İnsan…
Ve psikolojisi, hayvanlar alemi…
Allah…
Var mı yok mu?
İnançlar…
Iman, bilinenler, gözlemlenenler, tesadüfler…
Evet, illa tesadüfler…
Ve düşünerek var olduğu olası olanlar, zamanla ispatlananlar…
Tekzip veya tasdik edilenler…
İnsanoğlunun anlayamadığı, bilmediklerini bir türlü kendine – başkasına açıklama gayret(ler)i!
Cennet ve cehennem…
Korku ve mutluluk…
Batı medeniyeti, Hristiyan alemi…
Yahudiler…
Ve Müslümanlar, aradaki yüzlerce, binlerce yıllık gelişmişlik farkı.
Ve insan…
Hangi medeniyetin, hangi kültürün, hangi görgünün ve yetiştirilmenin ürünü olursa olsun…
Neticede sadece insan…
Çoğu zaman duyguları ve temel içgüdüleri tarafından yönlendirilen(!)
Şeytan…
İnsanoğlunun korkusu, bilinmeyene, tanınmayana karşı, anlamadığını, bilmediğini doğaüstü güçlere bağlayan tavrı…
Ahhh…
Ne yanılgı!
Din ve bilim, bilim ve din…
Birbirini soyutlayan değil birbirini tanımlayan ve tamamlayan, ilahi olanı insana, insan olanakları ve anlayışı çerçevesinde açıklayan bilim…
Ve din, bilinmeyeni, görünmeyeni, perde arkasını…
Varoluşun gizemini…
Ahlaki değerleri, toplumsal yaşamın kurallarını belirlemeye çalışan, yüreğe ve akla dokunan ilahi nefes, sana, bana ve ona hayat veren bizi alaca karanlıktan ışığa götüren rehber, bir pusula.
Bu sadece bir örnek…
Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanmış olabilirdi. Amerika’da yaşandı…
Gerçek…
Amerika henüz bağımsızlığını kazanmamış İngilizler tarafından yönetiliyordu…
Olayın kahramanları, bir vali, dört kız, dağ başında bir köy ve ahalisi…
Olay o kadar gizemli, o kadar inanılmaz ki bırak valinin ilini, olay ta İngiltere’de duyuluyor ve vali kraliçe önünde hesap vermeye davet ediliyordu.
Sara değil…
Nöbet değil, hiçbir doktor, hiçbir ilim adamı…
Hiçbir papaz olayları açıklayamıyor, son çare olarak gelişmeleri doğaüstü güçlere bağlıyorlardı…
İnler, cinler, periler, şeytanlar basmıştı köyü…
İnsanlar sebepsiz, nedensiz ölüyor, sara nöbetine benzer çok ama çok şiddetli nöbetler geçiriyor…
Günlerce acı içeresinde kıvranıyorlardı…
Son tahlilde yoktu başka açıklaması, işin içinde şeytanın parmağı vardı…
Neler neler denemediler, insanları cayır cayır yaktılar…
Aralarından gözlerine kestirdiklerini, şeytan ile iş birliği yaptığını sandıklarını…
Akla hayale gelmeyecek işkencelerle öldürdüler…
Yok, yok, yok…
Ne yapsalar faydasızdı, sonunda vali kraliçe önünde hesap vermeye çağrıldı!
Batılı ile doğulu arasındaki bariz fark işte bu, olay unutulmadı, örtbas edilmedi…
Millet dedikodularla, hurafelerle vakit geçirmedi, bekledi, zamanı geldiğinde bilimi devreye soktu…
Bugün biliyoruz ki…
Bilim kanıtladı çünkü olaylarda ne şeytanın parmağı vardı ne inler, cinler ve periler…
Deliryumun nedeni “sadece” bir mantardı…
Çavdar mahmuzu…
Tahılgilleri saran bir mantar, insanlar bilmiyordu, yiyordu bilmeden(!)
Bilmediği için, anlamadığı için, bilimin yetersizliği ile geldi başa gelen…
(…)
Bilmem ne anlatmaya ne demeye çalıştığımı anladınız mi?