Kalan 2,5 gram ile aklın yolu birdir

Hatırlı okuyucularım bilir…
Sormuş, sorgulamıştım öncesi muhalefete yönelikti sözlerim:

G.t kıllı milliyetçiliğinin zamanı mi? Diye…
Keza…
Evanjelist meselesini…
Bak kardeşim genelleme yapma, en sağından en soluna orası Amerika…
Yaratılmaya çalışılan sanki evanjelistlerin hepsi böyle tüm dünyada!

Biraz bize alevi kardeşlerimize, diğer dini azınlıklara benzettiğim için isyan ediyorum koca koca kadına, adama. Sözde gazeteciye, topluma örnek olan kişiye!

Burada…
Hakimiyet peşinde olan varsa birincisi Katolikler ikincisi siyasi dinci, sözde Müslümanlar!
Kimseyi savunduğum, arka çıktığım falan yok…
Sadece tek taraflı, geri zekâlı yorumlara ve insanların yönlendirilmesine tahammülüm yok!

Okuyun Zeynep Hanımı ve dikkat edin Iran meselesine…
Ön planda Amerika, Israil perde arkasında…
Sonra oku İzmirlimi emi.


ABD krizinin sonuçları

ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ü yaptırım listesine koyması bir ilk. ABD, daha önce de Türkiye’ye ambargo uygulamış, daha önce de Türk vatandaşlarını yaptırım listesine almıştı. Ancak ilk kez, üstelik kabinede yer alan siyasetçilerin ABD’deki mal varlıklarına el konulma kararı alındı.
Her iki bakanın da ilk tepkileri, ABD’de mal-mülkleri olmadığını açıklamak oldu.
Oysa ABD’nin yaptırım kararının ayrıntısına bakıldığında, asıl amacın “mal-mülke el koymak” olmadığı ortada. ABD Hazine Bakanlığı’nın açıklamasında, yaptırımların Soylu ve Gül’ün şahsına yönelik olmakla birlikte, “insan hakları ihlalleri yapan kurumların başında olmaları” -İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı kastediliyor- için kendilerinin hedef seçildiği açıkca ifade ediliyor.
– Yani Amerikan yaptırımının ilk sonucu, yaptırımlar doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, onun prestijine ve imajına konulmuş durumda.
– Krizin ikinci sonucu, Amerikan iç politikasıyla ilgili. Trump yönetiminin yaptırım zamanlaması kritik önemde. Kasım ayında ABD’de hem Senato’nun, hem de Temsilciler Meclisi’nin üçte birinin yenileneceği ara seçimler var. Trump, başkan seçilmesini sağlayan Evanjeliklere güçlü bir mesaj vermek istiyor. Evanjelik bir rahibi, Trump yönetiminin tam da seçimler öncesinde (Brunson’un bir sonraki duruşması ekim ayında) kurtarması, bu açıdan bakınca olabilecek en iyi mesaj. Trump yönetiminin demokratlara mesajı ise, ”tek bir ABD vatandaşı için gerekirse müttefiklerle gemileri yakmak” olur ki, bu AKP hükümetinin kendi vatandaşı/üst düzey bürokratı için yapamadığı bir şey. (Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla hâlâ ABD’de hapiste. AKP’lilerden bu konuda değil eylem, ses bile çıkmaz oldu.)
– Üçüncü sonuç, Türkiye’nin imajıyla ilgili. Suriye krizi çerçevesinde Rus helikopteri düştüğünde Putin’in zorbalığı sonuç verdi: Nükleer santraller, S-400’ler, Rus şirketlere verilen büyük ihaleler, son olarak da Rusya’dan et ithalatı… Buna karşılık AKP yönetimindeki Türkiye, Moskova’dan ne aldı: Suriye’de PKK uzantısı YPG/PYD’nin bitirilmesi mi? Hayır, daha Moskova’daki PYD ofisi duruyor. Daha ucuz doğalgaz mı? Hayır, Rus gazeteleri dolar üzerinden aldığımız Rus doğalgazına sonbaharda yüzde 30 zam yapılacağını yazmaya başladı. Moskova’nın AKP’ye tek “tavizi” olsa olsa önce durduğu domates alımını, yeniden açması oldu.
Benzer bir zorbalık da, daha sessizce Almanya’dan geldi. Merkel hükümeti, başta Deniz Yücel olmak üzere, Türkiye’de tutuklu Alman vatandaşları için sessiz sedasız Türkiye’ye ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Avrupa Yatırım Bankası ve Dünya Bankası proje kredileri durdu, Türkiye’yle iş yapacak Alman şirketlerine sigorta kısıtlamaları getirdi. Ve ne oldu? Deniz Yücel bir gece ansızın serbest kaldı, kendisine yurtdışı yasağı bile konulmadığı için, Türkiye’den “uçuverdi.”
Şimdi kendisini biraz güçlü hisseden hangi ülke Türk yargısıyla başı derde girse, zorbalığa başvuracaktır. Çünkü AKP hükümetinde bu zorbalığın sonuç verdiğini görmüş durumda herkes. Trump’ın yaptığı da işte tam olarak bu.
– Dördüncü sonuç, Türkiye’nin ekonomik kayıpları olacak gibi. Trump yönetimi, Zarrab davası dolayısıyla İran’a yönelik ambargoyu delmekte kullanılan Türk bankalarına kesilecek para cezasını, -AKP’yi seçimler sırasında fazla zora sokmamak için olsa gerek- bu zamana kadar tuttu. Şimdi milyar dolarlarla ifade edilen bu para cezası her an gelebilir.
Ancak bu kadar değil; ABD’nin elinde başka ekonomik kartlar da var.
Mesela, Türkiye’nin Pakistan’a ATAK helikopteri satışına ilişkin birkaç hafta önce çıkan haberleri hatırlıyor musunuz? İşte o helikopterleri satabilmek için ABD’nin iznine ihtiyacımız var. Çünkü helikopterin pek çok parçasının patenti ABD’ye ait.
Ya da Türkiye’nin ABD’ye pek çok malını gümrüksüz ihraç etmesini sağlayan “Tercihli ticaret sistemi” dışına çıkarılması ihtimali. ABD Ticaret Bakanlığı sözcüsü, Türkiye’nin ABD’ye 1.66 milyar dolar değerinde -otomotiv parçası, değerli taş, mücevher- malı tercihli ticaret sistemi kapsamında gümrüksüz ihraç ettiğini, şimdi bu durumun gözden geçirileceğini açıkladı.
– ABD yaptırılarının son ve belki de en önemli, Türkiye’de muhalefetin en çok dikkat etmesi gereken sonucu ise iç politikaya yönelik. ABD ile yaşanan gerginlik, gelmesi kaçınılmaz olan ekonomik krizi olsa olsa bir parça hızlandırır. Ama AKP hükümetine de “aslında ekonomi çok iyiydi, ne yaptıysa bu ABD yaptı” demek için bahane yaratır.
Muhalefetin de bunu görerek, iktidar partisinin ucuz milliyetçilik propagandasına kapılmadan, aslında ABD ile yaşanan krizin bizzat AKP’nin yanlışlarının eseri olduğunu gerekirse kapı kapı dolaşarak halka anlatması gerekir. Aksi halde, “mağduruz da mağduruz” için, yeni bir kapı daha açılması kaçınılmaz olur…
TAM DA ERDOĞAN’IN İRAN ÇIKIŞINDAN SONRA
ABD, iki Türk bakana yaptırım kararını tutuklu rahip Brunson’a resmen bağladı. Ancak yaptırım kararında bir de “görünmeyen” gerekçe olabilir mi?
Washington yönetimi tüm gücüyle İran’ın üzerine gitmeye hazırlanıyor. Bunun ilk adımları atıldı, İran’a yönelik yeni ambargolar kasım ayında başlayacak.
İşte tam bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir açıklama geldi. Erdoğan, ABD’nin İran’a yaptırımlarını eleştirdi, İran’dan doğalgaz alan Türkiye’nin bu yaptırımlara “aldırmayacağının” işaretini verdi. Hemen ardından da Brunson merkezli Türk-Amerikan gerginliği, Washington’un attığı yaptırım adımıyla kriz haline geldi.
Erdoğan o konuşmasında, İran’ın ABD ambargosundan etkilenmediğini de söyledi, “Ne oldu, battı mı İran?” dedi. Aslında İran ekonomisi batmasa da batmak üzere. İran’ın hemen her kentinde hayat pahalılığı yüzünden geniş çaplı gösteriler yapılıyor. Ekonomik kriz o kadar büyüdü ki, İran-Irak savaşı döneminde bile kapanmayan Tahran’daki kapalı çarşı kepenk kapattı.
Ve İran’da hiç akla gelmeyecek bir şey daha oldu: İran Meclisi, Cumhurbaşkanı Ruhani’yi ekonomik krizi nasıl aşacağı hakkında bilgi vermek için resmen çağırdı, cumhurbaşkanının meclise gelip özellikle İran para birimi Tümen’in değer kaybı konusunda “ifade vermesi” istendi.
Malum; bu arada Amerikan doları karşısında değer kaybeden tek para birimi tümen de değil.
Ama biz, “dış güçlerin oyunu”, “misliyle karşılık verilecek” deyip geçelim. Hep öyle yapmıyor muyuz zaten…

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/zeynep-gurcanli/abd-krizinin-sonuclari-2559005/

Yastıkaltı

Allah aşkına satmayın diye yalvarıyorduk, “babalar gibi satıyoruz” diye övünüyorlardı. Asrın liderimiz “paranın dini olmadığı gibi, ekonominin de dini olmaz, parayı bir mezhebe, bir etnik kökene dayandırmaya kalkarsanız, akamete uğrar” diyordu.
*
Etmeyin eylemeyin, limanları elaleme satmayın diye çırpınıyorduk. “Yabancı sermayeyi öperim başımın üstüne koyarım” diyordu, “ister körfez sermayesi olsun, ister yahudi sermayesi olsun, ister batı sermayesi olsun, öperim başımın üstüne koyarım” diyordu.
*
Bari telefonları yabancıya satmayın diye dilimizde tüy bitiyordu. “Bunlar istemezük zihniyetine sahip olanlardır” diyordu, “paranın dini olmaz, bunlar eski komünist kafadır, sermaye ırkçısıdır” diyordu.
*
Hiç olmazsa medyayı elaleme vermeyin diye itiraz ediyorduk. “Bunlar olsa olsa matbaayı geciktiren zihniyetle aynı safta anılacaklardır” diyordu, “paranın dini milleti olmaz, ben bunlara sermaye ırkçısı diyorum, ilerde bugünlerin tarihi yazıldığında ayakbağı olarak hatırlanacaklar” diyordu.
*
Lütfen bir daha düşünün, bankalarımız yabancıya gitmesin diye rica etmeye çalışıyorduk. “Cahiller” diyordu, “neymiş, bankalar yabancılara gidiyormuş, bunlar bu işi bilmiyor, asla bilemeyecekler, bu kafayla olmaz, doğru davranan biziz, paranın dini, milleti, ırkı olmaz” diyordu.
*
Müslüman ülkelerin D-8 zirvesinde konuşurken bile, dünyaya kendilerini örnek gösteriyordu. “Yabancı sermaye gibi kavramları terkedelim, küresel sermaye anlayışını benimseyelim, ben paranın dini olduğuna inanmıyorum, paranın milleti olduğuna inanmıyorum, paraya dini yaklaşmayalım” diyordu.
*
Elde avuçta ne varsa gitti, hiç olmazsa madenleri yabancıya satmayın diye dizlerimizi dövüyorduk. “Artık o sizin devirler kapandı” diyordu, “ne yazık ki hâlâ paranın dini, milleti olduğunu zannedenler var, paranın dini, dili olmaz, ben sonuca bakarım, bunu böyle bilin” diyordu.
*
Topraklarımızı yabancıya satmayın gerisine razıyız diyorduk. “Bunlar bağnaz” diyordu, “yahu paranın dini, imanı, ırkı olmaz, bu bağnaz zihniyetle aydınlık yarınların Türkiyesi’ne yürünemez” diyordu.
*
Ormanları ona buna verdiniz, en azından dereler bize kalsın diye gözyaşı döküyorduk. “Bu kafalardan çok çektik” diyordu, “Batılı yatırımcıya yahudi diyorlar, arap yatırımcısına yeşil sermaye diyorlar, tukaka ediyorlar, paranın dini imanı, milleti olmaz” diyordu.
*
Ne fabrika bıraktınız, ne santral bıraktınız, yabancılara daha başka nelerimizi vereceksiniz diye soruyorduk. “Bunlar kafasız” diyordu, “paranın dini, imanı, milleti, vatanı olmaz, para paradır, para cıva gibidir, kendisine nereyi uygun görürse oraya akar, bunların kafası almıyor” diyordu.
*
Memleketi komple dışarıya bağladınız, her konuda ithalata bağımlı hale getirdiniz, cari açık korkunç boyutlara ulaştı, dış borç korkunç boyutlara ulaştı, bu döviz talebi başımıza iş açacak diye eleştiriyorduk. Kendinden gayet emindi, “geçmişte yapılan hataya düşmedik, sermayeyi renklerine, milliyetine, coğrafyasına göre bölme yanlışına biz son verdik, paranın dini, imanı, milleti olmaz, para paradır” diyordu.
*
Şimdi ne diyor?
*
“Milletime sesleniyorum, yastık altındaki dövizleri çıkartın, getirin Türk Lirası’na dönüştürün, yerli ve milli duruşunuzu gösterin” diyor.
*
E hani paranın yerlisi millisi olmazdı?
Dinsiz, milliyetsiz, vatansız değil miydi para?
*
“Dünyaya şapka çıkartıyoruz” noktasından “yastık altındakini çıkarıyoruz” noktasına geldik… Bakalım kıçımızdaki donu ne zaman çıkaracağız acaba?

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/yastikalti-2557930/