Educational trip

“Seni ben bile kurtaramam”
Böyle diyor hatırı sayılır, mevki sahibi bir dost…
“Vaz geç bu işten, vaz geç, sus!”

Evlat…
Ve evlattan vaz geçilmez, kendinden geçersin ama evlattan asla vaz geçemezsin!

Evlat siyaset ve ticaret okuyor, taktı sıpa yoksa çoktan mastere başlamıştı…
Utanç vesilem ama gelip bana danışmadı, müdanası yok pezevengin, gelseydi…
Bildiğimi, hele bilişimi öğretmez miydim can ile baş ile?
Diplomasi benim “hedefim” onu diplomasiye yönlendirmek, özel ilgi alanı Ortadoğu…
Tutturdu Israil diye ki hâkli, İkinci dünya savaşından sonra Israil hesaba katmadan Ortadoğu siyaseti
düşünülemez bile. Eskiden, hani AKP öncesi…
Türkiye Cumhuriyetinindi bir ağırlığı vardı coğrafyada, bir yere kadar söz sahibiydi. Özellikle silahlı kuvvetleri sayesinde. Kafası basmaz hayvanlar, hele sözde liderleri, göt yalayıcısı…
Aklınızın bile alamayacağı, hayal dahi edemeyeceğiniz zorluklar çıktı…
Bana kalsa ki biliyorum Allah yanımda, >>> anında vaz geçeceğim <<<, tek başına yollamak istemedim, tehlikeli yerler. Hadi dedim ailecek gidelim, hem Kudüs’ü ziyaret ederiz. Üç Hak dininin kutsal toprakları. Niyet ve kısmet…
Hanımı bırakmak zorundayız Almanya’da, baba – oğlu gideceğiz, kısmetse bir daha hafta Salı. Hotel, kiralık araba, uçak biletleri hepsi ama hepsi, aklınıza ne gelirse alındı, rezervasyonu yapıldı, parası ödendi. Ne para görüyor gözüm ne pul…
Bana kalsa anında vaz geçeceğim. Educational trip denilen, eğitim gezisi, evladın istikbali için olmasa…
Ne Mekke ne Medine, çocukluğumdan beri aklımda Kudüs…
Her şeyin başladığı ve bittiği nokta. Allah hayırlara çıkarsın, batıl inanç demeyin, tecrübe…
Ne zaman zorlasam başım belaya girer, Yaratana sığınırım…
Kalbimle, sevdiklerimle, tüm kalbimde olanlarla Allaha sığınır onun takdirine boyun eğerim.

Hep derim…
Üç beş sene, niyet ciddi, ben samimi, kalp temiz…
Yürek papatyada, gülde, akıl hep yanında, onda…
Önce Allah’a sonra bana inanıyor, güveniyorsan biliyorsun gerisini…
İçime bir korku girdi, gerçekten kokmaya başladım, hayra alamet değil tüm bunlar, son günlerde yaşadıklarım, gördüklerim, korkuyorum!!!

Ben bilmiyor muyum, beni gerçekten geri zekâlı mi sandın?
Olmasa…
Olmasa ama oldu…
Verdiğim sözden dönmem, tutamayacağım sözü vermem.

Ama korkunun ecele faydası yok. Takılacağım evladın peşine, yalnız bırakmam imkânsız…
Anla, anla beni ve dikkatli ol, kendine, evlada çok dikkat et. Etraf sapık dolu, araba, kamyon, bıçak, balta demiyorlar. Ve ben her yerde aynı anda olamam. Ruhum dedim, gerçek bu, beni yeter ki yüreğinde his et, hep yanında, hep çevrende, hep gözüm üzerinde!

Bu gocunma niye?

Böyle bir zibidiye destek veren, yetmedi senelerden beri destek vermese bile dolaylı yollardan, onun hala iktidarda kalmasını, > tepkisizliği < ile sağlayan insana, topluma kimsenin saygısı olmaz. Kimi, neyi muhatap alsın dünya?
Neden gocunursun?
Kalk ayağa ve yık AK Sarayı başından aşağıya bak bakalım dünyanın sana saygısı nasıl artacak.
HAYIR desen bile O ne yapacak, yapacak O sandıktan EVET çıkacak!

Sen…
Bu zihniyetin seçimle gideceğine gerçekten inanıyor musun?
Ne kadar safsın arkadaşım.

Bohçacıyız vesselam, torbacı

Sebze çorbası mübarek, havucu, patatesi, soğanı, pırasası ve kerevizi…
Ne bulursak atıyoruz tencereye ne çok severiz elma ile armudu bir torbaya atmayı…
Bohçacıyız vesselam, torbacı!

Maydanoz oluruz köfteye ama harcı eksik ne soğan var ne kimyon, ekmek hak getire…
Olsun…
Yanına hıyar salatası var ya, hıyardan çok, hıyardan bol ne var bu koca dünyada?

On beş senedir torba yasalarla yönetiliriz mesela…
Kanun hükmünde kararname başka bir adı…
Ne soran var ne sorgulayan, eyvallah çekiyoruz her şeye…
Yeter ki yılan bizi sokmasın, bin yaşasın isterse…
Ama yılan sinsi, yılan bir sürüngen…
Kapıdan olmazsa, girer bacadan.

Sözcü gazetesi nasıl tepemi attırdı…
Ya akıllı uslu dediklerim, güvendiğim tüm dağlara kar yağıyor…
Göz gözü görmüyor. Kaldım, kaldık dağ başında, kurda – kuşa, ite, köpeğe, uğursuza yem.

Satranç…
Kralların oyunudur, öyle derler…
Gerçekten de öyledir, siyaset ise emsali…
Oynayamaz her önüne gelen kenar mahalle dilberi…
Oynayamaz kerhanecisi, pezevengi…
Hele Kasımpaşalının ne haddine, uluslararası sahnede, götü boklu türbanı şırfıntısıyla…
Pohpohlana pohpohlana sanır kendini lider, muhatabı yoktur aslında…
Kimse almaz, görmez kendine onu muhatap, alay konusudur, dalga geçer – kafa bulurlar onunla.

Yoktur aslında ondan farkımız…
Ayakları edersen kendine baş, doğaldır ki dünya tersine döner…
Başlarsın kenefte sıçar gibi dışkını salgılamaya, sarar etrafı pis kokular…
Ne saygı kaldı ne sevgi ne terbiye…
Ver Şabana gitmez yabana, Hayırda çıksa Evet de çıksa ne fark eder…
Değişmedikçe tiyniyet, zihniyet ve kafa?

At torbaya kardeş, at gitsin…
Kat kavramları birbirine, kat…
Haktır sana, müstahak…
Bohçacıyız vesselam, torbacı!

İnsanlar ve makamlar

İnsanlar gelip geçicidir, eteri gider beteri gelir mesela…
Makamlar kalıcıdır, bu yüzden 16 Nisanda, Başkanlığa HAYIR!

Beklenmesi gereken iki muhtemel gelişme

Ne zamandan beri kafamı meşgul eden sorular var. Hem özel hem siyasi…
Çok düşünüp taşınmama rağmen bir türlü altından kalkamadığım, perde arkasını görmeyi bir türlü başaramadığım sorular ve cevapları. Asimetrik psikolojik savaşın niteliğidir, kafa karıştırmak. İçten içe yıkmak, bir nevi iç patlama (implosion) yaratmak. Patlamanın iki çeşidi vardır içe yönelik ve dışa etken. Implosion ve Explosion (patlamanın kendisi, tahrip edici güç dışa yöneliktir. Örnek el bombası).
Implosion tahrip edici güç içten çökmeye neden olur (Örnek Pet şişeler).

Bazen bilerek ve isteyerek aptala yatarım, bakalım ne olacak diye…
Bazen jetonum o kadar köşelidir ki bir türlü düşmek bilmez…
Bazen ise…
Aynı sağlık sorunlarım gibi dıştan görünmese, pek belli olmasa bile görünmez iki gram ama beni kemirir, bitirir.

BOP…
Büyük Ortadoğu Projesi…
Ölmedi, sinsi, içten içe, ince bir strateji yürütülerek tüm hızıyla sürmekte!

Başlayalım*…
Önce bulgular, sonra sorular ve cevaplar, muhtemel cevaplar. Altyapı esastır, sağlam temeller üzerine inşa edilmeyen herhangi bir yapı eninde sonunda çökmeye mahkumdur. Kimse…
Hiç kimse kendini, kişiliğini, bilgisini veya bilgisizliğini, görgü veya görgüsüzlüğünü, kalitesini veya kalitesizliğini ebediyen saklayamaz, mümkün değildir bu. Bir insanda asalet, bilgi ve bilgi – deneyim birikimi denilen ya vardır ya yoktur. Öncelikle temele biraz harç atalım, sonrasında inşaata başlarız. İnsan ile uğraşıp, psikolojisi, sosyolojisini göz ardı etmek olmaz. Asimetrik psikolojik savaş üzerine çok yazıldı – çizildi geçiyorum. Yazacaklarımın madde başlıkları, makalenin sınırlarını aşmamak için “üstünkörü” mümkün olan en yalın dil kullanarak meramımı anlatmaya çalışacağım. İsteyen madde başlıkları üzerinden daha ayrıntılı bilgiye ulaşabilir:

-Stampf ve Levis
-Terapi ki üst başlık, alt başlıkları söyle sıralayabiliriz, varoluşçuluk, Flooding (aşırı derecede uyarılma ki aşırıyı burada vurgulamak lazım) veya Implosion Terapisi ki tıbbi anlamda içeriye doğru çökme, büzüşme demektir
-Imagination yine Latinceden türeyen imago yani resim, hayal, hayal âlemi anlaminda
-In sensu, Latince bir kelime ve anlamı; duyu, his, duygular
-Exposition, Latince bir kelime ve anlamı; temsil, askıya alma, erteleme. Yani toplamda dış etkenlere maruz kalan kişi veya toplum. Hani hep yazarım ya insan, çevresinin, yetiştiği ortamın, bilgisinin ve görgüsünün, özellikle görgüsünün bir mahsulüdür diye.
-In vivo, yine Latince bir kelime ve anlamı canlıda, in vitro cam içinde, yani suni.
-Exposistion, Latince erteleme, temsil anlamında burada tıbben kullanılan bir terim

Sanırım salt bu madde başlıklarını derinlemesine inceleseniz bayağı bir uğraştıracaktır sizi. Tüm bu terimlerin özünde, basite indirgeyerek korku, yönlendirme yatmaktadır.
İster asimetrik psikolojik savaş teknikleri olsun, ister Flooding – Implosion yöntemleri olsun amaç…
Yönlendirme, psikolojik yöntemler ile dıştan yaratılan baskıyla, iç çökmeye sebebiyet vermektir.

Evet…
Konu çok yönlü ve inanın Recep Tayyip Erdoğan denen Kasımpaşalıyı aşan yöntemlerdir. Eğitimini, çıktığı yeri, yetiştiği ortamı, görgüsüzlüğünü VE…
Hayat akışını göz önüne aldığınızda bu ve diğer bilimsel yöntemleri kullanacak çapta bir yaratık olmadığı meydandadır…
Korku…
Var olma savaşında olan her canlıda en büyük, en güçlü dürtülerden biridir.

Bilgi…
Psikolojik üstünlük sağlayan bir unsurdur. İnsan bilmediğinden, tanımadığından korkma eğilimindedir. Unutulmamalıdır ki burada, tıbbi anlamda terapi bir olumsuzluğu düzeltme olarak görülse de madalyonun iki yüzü vardır. Bir şey olumlu anlamda kullanılabildiği gibi olumsuz anlamda da kullanılabilir. Güzel bir örnektir bıçak…
Bir kasabın elinde veya mutfakta ailesi, kendisi için yemek hazırlayan bir insanın elinde, bir katilin elinde bıçak başka başka işlevler görür. Ne Recep Tayyip, ne AKP’si veya Fethullah Gülen ve ekibinde bu çap ve kaliteye sahiptir. Salt Baykal kaseti ki görüntüleri izlediniz mi bilmem ama ne kadar kalitesiz olduklarını görmeye yeterlidir. Burada kişilerin, toplumun kendini tanıma ve nasıl tanımladığı önemlidir. Demem o ki yaptıkları, yapacaklarının teminatı olmakla birlikte bu “adamlarda” böylesine bir “oyunu” sergileyecek kapasite yok.

1. Türk Silahli Kuvetleri ki bu konuya sonra yine değineceğim için burada sadece anmakla geciyorum
2. Abdullah Öcalan örneğinde olduğu gibi ki salt bir hatırlatma, zamanında tutuklanmış Turgut Özal aracılığı ile serbest bırakılmıştır. PKK o zamanlar daha marjinal konumda. Deniz Baykal, Recep Tayyip Erdoğan’ı tutukluluktan ne sebeple “kurtarmıştır”. Son yaşadığımız diplomatik rezilliklerde neden > yine < Erdoğan’a arka çıkmaktadır?
3. Devlet Bahçeli, neden ve nasıl MHP içeresinde parti başkanlığına kadar > yükseltilmiştir <? Özellikle Alpaslan Türkeş’in kendisinden şüphelenmesine karşılık. Ne oldu da ne yaşandı, hangi söz verildi veya nasıl tehdit edildi ki durup dururken “başkanlık” sisteminin önünü açtı?
4. Kemal Kılıçdaroğlu gibi sönük, kişiliksiz ve karizmadan yoksun bir insan CHP başına getirilebildi ve orada tutunması sağlandı?

Neden?

Ve son ama en önemli soru…
Bunca güç elinde toplanmışken, mutlak bir “hakimiyet” sürdürürken, karışan – soran bir halk ve muhalefet yokken, ilahi adaletin dışında hesap soracak bir adalet kalmamışken…
Neden başkanlık, neden parlamenter yönetimin dışında bir yol arayışı, “Türk usulü”, daha doğrusu Kasımpaşalı bir başkanlık sistemi?

Herif başkanlığa oynamıyor ki!!!
Hedef çok daha büyük, çok daha vahim…
Belki farkında olmayabilirsiniz ama dünya o kadar küçüldü ki…
En ufak bir olay “dünya” tarafından algılanır oldu, globalizm yani küreselleşme, vahşi kapitalizmden bunalan kitleler kendilerine sözde “güçlü liderler” arama yoluna yöneldi. Halbuki bu gidişat dünyayı çok daha büyük ve ucu belirsiz bir maceraya yöneltmektedir. Türkiye Cumhuriyetini ve coğrafyasını hiç bir zaman göz ardı etmemek lazım.

Kusura bakmayın dostlar böyle bölük bölçük yazıyorum çünkü…
İnanın düşünmek, düşüncelerimi kaleme almak bile benden çok fazla güç istiyor, hep yazarım bir bebekten farkım kalmadı. Ne zaman uyuduğum ne zaman kalktığım belli değil. İki satır yazıyorum gözlerim kendiliğinden kapanıyor, uyuya kalıyorum.

Nerede kalmıştık?
Hatırladım, “kutlu yol” meselesinde…
Bu “kutlu yol, kutlu doğum haftası” gibi zırvaların ardında yatan gerçek nedir?
Mesele Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak, Atatürk’ü unutturmak, kazanımlarını, halka verdiklerini elinden alarak Türk milletinin onurunu kırmak mıdır acaba?
Sanmıyorum…
20. – 21. Yüzyılın en büyük soygun hareketliyle birlikte yukarıda saydıklarım, tüm yaşadıklarımız, yaşayacaklarımız ve daha bahis edeceğim iki olasılık bu “kutlu yol” Neo Osmanizm emarelerinin göstergeleridir. Durduk yere…
Hiçbir gereği olmadığı halde çıkarılan diplomatik sorunlar yumağı, Avrupa Birliğine kafa tutmalar, Avrupa birliği ülkelerine ve özellikle Almanya’ya çatmalar ki Almanya AB’nin her yönden en güçlü ülkelerinden biri, PKK’nin “faaliyetlerini” azami bir noktaya indirgemesi, Turgut Özal’ın GAP projesi…
Türk’ün karagözü, karakaşı için değildi, tümü uzun vadeli bir projenin hazırlık aşamaları, bizzat şahit olduğumuz, acıyı yaşayarak gördüğümüz gibi bu yolda sadece birer kilometre taşı, sadece aşamalarıdır. Ve tüm bu yazdıklarımın SOMUT kanıtları ortadadır, yeter ki görmek isteyelim ve görelim. Yok haçlı seferleri, yok din savaşları (…)

Somut DELILER ORTADA!

Recep Tayyip Erdoğan denen şerefsiz, haysiyetsiz pazarlamacı yaratığın siyasi babası, sanıldığın aksine Prof. Dr. Necmettin Erbakan değildir, etkilemiştir mutlaka ama > mama < babası…
İlk aşamada ve sonraki yıllarda Graham Fuller VE Georg Bush’tur. Özellikle Bush siyasetten önündeki tüm engelleri kaldıran kişidir. Bir daha… Akıl hocası, senaryoların hazırlayıcısı Fuller, siyaseten önünü açan bizzat Bush’un kendisidir. Dolayısıyla bu zibidi, bu zübük sadece bir maşadan başka bir şey değildir. O > göstermelik < esip gürlemelerin bir tek amacı vardır, geleceğe yatırım. Almanya’da ikamet ettiğim biliniyor sanırım. Internet başta olmak üzere, basın ki hem yazılı hem görsel herkese açık…
Dedim ya her şey ortada, geriye kalan 1+1’i toplamak…
Mesela Almanya’da ama özellikle Ortadoğu’da Müslümanların çoğunluğu Erdoğan’a > hayran < Özellikle buralarda yaşayan Faslılar Erdoğan diyor başka bir şey demiyor, keza bizim yurttaşlar…
İyi’de be güzel kardeşim; görmez misin? Bilmez misin, alışageldik Ortadoğu siyasetinin aksine batıda uzun vadeli planlar, projeler çizilir ve hayata geçirilir. Devlet refleksleri diye bir şey vardır. Devletin, > oturmuş < bürokratları, yasama ve yürütme organları vardır. Devlet geleneği diye, hükümetten hükümete uzun vadeli hedeflerin gözetilmesi ve takip edilmesi esastır. Güzel bir örnek…
Uluslararası tahammüller ve devletler arası anlaşmalardır. Ciddiyet burada da esastır. Ciddiyet ve güvenirlik. Estiler gürlediler “Mülteci anlaşmasını tek paraflı fes ederiz” diye, sonuç…
Bu sabah Alman haberlerinden geçti, Türkiye fes etmeyecek! Ancak konunun esas özüne bunca söze rağmen gelmiş değiliz. Peki, neden fes edemeyeceklerini biliyor musunuz? Dedim ya kişinin, toplumun bir devletin kendini tanimlama meselesi…
Recep Tayyip Erdogan “yönetimindeki” Türkiye Cumhuriyeti “Müslümanların hamisi” görünümünde.
Yok Turancılığın aksine burada ön planda olan dini inançlar yani genelde Müslümanlar özelde Mezhepçiliktir, Türklük YOK, yoktur. Herif diyor ya “her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum diye” S.ktir ulan p.zevenk, sen kim benim milliyetçiliğimi çiğneyebilecek kapasitede kişi olmak kim?

Neyse saadete gelelim artık…
Oturmuş demokrasilerde ve tabii halkın “uysal koyun” olmadığı toplumlarda parlamenter sistemin yani sıra daha farklı yönetim şekilleri, demokrasi türevleri vardır, İngiltere ve Amerika güzel birer örnektir, mesela Fransa’da öyle…
AMA….
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk toplumu ne Amerika ne Fransa nede İngiltere toplumuna benzer. Tarihimiz, kültürümüz, dini inançlarımız her şeyimiz ama her şeyimiz farklı. Coğrafyamız bile ve…
Hani hep yazıyorum ya, insan çevresinin bir mahsulüdür. Komşularımız mesela…
Yok kardeşim imkânsız bizler bu olgunluğa, bu hayat anlayışına, yaşam tarzına ayak uyduramayız, ters, bizi, hani sözde delikanlıyız ya bozar, bozar kardeşim, bozar. Bak Trump’a…
Herif dünyanın en güçlü “adamı” AMA istediğini yapabiliyor mu?
Fren mekanizmaları var, istediğini yapamıyor! Zaten böyle olması lazım, ortaça da mi yaşıyoruz ki >bir kişi< astığı astık kestiği kestik olsun?

Bin bir dereden su getiriyorlar, illa başkanlık sistemi gelmeliymiş. Çünkü coğrafyamıza, bu coğrafyada yaşayan insanlara, geleneklerimize, geçmişimize, “alışıla geldik’e” ters. Birkaç numara birden bol geliyor “demokrasi gömleği” bize. Hele demokrasinin ilerisi bildiğimiz şekliyle otokrasidir, neydi otokrasi? Yönetimin bir kişi veya zümre tarafından ele geçirilmesi ve demokrasinin aksine halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesi ve çözüm üretmesi değil, otokrat(si) yetkileri tek elde toplayan, kendince güzel ve doğru olanı dayatmasıdır. Zaten demokrasiyi trene benzetip istediği yerde inip binebileceğini sanan bir zihniyetten başkacası beklenemezdi. Her iki ihtimal içinde MUTLAK “HAKIMIYET” elzemdir. Demokrasiyle olacak şey değildir. Söylemleri, yani iki başlılığın altında yatan gerçek budur çünkü. Neyse, geçelim ve beklenmesi muhtemel gelişmelere, yine kendimce ortaya koymuş olduğum soruların cevaplarını yanıtlamaya çalışalım.

Muhtemel gelişmelerden biri ki burada Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu soruları, yani işlevleri yanıtsız kalmaktadır. Bulamadım, mantıklı bir cevap bulamadım bu ikisine. Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır diyerek daha baskıcı bir yönetim şekline girecek olan bir Türkiye beklenebilir. Ve asıl hedef olan “Müslüman aleminin hamisi”, “halifesi” rüyası gerçekleşebilir ki burada ikici muhtemelden sonra önlerine çıkacak en büyük sorunun, engelin bu rüyanın bir hayal kalması gerçeğini ortaya koyacağı kanısındayım. Offf…
Çok karmaşık bir cümle oldu, açalım…
İkinci ihtimal ki, olmaz falan demeyin olursa beni hatırlarsınız…
Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu da içine alacak bir şekilde, muhtemelen danışman veya “vekil” olarak bir çeşit “geçici başkanlık” ile ülkenin yönetilmeye çalışılmasıdır. Neden geçici?
Çünkü…
RAND Corporation gibi bir kurulusun hesaba katamayacağı faktörler hakimdir Ortadoğu’ya, batıya “yabancı” olan duygusallık mesela. Rasyonel (akılcılık, mantık) ile irrasyonelin çatışması anlayacağınız. Bu geçicilik Atatürkçü “halk kesimini “biraz rahatlatacaktır…
Evet, bu gibi kuruluşların bile hesaplayamadığı bir gerçeklikle karşı karşıya kaldılar…
Tek kelimeyle ATATÜRK…
Atatürkçü, milliyetçi direniş…
Neler denemediler ki, etnik guruplara ayırmayı, mezhepçiliği, dil, din, ırk farkı gözetmeyi…
Ama Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti, cumhuriyetçilik düşüncesi ki doğudan batıya, güneyden kuzeye hâkim. Yıkamadılar, yıkamayacak, unutturamayacaklar(!)
Eğer…
Bu üçlü şer ittifakı beklenenin aksine başarılı olur gerçekten “Müslüman alemini” bir araya getirmeyi başarırsa ki Iran bunun önünde en büyük engel olacaktır, yani NEO Osmanizm’i > hortlatmayı < başarabilirlerse eğer (Ekmeleddin İhsanoğlu diyor, MHP – YCHP ittifakını hatırlatıyor, başka bir şey demiyorum) işte o zaman “sayın” halkımız ne eder kestiremiyorum. Haklısınız, bilerek ve isteyerek sayın kelimesini tırnak içine almış ve küçük yazmış bulunuyorum, bilerek ve isteyerek. Gelelim Recep Tayyip Erdoğan ve zihniyetinin düşünemediği, hesaplayamadığı ama eminim mesela RAND Corporation’un hesaba katıklarına. Öncelikle neden düşünemiyor, hesaba katamıyorlar kanaatine vardığımı açıklamak istiyorum, çok basit…
Çünkü düşünebilseler, hesaba katmış olsalar, yani yönetilip – yönlendirilmemiş olsalar özellikle bir – iki konuda çok ama çok daha dikkatli olurlardı

Uzun vadede, yani asıl hedef olan “İslam Birliği ve halifelik” yolunda önümüze konan, bizlerden yerine getirmemizi beklenenler yenilir – yutulur lokmalar mi yoksa biz “O gizemli gücün” > sadece < başka bir uğurda maşaları miyiz?

Bu veya benzeri bir soruyu sormuş olmaları ve eğer gerçekçi bir yaklaşımla, temiz bir yürek ve dini inançlar bütünlüğü ile harekete geçmiş olsalardı, ne AKP – Erdoğan zihniyeti, Fethullah Güllen > ikilisi < “rant” uğruna, güç paylaşımı uğuruna birbirlerine girerlerdi ne Türkiye ve dünya yaşananlara şahit olurdu. Özellikle o soytarının defalarca kandırıldık itirafı sanırım bu idamı kanıtlayacak güçtedir. Dikkatinizi çekerim, çünkü bende bu konuda bir “cambaz” sayılırım…
Kelime cambazı, hani hitabet sanatı…
Allah var yukarıda, “yiğidi” öldür ama hakkını yeme demiş atalar, ağzı iyi laf yapan ve bir yerde hitabet sanatına vakıf bir kişiliği var soytarının. Kurduğu cümleler, ağzından çıkan laflar ki kendini kaybetmediği sürece düşünülmüş sözlerdir. Ama…
Laflarıyla sol gösterip sağ vurabilecek bir yeteneğe sahip. Tam bir salata ya, salata…
Ortaya karışık, hani deli atar kuyuya bir taş kırk tane akıllı çıkarmaz kuyudan derler ya o misal. Sözlerinin altında yatanlar, hani satır araları…
İşte mesele onları okuyabilmekte.

Kereviz mi, yoksa hıyar, hıyarağaları mi bilemeyeceğim…
Ancak akıllı, bilgili, öngörü sahibi ve dürüst olmadıkları ortadadır. Tüm mesele köprüyü geçene kadar, geçtikten sonra ayıya dayı demekten vaz geçip gerçek yüzleri ortaya çıkan tipler bunlar.
Erkekler arasında yazılmamış bir kanundur, çoğu bilir ve tatbik eder…
Herkesle içki masasına oturulmaz. Herkes eve, hani yuva dediğimize buyur edilmez, alınmaz…
In vino veritas, şarapta gerçeklik yatar!

Şüphesiz kaldırıldılar ama kim veya kimler tarafından?
Neden Obama – Erdoğan “ikilisinin” yıldızları barışmadı, niye Fethullah Güllen hala Amerika Birleşik Devletleri’nde ikamet ediyor?

Quid pro quo…
Latince bir deyim, sevdiğim, değer verdiğim bir nevi tanımlama. Tıpta, sosyolojide, psikolojide, ekonominin bilimsel dalında kullanılan ve yeri olan bir deyim. Türkçeye çevirip çok basite indirgersek
Al gülüm, ver gülüm meselesi…
Cooperation (Latince), Kooperation (Almanca), Cooperation (İngilizce), iş birliği Türkçe…
Homo oeconomicus tanımını ilgilenenlere araştırmalarını tavsiye ederim, daha ayrıntılı bilgi edinirsiniz. Belki Recep Tayyip Erdoğan şahsında vuku bulan bu doymak bilmez para ihtirasını, aşkını daha iyi anlamış olursunuz.

Ya dostlar işte böyle, her şey göründüğü gibi olmayabiliyor…
Veya olduğu gibi görünmeyebiliyor, yalın gerçekler, hani benim hep perde arkası dediğim…
Bu zihniyetin düşüncesizliğini ve bilgisizliğini, görgüsüzlüğünü, mantık ve sağduyu yerine duygularıyla hareket etmesinin bedelini ülkece ödemek durumunda kalacağız, her yönden. Güvenlik ve ekonomik açıdan çok büyük bir sarsıntı geçirdik ve daha büyüğü bizi beklemektedir. Buna hazırlıklı olmalıyız. Hep bana Rabbena olmuyor göreceksiniz.
Şark kurnazı, makam – mevki sahibi oldu diye kendini bir bok sanmaya başladı. Halbuki siyaset denilen salt içe yönelik siyaset değildir, ben evimde astığım astık, kestiğim kestikleri oynayayım, herkesi susturayım aynen dışarıda da böyle hareket edebileceğimi sanayim, mesela çalıştığım yerde veya iş ortaklarımla evdekilere davrandığım gibi davranayım, eloğlu seni ne zaman kadar çeker?
Hani hep derim ya görgü, görgü çok önemli. Koyma pınar pınar olmaz, dipten kaynayacak.
Siyasetin ekonomik, teknolojik, eğitim, din, sosyal, askeri ve daha birçok yönü ve iyi kötü kısa, orta ve uzun vadede hayata geçirilmesi düşünülen şekilleri vardır. Esas oğlan, has oğlan, kel oğlan…
Sandı ki eloğlu ona yol verecek ve O yürüyecek…
Eyyy oğlum ey, uyan. Gördüğün hayal, çölde serap!

Dün okudum, Gazilik unvanı vermeyi düşünüyormuş Tayyip Büyük Millet Meclisi…
Sayın Coşkun nasıl yazmıştı?
“Olur mu olur, komik olur”
Gülünç, tuhaf olur değil mi? Sadece garip olur, garip!
Ancak Ortadoğu coğrafyasında, orada yasayan halklar açısından bu bir nevi olmazsa olmazlardan. Alışmış kudurmuştan beterdir der atalar, alışmış halklar bir kez ille BIR ÇOBAN lazım…
Bir çoban olacak ki koyunlar peşine takılsın…
Kul zihniyeti, kul olsunlar da kimin kulu, esiri, kölesi olurlarsa olsunlar. Maalesef Atatürk’ün ömrü bu konuda yetmedi. Yetseydi güneydoğu Anadolu’dan başlamak üzere aşiret illetine bir çözüm bulurdu elbette.

“Vatandaş için Medeni Bilgiler” kitabında Atatürk’ün el yazmasıyla yer alan devletin temel işlevleri öncelikli olarak sıralanmıştır. Atatürk’e göre devletin harcama politikasını oluşturan öncelikler sırasıyla şu şekildedir;
1. Ülkede asayiş ve huzurun sağlanması,
2. Ulusal savunma ve Dış işleri,
3. Ulaştırma,
4. Milli Eğitim,
5. Sağlık Hizmetleri,
6. Sosyal Güvenlik,
7. Ziraat, ticaret ve iktisadi işler.

Vatandaş için medeni bilgiler kitabından alıntı yaptığım bu sekiz madde ve sıralamadaki öncelikleri dikkate alırsanız ne demek istediğimi belki daha iyi anlamış olursunuz. Eşitlik…
Eşitlik ilkesi ki salt kadınlara vermiş olduğu > özgürlükleri < göz önünde bulunduracak bile olsak, eşitliğin Atatürk’ün hayatındaki önemini anlamış oluruz. Eşitlik ekonomiden tutun sosyal hayata kadar önemliydi Atatürk için.

Huzur ya huzur…
Arkadaş…
Huzur olmayan yerde…
Huzurun, asayişin, disiplinin olmadığı yerde kültürel, sanatsal, ekonomik ve daha bilumum gelişme olabilir mi? Tayyipistan Cumhuriyetinde, gerçekten eşitlikten, eşit fırsatlardan, kadın – erkek eşitliğinden mesela söz edebilir miyiz? En basit ve güncel örnek: Önümüze konan “halk oylaması”, Hayır’ın YASAK olduğu bir sözde oylama, sonucu çoktan belli olan!!! Eşit ve dikkat reşit midir? Bilmem hatırlar mısınız? Hani BBP başkanı, kaza mı yoksa suikast sonucu canından mı olmuştu? Hani, bırak bilim insanlarını, sınırlarını dahi korumaktan aciz bir ülke durumuna getirilen Türkiye Cumhuriyeti (hatırlarsanız uçak düşmüş birçok önemli bilim insanimizi yitirmiştik veya sadece ve sadece Eşref Bitlis Paşayı ve ölümünü hatırlatmak isterim) teknolojik ve ekonomik olarak gelişmesi mümkün mü?

Yine Atamızın o vacip konuşmalarından alıntılar:
> Asıl önemli olan ekonomik kalkınmanın sağlayacağı ve koruyacağı, ulusal bağımsızlıktır, çünkü ekonomi bağımsızlığın temelini oluşturur. <
Atatürk diyor ki; “Tam bağımsızlık için şu genel kural vardır, millî egemenlik için bir kanun vardır diyoruz. Bugün de büyük bir zaferin etkenleri ve yapıcıları olduğumuzu ifade ediyoruz. Bu noktada çok kesin olan bir gerçeği hep beraber tekrar etmek mecburiyetindeyiz. Bu kadar büyük, bu kadar kutsal ve ulu hedefler yalnız kağıt üzerinde prensiplerle ve kanun maddeleriyle ve sadece hırslarla, arzularla elde edilemez. Tam olarak gerçekleştirebilmek için tek kuvvet, hakikî en kuvvetli temel, ekonomidir. Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferler ile taçlandırılmazlarsa elde edilen zaferler kalıcı olamaz ve sağlanan faydalı sonuçlardan yararlanabilmek için ekonomimizin, ekonomik egemenliğimizin sağlanması, güçlendirilmesi ve genişletilmesi lazımdır”

‚hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Ekonomik açıdan bağımsız olmayan her ülke siyasi bağımsızlığını da bir şekilde kaybedecektir. Yok olma süreci böyle başlayacaktır. İnsanlar başka şeylerle uyutulacak, dikkatler hep başka konulara çekilecektir. Böylece dönemin ağır sancısı da hafif atlatılacaktır. gün gelecek uyuyanlar uyanacak gerçeklerle karşılaştıklarında iş işten geçmiş olacak.”

Düşünemedikleri veya düşünüp kontrol altına alamadıkları üç ana madde vardır. Sırasıyla, çağımızda:
– Ekonomik güç ki üretim önemli, üretimin zihinsel boyutu ise konu başı…
Yok öyle yap, işlet, devret şeklinde köprüler, tüp geçitler ile olacak bir şey değildir bu. Eloğlu gelecek, yapacak, plan – proje onlardan, Türk sadece amele, parseli, parsayı toplayacak, tüm bakım masrafları dahil devlete kalacak (…) Senin anan güzel mi?
Nerde görülmüş böylesine bolluk, bereket? Tayyip Türkiye’sinde!!!
Ondan sonra açılışı yapılan bir “mülkün” tekrar tekrar akışlısını yap…
Millet nasılsa keriz, enayi, balık hafızali…
Neymiş? ÇALIYOR ama YAPIYORLARMIŞ(!)
– Bireyin özgürlüğü ve fırsat eşitliği ki bireyler toplumu oluşturur. Birey özgürleştikçe toplum özgürleşir. Doğaldır ki sınırsız özgürlük diye bir şey yoktur. Yasalar ile çizilen çerçeve, kural sınırları içeresinde birey dolayısıyla toplum özür olacak ki, her yönden gelişme olsun. Yeni fikirler üresin, türesin. Mesela Peygamber Efendimizin vefatından sonra İslam sadece tıpta, bilimde değil sanatta da o kadar güzel o kader değerli eserler meydana getirmiştir ki. Yok efendim Islamada insan resim edilmezmiş, ananın …!

O Sumene manastırını hiç unutmayacağım, o oyulan gözer, üstü karalanan insan resimleri. Allah – Peygamber aşkı için aşağıda vereceğim linklere girip sadece resimlere bakın yüzyıllar öncesine ait INSAN resim edilmiş, insan. Sen günümüzün yobazı…
Sen…
Eski Arap’tan ki kurban olayım böyle Araba, eski Yunan keza…
Sen yüzyıllar, binyıllar öncesinin insanından daha, çok daha geri kalmışsın, hurafelerin, söylentilerin efendisi. Bak hiç utanmadan, yeter ki oy gelsin, durduk yere Alevi vatandaşlarımızı keşif ettiler, III. Köprüye isim koyarken hassasiyetin neredeydi? Allah’ın ÖKÜZÜ!!!
– Ve tabii ekonomiyle birlikte en önemli konu, özellikle coğrafyamızda, teknoloji ve asker.
Son maddeyi bölümlere ayırarak konuyu açalım.

Teknoloji ile başlayalım. Yine eskiden başlayarak günümüze örneklerle gelelim, teknoloji demek yeni bir olgu ve “hız” demek. Her yenilik iyi midir, güzel midir o başka bir sorun, geçelim, neredeyse her türlü teknolojik gelişme özellikle askeri açıdan değerlendirilir, asker veya istihbarat örgütleri için geliştirilir.

Devam edecek…

*Hep yazarım, lise terkim, okumadım. Bir kızı > bahane < ettim, kafam bozuluyordu zaten hep öğrenmek istemediklerimi öğretiyorlardı diye. Zorla köpek ava gider mi? Okulu terk ettim. Hep derim, herkes gider Mersin’e, Önder tersine… Ancak… Okumamam, ki burada mesela üniversite diplomamın olmaması ne bilgi birikimimi ne deneyimlerimi ne analiz yetimi sorgulamaya yetmez. Neden biliyor musunuz? Çünkü hayal dahi edemeyeceğiniz eğitimlerden geçtim, dışarıdan. Bir ben, bir eğitmenlerim birde Allah biliyor gerisini. İki kişinin bildiği sır değildir. En büyük kabiliyetlerimden biri; istediğim takdirde en kısa zamanda bana tamamen yabancı olan bir konu hakkında > fikir < sahibi olabilmemdir. Altyapım buna müsaittir varsın üniversite diplomam olmayıversin.

#####
Salt… Kütüphanemin dini ve kültürel bölümünü açıp, >>> ne olursa olsun kapamayacağım <<<, okuyun, öğrenin yüce dinimizi, gerçeğini, kanmayın din bezirgânlarına diye. Türk’ün örf ve adetlerini, gelenek ve göreneklerini, terbiyesini, ahlak anlayışını. Ben öyle bir insanim ki…
Tepem atmasın, boğa ki burçlara falan inanmam ama boğa gibi ezer geçerim, kırmızıyı görmeyeyim. Köprüleri yıkmakla kalmam, birde yakarım ondan sonra üstüne çıkar zıp zıp zıplarım un, ufak edene kadar.
#####

http://www.metmuseum.org/learn/educators/curriculum-resources/~/media/Files/Learn/For%20Educators/Publications%20for%20Educators/Islamic%20Teacher%20Resource/Unit1.pdf
http://www.metmuseum.org/learn/educators/curriculum-resources/~/media/Files/Learn/For%20Educators/Publications%20for%20Educators/Islamic%20Teacher%20Resource/Unit2.pdf
http://www.metmuseum.org/learn/educators/curriculum-resources/~/media/Files/Learn/For%20Educators/Publications%20for%20Educators/Islamic%20Teacher%20Resource/Unit3.pdf
http://www.metmuseum.org/learn/educators/curriculum-resources/~/media/Files/Learn/For%20Educators/Publications%20for%20Educators/Islamic%20Teacher%20Resource/Unit4.pdf
http://www.metmuseum.org/learn/educators/curriculum-resources/~/media/Files/Learn/For%20Educators/Publications%20for%20Educators/Islamic%20Teacher%20Resource/Unit5.pdf
http://www.metmuseum.org/learn/educators/curriculum-resources/~/media/Files/Learn/For%20Educators/Publications%20for%20Educators/Islamic%20Teacher%20Resource/Unit6.pdf
http://www.metmuseum.org/learn/educators/curriculum-resources/~/media/Files/Learn/For%20Educators/Publications%20for%20Educators/Islamic%20Teacher%20Resource/Unit7.pdf
https://en.wikipedia.org/wiki/Islamic_art
https://de.wikipedia.org/wiki/Islamische_Kunst

Ben…

Bir şeyler yayınlıyor, yazıyor veya söylüyorsam mutlaka vardır bir nedeni. Nedeni neden enden birisiyim, perde arkasını görmeden, anlamdan, bilmeden, emin olmadan “pes” etmem. Otuzlu yaşlarımda son kez imtihana girmiştim…
Bir “hocam” vardı, hep derdi ki “Önder, die Vorbereitung ist das halbe Leben” Ayaküstü tercümesi, hazırlık her şeydir!

Susmaya azimliyim ama Voltair Efendiye selam ederim…
Nietzsche gibi birçok konuda görüş birliğimiz vardır ama her şeyde değil işte. Yürek aşk ile yanarken…
Kendine hâkim olman, susman mümkün değildir, gerçek aşksa, gerçek aşkla yüreği kavuran bir ateş ise susamazsın, elimden geldiği kadar susmaya gayret ediyorum, elimden geldiği kadar. Kimseye kendimi kanıtlamak gibi bir gayretim yoktur, kendim bileyim bana o yeter. Veee…
Eski Önder’in yerinde yeller esiyor!

Yokkk…
Bir veledi zinadan korkacak kadar küçülmedim, onun ne MAL olduğunu çok iyi biliyorum ve sizlere de kanıtlamaya çalışacağım. Somut bilgiler, gerçek veriler ışığında. Sen oğlum herkesi kandırabilirsin, kendine milliyetçi diyen MHP’lileri bile…
AMA…
Bir Atatürk milliyetçisini ASLA.