Dünden bugüne, aslında yazmak anlatmak istediklerim var canim istemiyor, moral. Tek söyleyebileceğim, diyebileceğim Allah ne verirse ne çıkarırsa karşına hayırlısını versin, çıkarsın.

Kötü olan ne biliyor musunuz?
Hani insan kendi yanlış yapar bedelini öder…
O başka…
Ama başkasının yaptığı yanlışın bedelini ödemek zor geliyor bana!

Kısa bir süre önce yaşanmış bir gerçek
Anlayana…
Kadın daimî konum çünkü kadın ile başlar her şey kadın ile bitter…
Ve kadın ve iffeti ve kadın ve sadakati…
Benim için olağanüstü önemli!

Kadın ve O kutsal annelik görev ve mesuliyeti, masumiyeti…
Bir erkeğe eş, yâr, yoldaş, arkadaş olabilme kabiliyet ve bilinci…
Her erkek her kadını, her kadın her erkeği taşıyamayacağı gibi her erkek, erkek, her kadın maalesef kadın değildir buda bir gerçek!

Genç bir çift…
Erkek gece gündüz ekmek peşinde…
Yeni evlisin kaltak yeni evli, kocanın bilmem nesi yetmedi mi?

Herif evden çıkar çıkmaz bir başkası yatağında…
Bahaneye bak bahaneye…
Sözde ruhu ince ama kırk kişiye…
Bacak açmasını biliyor fahişse!

Kocası…
Ona hiç çiçek almazmış, kabaymış kaba…
Orospuya bak ya!

Bu misal benzeri dünden bugüne kimi yazar çizerin görüşleri:


Islak imzanız batsın…
5 Ağustos 2018

İnsanlarla konuşurken “CHP” adını ağzımıza alamıyoruz…
“Sus” diyorlar…
Bir tiksinti bu…
*
İktidarlar yıpranıp biterler, bunca suçlu bir iktidar karşısında muhalefetteyken tükenmeyi…
Nasıl başardılar…
*
1240 delege var…
Yarısı 620 eder…
Bunu bir türlü sayamadılar…
Genel seçimde oyları saymaya kalkmaları rezaletinden sonra, anlıyoruz ki bu yapılan seçimlerde çıkan sonuçlar böyle değil…
*
Hepimizin canını yaktınız…
Genel Başkan yardımcıları Enis Berberoğlu kapıları yüzlerine kapadı, demek ki aynı fikirde… Bunlara güvenen, inanan, bel bağlayan herkes ağır faturalar ödedi…
On binlerce insan işinden oldu, sahipsiz ve üzgünler… Sanatçılar yasaklı, tiyatrolar kapatıldı, gazeteciler-yazarlar işsiz kaldı, memurlar sürünüyor, işçilerin sendikaları alındı ellerinden, destekleyen işadamları battılar, akademisyenler kovuldu, öğretmenler atıldılar…
Güvenip meydanlara çıktı çocuklar, vuruldular…
Gençler hapiste…
CHP’ye güvenip, desteklemek isteyenler, gelecekleri, canları, kanları ile bedel ödediler…
*
Gerçekten de yazarken üzülüyorum ama bu son rezalet açıkça gösteriyor; Nasılsa bu adamların eline geçmiş CHP, bilincini ve izanını yitirdi…
Geçit yıkılsa elin adamı istifa ediyor…
Cumhuriyet yıkıldı, tınmıyorlar…
*
Birer turuncu koltuk kapmak isteyenler kaptılar, ayda 20 milyon…
Şimdi itişip-kakışmanın altında, biraz ilçe belediye başkanlığını almanın çıkar kavgası var…
Alabilirlerse…
*
Basiretsizlikleri cumhuriyeti yıktı…
Şimdi; yüreğinde hâlâ umut taşıyan, hâlâ direnen, cumhuriyet sevdasını terk etmeyen insanları her gün yıkıyorlar…
1240 delege…
Yarısı 620 eder…
Yarıdan bir fazlası 621 eder be adam…
Batsın ıslak imzanız…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/islak-imzaniz-batsin-2557858/

İflas!
6 Ağustos 2018

Kocaeli’de İlahiyat Fakültesi, master ve doktora seviyesinde eğitim veriyor. Sanki yetersiz kalmış, bu kentte binlerce öğrenci master ve doktora yapmak çaresizliğine düşmüş gibi Büyükşehir Belediyesi, kentin en kupon yerinde 12 bin 400 metrekare arsa üzerinde “Dini Yüksek İhtisas Merkezi” yaptırıyor.
Kaça mal olacak?
Bilinmiyor.
Enflasyon yükseliyor. İnşaat maliyetleri de şişmekte. Kocaeli şehrinde vergi veren vatandaşlar; “Böyle bir tesise ihtiyaç varsa bütçesi 7 milyar 700 milyon TL’yi aşan Diyanet İşleri Başkanlığı yaptırsın. Dini tesis niçin belediye parasıyla yaptırılıyor?” diye itiraz ettiler. Uğur ENÇ’in haberine göre, itirazlar Belediye Meclis’inde dile getirildi.
Haklılar.
Dini eğitim iflas etti.
Günlerce yazıldı, konuşuldu. Ciddi uyarılardı. Kulaklar sağır. Yürekler tıkalı. Tek elle tutulur tepki Kocaeli şehrinden geldi.
* * *
İsraf dine göre haramdır. Vazgeçtim haramdan, sevaptan, paradan, puldan fakat çocuklara yazık. Çocukların geleceği din odaklı eğitim sisteminde israf malzemesi oldu. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2017 2019 Yatırım Planı’nda “Fen liseleri ile imam hatip liseleri arasındaki uçurum” dudak uçuklatmıştı. Fen liselerine: 109 milyon TL. İmam hatip liselerine: 1 milyar 700 milyar TL ayrılmış. İnşaatı devam eden fen liselerine 207 milyon TL, imam hatip liselerine ise 2 milyar 770 milyon TL yapım parası aktarılmıştı. Yani Milli Eğitim Bakanlığı, genel bütçeden aldığı çok yüksek payla en çok imam hatip liselerini gözetti, korudu, destekledi. Ayrıca yine paralar ayırıp; çocukların bedensel, ruhsal ve zihinsel gelişmelerine destek olsun diye çoğunlukla imam hatip liselerinde “Kuran-ı Kerim Okuma, Hafızlık, Ezan yarışması, 40 Hadis etkinliği” düzenleme, dini kitapları özendirme ve binlerce çocuğu kapsayan “yaz dini eğitim etkinlikleri” de yaptı, yapıyor.
Elde edilen sonuç:
İmam hatip iflas etti.
* * *
Yeni Milli Eğitim Bakanı “iflası” kucağında buldu. Eğitim kalitesi iyi okullara girmek için yapılan LGS sınavına 1 milyon 260 bin öğrenici katıldı. İstediği ilk tercihe giren öğrenci sayısı sadece 33 binde kaldı. Matematikte her 100 öğrenciden 10’u, fen bilimlerinde her 100’den 8’i sıfır çekti. 224 bin kişilik imam hatip kontenjanında 107 bin kişilik kontenjan boş kaldı. Eve en yakın imam hatipleri bile öğrenciler ve aileleri tercih etmedi.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/iflas-2558957/

Toplumsal hipermetropi
7 Ağustos 2018

Televizyonlarda habire aynı heriflerin çıktığı hacivat karagöz programlarını seyrediyorsunuzdur mutlaka…
En sık duyduğumuz yorum şu:
“Büyük oyunu görüyoruz!”
*
Nedir kardeşim o büyük oyun?
Onu söyleyen yok.
Ama devamlı büyük oyunu görüyorlar.
*
Şehirlerimizi mahvettiler, iki kova yağmur yağsa caddeler nehir oluyor, alt geçitler şelale oluyor, metrolar akvaryuma dönüyor, denizi olmayan Ankara’da insanlarımızı dalgıçlar kurtarıyor… Televizyona uzman diye çıkıp, “dış güçler iklimleri manipüle ederek ak partili belediyeleri zor durumda bırakmak için yağmur yağdırıyor” diyorlar.
*
Rant şehvetiyle dandik dundik inşaatlara yol verdikleri için üç buçuk şiddetinde depremde bile yıkılmalar oluyor… “Kudüs’ün başkent olmasına izin vermediğimiz için Amerikalılar savaş gemisinden suni deprem yaptırıyor” diyorlar.
*
Ekonominin içine ettiler, dolar beş lirayı geçti… “Üst akılın tezgahı” diyorlar, “masonlar yapıyor” diyen var.
*
Amerikalı rahip krizini yönetemediler, sivilceydi, kangren oldu… Yanlış yaptık diyemiyorlar, sıradan bir misyoner olan rahibi “Vatikan’ın derin devleti İlluminati”ye bağlayan bile var.
*
Netice?
*
Harvard’ta akademisyen olarak eğitim gören İstanbul Üniversitesi doçenti, “kim milyoner olmak ister” yarışmasına katıldı, bismillah ilk soruda elendi.
“Öğretmen, öğrencilerinden çiçek olmalarını istediğinde, öğrenciler hangisini yapıp ses çıkarmadan dururlar?” diye soruldu.
Son derece iyi bir eğitime ve başarılı bir kariyere sahip olan akademisyen, doğru cevap olan “kollarını göğüste bağlayıp” şıkkı yerine “tek ayak üstünde durup” şıkkını işaretledi.
Çiçek olma kavramını hiç duymamıştı, bu yüzden fikir yürütmüştü, metafor olabilir diye düşünmüştü, “çiçeklerin tek ayağı var, dolayısıyla olsa olsa tek ayak üstünde durmak olabilir” diye düşünmüştü.
Son derece basit bir soruyu, kafasında büyütüp karmakarışık hale getirmişti. Soru bu kadar basit olamaz diye fikir yürütüp, yanlış sebeplere yönelmişti.
İnsan davranışı yerine, çiçek davranışına kafa yormuştu.
*
Bir hafta sonra bir başka genç aynı yarışmaya katıldı, üniversite mezunuydu, ekonomistti.
“Çin Seddi nerededir?” diye soruldu. Cevap seçenekleri Çin, Hindistan, Güney Kore, Japonya’ydı.
Yarışmacı arkadaş “biliyorum” dediği halde, bildiği halde cevap veremedi, bu kadar kolay olamaz, herhalde benim göremediğim bir şey var diye düşündü. Joker hakkını kullandı, seyirciye sordu.
Seyircilerin yarısı Çin dedi, yarısı öbür ülkeleri söyledi. Bu yüzden gene emin olamadı. İkinci jokerini harcadı, telefonla joker hakkını kullandı.
Telefona bağlanan kişi soruyu duyunca şöyle bir durakladı, muhtemelen bu kadar kolay olamaz diye içinden geçirmişti, ama sonunda “Çin” dedi.
Böylece yarışmacı da nihayet “Çin” şıkkını işaretledi, bildi. Bildikten sonra “biliyordum ama bu kadar şey olamaz diye düşündüm” dedi.
*
Toplumsal hipermetropi’dir bu.
*
Kollektif illüzyona maruz kalan toplumun, hipermetropisi’dir.
*
Büyük oyunu gördüğünü zannederken, burnunun ucundakini görememe halidir.
*
Somut gerçeklerin bile arkasında çapanoğlu ararken, gözünün önündekinden şüphe etmesidir.
*
Gayet berrak konularda bile, kendi kendine aklını bulandırmasıdır.
*
Bildiğine bile inanmamasıdır.
*
Bakın iddia ediyorum…
Otorite denilen bademlerden biri çıksın bu akşam televizyona, iki kere iki aslında beştir, üst akıl dört diye bilmemizi istiyor desin…
Bir hafta sonra dört diyene siyonist derler bu ülkede!

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/toplumsal-hipermetropi-2560889/

Kimin gelini? Çakır Emine’nin!

Başa çıkmak mümkün mü?
Gelin, kaynana toprağından yoğrulurmuş, bence…
Kısmen doğru bir tespit.

Gittim girdim makinaya…
Daha önceleri de girmiştim, görünce hatırladım…
Bende yeni bir şey sandım, sonuç faks ile doğrudan doktora. Bana hiçbir söylemediler…
Yarına!

Üstelemedim de…
Öyle bir bıkkınlık ki…
Bıkkınlık ne kelime? Tiksindim!

Ancak…
Bak etrafına, bak memlekete ne bıkan var ne tiksinen…
Muhalefeti, iktidarıyla…
“Kazak erkek” iki gün içeresinde heyet yollayacak Amerika’ya…
Avradını silktiğiminin pezevengi, laf, söz anlamaz hayvanlar sürüsü…
G.t kıllı milliyetçileri!

Sorma, dünden beri annem hayatimi kaydırıyor

Hastaneye yatmadım diye yapmadığını bırakmadı…
Ta Türkiyelere kadar telefon, sanki çocuğum…
😊
Dur bakalım bugün ne çıkacak, bir şeyler var, doktor şüpheleniyor ama söylemiyor…
Dün hastaneden kendisi bugün için randevu aldı, bana da tembihledi…
Bana bakacak olan doktorun ismini vererek “Er soll mich SOFORT anrufen”
Vakti olduğunda, sonra falan değil hemen…
İyi ya tembihlediğini aktaracağım ona. Hastaneye yatmadığıma pişman oldum zaten. Bir bilsen neler yapıyor bana!?

Ya anlatamıyorum derdimi, anlatamıyorum. Kasandra meselesi…
😊
Görmek, duymak istemiyorum doktor, hastane kelimelerini.

Bak dolar 5,30 Euro 6,11

Euro 5,99 dolar 5,18 dış mihrak işi değil YERLI ve MILLI orospu çocuklarının marifeti!

Euro 6 Tayyip Lirasını gördü!!!

Bakalım okuduğunuzu ne denli dikkatli okuyorsunuz?
Ama önce bir soru Allah aşkı için bu soruyu sormak, bu gerçeği anlatmak, duyurmak, HAYKIRMAK muhalefetin görevi değil mi???

Kendi kendime soruyordum hep, nasıl ya nasıl diye…
Cevabı aslında “milli ve yerli” tank projesinde verilmişti de bende jeton düşmedi!

Ne diyor Zeynep Hanım…
Atak helikopteri hakkında???
Yerli ve milli helikopterimizin birçok parçası ABD patentli!

Ama…
Gene anlamayacaksın gene anlamayacaksın!

Kalan 2,5 gram ile aklın yolu birdir

Hatırlı okuyucularım bilir…
Sormuş, sorgulamıştım öncesi muhalefete yönelikti sözlerim:

G.t kıllı milliyetçiliğinin zamanı mi? Diye…
Keza…
Evanjelist meselesini…
Bak kardeşim genelleme yapma, en sağından en soluna orası Amerika…
Yaratılmaya çalışılan sanki evanjelistlerin hepsi böyle tüm dünyada!

Biraz bize alevi kardeşlerimize, diğer dini azınlıklara benzettiğim için isyan ediyorum koca koca kadına, adama. Sözde gazeteciye, topluma örnek olan kişiye!

Burada…
Hakimiyet peşinde olan varsa birincisi Katolikler ikincisi siyasi dinci, sözde Müslümanlar!
Kimseyi savunduğum, arka çıktığım falan yok…
Sadece tek taraflı, geri zekâlı yorumlara ve insanların yönlendirilmesine tahammülüm yok!

Okuyun Zeynep Hanımı ve dikkat edin Iran meselesine…
Ön planda Amerika, Israil perde arkasında…
Sonra oku İzmirlimi emi.


ABD krizinin sonuçları

ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ü yaptırım listesine koyması bir ilk. ABD, daha önce de Türkiye’ye ambargo uygulamış, daha önce de Türk vatandaşlarını yaptırım listesine almıştı. Ancak ilk kez, üstelik kabinede yer alan siyasetçilerin ABD’deki mal varlıklarına el konulma kararı alındı.
Her iki bakanın da ilk tepkileri, ABD’de mal-mülkleri olmadığını açıklamak oldu.
Oysa ABD’nin yaptırım kararının ayrıntısına bakıldığında, asıl amacın “mal-mülke el koymak” olmadığı ortada. ABD Hazine Bakanlığı’nın açıklamasında, yaptırımların Soylu ve Gül’ün şahsına yönelik olmakla birlikte, “insan hakları ihlalleri yapan kurumların başında olmaları” -İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı kastediliyor- için kendilerinin hedef seçildiği açıkca ifade ediliyor.
– Yani Amerikan yaptırımının ilk sonucu, yaptırımlar doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, onun prestijine ve imajına konulmuş durumda.
– Krizin ikinci sonucu, Amerikan iç politikasıyla ilgili. Trump yönetiminin yaptırım zamanlaması kritik önemde. Kasım ayında ABD’de hem Senato’nun, hem de Temsilciler Meclisi’nin üçte birinin yenileneceği ara seçimler var. Trump, başkan seçilmesini sağlayan Evanjeliklere güçlü bir mesaj vermek istiyor. Evanjelik bir rahibi, Trump yönetiminin tam da seçimler öncesinde (Brunson’un bir sonraki duruşması ekim ayında) kurtarması, bu açıdan bakınca olabilecek en iyi mesaj. Trump yönetiminin demokratlara mesajı ise, ”tek bir ABD vatandaşı için gerekirse müttefiklerle gemileri yakmak” olur ki, bu AKP hükümetinin kendi vatandaşı/üst düzey bürokratı için yapamadığı bir şey. (Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla hâlâ ABD’de hapiste. AKP’lilerden bu konuda değil eylem, ses bile çıkmaz oldu.)
– Üçüncü sonuç, Türkiye’nin imajıyla ilgili. Suriye krizi çerçevesinde Rus helikopteri düştüğünde Putin’in zorbalığı sonuç verdi: Nükleer santraller, S-400’ler, Rus şirketlere verilen büyük ihaleler, son olarak da Rusya’dan et ithalatı… Buna karşılık AKP yönetimindeki Türkiye, Moskova’dan ne aldı: Suriye’de PKK uzantısı YPG/PYD’nin bitirilmesi mi? Hayır, daha Moskova’daki PYD ofisi duruyor. Daha ucuz doğalgaz mı? Hayır, Rus gazeteleri dolar üzerinden aldığımız Rus doğalgazına sonbaharda yüzde 30 zam yapılacağını yazmaya başladı. Moskova’nın AKP’ye tek “tavizi” olsa olsa önce durduğu domates alımını, yeniden açması oldu.
Benzer bir zorbalık da, daha sessizce Almanya’dan geldi. Merkel hükümeti, başta Deniz Yücel olmak üzere, Türkiye’de tutuklu Alman vatandaşları için sessiz sedasız Türkiye’ye ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Avrupa Yatırım Bankası ve Dünya Bankası proje kredileri durdu, Türkiye’yle iş yapacak Alman şirketlerine sigorta kısıtlamaları getirdi. Ve ne oldu? Deniz Yücel bir gece ansızın serbest kaldı, kendisine yurtdışı yasağı bile konulmadığı için, Türkiye’den “uçuverdi.”
Şimdi kendisini biraz güçlü hisseden hangi ülke Türk yargısıyla başı derde girse, zorbalığa başvuracaktır. Çünkü AKP hükümetinde bu zorbalığın sonuç verdiğini görmüş durumda herkes. Trump’ın yaptığı da işte tam olarak bu.
– Dördüncü sonuç, Türkiye’nin ekonomik kayıpları olacak gibi. Trump yönetimi, Zarrab davası dolayısıyla İran’a yönelik ambargoyu delmekte kullanılan Türk bankalarına kesilecek para cezasını, -AKP’yi seçimler sırasında fazla zora sokmamak için olsa gerek- bu zamana kadar tuttu. Şimdi milyar dolarlarla ifade edilen bu para cezası her an gelebilir.
Ancak bu kadar değil; ABD’nin elinde başka ekonomik kartlar da var.
Mesela, Türkiye’nin Pakistan’a ATAK helikopteri satışına ilişkin birkaç hafta önce çıkan haberleri hatırlıyor musunuz? İşte o helikopterleri satabilmek için ABD’nin iznine ihtiyacımız var. Çünkü helikopterin pek çok parçasının patenti ABD’ye ait.
Ya da Türkiye’nin ABD’ye pek çok malını gümrüksüz ihraç etmesini sağlayan “Tercihli ticaret sistemi” dışına çıkarılması ihtimali. ABD Ticaret Bakanlığı sözcüsü, Türkiye’nin ABD’ye 1.66 milyar dolar değerinde -otomotiv parçası, değerli taş, mücevher- malı tercihli ticaret sistemi kapsamında gümrüksüz ihraç ettiğini, şimdi bu durumun gözden geçirileceğini açıkladı.
– ABD yaptırılarının son ve belki de en önemli, Türkiye’de muhalefetin en çok dikkat etmesi gereken sonucu ise iç politikaya yönelik. ABD ile yaşanan gerginlik, gelmesi kaçınılmaz olan ekonomik krizi olsa olsa bir parça hızlandırır. Ama AKP hükümetine de “aslında ekonomi çok iyiydi, ne yaptıysa bu ABD yaptı” demek için bahane yaratır.
Muhalefetin de bunu görerek, iktidar partisinin ucuz milliyetçilik propagandasına kapılmadan, aslında ABD ile yaşanan krizin bizzat AKP’nin yanlışlarının eseri olduğunu gerekirse kapı kapı dolaşarak halka anlatması gerekir. Aksi halde, “mağduruz da mağduruz” için, yeni bir kapı daha açılması kaçınılmaz olur…
TAM DA ERDOĞAN’IN İRAN ÇIKIŞINDAN SONRA
ABD, iki Türk bakana yaptırım kararını tutuklu rahip Brunson’a resmen bağladı. Ancak yaptırım kararında bir de “görünmeyen” gerekçe olabilir mi?
Washington yönetimi tüm gücüyle İran’ın üzerine gitmeye hazırlanıyor. Bunun ilk adımları atıldı, İran’a yönelik yeni ambargolar kasım ayında başlayacak.
İşte tam bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir açıklama geldi. Erdoğan, ABD’nin İran’a yaptırımlarını eleştirdi, İran’dan doğalgaz alan Türkiye’nin bu yaptırımlara “aldırmayacağının” işaretini verdi. Hemen ardından da Brunson merkezli Türk-Amerikan gerginliği, Washington’un attığı yaptırım adımıyla kriz haline geldi.
Erdoğan o konuşmasında, İran’ın ABD ambargosundan etkilenmediğini de söyledi, “Ne oldu, battı mı İran?” dedi. Aslında İran ekonomisi batmasa da batmak üzere. İran’ın hemen her kentinde hayat pahalılığı yüzünden geniş çaplı gösteriler yapılıyor. Ekonomik kriz o kadar büyüdü ki, İran-Irak savaşı döneminde bile kapanmayan Tahran’daki kapalı çarşı kepenk kapattı.
Ve İran’da hiç akla gelmeyecek bir şey daha oldu: İran Meclisi, Cumhurbaşkanı Ruhani’yi ekonomik krizi nasıl aşacağı hakkında bilgi vermek için resmen çağırdı, cumhurbaşkanının meclise gelip özellikle İran para birimi Tümen’in değer kaybı konusunda “ifade vermesi” istendi.
Malum; bu arada Amerikan doları karşısında değer kaybeden tek para birimi tümen de değil.
Ama biz, “dış güçlerin oyunu”, “misliyle karşılık verilecek” deyip geçelim. Hep öyle yapmıyor muyuz zaten…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/zeynep-gurcanli/abd-krizinin-sonuclari-2559005/

Yastıkaltı

Allah aşkına satmayın diye yalvarıyorduk, “babalar gibi satıyoruz” diye övünüyorlardı. Asrın liderimiz “paranın dini olmadığı gibi, ekonominin de dini olmaz, parayı bir mezhebe, bir etnik kökene dayandırmaya kalkarsanız, akamete uğrar” diyordu.
*
Etmeyin eylemeyin, limanları elaleme satmayın diye çırpınıyorduk. “Yabancı sermayeyi öperim başımın üstüne koyarım” diyordu, “ister körfez sermayesi olsun, ister yahudi sermayesi olsun, ister batı sermayesi olsun, öperim başımın üstüne koyarım” diyordu.
*
Bari telefonları yabancıya satmayın diye dilimizde tüy bitiyordu. “Bunlar istemezük zihniyetine sahip olanlardır” diyordu, “paranın dini olmaz, bunlar eski komünist kafadır, sermaye ırkçısıdır” diyordu.
*
Hiç olmazsa medyayı elaleme vermeyin diye itiraz ediyorduk. “Bunlar olsa olsa matbaayı geciktiren zihniyetle aynı safta anılacaklardır” diyordu, “paranın dini milleti olmaz, ben bunlara sermaye ırkçısı diyorum, ilerde bugünlerin tarihi yazıldığında ayakbağı olarak hatırlanacaklar” diyordu.
*
Lütfen bir daha düşünün, bankalarımız yabancıya gitmesin diye rica etmeye çalışıyorduk. “Cahiller” diyordu, “neymiş, bankalar yabancılara gidiyormuş, bunlar bu işi bilmiyor, asla bilemeyecekler, bu kafayla olmaz, doğru davranan biziz, paranın dini, milleti, ırkı olmaz” diyordu.
*
Müslüman ülkelerin D-8 zirvesinde konuşurken bile, dünyaya kendilerini örnek gösteriyordu. “Yabancı sermaye gibi kavramları terkedelim, küresel sermaye anlayışını benimseyelim, ben paranın dini olduğuna inanmıyorum, paranın milleti olduğuna inanmıyorum, paraya dini yaklaşmayalım” diyordu.
*
Elde avuçta ne varsa gitti, hiç olmazsa madenleri yabancıya satmayın diye dizlerimizi dövüyorduk. “Artık o sizin devirler kapandı” diyordu, “ne yazık ki hâlâ paranın dini, milleti olduğunu zannedenler var, paranın dini, dili olmaz, ben sonuca bakarım, bunu böyle bilin” diyordu.
*
Topraklarımızı yabancıya satmayın gerisine razıyız diyorduk. “Bunlar bağnaz” diyordu, “yahu paranın dini, imanı, ırkı olmaz, bu bağnaz zihniyetle aydınlık yarınların Türkiyesi’ne yürünemez” diyordu.
*
Ormanları ona buna verdiniz, en azından dereler bize kalsın diye gözyaşı döküyorduk. “Bu kafalardan çok çektik” diyordu, “Batılı yatırımcıya yahudi diyorlar, arap yatırımcısına yeşil sermaye diyorlar, tukaka ediyorlar, paranın dini imanı, milleti olmaz” diyordu.
*
Ne fabrika bıraktınız, ne santral bıraktınız, yabancılara daha başka nelerimizi vereceksiniz diye soruyorduk. “Bunlar kafasız” diyordu, “paranın dini, imanı, milleti, vatanı olmaz, para paradır, para cıva gibidir, kendisine nereyi uygun görürse oraya akar, bunların kafası almıyor” diyordu.
*
Memleketi komple dışarıya bağladınız, her konuda ithalata bağımlı hale getirdiniz, cari açık korkunç boyutlara ulaştı, dış borç korkunç boyutlara ulaştı, bu döviz talebi başımıza iş açacak diye eleştiriyorduk. Kendinden gayet emindi, “geçmişte yapılan hataya düşmedik, sermayeyi renklerine, milliyetine, coğrafyasına göre bölme yanlışına biz son verdik, paranın dini, imanı, milleti olmaz, para paradır” diyordu.
*
Şimdi ne diyor?
*
“Milletime sesleniyorum, yastık altındaki dövizleri çıkartın, getirin Türk Lirası’na dönüştürün, yerli ve milli duruşunuzu gösterin” diyor.
*
E hani paranın yerlisi millisi olmazdı?
Dinsiz, milliyetsiz, vatansız değil miydi para?
*
“Dünyaya şapka çıkartıyoruz” noktasından “yastık altındakini çıkarıyoruz” noktasına geldik… Bakalım kıçımızdaki donu ne zaman çıkaracağız acaba?

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/yastikalti-2557930/

Her şeyde vardır bir hayır

Yeni geldim, bunca saattir doktorlardayım…
Hiçbiri kesin bir şey söyleyemiyor, nörolog son noktayı koydu…
Hastane…
Bir virüs olabileceği gibi menenjitte olabilirmiş…
Gerçekten berbatım ya, berbat.

Kâğıt imzaladım bugün yatmayacağım diye…
Almanya’da çok büyük bir şey, tüm sorumluluğu üstüme almış oldum…
Olmaz…
Bugün yatamam. Ama yarın…
Önemli olan çarşamba günü ayak altında olmam…
Diyorum ya her şeyde vardır bir hayır!

Geberemedim, geberemedim gitti. Hastane

Daha dur bakalım belli değil ama en ufak bir şey yapmadan doğru nörolojiye ve oradan büyük bir ihtimalle hastane. Menenjit…
Ölümcül olabilir…
Doğrudan beyin ve omurilik ile ilgili…
Gençliğimden beri var benim bu sorunum, beyin zarı iltihaplanması…
Menenjite dönüşmeden hep tedavi edebildiler ama doktor bu sefer…
Neyse, siktir et…
Her şey olacağına varır!

Nörolojiye gidiyorum, bakalım ne olacak?

Anadan dogma muhalif değil kardeşim, değilim

Ters çeyreğim o başka…
Hele hele tepem atarsa sakın önümde durma!

Yeniliklere açık bir insanım, yeni yeni fikirlere, düşüncelere…
İnsana…
Güvenmek isterim gönlümce.

Dijitalleşme, sanayi devrimi 4.0 vesaire…
Kimi “nimetler” mesela Bioprinter (organik ve/veya doku baskı makinesi) elbette…
3D, 3D…
AMAAA, isyanım insana…
KAHPEYE!

Bilimselliğe…
Ve yüreğe, en temiz, en saf haliyle kalbin düşünceler üzerindeki hakimiyetine…
Cloud, yani bulut…
Yokkk…
Bildiğin online bilgi bulutundan bahis etmiyorum. Kişisel bulut…
Bilişimde bir modeldir, aslında bulutu oluşturan noktalar!

Vektörel grafikten gelen bir terimdir*
İşte seni, beni hepimizi mahvedecek olan o ÖNEMSIZ gibi görünen noktalar…
Her biri kendi başına zararsız, önemsiz, emniyetsiz ama getir bir araya…
Hayatın kaydı…
Analize açıksın kabak gibi. Ver bu verileri bir psikoloğun eline çizsin seni.

İşte davam, işte mücadelem işte kavgam…
Görevin…
Kötüye kullanılması, anla beni, anla Önderi!

Her biri sadece bir nokta, belli bir koordinata…
Hani bir artı bir artı bir artı…
Aşağıdaki grafik gibi, getir bir araya çıksın her şey meydana!

*point cloud