı kesip etini pişirseniz bile vücudunuza giriyor.
Şimdi bazı gemiler düşünün…
Taa Latin Amerika ülkelerinde bu gemilere on binlerce hayvan bindirilmiş, aç susuz Türkiye’ye sevk ediliyor.
Bu hayvanlar gümrükten falan geçer mi, doğrusunu isterseniz bilmiyorum. Ama şarbonun ana nedeni bu ithal hayvanlar.
★★★
Hayvancılık bitti mi, bastır dövizi, dışarıdan getirt… Allah ne verdiyse biz yeriz.
Tarım bitti mi, bastır dövizi, tarım ürünlerini yine dışarıdan getirt…
Çiftçiyi, hayvan üreticisini biz korumayız, ithalatla terbiye ederiz!
Rusya bizim domatesimizi, şeftalimizi sınırdan geri çevirir. Gerekçesi bunlarda bulaşıcı mikroplar vardır…
Sınırdan çevrilen o ürünler anında iç piyasaya sürülür, biz kerizlere afiyetle yedirilir!
İşte size AKP’nin Türkiye’sinden küçücük, fazla bir önemi olmayan (!) birkaç kesit.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/bir-devlet-bankasinin-acinacak-durumu-2606554/

Sizler HER ŞEYI HAK EDIYORSUNUZ!

Şarbon

Türkiye’nin Brezilya’dan ithal ettiği sığırlar Santos limanından gelecekti. Nada isimli gemiye 25 bin hayvan yüklenmişti.

Brezilyalı hayvan hakları savunucuları mahkemeye başvurdu.
Hayvanların işkence şartlarında taşındığını, insanlık dışı ticaret yapıldığını belgeleyerek, geminin durdurulmasını istediler.

(Brezilya sabıkalıydı. Daha bu sene “bozuk et skandalı” yaşanmıştı. Brezilyalı kırmızı et ihracatçılarının, son kullanma tarihi geçmiş etlerdeki kötü koku ve kötü görüntüyü maskelemek için kanserojen madde kullandıkları ortaya çıkmıştı. Bu korkunç durumun tespit edilmesi üzerine, ABD, Avrupa Birliği, Çin, Güney Kore, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkeler, Brezilya’dan et ithalatını derhal durdurmuştu.)

Sao Paolo eyalet mahkemesi, et ihracatındaki skandalın canlı hayvan ihracatında da yaşanıyor olabileceğini düşünerek, geminin limandan çıkışına yasak getirdi, yüklemeyi durdurdu, soruşturma açtı.

Veteriner hekim ve biyologlarından 12 kişilik ekip oluşturuldu.
Bu bilirkişi heyeti gemide inceleme yaptı, rapor hazırladı…
Türkiye’ye seyahat 17 gün sürecekti, evrensel kurallara uyulmamıştı, hayvanlar dar ortamlarda ve hijyenik olmayan şartlarda tutuluyordu, kendi dışkılarının içinde yaşıyorlardı, zeminde çamurlu atık, idrar ve dışkı tabakası oluşmuştu, atıklardan kaynaklanan amonyak kokusu nefes almayı bile güçleştirecek kadar yoğundu, hayvanların yeminde bile dışkı vardı.
Seyahat sırasında hayvanlar hastalanıyor, bazıları ölüyordu, bu ölümlerin izini silebilmek için gemide öğütme makinesi vardı, ölen hayvanlar öğütülerek denize atılıyordu.

Bu feci rapor, gemiyi durduran mahkemenin kararını güçlendirmişti.
Boşaltma için karar bekleniyordu.

Şak…
Türkiye’nin Brezilya büyükelçiliği devreye girdi.

Brezilyalı hayvan hakları savunucuları göndermek istemiyor, eyalet mahkemesi göndermek istemiyor, Türkiye illa alacağız diyordu!

Şak…
Durdurma kararının iptal edilmesi için üst mahkemeye başvuruldu.

Allem edildi kallem edildi, üst mahkemeden “durmak yok, yola devam” kararı alındı. Geminin limandan ayrılmasına izin verildi.

Gemi yola çıkarken Brezilya Ulusal Hayvanları Koruma ve Savunma Forumu üyeleri protesto gösterileri yaptı. Reuters, BBC gibi medya kuruluşları aracılığıyla tüm dünyada duyulmasını sağladı.

17 gün geçti…
Nada isimli gemi Mersin limanına geldi.

Ağır koku tüm Mersin’i kapladı.

Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi, Chp milletvekilleriyle birlikte Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nde basın toplantısı düzenledi. Hastalık tehlikesine dikkat çektiler. Geminin acilen karantinaya alınmasını istediler. Maalesef… Uzman bir heyetin gemide inceleme yapmasına bile izin verilmedi.

Basın mensuplarının gemide görüntü almasına bile izin verilmedi.

Mersin Barosu suç duyurusunda bulundu. Nafile… Adli makamlarımız kılını kıpırdatmadı. Sihirli bir el gemiyi koruyordu.

Chp, Tbmm’de soru önergesi verdi.
Cevap bile verilmedi.

Süreci başından beri takip eden hayvan hakları savunucusu, gazeteci-yazar Zülal Kalkandelen sosyal medyada çırpındı. Hazindir ki… Muhalif medyamız bile kulağını tıkadı, umursamadı.

Yandaş medyamız tarafından “ucuz et müjdesi” manşetleri atıldı.
TRT bile “ucuz et müjdesi” diye haber yaptı.
Sayın ahalimiz alkışladı.
Ucuz et yediren hükümetimizden Allah razı olsun denildi.

Netice?

Şimdi sanki sürprizmiş gibi deniyor ki…
Türkiye’de şarbon paniği yaşanıyor filan.

Ucuz etin yahnisi afiyet olsun kardeşim…
Üste para ödeyip veba veya kolera ithal edene kadar şarbona şükredin.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/sarbon-2606592/

Herkes bizi kıskanıyor…

Kıskanmaları normal…

AB ülkelerinde bir kişi eğlenceye ayda ortalama 200 dolar harcıyor…
Bizde düğün olacak ki, bedavadan bir iki git-gel…

Kıskanırlar…
Avrupa ülkelerinde kişi başına düşen süt yılda 110 litre, bizde 21 litre… Denizi olmayan orta Avrupa ülkelerinde kişi başına düşen balık 24 kilo, bizde 8 kilo…

Avrupa ülkelerinde günlük et tüketimi kişi başına 220 gram, Türkiye’de 78 gram… Ama 100 gram kıyma yüzü göremeyen tam 13 milyon insan var…

Ekmek…
Batı ülkelerinin ortalaması günlük 50 gram…
Bizde 128 gram…
O kadar da şey değiliz yani, burada geçmişiz…

Bin kişiye düşen doktor sayısı 7, Türkiye’de 1.8… Hemşire sayısı orada bin kişiye 9, bizde 1.1…
Türkiye OECD ülkeleri arasında sonuncu…

Araba…
Bin kişiye 447 araba düşüyor, yaşlıları ve çocukları saymazsan, arabası olmayan yok…
Bizde bin kişiye 121 araba…
O deposunu doldurmak için gelirinin ellide birini veriyor, bizimki maaşın yarısını, iyisi mi koş Osman…

Kişi başına ortalama aylık net gelir:
İspanya 1635 dolar, İtalya 2117 dolar, Fransa 2761 dolar, İngiltere 3 bin dolar, Almanya 2851, İsviçre 6310, Hollanda 2997, Avusturya 3780, Danimarka 3269, Kanada 2773, Amerika 2258 dolar…
Türkiye:
324 dolar…

Günde 1 dolarla yaşayan 14 milyon insan…
Yoksulluk sınırının altında 25 milyon…

Hâlâ diyor ki:
“Bizi kıskanıyorlar…”

Bence dünyanın bizi kıskandığı tek şey şu:
“Ulan yine de keyifleri yerinde…”

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/herkes-bizi-kiskaniyor-2606540/

### Sadece bir soru ###

Demirören Medyası…
CNN-TÜRK…
Aslında Türk kelimesi fazla…
Bu heriften çok söz eder oldu son zamanlarda!

Hani olağanüstü stratejiden bahis ediyor ya…
ZIBIDI…
Yok yazmadım geri zekâlıya, yazsam ne olacak?
Sanki görüşleri değişecek(!)

YALAKA…
Öylesine alışmışlar ki g.t yalamaya…
Resmen olmuşlar bağımlı…
Sormak lazım kimin iktidarı zamanında bu oluşum bu kadar güçlendi, palazlandı…
Kim sordu bu soruyu, dedi…
“Ne istediniz de vermedik?”

Sonra…
Neden saklıyor, neden anlatmıyor gerçeği…
Kime nasip olmuş bugüne kadar devlet temsil hakkı olmadan beyaz sarayda ağırlanmak?

Bush’un piçi dediğimde hâksız mıyım?
Yazıyor O Mehmet Soysal denilen zibidi, salıyor…
Nasılsa BILIYOR okuyan…
Salağın teki(!)

Kim…
AB(D)’nin maşası?
Kim ulan kim???

Önce bunu oku ki hafızan tazelensin:
oku

Sonra Beyaz Saray, George W. Bush vakti zamanında >>> misafir listesini incele <<<

incele

Bak birde bu sayfaya ve İngilizcen varsa oku…
Sırıtmaya bak sırıtmaya, pişmiş kele gibi!

oku

TEKRAR SORUYORUM…
F. Güllen’de ne, kim ya kim?
Sen bak Amerika’nın kimi senin başına SIK GIBI DIKTIGINE…
Söyle ulan vatan hanini, satılmış, maşa, kukla kim???

Ne diyorum hep???
Mesele rahip meselesi değil…
>>> eş başkan <<< hizadan çıktı, verdiği sözleri unuttu, yan çizmeye başladı…
Kendini gerçekten „dünya lideri“ sanmaya başladı…
Böyle s.kerler, hizaya getirirler yaratığı…

Anla ulan ANLA!

Konsolide boşluklar

Cumhurbaşkanı Erdoğan’la üç gün boyunca Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’teydik.
Elbette anlatılacak, yazılacak çok şey var, ülke ve dünya gündemine dair.
Kırgızistan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri aynı zamanda FETÖ terör örgütünün de güçlü olduğu yerler.
Türkiye’deki gibi, devlet yapılanmalarına sızmaları aynı.
Ve buralara da yine masum bir maskeyle girmeyi ve büyümeyi başarmışlar…
O da eğitim…
***
Eğitilenler ise o ülkelerin askeri, istihbarat ve bürokrasi kadrolarına yerleştirilmiş.
Tabii ki mahrem imamlar yönlendirmesiyle ve olağanüstü bir gizlilik içerisinde.
Para ve güç koridorlarına gizlice hükmeden bu kripto yapı, Amerika ve Batı ülkelerinin etkisi altında hizmet sektörü olarak sunularak, yine bu ülkeler tarafından palazlandırılmıştır…
Kırgızistan da bu kripto örgütün güçlü olduğu bir ülke…
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan ve Kırgızistan gezilerine katıldığımda, birinci önceliğin FETÖ olduğuna şahit olduk.
Neden?
Çünkü böylesine hain ve tehlikeli bir yapının ülkemizde yaptıklarını bu kardeş dediğimiz ülkelere de anlatarak farkındalık oluşturmaya çalışan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu ülkelerdeki askeri ve istihbarat yapılanmalarına dikkat çekiyor.
***
Türkiye’den bu ülkelere kaçanların kimlikleri, nerede ve ne iş yaptıkları ve hangi adreste oturduklarına kadar tüm gizli bilgileri ve yapılanmalarına dair kripto çalışmaları bu ülkelerin en tepelerine ulaştırarak olası bir felaketi engellemek isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, gittiği her ülkeye bunları anlatıyor…
Peki, bu kripto yapı hangi boşluktan ortaya çıkmıştır?
Bu olayın belki de kırk nedeni vardır ama mesele birinci nedeni bulabilmektir.
Bin yıldan bu yana 16 Türk devletinin tarihine iyi bakıp incelendiğinde şu gerçekle karşılaşılacaktır…
16 devletin hiçbirinde iktidarın yönetim ve siyasi anlayışında hedef tahtasına din oturtulmamıştır.
***
Oldukça önemli, tarihi analizler Ankara’da yapılan güvenlik zirvelerinde elbette dile getiriliyor…
Ve deniliyor ki Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren dine karşı başlayan karşı duruşlar ve Batılılaşma hareketleri ve cumhuriyetin kuruluşuyla tetiklenen ve hedef tahtasına konulan din, herkesin üzerinde olağanüstü travmatik sonuçlar doğuruyor.
Eskiye dönüşü engelleyebilmek adına da yapılan bürokratik ve siyasi baskıların getirdiği hamleler elbette Allah için dünyada yaşayan samimi Müslümanların üzerinde olumsuz bir etki bırakıyor.
Ve son yüzyıl boyunca, zamanla merkez sağdaki siyasi partilerin iktidara gelmesiyle bu durum hedeften çıkartılmaya çalışılsa da dini eğitim konusunda olağanüstü boşluklar oluşmasına ve böylece, samimiyetten uzak, kendi kendilerini kutsallaştıran tarikat ve uyduruk liderlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Yapıları benzer durumda olan bu tarikat ve liderlerinin samimiyetten uzak olanları dış güçlerin yönetimlerine girmekte sakınca görmez.
AK Parti’nin iktidara gelmesiyle son yüzyıl boyunca barışamayan devlet ile din olağanüstü bir stratejiyle bunu başardı; içerideki statükocu yapı aynı oranda büyük direniş gösterse de, oyunlar oynasa da barış gerçekleştirildi.
Bu durum olağanüstü bir radikalleşme tehlikesi olan dini cemaatlere at oynatacağı alan bırakmamaya başladı.
Cuma günkü yazımızda devam edeceğiz…

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/mehmet-soysal/konsolide-bosluklar-2735882/