Çok şükür, korktuğum olmayacak gibi

Gerçi…
Uluslararası basın tarafından teyit edilmedikten sonra bu zibidiler…
Allah birdir deseler inanmam…
Afrin şehir merkezindeymiş ÖSO…
Mehmetçik diyemeyeceğim çünkü benim televizyonlardan gördüğüm…
Sadece çapulculardı, resmi üniformalı Mehmetçik görmedim, ben görmedim…
Siz gördüyseniz bilemem. Askerlerimiz, Mehmetçik canından olmasında varsın böyle olsun…
Keşke böyle olmuş olsa!

İzmirlim, Sayın Doğru ve Sayın Çoksun…

Onu sona bıraktım ki çok dikkatli okuyun, çok dikkatli bakalım ayni sonuca varacak mısınız?


Çiftlikbank
17 Mart 2018
Yazarlar
Cumhurbaşkanı seçildi.
Cumhurbaşkanlığı sarayında oturmadı.
Evi yok.
Eşine ait köy evinde oturuyordu.
Suyu kuyudan çekiyordu.
Maaşının yüzde 90’ını yoksullara bağışlıyor, yüzde 10’uyla geçiniyordu.
Makam uçağı kullanmadı.
87 model vosvos’u var, ona bindi.
Şoförü yoktu.
Meclise Vespa’yla geldi.
Koruması yoktu.
Banka hesabı yoktu.
Kredi kartı yoktu.
Üç bacaklı, topal köpeği vardı.
“Siyaset, para biriktirmek için değildir, halk olmaktır” diyordu.
Birleşmiş Milletler’de konuşma yaptı, “kalıcı olan aşk, dostluk, dayanışma ve ailedir, belirleyici olan hayat olmalıdır, tüketim değil” dedi.
Cumhurbaşkanlığı süresi bitti, illa gene seçileyim, koltuğa yapışayım, kazık çakayım, oyları çalayım filan demedi, emekli oldu.
*
Uruguay cumhurbaşkanı’ydı Jose Mujica.
*
Peki, Uruguay halkı evi olmadığı için, suyu kuyudan çektiği için, vosvosa bindiği için mi cumhurbaşkanı seçti onu?
Hayır.
*
Cumhurbaşkanı seçilmeden önce “tarım” bakanıydı.
*
Akılcı ve halkçı politikalarıyla beş yıl gibi kısa sürede Uruguay topraklarının yüzde 90’ını tarım yapılabilir hale getirdi.
Ülkesini buğday, pirinç, mısır, arpa, yulaf deposu haline getirdi.
Canlı hayvan varlığını, sığır, koyun, domuz, kümes, toplam 45 milyona çıkardı.
Ülkesindeki canlı hayvan nüfusunu, ülkesindeki insan nüfusunun 13 katına çıkardı.
Süt ürünleri sektörünü, beş katına büyüttü.
Topraktan elde edilen kazancın bir kısmını denize döktü, balıkçılık patladı, üç katına çıkardı.
Tarım ve hayvancılık sayesinde işsizliği azalttı, kişi başına düşen geliri arttırdı, maaşları yükseltti, köyden kente göçü durdurdu.
*
Hırsızlık yapmaması, paraya tamah etmemesi, sarayda oturmaması, vosvos’a binmesi, hayat felsefesi, elbette örnek alınması gereken davranışlardı ama… Cumhurbaşkanı seçilmesinin sebebi, tarım’dı.
*
Biz ise, dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik.
Cumhurbaşkanımız kendine bin yüz küsur odalı saray yaptırdı.
Emrinde yedi tane filan uçak var.
Örtülü ödenekle yılda iki milyar liradan fazla kafasına göre harcama yapıyor, nereye harcadığını sorman bile yasak.
Şimdi yukarıdaki Uruguay’dan inek ithal ediyoruz.
Saman ithal ediyoruz.
Herifin biri internette “çiftlikbank” kurdu, beğendiğiniz ineğin üstünü tıklayıp, şahsi banka hesabıma parayı yatırın, ineğin etinden sütünden size kar payı ödeyeyim dedi, saman ithal eden ülkenin insanları bu teklifi çok mantıklı buldu, herifin şahsi hesabına tiko para 500 milyon lira yatırdılar, paraları balyaladı, Uruguay’a kaçtı.
*
Uruguay’da elçiliğimiz yok.
Suçluların geri iadesi antlaşmamız yok.
*
Uruguay’dan inek alabiliyoruz.
Çiftlikbank’ın sahibini alamıyoruz.
*
Tarımdaki muhteşem başarılarını takdir ederek Akp’yi 16 senedir iktidarda tutan sayın ahalimizi tebrik ediyorum, Çiftlikbank’ın imam hatipli sahibine 500 milyon lira ödeyen sayın ahalimizi en kalbi duygularımla kucaklıyorum.
*
Gerizekalı Uruguaylılar gibi en az üç inek yapmayalım.
İlerizekalılar olarak en az üç çocuk yapmaya devam edelim.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/ciftlikbank-2293246/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Tıfıl tombul oğlan!
Uyanık, 80 bin kişinin 500 milyon lirasını çarptı, Uruguay’a kaçtı. Buldular bu tıfıl tombul oğlanı “Vay ahlaksız… Vay soysuz… Vay yalancı… Allah’tan korkmaz, Hz. Peygamberden utanmaz…” diye kızıp, eşini de sorguda konuşturarak öfke boşaltıyorlar. Bu tıfıl tombul oğlan, büyüklerinden neyi gördüyse onu yapmış. İktidar büyükleri, “memleketin tümünü çiftlik bank” yaptılar. Oğlan da büyüklerinden gördüğünü modelledi.
Milyon tane örnek var.
İşte bir güncel örnek.
Memleket büyüğü!
Memleketin en büyüğü!
Meclis Başkanı!
Meclis’i “Çiftlik Bank” yapmış. Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın iyi eğitimli polis korumaları var. Korumalar, Meclis Başkanı, 1 milyon 100 bin TL devlet parası sayılıp alınmış, yabancı ülkelerde üretilmiş Audi A8 lüks makam otomobiline arka koltukta oturmuş giderken onu dışarıdan gelecek her saldırıdan koruyacaklar.
Tamam korusunlar!
* * *
Fakat 80 milyon nüfuslu memleket Meclis Başkanı için bir “Çiftlik Bank” yapılmış. Korumalarına, yaklaşık 3 milyon TL devlet parası sayılarak yine yabancı bir ülkede üretilmiş her biri devlete 590 bin TL’ye mal olan 5 adet Toyota Land Cruiser Prado cip alındı. Türkiye’deki otomobil fabrikalarında Türk işçisinin ürettiği ciplerle Türk Meclis Başkanı korunamıyor!
5 tane 590 bin TL.
5 tane ithal cip.
Ne olacak?
Meclis Başkanı korunacak.
Meclis çiftlik bank olmuş!
İşte başka bir güncel örnek daha: Yüzde 99 hissesi devlete ait TÜBİTAK Marmara Teknokent’in genel müdürü ayda 32 bin TL maaş alıyor. Sayıştay müfettişlerinin tespitine göre, bu devlet müdürü bu kadar yağlı maaş almasına rağmen 23 bin TL kredi kartı harcamasını da devlete ödetti.
Devlet çiftlik bank olmuş!
İşte bir diğer güncel örnek daha: Hükümet bu yılın sadece 2 aylık döneminde örtülü ödenekten 334,5 milyon TL harcama yaptı. Kısa şubat ayında bile bütçe açığı 1.9 milyar TL oldu.
Bütçe, çiftlik bank olmuş.
Diyorum ya!
Yüzlerce örnek var.
Say say bitmez.
İşte bir örnek daha: 8 yıl önce (2010’da) 2.6 milyar TL olan Diyanet İşleri Başkanlığı Bütçesi, yıllar içinde katlanarak arttı ve 2017 yılında 6.8 milyar TL’ye ulaştı. Diyanet’in kasasına, 8 yılda Bütçe Kanunu ile harcasın diye 38.8 milyar lira devlet parası konuldu. Diyanet her yıl, daha fazla ödenek istedi.
Din, diyanet çiftlik olmuş.
Başka bir örnek: Başbakanlık makam uçağı havuzunda bulunan VIP uçaklara bir yılda 529 milyon TL devlet parası harcandı.
Milletin parası çiftlik olmuş.
* * *
Tıfıl tombul oğlan da Bursa’da bir lokantada bulaşıkçılık yaparken “olana-bitene bakıp, kendine örnekler” alarak; kimi zaman mehter marşı çaldırıp, kimi zaman “Allah yolunda, Rabbim hepimizi korusun…” diyerek kendine bir “Çiftlik Bank” yarattı. Sadece 27 yaşındaydı. Projelerimiz yüzde 30 devlet teşviklidir diye ilan etti. Adını “çiftlik bank” koydu ama aslı eski denenmiş, sonuçları görülmüş “keriz silkeleme” yöntemidir. Uyanık geçinen kimi insanoğlunun içindeki “avantadan zengin olmak, kimsenin yapamadığını yapıp büyük avı yakalamak” kurnazlık fıtratından faydalandı. Ava gidenleri avladı. Tavuklara, danalara, Konya’da arazilere yüksek paralar verme ve “1 koyanın 50 alacağını” vaat etme sürecini başlattı. Aynı politikacı büyükleri gibi…
Başardı!
80 bin kişinin 500 milyonunu çarptı.
Uruguay’a kaçtı.
Büyüklerine kaçış yolu açtı!
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/tifil-tombul-oglan-2293202/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

İstiklal Marşı’nı Orhan Gencebay yapsın…
17 Mart 2018
“Güfte var, beste yok” dedi…
Böylece İstiklal Marşı’mızın da yarısı gitti mi?..
*
Cumhuriyetimizin 10’uncu yılıydı…
Görülmemiş bir zaferle kurulan cumhuriyet dünyada bir yıldız gibi parlıyordu… Çocuklarını, evini-barkını, ambarındaki buğdayını vererek, aç kalarak destan yazmış millet 10’uncu yılı gururla kutluyordu…
Evlerde şenlik, sokaklarda bayram vardı…
10’uncu yıl için bir marş lazımdı, bir yarışma açıldı… Cemal Reşit Rey, güftesini Behçet Kemal Çağlar ile Faruk Nafiz Çamlıbel’den alarak bir marş hazırlamıştı… Eserini alıp yarışmanın yapıldığı Milli Eğitim Bakanlığı’na geldi, piyano eşliğinde seçici kurula çaldı…
Çok beğenildi…
Ama seçicilerden birisi “Bu marş bize uymaz” dedi…
“Niçin?” dediler…
“Çünkü tam ‘cumhuriyet‘ derken majörden minöre geçiliyor… Minör küçük demek… Yani şimdi cumhuriyet küçük mü?..”
Ona müzikte minörün ne anlama geldiğini anlattılar, 10. Yıl Marşı birinci seçildi…
Biz ülkemize kara düşüncenin çöktüğü bu günlerde, her moralimiz bozulduğunda, o marşı söyleyerek direniriz…
*
Şimdi sıra geldi İstiklal Marşı’mıza…
Cumhuriyet’in tüm anılarını yıkanlar, bu kez de İstiklal Marşı’nda kusur buldular…
İstiklal Marşı; sadece sözleri ile değil, bestesi ile de mesaj içerir… Batı formatında, dünyanın her yerinde, müsabakalardan resmi-özel törenlere kadar, yabancı orkestraların da icra edebileceği kalıpta bestelenmiştir…
Yeter ki hisset…
Biz onu dinlediğimizde, hele yabancı bir ülkede duyduğumuzda, çocuklar gibi ağlarız…
*
Bir tek kelimesi anlaşılmayan Arapça dini eserleri elletmeyenler, iki hecesi yarım okunduğu için mi İstiklal Marşı okunurken oturdular…
Ve ayağa kalkanlara “Sap gibi” dediler?..
*
İyisi mi sen kendin için Orhan Gencebay’a bir marş yaptır…
İstiklal Marşı’mıza dokunma…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/istiklal-marsini-orhan-gencebay-yapsin-2293209/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Tepemi attırdılar yine

Çok önemli, Sözcü gazetesinden tesadüfen okuyan varsa yetkililere iletilmek üzere

Arkadaşlar, sevgili yazarlar, değerli insanlar…
Sizlerden bir ricam olacak…
Lütfen, mümkünse hani hepiniz aynı gün aynı gündemle kaleme sarılmayın. Pazar günleri Avrupa’da yayın yok, gazete çıkmıyor. Bir ayıptır bence bir ayıp. Ancak sizlerde hâklisiniz ayıbın büyüğü bizde çünkü okumuyoruz ki!

Okuyanlarınızın hatırına…
Görüş farklılıkları olsa bile sıkıcı oluyor dostlar, çok sıkıcı…
Kimse kurusa bakmasın…
Bence İstiklal Marşı konusunu Sayın Çölaşan, Çiftlik Bank konusunu Sayın Doğru birincilikle, İzmirlim ikincilikle bitirdi.

AMA…
Sayın Coşkun onca kelime içinde bir cümlesiyle turnayı gözünden vurdu…
Tabii dikkat edip anlayana…
Evet, evet ANLAYANA…
O da İstiklal meselesini yazmış, birisi itiraz etmiş…
Yazısından anlıyoruz ki…
Anlatmışlar…
Anlamış ve marşımız geçmiş.

Artık anlatsan bile, ağzınla kuş tutsan fayda yok…
Faydası yok, faydasız ha duvara anlatmışın meramını ha “insana”

Hiç dikkatimi çekmemişti, O kadar işlemiş ki içime, o kadar olağan ki benim için…
Tam TÜRKIYELI…
Ancak öyle olması gerekli, 1982 Anayasası 66 Maddede tarif edilen Türk vatandaşlığı niteliği gibi:

I. Türk vatandaşlığı
MADDE 66.– Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür. (Son cümle mülga: 3.10.2001-4709/23 md.)
Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.
Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.
Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.

http://www.anayasa.gen.tr/1982ay.htm

LÜTFEN…
RICA EDIYORUM LÜTFEN
Önce İstiklal Marşımızı DIKKATLI okuyalım, sonrasında Sayın Çölaşan’ı…
Yürek isidir yürek işi, duygu ve düşüncelerin temizliği…
Bizler…
Bir ulusuz, ulus, bir millet, gelmişiz “dünyanın dört tarafından” yurt edinmişiz Anadolu’yu…
Bizler bir milletiz, bir ulus.

İstiklal Marşı
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‚Medeniyet!‘ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettigi günler hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ‚toprak!‘ diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Mehmet Akif Ersoy

İstiklal Marşımız üzerine
17 Mart 2018
Sevgili okurlarım, Türkiye ilginç bir ülke oldu! Dünya liderimiz her konuda konuşuyor, görüşlerini dile getiriyor.
Hükümetin karar vermesi gereken ne varsa öncelik alıp fikirlerini beyan ediyor ve bunlar anında yerine getiriliyor!
Böyle bir yönetim biçimini hiç görmemiş ve duymamıştık.
Dünya liderimizin kürsülerde haykırdığı konuşma metinleri, danışmanları tarafından hazırlanıyor ve ona da okumak düşüyor.
Anladığım kadarıyla bu danışmanlar sarayda kafa kafaya verip tartışıyor:
“Yarın ne söyletelim ki olay yaratalım, manşetlerde yerimizi alalım!..”
Dünya liderimiz de onların hazırladığı metinleri okuyup her gün, her saat ve her dakika karşımıza çıkıyor!
* * *
Son olarak iki şey söyledi:
– İstiklal Marşı’nın bestesi iyi değildir, değiştirilsin!
– Afrin için marş düzenlensin!
O beste gerçekten iyi değildir ama çok uzun yıllardan beri ezberlemişiz, okuyoruz. (Osman Zeki Üngör’ün 1930 yılında kabul edilen bestesi.) Şimdi yeni beste yapılırsa bunu 80 milyon insanımıza nasıl öğretecek, nasıl okutacaksınız?
Afrin için marş, ya da türkü düzenlenmesine gelince, Orhan Gencebay vesaire gibiler bu işe zaten soyunmuş, yeni eserimiz yakında piyasaya sunulacakmış! Ama şunu iyi bilsinler, her marş tutmaz. Hele özel siparişle hazırlanan zorlama marşlar hiç tutmaz. Yakın geçmişimizde bunun nice örnekleri var.
* * *
İstiklal Marşımız birkaç gün önce gündeme yeniden gelince, yani fırsat bulmuşken, size bu olayın öyküsünü kısaca anlatayım dedim.
Şimdi biraz gerilere, 1921 yılına dönelim. 23 Nisan 1920 günü Meclis açılmış, İstiklal Harbi başlamış. Ordularımız, Anadolu’yu işgal edenlerle savaşıyor. Yunan ordusu Ankara yakınlarına kadar ilerlemiş. Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa.
Meclis bu duyarlı ortamda, yeni kurulan Türk Devleti için bir İstiklal Marşı hazırlatmak istiyor. 1920 yılı sonlarında bu amaçla bir şiir yarışması açılıyor ve katılımcılara 6 ay süre veriliyor.
Yarışmaya bu süre içerisinde tam 724 şiir gönderiliyor. O zamanki adı Maarif Vekaleti olan Milli Eğitim Bakanlığı, bu şiirleri değerlendirmek için komisyon kuruyor.
O dönemin Türkiye’sinde böyle bir yarışma düzenleyeceksiniz, bunu iletişim olanaklarının neredeyse sıfır olduğu bir ülkede herkese duyuracaksınız ve 724 şiir yarışmaya katılacak, zor iştir.
* * *
Bu şiirler tek tek inceleniyor, içlerinden altı şiir elemeyi geçip Meclis Matbaası tarafından bastırılıp milletvekillerine dağıtılıyor.
Ayrıca kazanan şiir için 500 lira ödül var. O zaman için çok büyük bir para.
O sırada Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ankara’da yaşayan ve aynı zamanda milletvekili olan ünlü şairimiz Mehmet Akif (Ersoy)’dan ayrıca bir şiir istiyor.
Elemeyi kazanan şiirler beğenilmemiş miydi, yoksa başka bir nedeni mi vardı?
* * *
Bunun üzerine Mehmet Akif (Ersoy) “Ben mebusum (milletvekiliyim), müsabakaya katılmam ama bir şiir yazıp size veririm” diyor.
Evinde yazmaya başlıyor ve “Kahraman ordumuza” ithaf ettiği şiiri bitirdiğinde, Maarif Vekaleti’ne teslim ediyor.
Yarışma sonuçlanıyor. Kazanan Mehmet Akif’in şiiri Meclis kürsüsünden Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey tarafından büyük bir coşkuyla okunuyor.
Büyük tezahürat ve alkışlar arasında ve oybirliği ile İstiklal Marşı olarak kabul ediliyor.
Günlerden 12 Mart 1921 idi…
* * *
İstiklal Marşı şiiri kabul edildikten hemen sonra kürsüden bir kez daha okunuyor ve bütün milletvekilleri bu kez ayakta dinliyor.
Meclis yetkilileri birkaç gün sonra Mehmet Akif Bey’e 500 liralık para ödülünü vermeye geliyorlar. Almayı reddediyor.
“Ben müsabakaya girmedim. Bu para benim hakkım değildir” diyor. (Bugünkü arsızların hırsızların kulakları çınlasın!)
Meclis yetkilileri ısrar ediyorlar… “Bu parayı kasamızda tutamayız. Siz alın, isterseniz bir yere bağışlayın” diyorlar.
Bunun üzerine parayı hastanede yatmakta olan yaralı gazilerimize bağışlıyor.
* * *
Sevgili okurlarım, şimdi sizlere bu yarışmaya katılan ve elemeyi kazanan altı şiirden birini ileteceğim.
O şiirleri hiçbir yerde bulamazsınız. Hepsi de unutulup gitmiştir.
Bunları, o dönemde Meclis’te memur olarak çalışmakta olan yazar Mahir İz’in 1975 yılında basılan “Yılların İzi” isimli kitabını okurken buldum.
* * *
İşte yakın tarihimize ışık tutacak o şiirlerden biri. Yarışmaya Ankara’dan A.S.’nin gönderdiği “İstiklal Türküsü” başlıklı şiir: (Rumuzla katılmış.)
“Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın/ Yurduma göz dikenler al kanlara boyansın/ Ya ben, ya onlar diyen silahına dayansın/ Türk oğludur bu millet/ Türk’ündür bu memleket.
Düşman gözü tutamaz, yanar dağlar başını/ Bağrımızda saklarız vatanın her taşını/ Yurdumuza yan bakan döker göz yaşını/ Türk oğludur bu millet/ Türk’ündür bu memleket.
Can veririz her zaman hürriyetin yoluna/ Ya gazi ya şehitlik, ne devlettir kuluna/ Ata emanet etmiş namusunu oğluna/ Bize Türk oğlu Türk derler/ Hep bizimdir bu yerler.”
Çok güncel bir olay çıkmadığı takdirde, yarınki yazımda size, 1921 yılında sonuçlanan İstiklal Marşı yarışmasına katılan, elemeyi geçmeyi başaran, ancak çoğu amatörce yazılmış diğer beş şiiri de ileteceğim.
* * *
Mehmet Akif Ersoy hakkında kısacık bilgi: Veteriner hekim. 1873’de doğdu, 1936’da vefat etti. 1920 yılında ilk Meclis’te Burdur milletvekili. Vaiz, hafız, Kur’an’ı Türkçeye çeviren. Ama yobaz ve din tüccarı değil.
İstiklal Marşı’nda “Türk” sözünü kullanmamıştır. “Türk Milleti” de yoktur. İki ayrı yerde “Irkım” denilir.
Unutmayalım, bu şiir yazıldığı ve İstiklal Marşı olarak kabul edildiği dönemde ne Sakarya zaferi kazanılmıştı, ne de 30 Ağustos zaferi.
Daha sonra yazmış olsaydı, Mehmet Akif belki de “Türk” diyecekti.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/istiklal-marsimiz-uzerine-2293231/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Diğer İstiklal Marşı şiirleri
18 Mart 2018
Sevgili okurlarım, dünkü yazımda sizlere 1920 yılında açılan İstiklal Marşı yarışmasına katılan 724 şiir arasından “Finale kalan” altı şiirden söz etmiş ve birini kullanmıştım.
Bu şiirleri bugün kolayca bulmanız mümkün değil. O günlerden kalan tarihi bir belge olarak açıklıyorum. (Dünkü yazımı okumadıysanız, okumanızı öneriyorum.)
Bazılarında bol miktarda kullanılan Arapça-Farsça sözcükler dikkatinizi çekecektir.
Çoğunun ise o günün koşullarında nasıl amatörce yazılmış olduğunu göreceksiniz.
* * *
Hüseyin Suat Bey’in şiiri:
“Türk’ün evvelce büyük bir pederi/ Çekti sancağa hilal-i seferi/ Kanımızla boyadık bahr-ü berri/ Böyle aldık bu güzel ülkeleri / İleri, arş ileri, arş ileri/ Geri kalsın vatanın kahpeleri.
Seni ihya için ey namı büyük/ Vatanım uğruna öldük, öldük/ Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük/ Siper oldu sana dağlar gibi Türk. /Yürü, ey milletin efradı yürü/ Ak süt emmiş vatan evladı yürü.
Vatan evladını kurban edeli/ Milletin hür yaşamaktır emeli/ Veremez kimseye bir Çamlıbel’i/ Bağlanır mı acaba Türk’ün eli. /İleri, arş ileri, arş ileri/ Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.”
* * *
Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi muharrirlerinden (Basın Genel Müdürlüğü yazarlarından) Kemalettin Kâmi Bey’in “İstiklal Marşı” başlıklı uzun şiirinin ilk kıtaları:
“Göz yaşına veda et/ Ey güzel Anadolu/ Hakkını korur elbet/ Türk’ün bükülmez kolu.
Cenk ederiz genç, koca/ Bugün değil yarın da/ Yadımız ağladıkça İzmir ezanlarında/ Hak yolunda kan olur/ Dünyalara taşarız/ Ya şerefle vurulur/ Ya efendi yaşarız.
Her gün yeni bir hile arkasında satıldık/ Her gün yeni bir dille yurdumuzdan atıldık. /Yeter ey Kâbemizi elimizden alanlar/ Alıkoyamaz bizi yolumuzdan yalanlar.”
* * *
Merzifon İdadisi Muallimi (Merzifon Lisesi Öğretmeni) İskender Haki Bey’in şiiri:
“Ey Müslüman, ey Türkoğlu/ Açıldı İstiklal yolu/ Benim bu son günlerimdir diyor size Anadolu / Çek sancağı Türk ordusu/ Olmaz Türkün can korkusu/
Esarete dayanır mı/ Türk vatanı, Türk namusu/ Bu son savaş bize farzdır/ Fırsatımız gayet azdır.
Muzaffer ol da ey millet/ Altın ile tarih yazdır/ Birleşelim özümüzden/ Dönmeyelim sözümüzden/ Hem silelim bu lekeyi/ Tarihteki yüzümüzden.”
* * *
Yarışmaya sadece ‘‘M“ rumuzuyla katılan ve finale kalan birinin şiiri:
“Altı bin yıl efendilik yaptın/ Kahraman Türk idi cihanda adın/ Bir ateşten siperdin İslama/ Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.
Ey büyük ünlü milletim ileri/ Hasmına çiğnetme koş bu şanlı yeri/ Düşmanın bir cihansa dostun Hak/ Hakkın elbette müstakil yaşamak.
Atıl, ez, vur, senindir istiklal/ Ebedi parlasın şu al bayrak/ Ey benim şanlı milletim ileri/ Ele çiğnetme koş bu ülkeleri.”
* * *
Mehmet Muhsin Bey’in şiiri:
“Yıllarca altı cephede ateşle kanlara/ Türkün hilal-ü dinine düşman olanlara/ Ceddin o, yıldırım gibi saldın zaman zaman/ Yüksek başın eğilmedi bir an cihanlara.
Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-şitab/ Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılâp.
Ey mazi-i havariki bin dasitan olan/ Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan/ Arslan yürekli ordu demir giy, silah kuşan/ Zira hududu kapladı ateşle kan duman.
Arslan mücahit ordusu, ey haris-i salah/ Destinde seyf-i hak gibi bin şanlı bir silah/ Açtın sema-yı millete pür nur bir sabah/ Ati bizim, bizim artık vatan, zafer, felah.
Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım şitab/ Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılâp.”
* * *
Sevgili okurlarım, iki günden beri sizlere İstiklal Marşı yarışmasına katılan ve “Finale kalan” şiirleri aktarıyorum.
Hepsi de o günkü savaş koşullarında ve bağımsızlık mücadelesinde vatan sevgisi, coşku ve iyi niyetle yazılmış, ancak biraz amatörce şiirler.
Bazılarında bol miktarda Arapça-Farsça sözcükler var.
Bunlar yarışmada sona kalmayı başarmış ama bir “İstiklal Marşı” için yeterli olduklarını söylemek mümkün değil.
* * *
Herhalde sizler de gördünüz ki, her koşulda en iyisi Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan ve 12 mart 1921 günü Meclis tarafından oybirliği ile kabul edilen İstiklal Marşımız.
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak…”
Meclis, yarışmaya katılan şiirler arasında galiba en iyi seçimi yapmış.
Bestesi iyi değilmiş, değiştirilmesi gerekirmiş falan filan!.. Bu gibi fasa fiso lâflara kulak asmayın…
Beste iyi olmasa bile bu saatten sonra neyi değiştireceksin beyefendi, 80 milyon insanımıza yeni besteyi nasıl öğretip okutacaksın?
Şimdi Afrin marşı hazırlamaya soyunan Orhan Gencebay vesaire gibilerin düğün salonlarında çalınıp söylenen arabesk bestesi mi bu?

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/emin-colasan/diger-istiklal-marsi-siirleri-2294845/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Hanım evde, kazınıyor…
Bahar gelmedi ki kadın ne temizliği bu diye sordum, yok…
İlle kazınacak…
Bana araziye uymak düşer…
Dükkândayım, işlerim vardı sakin kafayla yapayım, başladıklarımı bitireyim dedim…
OMA aradı…
“(H)alooooo, ben (Fr.) Bayan Kxxx, ben bir yabancinin evindeyim”
Haydaaaaaaaaaaaaaaaaa
Baktım telefon numarasına onun evi…
Oma evindesin dedim, “sahi yabancı gelmedi” dedi…
Güler misin, ağlar mısın?
Kafa iyice gitti yine, ben gidiyorum…
Ne zaman döne(bili)rim bilmiyorum…
Yeminle çevrem tımarhaneden farksız!




Kadına şiddet, çocuğa, insana…
Çok boyutlu, o kadar çok yönü var ki(!)
Hangi yüzyılda yaşıyoruz?
21. Yüzyılda, yıllardan 2018…
Köle ticaretinden tutun, evet, evet bildiğiniz köleden tutun kadının cinsel köle olarak satılmasına varana, sünnet ya sünnet, kadının sünnet edilmesine kadar ne ararsanız var(!)
Çağımızda bile ve bu durumun yok Müslümanı, Hristiyan’ı, Musevi’si, Budist’i…
Yok Avrupası, Asya’sı, Amerika’sı, Afrika’sı, YOK…
Günümüzde Hanımlar ve Beyler, günümüzde…
Öyle tahmin ediliyor 130 milyon kadın “sünnet” mağduru. Her sene, her Allah’ın senesi 2 milyon, tekrar iki milyon genç kız veya kadın bu rakama katılmakta.
Kim diyor bunu?



Çocuk can veriyor can alıyor, çocuk!
Adi sapıklara satılan erkek çocuk konusuna hiç girmeyeceğim, midem bulanıyor…
Nasıl ki küçücük bebeler, ya onlar daha bebe, küçük kız çocukları sapıklara peşkeş çekiliyorsa aynen öyle ikisi de tiksindiriyor beni, kendime insan demeye utanıyorum çünkü onlarda sözde insan, bende!

Gerçi 1999 verileri, yayınlayan BM’nin bir örgütü UNRIC…
Ancak EMINIM değişen çok fazla bir şey olmadı. Buna göre Dünya Bankası 1993 yılı tahminlerinde dünyada ev içi şiddetten ölen kadın sayısını (doğum yapabilecek duruma gelebilenler) kansere kurban gidenlerle eşit olduğunu söylüyor VE yine şiddete mağdur kalan kadınların DIKKAT trafik kazalarında ve sıtmadan hastalananların toplamından daha fazla sağlık sorunlarına sahip olduklarını belirtmekte.


Bu kızların anneleri yok mu???

Ortalık bembeyaz. Boşuna bizim burası için küçük Sibirya demiyorlar, hava çivi gibi.
Dün cumartesiydi, dükkân yarım gün açık. Saat birde kapadık. Karnım açıktı, baktım hanımın yüzüne, yorgun kadın. Benimde evde artık bir faydam olmuyor…
Eskiden en azından bir yemek yapabiliyordum…
Artık onu bile yapamaz hale geldim. Çok nadiren (…)
Sordum karının aç mı? “Aç!”
Hadi yürü o zaman Wiesbaden’e dedim.

FastFood…
Öggg…
İtalyan, Çin, Hindistan falan…
Almana zaten neredeyse hiç gitmem. Taunusstein…
Üç köyün birleşmesinden oluşur. Hahn merkez, sağında ve solunda Wehen ve Bleidenstadt…
Hahn’a girerken ki dikkatinizi çekerim otuz senenin üstünde otururuz buralarda solda kalır eski bir villa. Wiesbaden zaten, Frankfurt, Offenbach, Eschborn, Darmstadt…
Yemin ediyorum bak yemin…
Cuma’dan – pazara insanlar yüzlerce metre yol kenarına park eder ki YASAK…
Park yeri var yetmiyor…
Poliste bir şey demez oldu artık, nedeni…
Bir gir de bak…
Alman mutfağı ama o ne lezzet!!!

Hele şarap mahzenine diyecek yok.

Bugün gideriz, yârin gideriz derken geçti yıllar. Bundan bir – iki sene önce anca gidebildik. KESINLIKLE tavsiye ederim. Tabii gündüzleri kapalı. Bizim milletin “ahlaksızlığı”, terbiyesizliği…
Birisi bir şey yapsın, başarılı olsun…
Ehliyete, liyakat’a bakmaksızın, BENDE YAPARIM!

B.k yaparsın(!)
Bir – iki istisna. Bakkalından tut, berberine restoranına varana kadar…
Başarılı olanın ya tam dibine veya karşısına açarlar dükkân, sıra sıra ya, gir birinden, bir uçtan, arada kapı olsa caddenin sonundan çıkarsın, öyle yani. Müslüman!???
Dinimizin öğretisi, ahlaki değerleri bunu mu emreder?
Yılların restoran sahibi, bu ortak insani bir yanlış, falso…
Bilirim, tanırım kendisini O da beni. Küçücük bir dükkânı vardı, Haxxx’tu adı. Zaten oralı, bir kuşbaşı pidesi vardı, elini, ayağını beşte parmağını birlikte yersin. Allah…
Yürü ya kulum dedi, restoran kocaman açıldı, kahvaltı yeri, tatlıcısı falan filan AMA kalite gittikçe düşmeye başladı!!!

Çaprazına yeni bir restoran açıldı, önceleri sadece restoran. Türk yemekleri…
Dün gördüm, hemen yanına ayni işyeri sahibi kahvaltı yeri açmış…
Maymun mu desem ne desem bilmiyorum. Bu maymunluğa sonrada yine değineceğiz.

Haftada, olmadı iki haftada bir yemeliyim içli köfteyi…
Seviyorum ya…
Hem iki ayaklısını hem gerçeğini…
Yeni açanın içli köftesi benim damak tadıma daha uygun. Oraya gittik…
Yemin ediyorum içerisi tıklım tıklım, kısa bir süre için masa boşalmasını bekledik. Şansımıza kapı yanı düştü, hava buz gibi. Bir – iki masa değiştirdik, bekledik yani. Ne yiyeceğiz ne yiyeceğiz, hanımın canı lahmacun istedi, benimki malum, hadi yanına birde köfte ısmarlayalım dedik, hanim patateste istedi.
Üç çeşit yemek, daha ne olsun?
Kebap falan gına geldi…
Hanım dikkatimi çekti, o kadar açım ki yemekten başka ne bir şey düşünüyorum ne görüyorum.

Özellikle genç kızlar ama yaşını başını almış kadınlarda var aralarında…
Hemen yan masamızda, çaprazımızda bariz bir örneği…
Hanım dedi: “alemin kadınları berberden çıkmaz, manikür – pedikür …”
Anlayacağınız kafamı yarıyor yani AMA Allah var yukarıda, benim hanim gerçekten çok masrafsız…
“Kirpik uzatmalar!!!”

Bakın hanımlar…
Birincisi ben kimim ki sizlerin işinize karışayım?
AMAAA…
Her şeyin fazlası fazla…
Tabii ki bakımlı olmak, alımlı olmak güzel bir şey…
Elbette sizler kendinize yakıştırdıktan sonra bir başkasına söz demeyelim laf düşmez…
ANCAK…
Yapılan fazlaya kaçınca hem doğal güzelliğiniz bozuluyor hem gerçekten…
KOMIK…
Duruma düşüyorsunuz. Dedim ya bariz bir örnek hemen yan masadaydı, genç bir kız…
Ya zaten gençliğin verdiği bir güzellik, çekicilik var…
Hafif bir makyaj güzelliğe güzellik katar AMA…
Kız bir kirpiklerini uzattırmış…
YEMINLE, ALLAH BELAMI VERSIN YALANIM VARSA…
Gözleri görünmüyor, vallahi billahi gözleri zor görüyorsun…
Yine…
Bir fondöten Allah ne verdiyse sürmüş yüzüne…
Ya yazık günah değil mi doğal güzelliğinize, sadeliğinize…
Bunların…
Anneleri yok mu öğretsin, bu çocuklar neden bilmem ne karıları gibi dolaşıyor ortalıkta?
Baktım diğer kızlara, bu kadar abartılı olmasa da neredeyse hepsinin kirpikleri ok gibi…
Maymunluğun böylesi!

Af edin beni…
Kendimi birden Tayyip gibi his ettim ama inanın hanımlar her şeyin fazlası gerçekten fazla!

Neyi merak ediyorum biliyor musunuz? Sıfır meselesi!!!

Yüzyıllardır insanlık Arap sayılarıyla hesap – kitap yaparlar…
Arapların en büyük buluşu sıfır diye geçer, öyle öğrendi nesiller…
Ve yine böyle biliyoruz ki…
İnsanlık hareket etmekle mükelleftir…
Ne demiş atalar?
İşleyen demir paslanmaz!

Benim için kimse dinci diyemez, diyemez…
Mümkün değil bu…
Ama…
Elhamdülillah Müslüman bir ana – babanın evladıyım…
Kafamı kurcalar durur, niyet ne?

Tamam…
Bilim ve en son bulgular ancak yine de bu konu kafamı kurcalar. Tayyip değildir benim adım…
Ben, Önder’im…
Bir taraflarımdan uydurmam Küba’da Camii, Amerika’yı Müslümanlar kesif etti…
Bilimdir benim hocam, kendisini sürekli yenileyen mükemmeliyete ermeye çalışan…
Yine de nereden çıktı bu Hindistan meselesi, ispati nerede, neye dayandırılır bu iddia?
Sıfırı…
Gerçekten Hintliler mi icat etti?
Öyle ise…
Gözler, yürek, beyin ispat ister?

Kendime sormadan edemem…
Çünkü iddia sahipleri ciddi kaynaklar ancak iddia var ortada ispat yok…
Yakıştıramıyor mu çağdaş medeniyet böyle bir buluşu Müslümana?

Lütfen aranızda bilen varsa…
Beni ve okuyanlarımı aydınlatsa.




Evlat büyümüş, kendi derdine, kendi hayatını yaşıyor…
Yalnızlık nedir bilir misin?
Onlarca insan içinde hiç mi kendini yalnız his etmedin mi, bende süreklilik arz eden bir durum…
Onun için böyle konulara koy bir…
NOKTA

Nedenler muhtelif olabilir…
Cinsellik her şey demek değildir!
Bu yüzden bilmeden, anlamadan…
Yadırgama!

Gel ben sana başka bir örnek vereyim, isim sorma. Dün geçti haberlerden, daha dün
İtalya…
Tanınmış bir sanatçı, hatırlamıyorum galiba beraber yaşadığı insanda öyle…
Kavga ediyorlar…
Her ailede olabilecek bir şey, evli ol olma…
Erkek (tanınmış olan) bir tokat atıyor kadına, hep korktuğum şey insan kendini kaybetti mi elinin ayarı olmuyor çünkü…
Tokat çok şiddetli, kadın ölüyor. Uzatmayalım, adam kasten değil, kaza ile de değil ikisinin ortasından bir şeyler hüküm giyiyor, düz hesap galiba dokuz sene. İtalya’da bir tartışma patlıyor kamuoyunda…
Hüküm giymiş bir sanatçı, sanat hayatına dönebilir mi?
Kimisi kadını ve kadın öldürmüş olması sebebiyle dönemez derken diğerleri cezasını çekti dönebilir demekte.

Karmaşık değil mi?
Kıstas ne?
İtalya’da, bizim yavşağın kanıkası O da hüküm giymişti, seçimlere katıldı. Bizim ki zaten hapis bile yattı, bir mahkûm devletin başında. Kafa karıştırıyor, insanı bunaltıyor değil mi böyle kıyaslar?
Genellemeden sonra biraz daha ayrıntısına değinelim…
2016 yılında, 367 kadın ve aile bireyi öldürüldü, 109’u yaralandı.


Uğur Beyi, MUTLAKA okumalısınız MUTLAKA

Üç çocuk, beş çocuk…
Sal sokağa, Tayyip’e oy, dinciye malzeme(!)

Marketlerde bebek maması hırsızlığı niçin artıyor?..
16 Mart 2018
Önceki gün ünlü bir marketler zincirinde üst düzey yönetici olan dostumla konuşurken, söz döndü dolaştı ürün hırsızlıklarına geldi. Meğer son dönemde en çok çalınan ürünlerin başında çocuk mamaları geliyormuş!..
Nedenini sordum. “Hem büyük boyutlara varan işsizlik, hem de bilinçsiz toplum kesimlerinde doğum oranlarının artması” dedikten sonra, yürek yakan bir örnek verdi:
“Kısa süre önce kucağında altı aylık bebeğiyle 2 paket mama çalan bir kadın yakaladık. Ağlayarak eşinin işsiz, üstelik ileri derecede kanser hastası olduğunu söyledi. Anlattıklarına bakılırsa, ikiz küçük çocukları daha varmış. Onlara evlerde temizlik işleri yaparak bakıyormuş. Ancak kocası yatağa mahkum olunca, temizliğe de gidemez olmuş!.. Çalmasa saatlerdir besleyemediği bebeğinin ölmesinden korkmuş!..”
Polis çağırıp, işlem yaptırmaya hazırlanıyorduk ki, aklıma söylediklerini soruşturmak geldi. Çünkü bazı hırsızların mamaları dışarıda satmak için çaldıklarını biliyoruz. Arkadaşlardan birini görevlendirerek kadının verdiği adrese gidip bakmasını söyledim. Bir saat sonra döndüğünde, ağlamamak için kendini zor tutar haldeydi. Varoştaki evde tam bir sefalet tablosuyla karşılaşmış. Üstelik hasta adamcağız yatağında inim inim inliyormuş.
Kadını polise teslim etmek yerine, “başımızın gözümüzün sadakası olsun” diyerek, çocuk mamaları ve diğer ihtiyaç malzemeleriyle dolu bir koliyle evine gönderdik.
Bunu yaparken bir daha böyle bir davranışa yeltenmemesini, cezasının da 3 yıla kadar hapis olduğunu tembihlemeyi de ihmal etmedim!..”
* * *
Dün sabah yazı için bilgisayarımın elektronik posta kutusunu açtığımda CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ün Meclis’e verdiği yazılı soru önergesiyle karşılaştım…
Gök önergesinde, son bir yılda bebek maması fiyatlarına yüzde 70’e varan oranlarda zam yapıldığını belirterek, Başbakan Binali Yıldırım’a şu soruları yöneltmiş:
– Bebekler için hayati önem taşıyan mamalar neden Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ödeme kapsamına alınmıyor?
– Bebek sahibi olan her ailenin önemli gider kalemini oluşturan mamalardaki yüksek fiyat artışları neden önlenemiyor?
– Anne ve bebek sağlığı için gerekli olan temel ilaç ve gıdaların hangileri Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ödenmiyor?
– 2014-2018 yılları arasında hayatlarını kaybeden 0-7 yaş arası bebek ve çocukların sayısıyla ölüm nedenlerini açıklar mısınız?..
* * *
Önerge vahim tabloyu gözler önüne seriyor:
İşsizliğin dorukta bulunduğu, hakça paylaşım anlayışının yerlerde süründüğü bir ülkede “Çok çocuk yapın” demek, hiçbir sorunu çözmediği gibi, mevcut sorunları içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Çok şey vaatten ibaret kalınca da, bebekler açlıktan ölebiliyor!..
Ve o bebekler ki, dünyaya gelirken kendilerine hiçbir şey sorulmuyor!..

Yokkk, bu sefer Soner Beye mail yollamadım. Utanıyorum, öyle ikide birde insan rahatsız edilmez AMA sanki yollamış gibi ona yönelik yazacağım

Yazmıştım evvelsi, ima ettim…
Gıda maddeleri zorunlu olarak ilgi alanımda…
Bildiklerimi, okuduklarımı yazsam, ispatlı…
Yemin ediyorum ağzınıza bir daha bir şey sürmezsiniz.

Allah var yukarıda…
Bademler ile mesele ayyuka çıkmış olsa bile bademler öncesi de vardı bu sorun Türkiye’de…
Sadece Türkiye’de mi?
Tabii ki hayır dünyada…
Ağıza atacak lokmayı bulabilmek bir mesele ise dünyaya hâkim olan açlık mesela…
Bu çağda…
Diğer mesele buldun diyelim, ne yediriyorlar sana?

Bilmem kaçta kaçınız bundan haberdar…
Bilim…
Uzun süre deneyi yaptı, bir ikiz, ikisi de astronot…
Kardeşlerden birini dünyada tutarken diğerini uzaya yolladılar uzun süre…
Hani evrim teorisi var ya, hani dinci inkâr ediyor, diyor din ve bilim olmaz yan yana…
Halbuki yüce dinimiz bizzat bilimin dili, mantığın…
Allah “diyor” gör beni, her yerde her an, kullan ulan kullan sana verdiğim aklı, kullan…
O misal bilim tespit etti radyasyon, gıda falan uzaydaki astronotun genetiği değişti.

İkiz, ikiz tek yumurta ikizi…
İnsanda otozomlar (Autosom) iki kere 23 eder 46 kromozom…
Birden yirmi ikiye otozomlar yirmi üçüncü kromozom cinsiyeti belirler…
Bilim XY erkek, YY için kadın der.

Soner Bey salçayı falan saydı…
Hazır çorba kardeşim hazır çorba bile genetiğini değiştiriyor ondan sonra soruyor millet…
Bu evlatlar neden ikide birde hastalanıyor?

Bilmemek kötü de cehalet…
Bilip de…
Uyarmaktan başka bir şey yapamamak daha beter be!

Konuyla ilgili, Almanca…
Oku derim oku.

oku


Gıda yalanları
16 Mart 2018
Bu konunun öncüsü usta¬mız Uğur Dündar…
Son dönemde; İsmail Küçükkaya… Fatih Por¬takal… Ahmet Hakan… Sefer Levent… Meliha Okur… Gürkan Akgüneş… Başta olmak üzere meslek¬taşlarım “gıda oyunlarına” dikkat çeken haberler yapıyor.
Konu, salt bıktırıcı “onu yeme-bunu içme” kıska¬cı dışına çıkıyor. Bunu da önemsiyorum kuşkusuz. Ama meselenin diğer yönlerine hiç değinilmiyordu!
Hele… Gıda’nın ekono¬mi-politiği konusunda pek yazan yoktu…
Farkındalık oluşmaya başladı. CHP sayesinde bu “zehir düzeni” siyasetin de gündemine geldi. Evet, peşini bırakmayacağız!
En büyük desteği namuslu vatansever gıda mühendisle¬rinden alacağız.
İşte bir gıda mühendi¬sinin uyarısı:
“Kıymalı mantının maliye¬ti yüksek olduğundan soya karıştırılmış hazır kıymalar kullanılıyor. Mantı makinesin¬de kullanabilmek için galeta veya irmik katılıyor. Bu mantının içini krem rengine çeviriyor. Ayrıca kahverengi veya pişmiş kıyma görünü¬mü veren boyalar kullanıla¬rak iç malzemesi kıymaya benzetiliyor. Vatandaş da ‘ne bol kıyma koymuş¬lar‘ diye seviniyor!
Diğer yöntem ise, kıyma yerine tamamen soya kulla¬nıp, gıda boyası ve et bul¬yon ile iç malzemesini kıy¬malıymış gibi göstermek!
İnsanların çocukları¬na besleyici olsun diye tercih ettikleri ve ambalaj üzerinde ‘ıspanaklı, doma¬tesli, havuçlu‘ gibi sebzelerin yazılı olduğu makarnalara bir gram bile sebze katılmıyor! İstenilen sebzenin, boyası ve biraz da aromasını hamura kattığınızda rengarenk ma¬karnanız hazır oluyor. Sade¬ce domatesli makarnada salçayla renk elde edenler var, onu da maliyeti nedeniyle kaç firma yapar bilemem…”
Bitmedi…
PLASTİK SALÇA
Türk mutfağı salçasız olmaz.
Peki hangi salça?
Sözü yine bir gıda mü¬hendisine bırakayım:
“Son yıllarda salça sanayinde plastik amba¬laj (plastik kova ve pet am-balaj) içinde satılan salçalar çok talep görünce satış mü¬dürlerimiz bizden böyle ürün¬ler talep etti. Konu üzerine eğildik; ve Gıda-Tarım-Hay¬vancılık Bakanlığı tarafından bu tip salçalara kimisine ‘ev tipi‘ kimisine de ‘kon¬santre tuzlu salça‘ diye üretim izni verildiğini gördük. Üretmeye karar verdik.
Ancak aklımıza takılan sorular vardı nasıl oluyor da pastörize edilmiş bir salça (92-93 derecede) böyle plastik ambalajlara kona¬biliyordu!
İlk önce aklımıza tuz gel¬di; Türk Standardı 1466’ya göre, yazılan kuru madde oranına bakarak tuz koy¬duk, fakat salça uzun süre dayanmadı; 10 gün içinde küflendi.
Diğer firmaların nasıl yap¬tıklarını araştırdık; sodyum benzoat ve potasyum sor¬bat koruyucular ve aşırı tuz kullandıklarını öğrendik.
Tarım Bakanlığı’nın verdiği üretim izinlerinde yani etiket bilgilerinde koruyucu ola¬rak sadece tuz ibaresi var¬dı ama değişik koruyucu¬lar kullanılıyordu! Üstelik binde 1 olması gereken koruyucuların oranı yüzde 1 seviyesindeydi! Ayrıca 30 brix salçada yüzde 4.2 olması gereken tu¬zun yüzde 7 oranlarında kullanıldığını gördük.
Halkımızın sağlığı ciddi tehlike altına atılmaktadır; çünkü sodyum benzoat ve potasyum sorbat kansero¬jen maddelerdir…”
KİREMİT BOYASI
Kimi okur; “okumaya¬cağım moralim bozulu¬yor” diyor!
İyi de arkadaş söz konusu olan sadece sen değilsin ki; çocuğun, torunun! Daha da kötüsü, hastalıklar gene¬tik olarak sonraki kuşak-lara geçiyor!
Oysa. Tüketimden gelen gücümüzü kullanabiliriz. Şir¬ketlerde bunu dikkate alarak üretim yapmak zorunda kalır. Yapabiliriz.
Gıda, Tarım ve Hayvan¬cılık Bakanlığı harekete geçirilebilir; en başta büyük bir denetim sorunu var. Gıda üretiminin yüzde 60’ı denetlenmeden sofranıza geliyor.
Size ne yedirdiklerini bilmek zorundasınız!
Son bir mail daha yazayım:
“Kırmızı toz biberin yapılışı insanları hayrete düşürecek boyuttadır. Çoğumuzun sal¬çalık biber olarak bildiği kırmızı biberler fabrikalarda, ‘biber salçası‘ veya ‘küp biber‘, ‘şerit biber‘ olarak üre¬tilirken, bu biberlerin sap¬ları, tohum kısımları, çü¬rük-hastalıklı biberler çöpe atılması gerekirken hiçbi¬ri atılmaz! Fabrikadan uzakta bir açık alana taşınır, güneşin altında kurumaya bırakılır. Açık alandaki si¬nek, böcek, fare, kedi-köpek içinde cirit atar! Bu arada güneş görmeyen toprağa temas eden yerlerdeki biber¬ler çürür, küflenir kanserojen toksik maddeler oluşturur. Bu döngü; tarlada biber kalma¬yıncaya veya fabrika biber üretimini bitirinceye kadar devam eder. Daha sonra bu kurutulan biber çöp¬lerinden kırmızı toz biber yapma aşamasına gelinir. Ama nasıl oluyor da yeşil biber sapından ve beyaz to¬humdan kan kırmızı toz biber yapılır sorusu akla gelebilir! Burada devreye kırmızı kire¬mit boyası denilen toz boya girer. Tamamen kimyasal bu toz boya ile bu biber çöp¬leri karıştırılır ve değirmen¬lerde çekilerek kırmızı toz biber elde edilir. Maalesef kanserojen olan bu ürünler ülke halkına yedirilir…”
Son söze gerek yok…
Bu mücadeleyi hep birlikte yapacağız…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/gida-yalanlari-2290727/