Aman en iyisi düşünmemek, görmemek, duymamak…
En güzeli oturup Tom & Jerry seyretmek!
Ulan hayvan
Anla ulan anla, Dolar 3.88 Tayyip Lirası…
Euro dört buçuğu geçti…
Bugün Cumartesi!
G.tün iyice çıktı piyasaya…
G.tüne koyan, koyana…
Tayyip sayesinde g.tüne domalan domalana…
Ne derler bilirsin, tecavüz kaçınılmazsa…
Zevk al bari, daha çok sarıl, iyice dolmal koyana!
Ekonomi iyi gidiyormuş ya…
Standart & Poor’s…
Türkiye notu durağanda!
Affedersiniz, adıyla sanıyla…
Sizin kararlılığınızı sikeyim!!!
Yine şehit, yine şehit, yine şehit…
Kararlılıkmış, ulan adi orospu çocukları yirmi seneden beri kararlılık mi olurmuş?
Hani bitecekti ulan pezevenk, pezevengin evladı…
Hani bitecekti!
Sende mi Brütüs???
Odamı topluyordum, bomba düşmüş gibi…
Mecburiyetten yani…
Eski bir gazete, Uğur Dündar. Baktım, okumamışım belli. O sayfada bırakmışım, katlamışım öyle kalmış. Mutlaka acil bir şey oldu, fırladım yine, unuttum gitti!
Lütfen Sayın Dündar…
Lütfen, rica ederim sizden. Sizde bu düzenbazlığa darbe demeyin bari…
Darbe olsa…
Eniştesinden öğrenmiş olsa…
HEMEN ERTESI GÜN…
Tutuklamalar başlayabilir miydi?
Demek ki…
En azından bir şüphe, en azından bazı hazırlıklar vardı ki hepimizin şahit oldukları yaşandı…
Besbelli…
Senarist ve başrol oyuncusu Tayyip g.tü…
O yazdı, O oynadı!!!
—-
Bazı eski Yeşilçam filmleri ve hayatlarımızın en güzel yılları!..
3 Kasım 2017
Bizim evde bazı eski Yeşilçam filmleri çok sevilir.
Aynı keyifle hiç sıkılmadan tekrar tekrar seyredilir. Dün gece de öyle oldu… Şu gerilim dolu günlerde adeta tonik etkisi yaratıp ruhumuzu rahatlatan tüm zamanların en güzel filmlerinden “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı”yı seyredip yastığa başımı koyduğumda, uzun süre uyuyamadım. O filmlerden niçin bıkmadığımızı ve çekildikleri yılların güzelim Türkiye’sinden bugünlere nasıl savrulduğumuzu düşündüm…
Sonuçta onları, toplumun kutuplaştırıldığı, hatta düşman kamplara bölündüğü ülkemizde barış, kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, onur, sadakat, dayanışma ve hoşgörüye duyulan özlemi yansıtmaları nedeniyle çok sevdiğimize karar verdim.
* * *
Çünkü o filmlerde insanlar yalnızca iyiler ve kötüler diye ayrılır, kötüler sonunda mutlaka kaybeder, haksızlığa uğrayanlarsa er geç kazanır…
Paranın satın alamayacağı insanlar, aileler ve aşklar anlatılır…
Örneğin güce ve baskıya asla boyun eğmeyen Yaşar Usta…
Kısacık boyu, iyiliğe adanmış entrikaları ve güldüğünde küçücük kalan gözleriyle ailesini her türlü kötülüğe karşı sarıp sarmalayan Adile Naşit…
Göksel Arsoy gibi romantik jönler, kah kırılgan, kah gözü kara Fosforlu Cevriye gibi alımlı kadınlar…
Gençlere hep destek veren, zorda kalanlara evleriyle birlikte kalplerini de açan iyilik meleği teyzeler, amcalar…
Pos bıyıklarını burarak kulak çeken, polisin de, fabrikatörün de babacan insanlar olabileceğini kanıtlayan Hulusi Kentmen…
Kötülüğün üzerinde öylesine sakil durduğu Ali Şen…
* * *
Ekranda göründüğünde seyircilerin gülmeye başladığı, “Eşşoğlueşşek”i ondan daha iyi kimsenin söyleyemediği Kemal Sunal, “Turist Ömer” Sadri Alışık, “Cilalı İbo” Feridun Karakaya…
Daha ilk filminde canlandırdığı masal kahramanı “Mıstık”la gönüllere yerleşen büyük usta Müjdat Gezen…
Büyük kente uyum sağlayamamanın şaşkınlığını bir türlü üzerlerinden atamayan Zeki-Metin ikilisi…
Sonuçta mutlaka kaybedecek kötü karakterleri başarıyla canlandıran Erol Taş, Suzan Avcı, Aliye Rona, Nuri Alço ve her türlü kılığa girebilen Öztürk Serengil…
* * *
Cahide Sonku, Ayhan Işık, Muzaffer Tema, Turan Seyfioğlu, Türkan Şoray, Ekrem Bora, İzzet Günay, Atıf Kaptan, Fikret Hakan, Tarık Akan, Kadir İnanır, Ediz Hun, Fatma Girik, Filiz Akın, Neriman Köksal, Selda Alkor, Hülya Koçyiğit, Gülşen Bubikoğlu, Mine Mutlu, Şener Şen, Halit Akçatepe, Eşref Kolçak, Sami Hazinses, Cevat Kurtuluş, Ömercik, Ayşecik, Sezercik ve adlarını yazmaya devam etsem, sayfalara sığmayacak nice Yeşilçam emektarı, hayatta her türlü mucizenin olabileceğini göstererek seyircilere umut pencereleri açan unutulmaz karakterler…
* * *
Kahkahalar atılırken gözylaşları da dökülen evler, Neşeli Günler, Gülen Gözler…
Sıcacık bir kucaklaşmayla sona eren dargınlıklar…
Mutlu biten filmlerin dekorunda henüz yağmalanmamış, belediyelerle ortak çalışan paragöz rantçılar tarafından beton yığınlarıyla doldurulmamış İstanbul silueti… Hayal ağaçları ve hülya tepeleriyle seyrine doyum olmayan Boğaziçi ön görünümü… El değmemiş Akdeniz kıyıları, rüya gibi Ege koyları, kasabaları…
* * *
Hiç tanımadığı yabancıya bile rüyasında göremeyeceği sımsıcak bir konukseverlik örneği gösteren, kendisi yemeyip ona yediren tertemiz Anadolu insanları…
* * *
İşte biz bunları özlüyoruz…
Ve eski filmlere bakarken dört bir yanımızı saran hoyratlığı, düşmanlığı ve nefret iklimini unutuyoruz…
Kötülüğün bir sınırı olması gerektiğini, güç ve paranın hayatın tek gerçeği sayılamayacağını, haksızlığın yapanın yanına kâr kalamayacağını düşünüyoruz…
* * *
Ama film bittiğinde yalnızca iyi ve kötü olarak değil, ırkımıza, dinimize, mezhebimize, dilimize, hatta cinsiyetimize göre bin parçaya bölündüğümüzü…
Aşkımızdan ve veremden değil de, bir yerlere kalleşçe gizlenmiş bir bombayla ölüp, kim vurduya gidebileceğimizi…
Sevginin yerini öfkenin, kucaklaşmanın yerini hoşgörüsüzlüğün, insanlığın yerini vicdansızlığın, hukukun yerini zulmün aldığını görüyor ve kahroluyoruz…
* * *
Değerli okurum-yazar Türkan Şanverdi Avcı’dan esinlenerek kaleme aldığım bu satırları, barış, hoşgörü, dostluk, sevgi ve saygıyla kucaklaşmaya duyduğumuz büyük özlemi yansıtmak ve onları yeniden yaşayabilmek umuduyla köşemde yayımlamıştım.
Ama bir gün sonra ne oldu biliyor musunuz?
Emperyalizm ve onun maşası hain FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi oldu!..
* * *
Sonrasında iktidarın emperyalizme karşı tüm toplumu Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi doğrultusunda kucaklayıp, demokratik parlamenter sistemi tüm kurum ve kuruluşlarıyla güçlendirmesini beklerken tam tersi yaşandı.
Toplumu ayrıştırıp kutuplaştırmaya, düşünce ve basın özgürlüğünü baskı altına almaya, hak, hukuk, adalet gibi yüce kavramlardan uzaklaşmaya dönük eylem ve söylemler doruğa çıktı.
Yani ne umduk, ne bulduk!..
* * *
Her şeye rağmen umudumu hep koruyorum. Belki zorlu olacak, çok acılar çekeceğiz ama, tıpkı o ölümsüz filmlerde olduğu gibi; öfkenin yerini sevginin, hoşgörüsüzlüğün yerini kucaklaşmanın, vicdansızlığın yerini insanlığın, haksızlığın yerini hukukun aldığını mutlaka göreceğimize yürekten inanıyorum.
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/ugur-dundar/bazi-eski-yesilcam-filmleri-ve-hayatlarimizin-en-guzel-yillari-2074846/
Bana bak KADIN
Hazır havamdayken, yıkama, yağlama, macun – cila, fırçalama yaparken…
İstersen sende yeme bir fırça, uluorta…
Beni uzaktan yönetmeye, yönlendirmeye çalışma…
Bilirsin tersime gelmesin insan, yerden yere vurur, üstüne çıkar…
Zıp zıp zıplar, ikiye böler, sekizle çarparım!
Bana sözümü hatırlatma…
Hatırlatıp durma…
Sözüm sözdür benim, ölürüm de dönmem sözümden.
Çeyrek…
Anlıyor musun çeyrek…
O kadar, o kadarcık yani, anla…
Anla gülümmm anla!
Biliyorsun ya havamda olacağım veya tepem çok fena atacak…
Ancak, anladın mı? Ancak!
Nutella meselesi
Nutella fındık üreticisi arıyormuş, yetmiyormuş, yetiştiremiyormuş birlikte çalıştıkları…
Türkiye…
Dünyada en büyük fındık üreticisi, fındık kurdu…
Birçok fındık kırdı, çaldı, çırptı…
Kesti, evet ağaç namına, yeşil namına bir şey bırakmadı…
Fındık kurdunun bademlisi!
Kasımpaşa ayısı, Rize fırlaması!
Ulan Sözcü müsün nesin…
YETER…
Haber yapacaksan doğru haber yap, O kimi gazeteci bozuntusuna ihtarda bulun…
Milleti kandırmasınlar!
Ayıp…
Ayıp denilen bir şey var…
Mısır’da, Piramide bulunan oda…
Sözde kızılötesi ışın ile bulunmuş(!)
YUHHH…
Yalanlanın kuyruklusu, NASA teknolojisi, nispeten yeni. Arkeoloji daha yeni yeni kullanmaya başladı…
Keza…
Nutella’nin bu arayışı Türkiye’yi zor durumda bırakabilirmiş…
Ya git Allah’ını, Peygamberini seviyorsan…
Git işine, Tayyip varken. Kıvırır ayaküstü bir yalan O kıllı g.tünden…
Olur biter.
Veeeeeeeeeeeeeeeee…
Pekin hattı…
Ulan dünya âlem biliyor güzergâhı…
Bana bak Sözcü müsün nesin…
Adam gibi haber yap, aldatma, kandırma milleti!
Uzay istasyonu falan da kurmuştuk
An error occurred
Benimde
🙂
Ancak!!!
Biliyorsun, bile bile!!!
Bir vida, alt tarafı bir vida, duvara bir tane delik
Kim ne derse desin, isterse kral sofrası olsun…
Kışın…
Sabah kahvaltısına ille bir çorba. Ezo gelin, mercimek, bazen tarhana…
Bir pirinç çorbası da olabilir mesela…
Çorba ılık içilir aslında, bende kaynar olacak, fokur fokur.
Doktor bir ilaç verdi, bünyem değişti…
Çok ağır bir ilaç, kanımdaki yağı düşürmek için, hayatım kaydı…
Çok şiddetli mide bulantısının yani sıra, hayatımda etmediğim kahvaltıyı etmek zorundayım…
Yoksa…
Tam bir felaket. Kahvemden, O çok sevdiğim kahvemden bile geçtim.
Nadiren, arada sırada…
Duvara bir lamba gerekti, bir delik bir vida…
Eğer yıllardan beri biriktirdiğim, aldığım donanım olmasa, imkânsız bir girişim…
Kendimden, hayattan o kadar tiksindim!
Blanka
Çok ilginç deneyimler…
😊
Yıllar oluyor yıllar, iki binlerin başlarıydı, bankada çalışıyorken…
Dedim ya ateşime değen(!)
Unutmamış beni!
Bir başka psikolog, kısmettim psikologlardan, doktorlardan yana…
Hırvat…
Kadın denilen canlının en güzel nimetlerine sahipti.
Bir ayın ilk haftası, her ay sitemi analiz ederim. Kim gelir bakar, nereden bakar…
Kimdir, nedir…
Ondan sonra veriler o kadar çoğalır ki analiz, resmen işe dönüşür…
Nedendir bilmem…
Kimi hayatıma girmiş olan kadını unutmam, unutamam…
Onun nasibine “sadece” kolye, sonsuzluğu…
Sadece üç kadına almışımdır, sadece üç.
Bir erkeğin bir kadına yüzük alması…
Bir kadının bir erkek tarafından hediye edilen yüzüğü kabul etmesi…
Taşın cinsi, önemli…
Sonsuzluk ve simgesel değeri.
Kadın işte…
Hiç unutmam, hanım bir şekilde masamın üstünde duran mermer kül tablasının sırına erdi…
Hırvatistan mermeri…
İhtimaller içeresindedir, kardeş, benimle birlikte bankada çalışıyordu, kadın dayanışması!?
Kardeş değil düşman, düşman ya düşman!
Hanım…
Küllüğü “kaybetti”. Yok, ne kadar aradıysam yok piyasada…
Çok güzel, çok hoş bir küllüktü, hele rengi…
Son derece zevkli!
Dedim ya yıllar oluyor, dün bakmış…
Ah şu kadın milleti!