### Mutlaka, anlıyor musunuz MUTLAKA okunması gerek ###

Ladies first…
Zeynep Gürcanlı Hanımefendinin kaleminden:

Mehmetçik “lejyoner” mi oluyor?

Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kardeşim” dediği Katar Emiri’nin ülkesinde askeri üs kuruyor.
TSK’nın Katar üssüne ilişkin anlaşma imzalandı, TBMM onayına sunuldu. Anlaşmanın onaylanmasının ardından Mehmetçik Katar’da konuşlandırılacak.
Ancak anlaşma metnine baktığınızda “belirsizlikler”, böylesine önemli bir anlaşmada hiç olmayacak unsurlar göze çarpıyor:
– SORU: NEDEN KATAR? YANIT: “FETÖ İLE İYİ MÜCADELE EDİYOR”- Anlaşmada, Mehmetçiğin neden Katar’a gönderileceğine ilişkin hiçbir unsur yer almıyor. TBMM Dışişleri Komisyonu’nda, CHP’li vekiller de bu soruyu soruyorlar Dışişleri Bakanlığı’ndan anlaşmayı anlatmak için gelen Büyükelçi Ümit Yardım’a… Yanıt ise son derece ilginç…
Büyükelçi Yardım, uzun uzun “Katar’ın 15 Temmuz darbesi sırasında nasıl Türkiye’nin yanında durduğunu, FETÖ ile mücadele konusunda ne kadar yardımcı olduğunu, Katar’da hiç FETÖ unsur bırakmadığını” filan anlatıyor.
Büyükelçinin açıklamalarından şu ortaya çıkıyor: Bundan sonra FETÖ ile iyi mücadele ediyor diye bazı ülkelere, Mehmetçik gönderilecek… O ülkeleri korumak, gerekirse de o ülkeler adına savaşmak üzere…
– “TÜM MASRAFLAR KATAR’A AİT”- Anlaşmada dikkat çeken bir başka unsur, Katar’a gidecek Mehmetçiğin görev yapacağı üssün inşasından orada görev yaparken ortaya çıkan masraflara kadar her şeyin Katar hükümeti tarafından karşılanacak olması…
İlk bakışta “Ne güzel işte, Türkiye’nin cebinden bir şey çıkmayacak” diye düşünenler olabilir. Onlara şu soruyu sormak lazım; “Masraflar karşılanıyor iyi de, Mehmetçik neden Katar’a gönderiliyor?” Elbette Katar’ın güvenliğine “katkı için”. Yani Katar, komşularıyla bir sorun yaşasa, Mehmetçik devreye sokulacak, Katarlılar Mehmetçik tarafından “korunup kollanacak”. Yani Katar’ın yaptığı masrafları, Mehmetçik “kanıyla” ödeyecek. Ama Türk maliyesinden “tek kuruş bile çıkmayacak…”
Lafı dolandırmaya gerek yok…
CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, lafı hiç dolandırmadan, Mehmetçiğin düşürüldüğü durumu da sorduğu sorularla özetledi bile…
“Türkiye Katar’da ne karşılığında askeri üs kuruyor? Bunun masrafını niye Katar karşılıyor? Kaç yıl orada olacağız? Katar’ın stratejik önemi nedir, hiçbir askeri gücü olmayan Katar’ın bize ne faydası olacaktır? Türk askeri para karşılığı Katar’ın jandarmalığını mı yapacak? Sünni blokun Şii eksenine karşı korunması görevini mi yapacak?”
– ASIL HEDEF “İRAN” MI?- Tüm bunları bir de İran Savunma Bakan Hüseyin Dekhan’ın, Suudi Arabistan’ın başını çektiği, Katar’ın içinde yer aldığı Sünni Arap bloğuna karşı “Mekke ve Medine hariç güvenli yer bırakmayız” tehdidiyle birlikte okuyun.
İran bu sözünü yerine getirmeye kalkıp, Katar’a da saldırsa ne olacak? Doğru düzgün ordusu olmayan Katar adına Mehmetçik mi İran’la çatışmaya sürülecek? Ardından Suudi ve Katar çıkarlarını korumak için Türkiye de İran’la çatışmaya mı girecek? Bu soruların da yanıtı yok.
– “MAHKEMELER” DEĞİL “HÜKÜMETLER” ANLAŞMAZLIK ÇÖZECEK- Durun, daha bitmedi… Anlaşmanın son derece vahim bir başka unsuru daha var. Anlaşmanın 16. maddesi aynen şöyle diyor: “Herhangi bir anlaşmazlık taraflar arasında müzakereler yoluyla çözümlenir ve çözüm için herhangi bir ulusal ya da uluslararası mahkeme ya da üçüncü tarafa götürülmez.”
Katar’ın bir çeşit “aşiret devleti” olduğunu, tek adamla -Emir- yönetildiğini, ülkede hukuk da bizzat “Emir’in emirleri” olduğunu biliyoruz da… Ya Türkiye Cumhuriyeti? Anlaşma, Katar’da Mehmetçiğin yaşayabileceği küçük ya da büyük her türlü olumsuzluk konusunda mahkemeleri devre dışı bırakıyor. Türkiye Cumhuriyeti bir “hukuk devleti” değil miydi? Yaptığınız ev kirası sözleşmelerinde bile “şu mahkeme yetkilidir” diye yazarken, Katar’a göndereceğimiz Mehmetçiğin yaşayabileceği sorunlar için ulusal ve uluslararası tüm mahkemelerin “devre dışı” bırakılmasının nedeni ne olabilir?
Tüm bu unsurları alt alta toplayın. Mehmetçiğin Katar’da yapacağı görevi tek kelimeyle özetlemek gerekirse akla ilk olarak “lejyonerlik” geliyor. Ben durumu özetleyen daha iyi bir tanım bulamadım. AKP hükümeti ya da Genelkurmay Başkanlığı, Katar’da Mehmetçiğin durumunu daha iyi ifade edebilecek bir tanıma sahipse, lütfen kamuoyuyla da bir zahmet paylaşsın…
SONRAKİ AŞAMA “PKK’YI TERÖR LİSTESİNDEN ÇIKARMAK” MI?
AKP hükümeti Suriye’deki PYD-YPG konusunda o kadar çok hata yaptı ki!
İlk hata, Suriye’deki Esad rejimi konusundaki “üç saatte Şam’da namaz” yaklaşımıydı. AKP hükümeti, Suriye’deki rejimle adı konulmamış “savaş” durumuna geçerken, Esad’ın birkaç ay içinde düşürüleceğini, yerine de Türkiye’deki İslamcıların pek sevdiği İhvan-Müslüman Kardeşler çizgisinde bir hükümet getirileceğini hesapladı. Esad’ın direnmesi, başka aktörlerin devreye girmesi, çatışmaların uzaması ihtimali hiç düşünülmedi. Dolayısıyla da, Suriye’nin kuzeyinde dağınık, tüm haklarından mahrum yaşayan Kürtlerin PKK terör örgütü kontrolüne girip, örgütlenebileceği hesaplanamadı.
Ardından “görmezden gelme” yaşandı. PKK terör örgütü Suriye’nin kuzeyine yerleşirken, AKP hükümeti de Türkiye’deki ne idüğü belirsiz “barış süreci”yle meşguldü. PKK’nın Suriye’deki zihni destekçilerini, örgütleyip “silahlı güç” haline getirmesi üzerine gidilmedi.
Üçüncü aşama “yalpalama” oldu. IŞİD’in ilerleyişine karşı direnen PKK’nın örgütlediği PYD-YPG unsurları zaafa düştüklerinde ABD devreye girdi. O dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan bir gün önce “Kobani düştü düşüyor” derken, ertesi gün “Kobani düşmesin” diye Iraklı peşmergelerin Türkiye topraklarını kullanarak Suriye’ye girmesine, PYD-YPG’yi IŞİD’in elinden kurtarmasına izin verdi.
Dördüncü aşama, Türkiye’deki “barış sürecinin” AKP’nin oylarını düşürdüğünü gören hükümetin, üzerine “milliyetçilik” gömleğini geçirmesi oldu. Önce görmezden gelinen ardından “yardımına koşulan” PYD-YPG’ye karşı bu sefer topyekün savaş ilan edildi. O kadar ki, bir terör örgütü Türkiye’yle bir tutularak, “ya onlar, ya Türkiye” gibi bir söylem belirlendi.
Ancak dört yılda yaşanan bu kadar yalpalama sonucunda iş işten geçmişti; YPG-PYD -AKP hükümetinin de bizzat desteğiyle (MİT/TSK korumasında, tam da bir 29 Ekim günü Türkiye topraklarından geçirilen Iraklı peşmergeleri hatırlayın)- Suriye’de hatırı sayılır bir toprak parçasının kontrolünü ele geçirdi. Üstelik, kendisine ABD gibi Rusya/İran gibi müttefikler edindi.
Şimdi sıra “çete” kıvamındaki PYD-YPG’nin “ordu” haline getirilmesine geldi. Bu iş de, bizzat ABD Başkanı Trump’ın talimatıyla PYD-YPG’ye ağır silah sağlanarak gerçekleştirilmeye başlanıyor.
Tüm bunları alt alta koyunca Ankara’daki AKP hükümetinin Trump yönetimine karşı yeri göğü yıkmasını beklerdiniz değil mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump ile görüşmek üzere Washington’a gidiyor.
Bir sonraki adımın PKK’nın da önce ABD’nin, ardından AB’nin terör listesinden çıkarılması olmasından korkuyorum…

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/zeynep-gurcanli/mehmetcik-lejyoner-mi-oluyor-1849729/

Sayın Uğur Dündar,
BOP eş başkan kaşar dinci ve sözde siyasetçi, vatan ve millet haini, ileri demokrasi mucidi Recep Tayyip Erdoğan(!)

ABD’nin asıl hedefi büyük Kürdistan’ı kurmak!..

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesinde çarpıcı tespitler:
Sevgili okurlarım, ABD Başkanı Trump’ın, PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD’nin askeri kolu YPG’ye ağır silah ve mühimmat verilmesi kararını alması Türkiye-ABD ilişkilerini ağır bir krizin eşiğine getirdi. Gelişmeler, Amerika ile Batı dünyasında geniş yankı yarattı. Örneğin İngiltere’de yayımlanan Times Gazetesi “Trump’ın bu adımının Türkiye’yi küçük düşürdüğünü” yazdı. ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey de, “Kararın Türkiye açısından ihanet olduğunu, Ankara’nın misilleme yaparak İncirlik Üssü’nü kapatabileceğini” açıkladı.
Krizin çok dikkat çeken yönü ise Trump’ın acele ederek kararını Erdoğan’la Beyaz Saray’da 16 Mayıs’ta yapacağı görüşmeyi beklemeden açıklatmış olması!.. Bu davranış basınımızda ve siyasi çevrelerde diplomatik nezaketsizliğin de ötesinde “aşağılayıcı” olarak değerlendirildi. CHP yönetimi, Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyareti kararını gözden geçirmesi gerektiğini belirtti. Bazı emekli büyükelçilerimiz de ziyaretin iptalini önerdiler.
Bu durumda tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Sayın Şükrü Elekdağ’a, bu krizi nasıl yorumladığını sordum.
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Önce, Trump’ın erken karar almak suretiyle Ankara’ya nasıl bir mesaj vermek istediğini değerlendirelim. Ankara, Erdoğan-Trump görüşmesinin verimli geçmesi için gerekli ön hazırlıkların yapılması ve bir altyapı oluşturulması amacıyla Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nden oluşan üst düzey bir heyeti Washington’a göndermişti. Bu heyet muhakkak ki Amerikalı asker ve sivil muhataplarına, Ankara’nın endişelerini, sorunun çözümüne yönelik önerilerini detaylı bir şekilde izah etmiş ve YPG’nin silahlandırılmasının ilişkileri sürükleyeceği tehlikeli çıkmazı vurgulamıştır. Yani Trump, YPG’yi ağır silahlarla donatma kararını, Türk heyetiyle yapılan görüşmelerle ilgili olarak kendisine sunulan rapor ışığında vermiştir. Bu durumda, Trump’ın, kararını erken açıklatarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şu mesajı vermek istediği tartışma götürmez: “Rakka harekâtını PYD/YPG ile yapacağım. Bu kuruluşu savaşın icaplarına göre silahlandıracağım. Bu husustaki kararım nihaidir ve müzakereye açık değildir!..”
UĞUR DÜNDAR (UD): Bu açık mesaja rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan Washington’a gitmeli mi?..
ERDOĞAN, BEYAZ SARAY’A MUTLAKA GİTMELİ
(ŞE): Evet, gitmeli!..
Çünkü, Türkiye için yaşamsal nitelikte önemli ve ağır sonuçlar doğurabilecek bir güvenlik sorunuyla karşı karşıyayız. Erdoğan’ın Trump’la yüz yüze görüşmesi şu nedenlerle zorunlu: Birincisi, Washington’da taşlar henüz yerine oturmuş değil… Bu ortamda bazı siyasetçi, komutan ve diplomatlar kararı savunurken, bazıları da Türkiye ve Irak’ta PKK’ya terörist diyen ABD’nin, onun Suriye’deki uzantısı PYD’ye “ortak” demesini anlamsız buluyor. Ayrıca Trump’ın, 1 Mart Tezkeresi nedeniyle Türkiye’ye beslediği husumeti bir türlü unutamayan CENTCOM’un (Irak ve Suriye’den Sorumlu Merkezi Komutanlık) etkisi altında kaldığı ABD basınında sıkça yer alıyor.
İkincisi, Erdoğan ile Trump, 25 Mayıs’ta Brüksel’de toplanacak NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ne katılacaklar. Bu toplantı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ABD’nin kararının sakatlığını ortaya koyması için önemli bir forum oluşturacaktır. Trump’la Beyaz Saray’da yapacağı yüz yüze görüşme, Erdoğan’a, NATO zirvesi için hazırlanma imkânını sağlayacaktır. Son olarak da Trump’ın kararı, harekâta gerekli bütçe tahsisi için ABD Kongresi’nde ele alınacaktır. Bu itibarla, Beyaz Saray randevusu Erdoğan’a, Trump yönetimince izlenen politikanın hatalı olduğunu Batı kamuoyuna anlatmak için kaçırılmaması gereken bir fırsat yaratmaktadır.
(UD): Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüksek perdeden konuşup, “Ortadoğu’da Türkiyesiz bir karar verilmesi düşünülemez… Türkiye’nin fikrine müracaat etmeden karar alanlar ağır bedeller öderler. Yanlıştan bir an önce dönülmesini temenni ediyorum” diyor. Yani Erdoğan, “Ben Washington’a, Trump’a fikir değiştirtmek için gidiyorum” diyor. Bu sözlerini nasıl yorumluyorsunuz?

AMERİKA PYD/YPG’YE DAHA FAZLA GÜVENİYOR
(ŞE): Bence, bu noktadan sonra Trump geri adım atmaz!.. Ama Erdoğan, yaptığı açıklamalarla Trump’a kendi kırmızı çizgilerini kabul ettirmek için Beyaz Saray’a gideceği algısını yaratmak istiyor. Washington’a giden heyetin yaptığının ön görüşmelerden ibaret olduğunu, kendisinin söyleyeceklerinin ise “virgül değil nokta değerinde olacağını” söyleyerek, Beyaz Saray randevusunda ezber bozucu görüşler ortaya koyacağını ima ediyor. Ancak bu ifadelerin boş “retorik” olduğunu biliyoruz. ABD yönetimi Rakka’nın ele geçirilmesi için PYD/YPG’ye Türkiye’den ve yandaşı Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) daha çok güvendiğini ortaya koydu. Zaten ağır silah ve mühimmatı YPG’ye teslim etmeye başladılar bile!..
(UD): Amerika’nın Suriye stratejisi Türkiye’nin bekasına ve ulusal güvenliğine en ağır tehdidi oluşturuyor!..
TÜRKİYE’Yİ TEHDİT EDEN ÖRGÜTLERLE İŞBİRLİĞİNDE
(ŞE): Doğru!.. ABD, Türkiye’nin ulusal ve toprak bütünlüğüne karşı en ciddi, en acil tehdidi oluşturan ve en acımasız terörü yürüten PKK/PYD ile işbirliği yapıyor. Gerçekte Türkiye’nin son yıllarda karşılaştığı tehditlerde olağanüstü bir artış var. Savunma Bakanı Işık, son iki yılda yapılan operasyonlarla askerimizin 10 bin PKK teröristini öldürdüğünü, bu suretle PKK’nın belinin kırıldığını övünerek açıkladı. Ne yazık ki, PKK’nın belinin kırıldığı doğru değil! Çünkü Rakka harekâtından sonra Türkiye, karşısında büyük çoğunluğu Amerika tarafından eğitilmiş ve ağır-modern silahlarla donatılmış 60 bin kişilik bir PKK/YPG ordusu bulacak. Esasen, ABD’nin Rakka harekâtını YPG ile yapmasının başta gelen bir nedeni, savaştan başarılı çıkacak PYD’nin barış masasına oturarak meşruiyet kazanmasını ve ABD’nin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan Kürt Özerk Bölgesi üzerinde hak iddia edebilmesini sağlamaktır.
(UD): ABD Suriye’de, IŞİD’le mücadele amacıyla bulunduğunu söylüyor olsa da, Washington’un esas amacının “Büyük Kürdistan”a zemin hazırlamak olduğu artık gün ışığına çıkmış durumda…
(ŞE): ABD’nin Ortadoğu için en önemli jeopolitik dizaynı “Büyük Kürdistan” projesidir. Bu projeyi uygulamada Washington’un orta/uzun vadeli hedefi, kendi patronajında ve ABD’ye velinimet olarak bakan Barzani’nin yönetiminde bir Kürt jeopolitik havzası yaratmaktır. Bu stratejik bir karardır. Bu havzada öncelikle atılacak adım, Kuzey Irak’ta Kürt Devleti’nin ilk nüvesini oluşturmak ve bunun Suriye’nin kuzeyindeki Akdeniz’e çıkışı olan “Kürt koridoruyla” birleştirilmesidir. Sonra da bu devletin Türkiye’nin Güneydoğu bölgesiyle bütünleşmesi ve böylece “Büyük Kürdistan”ın ilk aşamasının kurulmasıdır. “Büyük Kürdistan”ın ABD için önemi, zengin gaz ve petrol rezervlerine sahip bulunmasından, stratejik konumundan ve bölgede İsrail gibi tam güven duyacağı ikinci müttefiki yaratacak olmasından ileri geliyor. ABD, bölgede kendisine biat edecek ve askeri kuvvetlerinin operasyonlarını sorgulamadan ve hiçbir kısıtlama koymadan gerçekleştirmesini kabul edecek müttefik arıyor. Barzani’nin başkanlığında oluşturulacak “Büyük Kürdistan Devleti” böyle bir müttefik olmaya en ideal adaydır. ABD’nin bölgesel stratejisinin kilit unsuru olacaktır. İsrail ise silahlanmasına azami önem vereceği bu yeni devletle, Arap dünyasına karşı bir müttefik ve güvence kazanacaktır.
TRUMP’IN VERECEĞİ SÖZLER LAFTA KALIR
(UD): Türkiye’nin dış politikasını ve savunma stratejisini bu gerçekler üzerine bina etmesi zorunlu!.. Şimdi Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyaretine dönelim. Trump, Türkiye ile krizin tırmanmasını önlemek için ne gibi sakinleştirici önerilerde bulunabilir?
(ŞE): Muhtemel öneriler şimdiden basına aksetti. Bu bağlamda, Rakka’nın IŞİD’den temizlenmesinden sonra demografisinin değiştirilmeyeceği ve Araplara teslim edileceğinden ve PKK ile mücadelesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “anlık” istihbarat verileceğinden söz ediliyor. Kamuoyumuz Başkan Bush döneminde bu anlık istihbarat desteğinin ABD makamlarınca nasıl istismar edildiğini hatırlayacaktır. Yani ortada ciddi, dişe gelir bir öneri yok! Bir de Türkiye’nin güney sınırlarına ABD tarafından güvenlik sağlanması önerisi var ki, buna gülüp geçmek lazım! Üzerinde önemle durulması gereken bir nokta, Trump’ın kararına Türkiye’nin nasıl mukabele edeceğidir. Ancak, bu konunun sağlıklı bir şekilde irdelenmesinin, Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyareti sonuçları ışığında yapılması isabetli olacaktır.

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/ugur-dundar/abdnin-asil-hedefi-buyuk-kurdistani-kurmak-1848353/

Sözcü yazarı Sayın Rahmi Turan’a açık cevap

Sayın Turan soruyor:
Erdoğan’ın Çin’de Çipras ile görüştüğünü yazdıktan sonra…
Neden Yunan başbakanına burnumuzun dibindeki adalarda yaşanan rezaleti dile getirmediğini soruyor. Kendince acaba korkuyor mu diye de ekliyor.

Sayın Turan,
G.t kıllarının g.tü…
Neticede bir “dünya” lideri, öyle kolay kolay korkmaz Efendim, korkmaz!
Dini, imanı, Allah’ı, peygamberi para olanın tek efendisi, tek korktuğu vardır…
Para, paranın gücü karşısında süt dökmüş kediye döner Efendim.

Çok olmadı…
Sözde darbe gibi sözde referandum öncesiydi…
Girin bakin arşivlerime, yazdım, bakmayın esip gürlediğine, dünyayı ayağa kaldırırım dediğine….
Bacak arasındakini ancak kaldırır, o da belki…
Demişimdir tanrıları onu dize getirir, bak dize geliyor bile…
Avrupa Birliğine, Amerika’ya esip gürlemek için g.t kıllarının g.tü olmak yetmez…
Her şeyden evvel yürek gerek akıl gerek plan – program gerek…
İnsan olmak, adam olmak, erkek olmak gerek, ERKEK!

NRW

Nordrhein Westfalen…
Almanya’nın en kalabalık eyaleti. Dün seçimler vardı. Belki inanmayacaksınız ama alt tarafı bir eyalet seçimi olmasına rağmen dünyanın dört bir tarafından, mesela Katar, ABD, Avrupa ülkeleri zaten 1000 kadar gazeteci toplandı Düseldorf’ta.

Peki, bu seçim neden bu kadar önemliydi?
Çünkü genel seçimlerin bir öncesiydi. Sosyal Demokratlar bugüne kadar girdikleri seçimleri tek tek kaybederken, öldü denilen Merkel girdiği her eyalet seçimi kazanıyordu. Daha doğrusu partisi.
Size bir şeyler hatırlatıyor, sizde bir çağrışım yapıyor mu?
Aman kardeşim sende…
Burası Almanya, Türkiye değil ki!

Neyse, sonra devam ederiz…
Bilirsiniz bir özdeyişimiz vardır; “alışmış kudurmuştan beterdir!”
İnsan kaşar olmaya görsün, evet, evet kaşar dedim. Siz anladınız ne demek istediğimi!

ABD ziyaretinin öncesinde “bizim” kaşar yine herkese had, herkese demokrasi dersi veriyordu…
Haliyle ileri demokrasi bu, kolay değil böylesi, mucidi Recep Tayyip Erdoğan, partisi AKP…
Bugün günlerden, eğer doğru hesaplandıysa 19 Şaban 1438. Nasıl ki zibidi…
1400 küsur senelik dinimizi yeniden yazdı, helali – haramı birbirine kattı, öylesine de demokrasi denilen kavramı yeninden yorumladı. Haliyle diyecek…
“Bunların demokrasiden, siyasetten haberleri yok!”

Dedik ya alışmış kudurmuştan beter…
Güzel ülkemizin çirkin kaderi, herifler, hani kendimize baş seçtiklerimiz…
Ki “iktidarı – muhalefeti” ile birlikte >>> g.t yalamaya <<< öylesine alışmışlar ki, doyamıyorlar kardeşim doyamıyorlar. Önce Putin…
Şimdi Trump!
Yala bakalım ne olacak?

Tabii gerçek demokrasi, daha doğrusu günümüzde temsili demokrasi ile ileri demokrasi arasında dünyalar var. Aranızda Mehmet Ağar’ı hatırlayanlar var mı?
Parti kurmuş, seçimlere katılmış…
Başarısız olunca istifa etmişti!!!

Merkel…
Kadını günahım kadar sevmem. Ama Allah var yukarıda, ülkeyi iyi yönetiyor. Almanya’nın hem ekonomik hem siyasi ağırlığı var dünyada. Temsil ettiğinin yüz seksen derece tersi Martin Schulz, sosyal demokratların başı. Ki Atatürkçü kimliğimin yanı sıra sosyal demokrasi bana siyasi yelpaze içeresinde en yakın duranı. Aman ne umutlar bağlandı bu adama, aman ne umutlar.
Schulz rüzgârı, “fırtınası”…
Ilık bir meltemden öteye geçemedi(!)

Dün, seçim sonuçlarının açıklanmaya başlamasıyla birlikte eyalet başkanı, sosyal demokrat parti üyesi anında istifa etti. Kadın başarısızlığının bedelini istifa ederek ödedi.
İleri demokrasinin kerameti olsa gerek…
İstediğin kadar çal – çırp, ülkeyi bir bataklıktan ötekine sok, felakete götür…
Girdiğin her seçimi kaybetmene rağmen, koltuk sevdası(!) G.tleri koltuğa 404 ile yapışmışçasına kimsenin isafa etmeye niyeti yok. Zaten hesap soranda yok ya…
Menopoza girmiş karılar gibi sinirli köpekler, ihtiyar bunaklar…
Uluyup duruyor…
Alan memnun, satan memnun!