Hep derim; yetiştiği ortam, yaşam şartları, hayat tarzın insanı şekillendiren

Dada’m, yumuşacık herifim, küçük pezevengim…
Ben yumoş değilim…
Allah’ım benim için neler neler derler ne yakıştırmalar ne lakaplar…
Bunlardan biri…
Salon Atatürkçüsü(!???)

Bir Atatürk milliyetçisi olmak…
Salt Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına sahip çıkmak olamaz, onu anlamak, anlamaya çalışmak…
Bazen…
Kendimi kıyaslarım dinciyle, düşünürüm onların yaptığı ile benim yaptığım arasında ne fark var?

Onlar…
“1400 sene” öncesi Peygamber Efendimizin yaşam şartlarını >>> taklit <<< etmeye çalışanlar…
Taklit ederken kurallara, kanunlara hurafeler başta olmak üzere, “yeni ve uydurma” kural ve kanunlar katanlar. Ben bunu yapmıyor, yapmamaya özen gösteriyorum.

Şark ve Garp arası, muğlak…
Bir tarafım batılıyken diğer tarafım doğulu…
Mantık ile duygusallık arası…
Yüzüm için mahkeme duvarı derler, içim geçmedi, üzüntü, düşünceler, Araf, iki sandalye arası…
Hayata bakışım, aileye, sevgiye, aşka…
Ama illa kadına…
Farkındalık değildir bu, anlık değil, yukarıda saydığım kavramlar benim için daimidir, mutlak…
Kendim için, sevdiklerim için seçtiğim yoldur, hayat tarzı…
Mümkün olan en güzel ve iyi şekilde mutlu olmak, olmaya çalışmak, huzur…
Yoruldum, çok yoruldum…
Ne kavgaya ne gürültüye, vurup kırmaya ne gücüm kaldı ne takatim…
İstediğim, kendim ve sevdiklerim için bir parça mutluluk, biraz huzur…
Güven, sonsuz bir güven.