Amiral Cihat Yaycı meselesinin perde arkasını açıklıyorum
20 Mayıs 2020
Yazarlar Yılmaz Özdil
Minik bir fare varmış.
★
Bir gün, duvardaki çatlaktan mutfağa bakarken, çiftçiyle eşinin paket açtıklarını görmüş.
Kendi kendine sevinmiş, sanırım akşama ziyafet çekeceğim, kimbilir o paketin içinde ne güzel yiyecekler vardır demiş.
Ama…
Ambalajı bir yırtmışlar ki, paketten çıka çıka kapan çıkmış!
Eyvah…
Farecik telaşla bahçeye fırlamış, ilk gördüğü tavuğa korkuyla seslenmiş, evde kapan var demiş.
Tavuk omzunu silkmiş, bana ne birader demiş, o senin sorunun, seni benim kümese alırsam başıma iş alırım, başka kapıya.
Fare anlamış ki, tavuktan fayda yok, panikle ağıla koşmuş, ilk gördüğü koyuna yalvarmış, evde kapan var.
Koyun hiç üstüne alınmamış, hiç kusura bakma, seni ağıla alamam, elalemin derdiyle kendi huzurumu kaçıramam demiş.
Farecik son çare ahıra dalmış, adeta çırpınmış, evde kapan var.
İnek bön bön bakmış, kafasını öbür tarafa çevirmiş, cevap vermeye bile tenezzül etmediği gibi, farenin söylediklerini duymamak için dönmüş kıçını yalağa doğru yürümüş,
Farecik kalakalmış.
Yapayalnız.
Çaresiz.
Bükmüş boynunu, dışarda kurda kuşa yem olmamak için mecburen evin yolunu tutmuş, yüreği ağzında, neredeyse nefes bile almadan, parmak uçlarına basa basa duvardaki daracık çatlağa sığınmış.
Gün dönmüş, akşam olmuş, zifiri karanlık basmış, tam yorgunluktan uykuya dalıyormuş ki, çıtonnkk!
Önce ölüm sessizliği, ardından canhıraş bir çığlık!
Hayırdır inşallah demiş bizim farecik…
Zıplamış yerinden, çatlaktan bakmış, bir de ne görsün, sinsi sinsi mutfağa süzülen yılan, kuyruğunu kapana kaptırmış iyi mi… Üstelik, kör karanlıkta yatağından fırlayıp, uyku sersemi kapana uzanan çiftçiyi elinden sokuvermiş.
Kafayı fareye takan çiftçi, yılana çiyana hiç önlem almadığını düşünmüş o anda ama, artık çok geçmiş tabii.
Çiftçinin eşi de feryatlara uyanmış, apar topar doktora gitmişler.
Sarıp sarmalatıp eve dönmüşler.
Gel gör ki, bünye yılan zehiriyle allak bullak olmuş haliyle, çiftçinin ateşi 40 dereceye fırlamış, yanıyor.
E, hastaya çorba iyi gelir.
Kadın kapmış bıçağı, tavuk suyu çorba için, dooğru kümese gitmiş.
Ertesi gün, konu komşunun haberi olmuş, geçmiş olsuna gelmişler.
E, ikram ister.
Kadın gene kapmış bıçağı, dooğru ağıla gitmiş, yatırmış koyunu, pilav üstü tandır yapmış.
Ateş 40 derece 42 derece filan derken, maalesef çiftçi sizlere ömür, vefat etmiş.
Hadi bakalım, bütün köy doluşmuş cenaze evine, taziyeye gelmişler.
E, ikramın büyüğünü ister.
Kadın gene kapmış bıçağı, ahıra girmiş, inek de sizlere ömür.
Mevlit filan bittikten sonra, evli evine köylü köyüne… Kadın tası tarağı toplamış, çocuklarının yanına taşınmış, ocak sönmüş.
Ev kısa sürede harabeye dönmüş.
Kümes, ağıl mezbele olmuş.
Ahır çökmüş.
★
Diyeceksiniz ki…
Fare noolmuş?
★
Perde arkasını merak ettiğiniz amiral Cihat Yaycı meselesi, işte tam olarak böyle bir şeydir.
★
(Makarayı az geri sararsak…
Asrın iftiraları Balyoz, Ergenekon davaları turnusol kağıdıydı.
Memlekette ne kadar çok vatan haini olduğunu gösterdi bize.
Kim asit, kim baz, herkesin rengi ortaya çıktı.
Toplumun bir kesiminin, toplumun bir başka kesiminden delicesine nefret ettiğini, bu kinle yanıp tutuştuğunu, bu vahşi duygusunu tatmin etmek için, yalan olduğunu bile bile, en pespaye iftiraları alkışladığını gösterdi.
Milattı…
O güne kadar bir devletimiz olduğunu sanıyorduk.
Hollywood yapımı kovboy filmi dekoru olduğu ortaya çıktı.
Önden bakınca, heybetli bina gibi görünüyordu.
Arkasına bakınca, meğer kalasla tutturulmuş, dandik kontrplaktı.
İttirsen yıkılacaktı.
İttirdiler, yerlebir oldu.
Balyoz, Ergenekon davaları, bu milletin milli marşının neden “korkma” diye başladığını teyit etti maalesef… Korku’nun kayıtsız şartsız milli egemen olduğunu kanıtladı.
Aynı zamanda…
“Dahili ve harici bedhahların olacaktır, cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler”in ne kadar isabetli bir öngörü olduğunu kanıtladı.
Sınavdı.
Sınıfta kalındı.
Emperyalizm, yerli işbirlikçileriyle milleti denedi.
Bir avuç istisnaları tenzih ederim, millet, millet olmayı beceremedi.
Çoğunluk sustu, gözünün önündeki bu utancı sessizce seyretti.
Bazıları utanmadan destekledi, vebalini üstlendi.
Varlığıyla onur duyduğumuz Atatürkçü generaller, amiraller, sınıflarının birincisi madalyalı subaylar, kahraman astsubaylar hapislere tıkıldı, dünyanın en güçlü ordularından biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri, mermi bile sıkmadan, kendi devleti tarafından, kendi hükümeti tarafından “esir” alındı, kahrından canına kıyanlar oldu, kahrından ölenler oldu, kahrından kanser olanlar oldu, kahrından annesini babasını eşini kaybedenler oldu.
Pırıl pırıl kariyerler, pırıl pırıl aileler mahvedildi.)
★
İhanet, üstümüzden silindir gibi geçti.
★
Tüm bunlar herkesin gözünün önünde yaşanırken, sayın ahalimiz cesaret gösterip neler oluyor demedi…
Şimdi, vay efendim amiral Cihat Yaycı istifa etmiş de, acaba perde arkasında neler oluyormuş filan.
★
Sen merak edene kadar, ahır çöktü, ahır!
Olan bu.
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/amiral-cihat-yayci-meselesinin-perde-arkasini-acikliyorum-5824796/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger
Aslında ne oldu
20 Mayıs 2020
Yazarlar Soner Yalçın
Israrla yazıyorum:
FETÖ, emperyalizm projesidir…
FETÖ, iç politikasına değil, dış politikasına karşı olduğu için Erdoğan’ı devirmek istedi.
Peki, emperyalizm ülkemizde neden FETÖ iktidarına ihtiyaç duydu? Bunu bilmek için 2010 yılına dönmek gerekir:
ABD, Irak’tan çekileceğini açıkladı. Ortadoğu’da yeni dengeler kuruluyordu…
Erdoğan, ABD baskısına rağmen Brezilya ile birlikte arabuluculuk yaparak İran’ın yanında yer alıp Tahran deklarasyonu için uğraş verdi. İsrail bundan hiç hoşnut olmadı. Ki zaten Davos’ta Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında Gazze yüzünden “one minute” tartışması yaşanmıştı. Arkasından… Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisi olayında dokuz vatandaşımızın öldürülmesi İsrail ile ipleri kopma noktasına getirdi…
Bu arada… Anayasa değişikliği referandumuyla yargı tamamen FETÖ eline teslim edildi.
Türk Ordusu’nu tasfiye süreci başladı. Balyoz iddianamesi kabul edildi; 196 üst düzey şüpheli olarak yer aldı. 102 subay hakkında yakalama emri çıkarıldı. Askeri casusluk gibi kumpaslarla subayların tasfiye süreci hızlandırıldı. FETÖ, YAŞ kararıyla ordunun hassas birimlerine yerleşti…
Ki o yıl Kürt açılımına karşı çıkan ve inatla milli dış politikayı savunan Deniz Baykal da FETÖ seks kasetiyle tasfiye edildi. Oslo kasetiyle MİT hedef alındı…
Bitmedi…
572 YILLIK İHTİYAÇ
Tarih: 8 Nisan 2010.
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) yayınladığı raporda Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan Levant Havzası’nda 3.5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1.7 milyar varil petrol bulunduğunu öngördü… Bu miktar, Türkiye’nin yaklaşık 572 yıllık doğalgaz ihtiyacına yeterdi!
Rapor, Doğu Akdeniz’de enerji paylaşım mücadelesini başlattı. (Bölge stratejik açıdan da önemliydi. Kıbrıs adası bile, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in kontrol edilmesi için çok önemliydi. ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin bu amaçla üsler kurmadı mı? Annan Planı veya FETÖ’nün Kıbrıs’ı nasıl ele geçirmek istediğine girip konuyu genişletmeyeyim…)
Osmanlı döneminde hiç geçinemeyen Rumlar ile Yahudiler yıllar sonra 2010 yılında Doğu Akdeniz enerjisini paylaşma amacıyla (İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi) yan yana geldi! İsrail Başbakanı Yunanistan’ı ziyaret etti; istihbarat anlaşmaları vs. yapıldı…
Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yeni dengeler-ittifaklar kuruluyor ve Türkiye dışlanıyordu.
Türkiye bunun üzerine, KKTC ile kıta sahanlığı anlaşması imzaladı. Ancak. Diğer ittifak kıta sahanlığı değil; BM deniz hukuku sözleşmesi olan “münhasır ekonomik bölge” anlaşmasıyla Doğu Akdeniz’in yeraltı zenginliklerine el koymak istedi. Böylece… Türkiye’nin hakkı olan 189 bin km2’lik kıta sahanlığı sadece 41 bin km2’ye düşürülecekti!
Bitmedi…
BEŞ AYDA NE OLDU
Doğu Akdeniz’de enerji savaşı başladığında bölgede neler olduğuna devam edeyim:
Doğu Akdeniz’e sınırı olan Libya’da ayaklanma çıkarıldı. ABD merkezli “Şafak Yolculuğu Operasyonu” ile Kaddafi yok edildi; ülke bölündü.
Sonra, Doğu Akdeniz’e sınırı olan Suriye’de isyan tertiplendi.
Sonra, Doğu Akdeniz’e sınırı olan Mısır’da Sisi darbesi tertiplendi.
Mısır gibi Ürdün de Doğu Akdeniz’de karşı ittifaka katıldı.
Erdoğan, Lübnan ve Suudi Arabistan ile ikili anlaşmalar yaparak kuşatmayı yarmak istedi. Ancak Mısır darbesi ilişkileri darmadağın etti, Suudiler de karşı cepheye geçti.
Erdoğan kuşatmayı yarma çalışmalarını sürdürürken emperyalizm, Türkiye’de yeni iktidara ihtiyaç duydu: FETÖ.
15 Temmuz 2016 darbesi tertiplendi…
Tarih: 22 Aralık 2019.
Erdoğan, Gölcük Tersane Komutanlığı’nda yaptığı konuşmada, deniz yetki alanları konusunda Libya ile 10 yıl önce ilk adımları attıklarını açıkladı:
-”Halen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın Kurmay Başkanlığını yürüten Tümamiral Cihat Yaycı’nın bu konuda hazırladığı raporlar, haritalar, yazdığı makaleler ve kitaplar ortadadır. Dönemin Libya Devlet Başkanı Kaddafi ile bu meseleyi harita üzerinde konuşmuş, kendisiyle anlayış birliğine varmıştık…”
Peki, her şey bu derece açıkken…
Başta Yunanistan olmak üzere Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı ittifak kuran ülkelerin ve emperyalizm kuklası FETÖ’nün hedefindeki Tümamiral Cihat Yaycı, Erdoğan’ın sözlerinden beş ay sonra neden istifaya zorlandı?
Evet, Erdoğan’ın artık kandırılma lüksü yoktur.
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/soner-yalcin/aslinda-ne-oldu-2-5824687/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger
>>> Ve bunu DIKKAT ILE OKUYUN <<<
Yaycı olayının Seyir Defteri
20 Mayıs 2020
YazarlarDeniz Zeyrek
Sokağa çıkma yasağının olduğu Pazartesi sabahı ekmek fırınına doğru yürüyordum. Bir vatandaş arkamdan bağırdı: “Deniz Bey Cihat Amiral’in istifası doğru mu?”
“İstifa ettiği doğru ama kabul edildi mi bilmiyorum” dedim.
Bu düşüncemin kaynağı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Mavi Vatan” çıkışı nedeniyle Cihat Amiral’i kürsüden ismini anacak kadar takdir etmesiydi. Zira, “Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları meselesinin bu kadar gündemde olduğu, Türkiye’nin rakiplerinin ortak bildiriler açıkladığı, Libya’da kritik gelişmelerin yaşandığı, AK Parti’nin Libya anlaşmasını propaganda malzemesi olarak çok fazla kullandığı bir dönemde anlaşmanın mimarı gözden çıkarılmaz” diye düşünüyordum.
Eve döndüğümde istifanın kabul edildiğini öğrendim. Belli ki “ya ben ya o” cümlesi bir kez daha kullanılmıştı.
GİDEN ÜÇÜNCÜ İSİM OLDU
Pazartesi gecesi Habertürk TV’de Erdoğan Aktaş’ın “Gece Raporu” programda konuşan meslektaşım Nedim Şener, Cihat Yaycı’dan söz ederken konuyu 15 Temmuz’a getirdi ve Yaycı’nın da Korgeneral Zekai Aksakallı ve Orgeneral Metin Temel gibi isimlerle birlikte FETÖ’ye karşı mücadelede sembol bir isim olduğunu vurguladı. Üç general ve amiralin bir ortak özelliği de kamuoyunda çok popüler olmaları ve sevilmeleriydi.
Nedim konuşurken aklıma Aksakallı ve Temel paşaların akıbeti geldi.
Hatırlayın: Aksakallı Paşa 2017’de Özel Kuvvetler Komutanlığı görevinden alınmış, daha kritik görevlere atanması gerekirken 2. Kolordu Komutanlığı’na getirilmişti ve o yılki terfi ve atama kararlarının sürprizi sayılmıştı. Metin Temel ise Aralık 2018’de 2. Ordu Komutanlığı’ndan alınıp Genelkurmay Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı görevine getirilmişti.
Üç komutanın da aynı şeyi yaşaması ne büyük tesadüf!
Deneyimli sayılabilecek bir Ankara gazetecisi olarak söyleyeyim: Görüş ayrılıklarının gerekçesi ne olursa olsun, kimin haklı olduğunun ya da üç general ve amiralin kamuoyundaki popülaritesinin hiç bir önemi yok. Aksakallı ve Temel gibi Yaycı da yeni sistem sayesinde hem Milli Savunma Bakanı hem Genelkurmay Başkanı gücünde olan Akar’la karşı karşıya geldi ve kaybetti.
ŞİKAYETÇİLERİN SEYİR KEYFİ
Bu arada Yaycı Amiral’in görevden alınması için gerekçe yapılan, hatta itibarsızlaştırılması için kullanılmaya çalışılan soruşturma da ilginç. Bir torpido teli ihalesi yapılmış. İş tamamlanmış. Kabul testlerinde sorun çıkmış. Teftiş kurulu inceleme başlatmış ve konu adliyeye yansımış. Normalde hatalı bir ürünü kabul etmek suç sayılmalıydı. Bu soruşturmada hatalı ürünü kabul etmeyenler suçlu ilan edilmeye çalışılıyor. Üstelik işin sonucunda Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın emri ile hatalı ürün teslim alınıyor ve parası ödeniyor (dilerim o hatalı ürün nedeniyle Mehmetçiğimiz ciddi bir olumsuzlukla karşılaşmaz).
Ne güçlü bir şirketmiş değil mi?
Araştırdım: Gelişmeleri Ankara’da İvedik Sanayi Bölgesi’ndeki orta büyüklükteki üretim yerlerinden keyifle seyir ediyorlar (“seyrediyorlar” diye yazılması gerektiğini biliyorum, özellikle böyle yazdım). Referansları Deniz ve Hava kuvvet komutanlıkları ile Savunma Sanayi Müsteşarlığı. Sahiplerinin komuta kademesinde bazı komutanlarla dostluk ilişkisi var, bir de Gölcük’te ortak oldukları bir şirket. Onun sahibi de üst düzey bir yetkili ile akraba.
Durumun özetini, FETÖ’cülerin kumpas operasyonlarının ilk mağdurlarından Ahmet Zeki Üçok’tan yapacağım bir alıntıyla yapmak istiyorum. Üçok, Hadi Özışık’ın istifayı Youtube kanalına şöyle yorumlamış:
“FETÖ’cülerin yöntemi şöyleydi: CİMER, BİMER gibi yerlere şikayet edilir, uydurma bir dava açılır, bu dava sizin sonunuz olur. Özellikle Ağustos’tan üç dört ay önce yaparlar ki hedef subayın terfi etmesi imkansız hale getirilir. FETÖ taktiği bu (…) Tam altı ay önce MSB’de çok üst düzey biri geliyor Teftiş Kurulu’na, ‘Cihat Yaycı ile ilgili bilgi toplayın, inceleyin‘ diyor. Ardından bir tutanak tutuluyor ve Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na veriliyor. Buna siz ne derseniz deyin. Yok etmek için kurulmuş bir oyun.”
Kimmiş acaba o üst düzey yetkili?
Yaycı Amiral’in seyir defterini okumaya izlemeye devam edelim, o talimatı veren ismi de ilginç ilişkileri de yakında mutlaka duyarız!
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/deniz-zeyrek/yayci-olayinin-seyir-defteri-5824592/
Halimiz şaşkın ördek misali!
20 Mayıs 2020
YazarlarRahmi Turan
Şaşkın ördek, başı yerine kıçın kıçın suya dalarmış. Bizim birçok işimiz de buna benziyor.
Kamuoyunda tartışmalar devam ediyor.
Aklı başında herkes “Salgın hastanesi yapmak için koca İstanbul’da başka yer kalmadı da, bu nedenle mi Atatürk Havaalanı’nın milyar dolarlık pistleri tahrip edilip üzerine hastane inşaatı yapılıyor?” diye soruyor.
Atatürk Havaalanı’nın tahrip edilmesinden büyük üzüntü duyduğunu söyleyen E. Albay Tahsin Ataizi, E. Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş ve THY Kaptan pilotu Erol Toramanoğlu’nun görüş, bilgi ve düşüncelerini alarak bana bir mektup gönderdi. “Bu milletin parasıyla yapılan milyarlarca dolar değerindeki Atatürk Havaalanı’nın yok edilme çalışmalarının dünyanın en büyük hatası” olduğunu belirten Tahsin Albay iki önemli havacı ile birlikte kendi görüşlerini şöyle özetliyor:
★★★
– Atatürk Havalimanı’nın pistlerinin üzerine yapılan hastane bahanesi ile önemli bir tesisten Atatürk’ün adı silinmek isteniyor.
– Askeri stratejik yönden (muhtemel bir savaş zamanı) çok büyük önem taşıyacak olan Atatürk Havaalanı’nın, ‘yedek meydan‘ olarak kullanılması bile düşünülmüyor. Bu fahiş bir hata!
– Rant uğruna, önce hastane, sonra postane, park, vs. denilip TOKİ-MOKİ inşaatlarının yapılacağı iddiası, düşünülmesi bile akıllara zarar ziyan, facia ve felakettir.
– Atatürk Havalimanı’na yapılmakta olan hastane ile ilgili gelişmeleri ve yapılan büyük yanlışlıkları içimiz sızlayarak takip ediyoruz.
– Dünyanın en geri toplumlarında bile böyle fahiş bir hatayı yapan yoktur diye düşünüyoruz. Bu nasıl bir anlayıştır, aklımız almıyor!
– Koca ülkede inşaat yapılacak bir karış yer kalmasa bile bu çok değerli, güzelim pistleri harap etmek düşünülmemeliydi. Bu kimin aklına geldi bilemiyoruz.
– Hastane için her türlü imkânı olan, sağlıkçılar için otel, ulaşım için metro, binlerce araç için otopark, her türlü kullanıma hazır insani ihtiyaçlar, uçuşlar için trilyonluk tesisler, uçakların iniş ve kalkışı için en uygun imkânlar ve meteorolojik şartlar, daha nice imkânlara haiz milli bir serveti yok etmek nasıl bir akıldır?
– Yeşilköy’deki Atatürk Havaalanı’nın çok değerli üç pistinin ‘teker koyma‘ noktalarını kazarak neyin öcünü almaya çalışıyorlar? Bunların kamuoyuna izah edilmesi gerekir!
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/rahmi-turan/halimiz-saskin-ordek-misali-5824693/