Liyakat, biat
22 Eylül 2019

1933.
Cumhuriyet on yaşına gelmişti.
Onuncu Yıl Marşı için yarışma açıldı.
Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı sözler seçildi, Cemal Reşit Rey besteleyecekti.

Mustafa Kemal güfteyi görmek istedi.
Getirdiler.

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan
Bir baca yükseliyor, durmadan her yamaçtan

Okudu.
Son dizenin üstünü çizdi.
“Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan” yazdı.

Sonra da Behiç Erkin’e döndü.
Çanakkale’den beri arkadaşıydı.
İstiklal Madalyalı milli mücadele kahramanıydı.
Devlet demiryollarının kurucusu ve ilk genel müdürüydü.
“Sizlerin bu on senedeki emeğiniz iyi ifade edilmiyordu, o nedenle o mısrayı değiştirdim” dedi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin on yıllık mucizevi kalkınma hamlesine imzasını atan Mustafa Kemal… Zihinlere mıh gibi çakılan “demir ağ” metaforuyla, Onuncu Yıl Marşı’na da imzasını atmıştı.

Behiç Erkin…
İstanbul doğumluydu.
Mustafa Kemal’den beş yaş büyüktü.
Kurmay subaydı.
Lojistik dehasıydı.
Çanakkale’ye asker ve mühimmat sevkiyatında inanılmaz işler yapmıştı.
Memleket işgal edilince saniye tereddüt etmeden Anadolu’ya geçti, milli mücadeleye katıldı.

Anadolu’ya geçtiği gün, Mustafa Kemal çağırdı.
“Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin mühimmatın erzağın nasıl getirilmesi gerektiğini biliyorsun, demiryolları işin ehli biri tarafından yönetilmezse bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” dedi.

Behiç Erkin, Mustafa Kemal’i yanıltmadı.
“Türkler demiryolu işletemez” önyargısını tarihe gömdü.
Savaştan sonra demiryolu okulu açtırdı, uzman personel yetiştirdi.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın kurucusu ve ilk genel müdürü oldu.
O yokluk döneminde memleketin demirağlarla örülmesinde birinci derecede katkısı oldu.
İşletme dilini Fransızca’dan Türkçe’ye çevirdi.
Demiryolları müzesi kurdu.
Sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi adını alacak olan Mühendis Mektebi’ne özerklik kazandırdı.
Milletvekilliği yaptı, bakanlık yaptı, büyükelçilik yaptı.

Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde, Mustafa Kemal acil ibaresiyle bir telgraf göndermişti.
“Sevkiyatı hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır” diyordu.
Behiç Erkin derhal cevap telgrafı gönderdi.
“Bu hat 40 kilometreden süratli gitmeye müsait değildir, hızlandıralım derken tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz, emrinizi aldım, bu nedenle uygulamadım, ikinci emrinizi bekliyorum” dedi!
Mustafa Kemal’den tekrar telgraf geldi:
“Sen nasıl uygun görürsen Behiç…”

İşte bu diyalog ve bu omurgalı karakter nedeniyle, Mustafa Kemal tarafından Behiç’e Erkin soyadı verildi.
Mustafa Kemal kendi el yazısıyla Behiç’e gönderdiği mektupta, Erkin’in anlamını şöyle yazmıştı: “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi.”

Behiç Erkin gerçekten her şart altında kendi doğrularını gerçekleştiren, bağımsız kişiydi.
İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa nazi işgali altındayken, Paris Büyükelçimiz’di.
Müthiş bir insanlık örneğine imza attı, 20 bine yakın Yahudi’ye Türk pasaportu vererek, Türk vatandaşı gibi göstererek, ölümden kurtardı.
“Türk ulusu adına konuşuyorum, Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde din, dil, ırk ayrımı yoktur, vatandaşlarımıza dokunamazsınız” dedi.
20 bin insanı kurtardı.

1961’de rahmetli oldu.
Vasiyet etmişti…
“Beni, ilk demiryolu genel müdürlüğü görevini üstlendiğim Eskişehir’e, İzmir-İstanbul-Ankara hatlarının birleştiği yerde toprağa verin” dedi.
Orada yatıyor.

Albay rütbesiyle emekli olan Behiç Erkin, ömrü boyunca not tutmuştu, yaşadıklarını gün gün kaydetmişti.
900 defterden oluşan notlarını 29 Ekim 1958’de Türk Tarih Kurumu’na teslim etti.
Devlete millete tek kuruş yük olmamak amacıyla, yayın masrafları için 10 bin lira bağış yaptı, o günün parasıyla çok ciddi paraydı.

Pür dikkat okumanızı rica ederim…

Kelimenin tam manasıyla “yurtsever devrimci” olan Behiç Erkin, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan “Hatırat” isimli kitabının son paragrafında kelimesi kelimesine şunları söylüyor…

“Yukarılarda beyan ettiğim veçhile ben, 1920-1928 seneleri arasında demiryollarını idare ederken, ihmale hiç tahammül edemezdim.
Aldığım ve aldırdığım tertibat sayesinde bu sekiz sene içerisinde hiçbir yolcu telef olmamış ve yaralanmamıştır.
Alelhusus, 1922 büyük taarruzu sırasında Yunanlıların tahrip ettikleri demiryollarının ilk tamiri, iki metre boyunda ray parçalarıyla yapılmış ve demir köprüler gelinceye kadar ahşap köprülerle hat işletmeye açılmış iken, bu sırada dahi bir kaza kaydolunmamıştır.”

Kurtuluş Savaşı…
Büyük Taarruz…
Kaza bile yok!

“Liyakat aşığıyım” diyen Mustafa Kemal’in, devlete yönetici seçerken ne kadar isabetli tercihlerde bulunduğunun kanıtlarından biriydi.

Ve dün…
Devlet demiryolları genel müdürü görevinden alındı.

Alt tarafı üç yıl görev yaptı.

2016’da 67 ağır kaza oldu.
95 kişi hayatını kaybetti.
2017’de 45 ağır kaza oldu.
54 kişi hayatını kaybetti.
Kimisinde tren trene vurdu, kimisinde hemzemin geçitte tren insana vurdu, kimisinde tren raydan çıktı.

2018…
Edirne’den İstanbul’a giden tren Çorlu’da devrildi, cinayetten farksızdı, raylar çamaşır ipi gibi havada asılı duruyordu, altında toprak yoktu, çünkü kontrol eden yoktu, kontrol etmesi gereken işçileri işten çıkarmışlardı, bir ay önce yapılması gereken bakım-onarım ihalesini iptal etmişlerdi, yedisi çocuk, 25 insanımız hayatını kaybetti, 328 insanımız yaralandı.
Seçim şovu yapmak için, oy toplamak için, eksikleri tamamlanmadan açılan, sinyalizasyonu bile olmayan tren hattında, Ankara garından çıkan hızlı tren, karşı yönden gelen kılavuz lokomotifle kafa kafaya çarpıştı, dokuz insanımız hayatını kaybetti, 86 insanımız yaralandı.

Geçen hafta…
Kılavuz tren tünelde duvara çarptı, iki makinist hayatını kaybetti.

Liyakat var.
Kurtuluş Savaşı’nda bile kaza yok.
Biat var.
Trene binerken helalleşiyoruz.

Devletin her kurumunda böylesine yeteneksizleri bulup biraraya getirmek, özel yetenek olsa gerek!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/liyakat-biat-5346475/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Blöf mü yapıyoruz?
23 Eylül 2019

Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’da…
Birleşmiş Milletler toplantısı için New York’a giden Erdoğan, fırsat bulursa ABD Başkanı Trump ile görüşecek. Fırat’ın doğusu ve güvenli bölge sorununun konuşulacağı bildiriliyor.
Bizimkiler, ABD Türkiye’nin taleplerini yerine getirmezse Fırat’ın doğusunda yuvalanan PYD’li teröristlere operasyon yapacağımızı söyleyip iki hafta mühlet vermişti!
Günler akıp gitti. Bugün 8 günlük süre kaldı.
Trump’ın, Türkiye’nin isteklerini yerine getirmeye niyeti yok. Peki, süre dolunca operasyon yapacak mıyız?
ABD’li üst düzey diplomat ve askerlerden gelen açıklamalar bizimle alay eder gibi…
“Türkiye’nin, bizim korumamız altındaki PYD’ye operasyon yapmayacağına eminiz” diyorlar.
Millî Savunma Bakanımız Hulusi Akar “Türkiye planlarını uygulayacaktır” diyor… Diyor ama Amerika da bildiğini okuyor. Bizi ciddiye aldığı yok! Maalesef dış politikada da tutarsız ve perişanız!

“Demokrasinin ilk 50 yılı…
12 seçim, 37 hükümet, 4 darbe”
Bu, Kaya Erdem’in kitabının adı…
Bugün 91 yaşında olan Kaya Erdem, Türk siyasetinin yarım yüzyılına ayna tutuyor.
Erdem, hiçbir skandala adı karışmayan temiz bir siyasetçi… 1980-1987 yılları arasında Maliye ve Devlet Bakanlıkları ile Başbakan Yardımcılığı görevi yaptı, Türkiye’nin mali politikalarına yön verdi. Başbakanlığı döneminde merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın sağ koluydu. Özal, en önemli görevleri, çok güvendiği Erdem’e vermişti.
Kitabında Türk siyasetinin 1950-2000 arası 50 yılını anlatan Kaya Erdem’in görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:
★★★
“Bizde lider yetiştirme geleneği olmadığı gibi aksine öne çıkan lider adayını yıpratarak siyasetten uzaklaştırma geleneği hâkimdir. Bundan dolayı da ne yazık ki, devlet adamı niteliğinde lider yetiştiremiyoruz.
George Pompidou der ki:
– Devlet adamı kendisini halkın hizmetine adayan politikacıdır.
– Gerçek lider, ülkenin geleceğiyle ilgili kararlara odaklanır ve onları gerçekleştirmeye çalışır.
– Zayıf lider günlük işlerle uğraşır!
– Çapsız lider ise muhalefet ve sivil toplum örgütleriyle dalaşır, kavga eder!
Kısa vadeli oyunlar yerine uzun dönem görüşleri benimseyen ‘devlet adamı‘ yetiştirememekle, tarihten öğrendiğimiz hataları tekrar ederek Türkiye’nin potansiyelini kısıtlamış oluyoruz.
★★★
İktidar gücü yolsuzluğa açıktır. Denetimsiz güç ise mutlaka yolsuzluk ve adaletsizliğe sebep olur. Ülke sosyal ve ekonomik krizlere sürüklendiği gibi sonuçta yokluk ve geri kalmışlığa mahkûm olur.
İktidar gücüne sahip olanların dostları ve arayanları çok olur. Ayrıca, aşırı değer ve saygı gösterilir. Övgüler yağdırılır.
Bundan dolayıdır ki, iktidar gücünü kullananların çevresi bir cazibe merkezi oluşturur.
Ancak… İktidar gücünü kaybettikten sonra çevrenizdeki bu grubun dağıldığı da bir gerçektir. En çok aleyhinizde bulunanların bunların arasından çıkacağını biliniz!
Siyasal sistemimiz çarpıktır. Siyasi parti liderleri, kendilerini ‘kral ve sultan‘ yapan yetkilerle donatan bu çarpık sistemden memnundur ama kaybeden Türkiye’dir!”

>>> DIKKAT DIKKAT DIKKAT <<<

Cahil profesör olur mu?
Tıp profesörü olan bir okurumdan ilginç bir mektup aldım. “Hedef olmak istemiyorum. Bu nedenle lütfen adım sizde mahfuz kalsın” diyen profesörün mektubu özetle şöyle:
“Avrupa’nın Türk vatandaşlarına vize koyması 1981 yılında başladı. Pazarlık sonucu 1, 2 ve 3’üncü derece devlet memurlarına, vize gerektirmeyen ‘Yeşil Pasaport‘ hakkı tanındı. Zamanla bunun da suyunu çıkardılar! Belediye başkanlarını, devlet memuru olmayan danışman, müşavir gibi üst düzey çalışanları da işin içine kattılar.
Yeşil Pasaport olayı her geçen gün biraz daha yaygınlaştırılıyor ve yozlaşıyor. Avrupa Birliği yakında Yeşil Pasaport’a da vize koyarsa hiç şaşırmamak lâzım!
Her şeyi yozlaştırmakta üstümüze yok. Mesela doçentlik, profesörlük gibi önemli unvanlar da artık sıradan hale geldi. Baktılar ki bazı yandaşlar doçentlik sınavını veremiyor, sınavı kaldırdılar, iyi mi?
Profesörlük eskiden sadece üniversiteden alınabilen bir unvandı. Tuttular tüm eğitim hastanelerini (Haydarpaşa Numune vesaire) Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla yapay bir sisteme bağladılar. Artık eğitim hastanelerinden de profesör olunabiliyor. Bu nedenle ortalık ‘bilgisiz doçent ve profesörlerden‘ geçilmiyor. Ülkemizi maalesef bu hale getirdiler!”

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/rahmi-turan/blof-mu-yapiyoruz-5347431/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger