Zaten kafa yoktu, akıl…
Hepten gitti. Yarına Kassel’e gideceğim, birkaç yere uğramam lazım…
Bakalım ne olacak?
Ah Oma ah…
Allah gani gani rahmet eylesin, nur içinde huzur içinde yat, yattığın yerde…
Başıma ne işler açtın, faturalar bana geliyor. Ölümden öte…
Hamama giren terler diye boşuna dememişler…
Bakalım, dua edin sigorta üstlensin yoksa (…)!
Mal, mülk var…
Sorun nakit yok, nakit…
Banka talan!
Hukuki durum belirsizliğini koruyor…
Sadece bugün 640 € doktor parası ödedim…
Helali hoş olsun, Ona çok şey borçluyum…
Ah Önder ben senin ağzına, yüzüne…
Hadi ayakta duramıyorsun…
El ekmek tutmayınca, ne b.k yemeye hala yaşıyorsun?
Saat üçten beri bir telefon görüşmesinden diğerine…
Beşe beş var, düz hesap iki saattir…
Benden hepinize tavsiye…
Karışma, bulaşma, uğraşma…
Sana mı kaldı, sana ne?
Yok, yeminle değil. Size başka bir yönden kızıyorum, yoksa söyleyeceklerimi okusanıza da, okumasanıza da “yüzünüze” söylerdim. Size kızma nedenim…
Göstermiş olduğunuz istikrarsızlığınızla ilgili. Bir nalına bir mıhına. Bu yazınızı okurken…
Son satırlara gelmeden önce yine dedim içimden…
Hah, yine yalaklık demek istemiyorum, sanki yaranma peşinde. Özür dilerim, yanıldığım, bunları düşündüğüm için. Teşekkür ederim son satırlarınızla “durumu” toparladığınız için…
Hep derim ve bunu iftihar ile dile getiririm, TÜM KITAPLARINIZ orijinal haliyle kütüphanemde.
Düşünce ve bilginize değer verenlerdenim…
Arşivlerim meydanda, dönem dönem kendimi Don Kişot’a benzettiğim olmuştur…
Anlamsız bir mücadele içindeyim, kazanma ihtimalim yok…
Buna rağmen mücadeleden geçmem.
Ancak…
Üstadım, tabii geçmiş zaman…
Okul zamanımdan hatırladığım kadarıyla…
Carvantes…
Bu yapıtıyla dönemini ve sapkınlıklarını çok ciddi şekilde, espri ile eleştirmek için bunu kaleme aldı…
Şövalye hayranlığı, teknolojinin toplum AMA özellikle aristokrati üzerindeki etkilerini falan eleştirmek içindi. Bir nevi idealizm ve materyalizm çatışması gibi. Her neyse…
Sonuç itibarıyla…
İnsan salt gerçekçi kalmakla yetinmemeli…
Mücadele azmini de yitirmemeli.
Bir not, ufak bir not…
Validem okumuştu bu kitabi ilk kez bana, yanaklarım pancar…
Hiç unutamayacağım eserlerdendir, Pollyanna gibi.
Eleanor H. Porter Pollyanna
https://www.planetebook.com/free-ebooks/pollyanna.pdf
https://docviewer.yandex.com.tr/view/0/?*=LLLBqTDFbgFvp3VrwlSaFGCT6Pd7InVybCI6InlhLWRpc2stcHVibGljOi8veFpmd01MY0dJeG1hdWRxS1dpR0luOVFqNXEreFZpejBnZ0pHQ1M0Ri93UT0iLCJ0aXRsZSI6IkVsZWFub3IgSC4gUG9ydGVyIC0gUG9sbHlhbm5hLnBkZiIsInVpZCI6IjAiLCJub2lmcmFtZSI6ZmFsc2UsInRzIjoxNTI1MjY1NTI0MzQwfQ%3D%3D&page=7
Don Kişot
https://docs.google.com/file/d/0B-vIi_JkzT4NM2pjTTBZc19QNGM/edit
😊
— Don Kişot
2 Mayıs 2018
Gerek Balyoz…
Gerek Ergenekon…
Gerek Odatv vd…
Soruşturmalarında, yargı¬lamalarında yaşananlar kimi zaman tekrarlanıyor.
FETÖ kumpası sonucu ce¬zaevine atılan Deniz Kuvvet¬leri’nin efsanevi komutanı emekli Oramiral Özden Örnek toprağa verildi.
Kumpasın kalemleri kimi yandaşlar hemen şunu yazdı:
– Özden Örnek’i muhafaza¬karlar değil, ulusalcılar he¬def yaptı!
– Ulusalcılar, malum günlük¬lerden ötürü Özden Örnek’e ağır hakaretler yaptı!
– Bir oğlu Burak Öz¬den “Çalık Holding’te çalışıyor” ve diğer oğlu Tolga Örnek’in filmine Çalık Holding sponsor olduğu için ulusalcılar demediklerini bırakmadı!
“Küçük Alçı” şunu yazdı:
“Bugün kritik soru şu: Bu günlüklerin ne kadarı orijinal, ne kadarı FETÖ fabrikasyonu? Bir kısmının FETÖ fabrikasyonu olduğu şüphesiz ama bir dönemin Başbakanları ve Genelkur¬may Başkanı tarafından teyit edilen kısımları da çok fazla. Şu an toplumun çoğunluğu FETÖ’den nefret ediyorsa bu¬nun sebebi bu örgütün, temiz ve dürüst şekilde yargı-lansa darbeciliği ortaya çıkacak kimileri hakkında bile fabrikasyon belge uy¬durması ve onları kurtar¬masıdır. İşte çok önemli bir belge olan bu günlükleri bile tahrif ederek askeri vesayete hizmet etti ve Türkiye’nin önünü tıkadı FETÖ.”
Dediklerinizi duyar gibiyim:
Buna yanıt verilir mi?
Verilir…
Fakat FETÖ kumpaslarının hedefinin MİLGEM gibi sa¬vunma sanayi vs. olduğu konularına girmeyeceğim. Bir “ruh çözümleme¬si” yapmaya çalışacağım:
GERÇEK DEĞİL KURMACA
Olanı değil…
Görmek istediğini görmeyi yeğleyen…
“Don Kişotluk yapma durumu” diye nitelendirilen bir değerlendirme var!
Bunlar kendi fikrinin/ka¬naatinin, gerçekliğin gösterdi¬ğinden daha hakikat olduğuna inanır:
– “Ben ne düşünüyorsam gerçek odur!”
Bu sebeple…
Don Kişot; yağmur yağdığı için bakır leğeni kafasını geçiren eşek sırtındaki berbe¬ri, başında altın miğferi olan kır at üzerindeki şövalye¬ye dönüştürür!
Gerçeği, kurmacaya çevirir.
Öyle ki:
Büyük idealle… Tobo¬solu Dulcinea’ı kurtarmak ve birçok krallıktan oluşan imparatorluğu ele geçirmek maksadıyla “mücadeleye” atılır.
– Don Kişot, devlerle sa¬vaştığını sanır; ama savaştığı sadece yel değirmenidir!
– Don Kişot, şövalyeler¬le savaştığını sanır; ama savaş¬tığı sadece koyunlardır!
Gerçeği ve sahteyi görmek¬te inat eden uşağı Sanço Panza’ya öfkelenir; onu “dar kafalılıkla” suçlar!
Herkese karşı sadece kendisi haklıdır!
“Gerçeği” gören salt kendi¬sidir!
Gerçek onu haksız çıkarıyor¬sa, haksız olan gerçeklerdir!
Böylece:
Akıldışı yargısını/kana¬atini değil, somut gerçeği değiştirmeye çabalar.
Bu olmayanı görme hastalı¬ğını -yalancılığını-, pek bilmiş kibir ve öfkeyle topluma/ uşağı Sanço Panza’ya daya¬tır. Hem de cesur olduğu¬nun sürekli altını çizerek. Yani, olmayanı görmemek korkak¬lıktır!
Bu hakikatin düşmanı/ düşmanları itibarıyla her daim yanılır, başarısızlığa uğ¬rar; ve gülünç halleri/sözleri/ yazılarıyla sürekli alay edi-lir. Evet, tıpkı Don Kişot gibi…
Öğrencisi beyaz atlı şövalye Samson Carasco iyi niyetle, alay edilen öğretmeni Don Kişot’u akla döndürmek için düelloda yener.
Ne gezer.
Don Kişot hemen “inkar zırhını” kuşanır!
İNKARCILIK HASTALIĞI
Yalın gerçek acıyla orta¬ya çıksa da…
-İki kaburga kemiği kırılan, üç dişi sökülen, iki parmağı ezilen- Don Kişot yine de inadında ısrarcıdır.
O, yanılmazdır!
İnkarcılık, onu tanımlayan¬dır; şizofreniye yakalanmıştır.
Uşağı Sanço Panza’ya şöyle der:
“Büyücü, köylülerin bize saldırmaları için şövalyeleri koyuna çevirdi!”
Suçu/sorumluluğu hep baş¬kası üzerine atar!
Aslında…
Her inkarcı gibi Don Kişot, kendine yalan söyler ve elbette bunun farkında değildir. “Don Kişotluğa” devam eder:
Akıldan elini-eteğini çeker; ahlakla bağını koparır.
Böylece…
İnkarcı; kendini büyük, güç¬lü, güzel, yıkılmaz, önemli zan¬neder. Kendini erdemli sayar; akıllı, cömert, yüce gönüllü, düşünceli, yardımsever sanır.
Oysa gerçek tam tersi¬dir:
Zayıf karakterli, çirkin, güç¬süz, sıradan, gülünç, görmez¬den gelinen kötü biridir.
O, cadaloz, bencil, kıskançtır.
Özü/olduğu budur; diğer nitelikleri kendini kandırdı¬ğı bir kurmacadır sadece.
Toparlarsam…
İspanyol Cervantes’in ro¬manı Don Kişot, yarı güldürü yarı trajedidir.
Aradan dört asır geçti…
Tarihte katıksız akıldışılık ve bunun yandaşları hep görüldü.
Keza…
Türkiye’de bugün Don Kişot örneklerini…
– Gerek siyaset dünyasın¬da…
– Gerek medyada fazla¬sıyla görüyoruz.
Oysa…
İnkarcılık, bugün yal¬nızca psikanalizin alanına girmektedir. Bu sebeple…
FETÖ kumpası içindeki varlıklarını hala inkar edip suçu salt ona atıyorlar! İnsanın kanını donduracak bayağı¬lıkla-küstahlıkta hala zehir saçıyorlar!
Ve ne yaparlarsa yapsın¬lar son gerçek şudur:
Don Kişot hasta yatağında değirmenlerin, gerçekte de¬ğirmenler olduklarını itiraf ederek öldü.
Kazanan her daim haki¬kat olur!
Cervantes der ki:
Yalan, gerçekten daha fazla egemenlik sürer; ancak sonunda gerçek egemen olur. Bu bir sabır sorunudur…
Hani siz kilit olmuş trafikte saatlerce sabırla beklerken, işinize evinize geç kalırken, emniyet şeridinden vızır vızır basıp giden magandalar var ya… Hani siz yeşil ışıkta bile yayalara saygıyla yol verirken, kırmızı ışıkta ayağını gazdan çekmeyip insanlara çarparcasına geçen, hatalı sollayan, şeritler arasında makas atan, şehir içinde sürat denemeleri yapan, kaldırıma parkeden, ogs’den kaçak geçen hıyartolar var ya… İşte onlara af çıkıyor.
*
Hani siz gerekirse evinizi otomobilinizi satıp devlete olan vergi borcunuzu kuruşu kuruşuna öderken, bankadan kredi çekip yanınızda çalışan işçilerin sigorta primini günü gününe yatırırken, o vergi borcunun üstüne yatıp, sigorta primlerini filan boşverip, devlete ödemesi gereken parayla kendisine villa alanlar, lüks otomobil alanlar var ya… İşte onlar yırtıyor.
*
Hani siz aman bir gün bile sektirmeyeyim diye koşa koşa belediyeye gidip su faturanızı, çöp verginizi, emlak verginizi tıkır tıkır öderken, benden babayı alırlar diyerek sırıtanlar var ya… İşte onların sırtı sıvazlanıyor.
*
Sayın hükümetimizin baskın seçimi kazanmak için “müjde” diye duyurduğu vaatler, işte bunlardır.
*
Çünkü…
Ayakkabı kutusu cumhuriyeti’dir.
*
Düzgün vatandaşlar enayi yerine konularak, cezalandırılır.
Yamuk vatandaşlar uyanık yerine konularak, ödüllendirilir.
*
Parasını bankaya koyanları inek gibi sağarlar, parasını yurtdışına kaçıranın borcunu silerler.
Haciz gelmesin diye çoluğun çocuğun boğazından kesip, kıt kanaat yaşayarak taksitlerini ödersin, devlet arazisine gecekondu ayağıyla altı katlı apartman dikenlere mağdur derler.
Kanunlara kurallara titizlenirsin, habire durdurup kimlik sorarlar, ehliyet sorarlar, alkol muayenesi üfletirler, üstünü ararlar, herif belinde tabancayla dolaşır, canı isteyince çıkarıp sağa sola ateş eder, yürür gider, dokunmazlar.
Çöp kutusu bulana kadar elindeki kürdanı bile üç saat elinde gezdirirsin, atmazsın, sokağa tüküreni, çöpünü balkondan fırlatanı görmezden gelirler.
*
Gelişmiş ülkelerle ikinci dünya ülkeleri arasındaki temel fark, budur.
*
Bu sistem, bilinçli olarak, vatandaşı defolu hale getirir.
Ki, o defolu vatandaş, kendisi gibi defolu yöneticisine hesap sormasın, tam tersine, defolu yöneticisinden medet umsun.
*
Küçük küçük defoluları ne kadar koruyup kollarsan, o kadar alkışlar, o kadar oy verir, böylece, büyük büyük defolular o kadar rahat eder.
*
Düzgün vatandaşın ne kadar az, yamuk vatandaşın ne kadar çoksa, ayakkabı kutusu o kadar büyük olur.
Vatandaş devleti ile helalleşmiyor, barışmıyor…
Devleti yönetenler…
Rüşvet, seçim rüşveti vermekle birlikte…
Sizlerin, sevdiklerinizin ÖLÜMÜNÜ hesaba katıyor…
Yeter ki…
Sizler Tayyip’e oy verin!
Elli milyar gelir bekleniyormuş…
Aç kaldı köpekler, aç!
Kızıyordu…
Çok kızıyordu bana…
Bu milletin kafasından, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin dediğimde…
Evet…
Tayyip gibi bir rezil gelirdi ancak hakkınızdan…
Hem s.kecek, sövecek…
Hem cebinizden paraları çekecek, Allah – Lillah diyecek…
Ve sizleri AYAKTA BECERECEK!
Flower-Power…
Woodstock…
Gerçekten hayretler içinde kalıyorum…
Ilginizden ötürü teşekkür ederim!
Hipi değilim…
Hiçbir zaman olmadım, tam aksine…
😊
Takım elbise!
Ama size bir şey söyleyeyim mi?
O…
İnanç var içimde!
O inanç, O görüş var içimde dedim ama…
Bir istinsah…
Free Love for everywhere…
Ben almayayım, kalsın…
Hatun dediğin…
Bir kişinin olmalı, sadece bir!
😊
Bak çıktı yine içimdeki Türk meydana…
Ortadoğulu, Akdenizli(!)
Öncelikle “Pre” kelimesini irdelemiş olalım…
Aslında öncesi demek, Latinler arasında çokça kullanılır…
Yani pre Âdem denildiğinde Hz. Âdem öncesi kast edilir!
Neo…
Gibi bir kelime, yunanca yeni, taze, genç, olağanüstü veya devrimci anlamlarında kullanılır.
Çocukluğumdan beri annemden duyarım, anlatır bana DIKKAT…
Atalarından > duyduklarını <
Ben, ben olmazdım bilginin, duymuş bile olsam teyidini istemesem.
Tesadüfen elime güzel ve güvenilir bir kaynak geçti, belki bir gün yayınlarım…
İşte gün gelecek ve insanlığın sonu sarı benizlilerin elinden gelecek…
Veya ki dediğine göre (henüz bir teyidini bulamadım, açıkçası öyle ciddi ciddide aramadım) Kur’an da yer aldığını söylüyor evveliyatımızla ilgili Hz. Âdem öncesi ve kaybolduğu rivayet edilen Allah kitapları.
Elimden geldi kadar…
Bilimsel olmaya çalışırım, buna rağmen içimde büyük bir iman sahibiyim. Allahtan gelip tekrar Allaha döneceğimize inanmak istiyorum. Bilmem hatırlıyor musunuz?
Geçenlerde yayınladım, umarım izlemişsinizdir hocayı…
Hani mezarlardan gelen güzel kokular, Allah belamı versin yalanım varsa…
Anneme anlattım, dedi Kur’an da yeri var. INANMADIM, teyidini istedim. Oma…
Defin edildiğinde, ya anlatsam inanmayacaksınız, YEMINLE, mis gibi gül kokuları geldi toprağa verildiğinde. O kadar şaşırdım ki yanımda duran, 😊 “yanımdakine” sessizce sordum…
Sende kokuyu duyuyor musun?
Papaz dua ediyordu, rahatsız etmek istemedi, başıyla onayladı. O kadar yoğun ve güzel gül kokuyordu ki!!!
Neyse konuyu dağıtmayalım…
Pre* Âdemizm…
Yaratılışcılık (Creationism – Kreationismus) kuramına, taraftarlarının aksine…
İnsan veya insana benzer varlıkların yaratılıştan önce dünyada “hüküm” sürdükleri savını savunur…
Bu sav…
Yoruma olabildiğince açıktır. Her görüş kendine göre haklı görüşler koyar ortaya…
Sanırım doğrusu, çoğu zaman olduğu gibi…
Ortası(!)
Evrim…
Ve evrim kuramı…
Bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir. Evren ve dünya arasında henüz çözümlenmemiş en basit sorulara bile cevaplar, doyurucu cevaplar, tatmin edici…
Bulunamadı. Ve yine EMIN olduğum insan…
Mevla’m, tövbeler, tövbesi Allah kılığına bürünüp bu bağlamda etkili olmamalı…
Her şeyin bir hududu vardır, sınırları. Bunları geçmemeli inan!
Ancak…
Pre* Âdemizm…
Öyle sorularla insan üstüne geliyor ki bunlar mutlaka yanıtlanmalı…
Hiç düşündünüz mü?
Koca evrende bizler gerçekten tek “akıllı canlılar” miyiz?
Kiliseler, hükümetler…
Imamlar, din bilginlerinin…
Dünya görüşü, bizlerin düzeni sil baştan bozulmaz mı?
Belki…
Her şey olduğu gibi iyi, belki de değil!?
Mahalle karısı atışmaları, lafları…
Artık hastane polisine bile saldırır olduk…
Toplumsal huzuru, ahlakı yerle bir ettin Kasımpaşa ayısı…
Siktir git ulan siktir git çıktığın mağaraya geri dön!