Dükkâna geldim, bir ciyaklama…
Hanım soruyor…
“Önder, bu haline ne?”
Baştan aşağı çamur içindeyim!
Jack ile gezmekten geliyorum, oynadık çılgıncasına…
Yattık, yuvarlandık…
Koştuk…
Daha doğrusu O koştu, benim iki karış dilim dışarıda onun gelmesini, üstüme atlamasını bekledim…
Aman ne boğuştuk ne boğuştuk!
Yıkasın…
Bana ne?
Ben oynadım Jack ile!
Hava o kadar güzel ki, canım dükkâna geri dönmek istemedi…
Uzun uzun gezdik…
Dinlene dinlene…
Tabii Jack tasmanın ucunda, elimde şerit tasma…
Oturdum bir ara, onu izliyorum…
Koşuyor, oturuyor, kokluyor etrafı…
Sonra yine burnu yerde, iz sürüyor, dört dönüyor etrafta.
Bir ara, ipin yani şerit tasmanın izin verdiği son noktayı zorladı, gidemeyenince daha ileri…
Ip gergin, ip havada…
En az yerden bir metre yukarıda…
Kıç üstü oturdu…
O andı, O an dikkatimi çeken, birdenbire kafamda dank eden düşünce:
Allah’ım, hepimiz bir tasmanın ucundayız, ucunda!
Hareket alanımız, kabiliyetimiz…
İçinde hareket edebildiğimiz çerçeve…
Birileri tarafından bize takılan…
Tanzim edilen, reva görülen bir ipin uzunluğu…
Boynumuzda koca bir tasma!
Ve ipimiz…
Allah bilir kimin, kimlerin elinde.
Benim örneğin…
Sevdiklerim…
Tasma boynumda, ip…
Elden ele geziyor, biri çekiyor bir tarafa, diğeri öte yöne…
Önder…
Her yerde!
Hareket kabiliyetim, sevdiklerimin verdiği izin ve tasmaya takılan ipin uzunluğu ile sınırlı…
Benim çerçevem, sevdiklerimin çizdiği çerçeve…
Dört dönüyorum içinde!
Yazıyorum…
Anlatıyorum değil mi size, örneğin sevdiklerimi, dertlerimi, tasalarımı…
ACABA…
Kaçta kaçınız ne demek istediğimi anlıyor ki, misal boşanma…
İki kardeş, bir BABA…
Ne demek ne anlatmak istediğimi kaçınız anladı ki?
Demedim mi yazarım bazen ilgili, ilgisiz…
ANLAYAMAZSIN…
Mesaj kime, beki sana, belki hepinize, belki sadece bir kişiye…
Evet…
İki kardeş, iki anne…
Can sıkıntısı, bencilik, cehalet…
Kendini bir bok sanıp, ASLINDA…
Bir hiç olmak(!)
VE bir baba…
Kızının yuvasını kurtaran…
Anlayana!
Evet…
EMINIM, hepimizin boynunda bir tasma…
İpimiz kimin elinde, kim neye ne kadar izin veriyor…
ÖZGÜRLÜK…
Hürriyet, Jack’te olduğu gibi örneğin…
Çıkar ipi boynundan aman ne koşma ne kudurma…
Bir oraya, bir buraya…
Özgürlük, istediğin, düşündüğün gibi hareket edebilmek…
Değerini bil insan, değerini…
Reşit bir insan olarak, reşit ve hür…
Atatürk’ün ve arkadaşlarının sana sunduğu özgürlüğün değerini bilemedin…
Parlamenter sistemin, VERDIN…
Hem kendi elinle, isteyerek hem alan hile ile aldı hürriyetini elinden…
Tasmanın ipini kısalttı, çok kısalttı…
Ve sen her gecen gün bunu daha iyi anlayacaksın, anlayacaksın, eminim bundan…
Diyorsun ki Ona, “dik dur, arkandayız!”
Onun ipi…
Onun ipi kimin elinde hala anlamadın, hala göremiyorsun gerçekleri…
Sen değil, ben değil…
Bizler hayatin, sosyo – ekonomik durumumuzun, sevdiklerimizin birer esiriyken…
O…
Gerçekten sadece itin teki…
Ve o sadece efendilerinin esiri…
Sen sanıyorsun ki O sizlerden biri, size hizmet ediyor…
Lağımdan çıkmış, yükselmiş…
Tepene çıkmış ama O ne sana ne bana ne bize hizmet ediyor…
Kendisinin bile efendisi değil, tasmanın, ipin öteki ucunda olan ona emir veren…
Onun sadakati onun hizmeti ona!